Yeni Üyelik
18.
Bölüm

~18.Bölüm~

@m.yaprak_epli

Adem'in daldığım yüzünden gözlerimi çekip istiğfar eyledim. Zira bulunduğum şu ortam bu şaşkınlığımı yaşamak için uygun bir yer değildi. Adem'i -ne kadar zor olsa da- görmezden gelmeye çalışarak biten alkışın ardından sözlerime devam ettim. Gözleri hep üzerimdeydi ve bu benim en sevmediğim şeylerden biriydi.

"Sevgili arkadaşlar! Geleceğin birer kahramanı olmak için çok okumanız gerekiyor. Hocam ben telefonumdan okuyorum demeyin. Her zaman çantanızda bir okuma kitabı olsun. Otobüste de olsanız, metroda da olsanız, nerede olursanız olun mutlaka, her zaman okuyun. Elektronik cihazın sayfaları olmaz. Gerçekten kitabı elinize alıp kendi parmağınızla sayfalarını çevirmek kadar güzel bir şey yoktur. Onun tadı bambaşkadır. Hayatınızı elektronik cihazlar ele geçirmesin, buna izin vermeyin. Fıtratınıza ters bir durum bu. Doğal olun, doğal yaşayın. Mevlana Celaleddin Rumi Hazretlerinin dediği gibi; ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol. Samimiyetten, bir arada olmaktan, iki kelam etmekten kopmayalım. Herkesin dilinde ah şu eskiler dolanıyor. Ah keşke eskilerdeki gibi olsaydık... Hâlâ olabiliriz. Neden olmuyoruz? Çünkü bizi ele geçirmelerine izin veriyoruz. Sanki bizim irademiz yokmuş gibi, sanki bizim seçme hakkımız yokmuş gibi! Neden üretip Dünya birincisi olmak dururken onların ürettiği şeyleri tüketip köle haline gelelim ki? Biz müslümanlar olarak atalarımızdan biliriz ki ele geçirdikleri beldeleri kâfirler gibi talan edip zulmetmemişlerdir. Aksine dinlerini özgürce yaşamalarına müsaade etmiştir atalarımız. Ancak burası İslam toprağıdır bilesiniz demişlerdir. En basitinden Fatih Sultan Mehmet padişahımızı bilirsiniz. Adam bir çağ kapatıp bir çağ açıyor, şehre girdiği gibi Ayasofya'yı camiye çeviriyor, yetmiyor Peygamber Efendimiz (SAV)'in hadisi şerifte ki geçen müjdesine mazhar oluyor. Kostantiniyye elbette fetholunacaktır. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, onu fetheden asker ne güzel askerdir. Kostantiniyye İstanbul'un Bizanstaki adıydı. Çok eski bir ad. Fetihten sonra bir de üstüne gayrimüslimlerin şehirde özgürce yaşamalarına izin vermiştir o mübarek Sultan. O ne güzel bir sultandır. Allah mekanını cennet eylesin. Allah ondan razı olsun."

Sanırım biraz duygulanmıştım ancak şu an devam etmeliydim. Çocuklar merakla ne diyeceğimi bekliyorlardı.

"Sevgili evlatlarım! Ecdadınızı iyi tanıyın. Tarihini bilmeyen bir toplum geleceğini inşa edemez. Biliyorum, tarih bilgisi çoğunuza sıkıcı geliyor. Çünkü asıl tarihimizi anlatmamızı istemiyor düşman. O yüzden sıkıcı geliyor. Kendi uydurdukları tarih bu milletin evlatlarına elbette sıkıcı gelecektir. Bu bana çok doğal geliyor. 'Eğer bu toplum atalarına yaptığımız kötülüğü bilirse ileride bize meydan okuyup yeniden dünyanın hakimi olabilir' diyorlar. Arkadaşlar bizden o kadar korkuyorlar ki, Kur'an'a dönüp uyanmamızdan o kadar korkuyorlar ki anlatamam size. Peki biz neyi bekliyoruz? Şeytan bize kötülük yapmamız için o kadar yalvarıyor, peki biz onu kırmak istemediğimiz için mi bir türlü şu gafletten uyanamıyoruz? Arkadaşlar eğer zamanında uyanmazsak Doğu Türkistan'daki gibi, Gazze'deki gibi, Filistin'deki gibi bu sefer bize zulmetmeye başlayacaklar. Topraklarımızı ele geçirecekler. Şimdiden hazırlığa başlamışlar bile. Maneviyatımızı kaybettirerek, tembelleştirip elektronik cihazlara muhtaç bırakarak, yüksek binalar yapıp komşuluğu öldürerek, medyayı, parayı yöneterek yapıyorlar bunu. Biz de bir kenara çekilmiş, bütün bu olanları izliyoruz. Allah bize sorar bunu evlatlarım. Hem de öyle böyle değil, basbayağı sorar. Allah'ın hesabından korkun. Başkalarının sizi ele geçirmesine izin vermeyin. Biz bu Dünya'ya yaratılmışları razı etmek için değil, Allah'u Teâlâ'yı razı etmek için gönderildik. Yani kula kul olmayın, eşyaya kul olmayın, kendi nefsinize kul olmayın. Biliyorum bu anlattıklarım sizin yaşınızdakiler için biraz ağır olmuş olabilir ancak hepiniz buluğ çağına ermiş çocuklarınız. Eğer düşmanınızı iyi tanımazsanız geleceğinizi inşa edemeyeceğiniz gibi tarihimiz yok olur, ecdadımız yok olur, bu millet yok olur. Geleceğin nesli sizlersiniz. Bizi sizler kurtaracaksınız. Bakın bu kadar önemli bir mesele bu. Eğer bunu bildiğim halde anlatmazsam bir gün Allah da bana sorar. O yüzden güzel çocuklarım çalışın, düşmanı yenmek için çok çalışmanız gerekiyor. Düşman sadece görünen bir suret değildir. Nefs de bir düşmandır. Kibir de bir düşmandır. Öfke, kin, haset ve daha nice kötü duygular da birer düşmandır. Bunlar nefsin askerleridir. Nefs ise şeytandandır. Nefs bizim kendi içimizdedir. Ölene kadar da bizimle olacaktır. Nefs'lerini yenen birer gönül eri oluyor. Gönül eri Allah'ın velisi, dostu demektir. Eğer nefsinizi yakından tanımak istiyorsanız size Fatih Duman'ın Ene adlı kitabını önerebilirim. Sorusu olanlar varsa da alabilirim."diye sonlandırıp masaya oturdum ve su içtim. Boğazım çok fena kurumuştu. Çocuklar ise beni yine utandırıp alkış yağmuruna tutmuşlardı.

Adem'in gözlerini hâlâ üzerimde hissetsem de dönüp bakmadım. Sadece niyetini anlamaya çalışıyordum. Erkek öğrencilerden biri el kaldırarak söz istedi.

"Evet?"

"Hocam peki düşmanı yakından tanımak için nasıl bir yol izlememiz gerekiyor? Ben çok sinirlendim. Bizi çöp gibi kullanmalarını istemiyorum ve onlarla savaşmaya karar verdim ama nasıl yapacağım bilmiyorum."

"Güzel çocuğum öncelikle neye inandığını bilmelisin. İnanan insanın umudu, amacı olur. Sen inandığın şeyi ayrıntılarıyla öğrenirsen kendini, nefsin çok güçlendiği bu ahir zamandan koruyabilirsin. İslam bunun için tek kurtuluştur ve gelmiş geçmiş tüm atalarımız bunu savunmaktadır. Sonra çok kitap okumalısınız ama öyle alelade kitaplar değil. Çünkü faydası olmayan ilimden Rabb'ime sığınırım demiş Efendimiz (SAV). Dünya gündemini yakından takip etmeli ve gezebileceğiniz kadar çok gezmeniz gerekiyor, tanımanız gerekiyor. Eğer insan bir şeyi yakından tanımak istiyorsa o şeyi tüm ayrıntıları ile bilmek, araştırmak zorundadır, bu yıllarına hatta ömrüne mahal olsa bile. Allah razı olsun bu güzel soru için."dedim ve hemen başka bir öğrenci söz hakkı istedi. Bir kız öğrenciydi.

"Hocam peki ne tür alanlarda kitap okumamızı önerirsiniz?"

"Dini, gezi, güncel, tarihi ve kişisel gelişim diye 5'e ayırabilirsiniz. Hatta kitapla yetinmeyin. Dergi ve gazete okumaya da ağırlık verin. Bir süre sonra hangisi güzel kitap, hangisi yararlı veya zararlı kendiniz ayırt edebileceksiniz zaten."

Birkaç öğrenci daha bu gibi sorular sordu ve elhamdülillah güzel bir konferans oldu. Tebliğ yapmış olduk.

"Arkadaşlar surc-u lisan ettikse affola. Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim. Allah razı olsun. Hepiniz Allah'a emanet olun."dedim ve alkışlar eşliğinde bitirdim hamdolsun.

"Hocamızın ağzına sağlık. Biz de kendisine teşekkür ederiz."diye benden sonra sahneye çıkmıştı Müdür bey. "Doğrusunu bu kadarını ben de beklemiyordum. Bir ara kızmıştım, yahu çocuklara ne anlatıyor bu dedim, hocam kusura bakmayın ama dinledikçe aslında ben de birçok şeyi bilmediğimi fark ettim ve açıkçası çok etkilendim. Allah'a şükür bizim karşımıza sizi çıkardığı için. Allah da sizden razı olsun."

Müdür Bey'in övgülerine karşı sürekli içimden istiğfar çekiyordum. Nefsimin kibire kapılmasını istemiyordum.

"Ecmain olsun."

***

Konferanstan sonra müdür bey çok ısrar etmiş ve öğretmenler odasında çay içmeye davet etmişti. Çocukluğumdan bugüne kadar kendimi nasıl geliştirdiğimi, nelerle uğraştığımı ve mesleğim ile ilgili sorular sormuştu genel olarak. Ela da yanımdaydı ve genellikle konuşmayıp bizi dinliyordu. Kendimi bazen onun annesi gibi hissediyordum.

"Ceylan hocam kusura bakmayın gerçekten ama o sahnede 24 yaşındaki bir genç kız değil de bilge bir hanımefendi gibi konuştuğunuz için bu kadar soru soruyorum. Doğrusu bana örnek oldunuz. Haliyle bu işin sırrı nedir, nasıldır öğrenmek istiyorum."

"Estağfurullah efendim. Lütfen beni utandırmayın. Övecekseniz Allah'ı ve bize gönderdiği o kusursuz dini övün. Zira ben böyle geliştirdim kendimi."

"Yani diyorsunuz ki İslam'ı öğrenmemiz gerekiyor."dedi Derin hoca.

"Hayır. Ben sadece diyorum ki Allah'ı tanıyın. Sizi Yaratan'ı tanıdığınızda zaten İslam'ı da tanımış oluyorsunuz. İslam, Allah'ı tanımamız ve yeryüzünde barış içinde yaşamamız için gönderilmiş bir dindir."

"MaşaAllah. Gerçekten hayretler içerisindeyim. Bu yaştaki bir insandan neler öğreniyorum böyle. Keşke herkes sizin gibi olsa."

"Yanılıyorsunuz müdür bey. Keşke demek pek uygun kaçmasa da keşke herkes Efendimiz (SAV)'i tanıyıp örnek alsaydı. Çünkü O alemlere rahmet olarak gönderilmiş bir insandır. Güzel ahlâkı tamamlamak için gönderilmiştir."

"Anladım. Çok doğru söylüyorsunuz. Peki şimdi neler yapıyorsunuz? Nelerle uğraşıyorsunuz?"dediği anda içeriye gülümseyerek giren Adem'i gördüm. Hemen gidip Müdür beyin yanına, benimde karşı çaprazımda oturmuştu. Biraz rahatsız olsam da sakin olmaya çalıştım. Sabahtan beri içeride müdür beyden başka bir erkek olmadığı için rahattım ancak şimdi ne yapacağımı bilemiyordum. Ela benim aksime bu durumdan eğleniyor gibiydi. Adem'in benden bir beklentisi olduğunu düşünüyordu.

"Daha önce dediğim gibi Yeni Zelanda'da bir şirkette çevirmen olarak görev yapıyorum. Bir aylığına ailemi ziyaret etmek için geldim. Sonra geri döneceğim Allah izin verirse."

Adem'in kaşlarının çatıldığını fark etmiştim.

"Hocam annesi gitmesini istemiyor. Hatta kendisinden başka kimse istemiyor gitmesini."deyip gözlerini gözlerime çevirdi birden. Bunları önce müdür beye bakarak söylediği için hazırlıksız yakalanmıştım. Hemen gözlerimi ellerime indirdim. Bütün bunları nereden biliyordu?

"Annesi burada kalıp öğretmenlik yapmasını istiyor. Bence bizim okulumuzda dil öğretmenliği yapabilir."

Evet, annem sürekli bunun için baskı yapıyordu ancak o bunları nereden biliyordu? Bu beni biraz sinirlendirmişti. Ah anne, ah anne!

"Siz nasıl-" Hemen sözümü kesmişti müdür beye dönerek.

"Ailesi yakından komşumuz olur ve bence Ceylan, zavallı annesinin gerisinde bu kadar üzüleceğini bilerek oraya dönmez."diye kazanmış gibi bir edayla bana baktı. Ben ise kıpkırmızı olmuştum. Bu adam ne yaptığını zannediyordu! Dahası bana cevap hakkı bile bırakmamıştı. Ne diyecektim ki zaten bu sözlerden sonra? Öyle bir yerden vurmuştu ki sanki bunu daha önceden planlanmış gibiydi. Ela'nın keyfine diyecek yoktu. Konuşmuyordu ama alttan kıs kıs gülüyordu. Bu da bana bir cimcik hakkı vermişti. Çünkü Ela ancak o zaman susmuştu.

"Bence bu harika bir fikir. Ben de bunu düşünmüştüm başta ama yanlış anlamanızı istemediğim için söylemeye çekindim açıkçası. Okulumuzda öğretmen olarak görev yaparsanız gerçekten bizi çok mesut edersiniz Ceylan hanım."dedi Müdür bey.

"Ay evet, lütfen kabul edin Ceylan hanım lütfen. Okulumuzun sizin gibi prestijli öğretmenlere ihtiyacı var."

"Estağfurullah Derin hanım. Lütfen böyle konuşup beni mahcup bırakmayın ancak ben-"

"Ben tekrar annesiyle konuşacağım hocam ve burada kalması için elimden geleni yapacağım. Size söz veriyorum."diye tekrar müdür beye bakarak konuşmuştu ama sonra zafer sırıtmasıyla bana dikmişti gözlerini. Hatta yutkunduğumu dahi görmüştü.

Hayatımda hiç bu kadar meydanda açık açık cesaret sergileyen biriyle karşılaşmamıştım.

Sohbet ve çaylar bitip de ayaklandığımızda Müdür bey ve diğer öğretmenlere sırayla teşekkür edip en son Adem kaldığında çekinerek ona döndüm ama daha teşekkür edemeden bütün sözlerimi ağzıma tıktı.

"Daha önce geleceğimden şüphen olmayacağını söylemiştim. Çünkü nasipten öte yoktur."diye fısıldadı ve bir süre gözlerime gülümseyerek baktıktan sonra odadan ilk o çıktı. Şaşırıp kalmıştım yine.

Allah'ım! Bu çocuğun benimle ne gibi bir derdi vardı acaba? Tövbe Estağfurullah...

Ayrıca ne demek istemişti? Neye gelecekti? Kime gelecekti? Şüpheli...

***

Kafam karışık bir şekilde okuldan çıktığımda annem aramış ve çeyiz günü olduğunu ve nerede kaldığımızı sormuştu. Ela sabah bana hatırlattığını söylemişti ama ben yine unutmuştum tabi.

Okuldan çıkıp Ela ile birlikte doğruca annemin verdiği adrese, yani yeni yengemin evine gittik taksiyle. Ailenin bütün kadınlarını toplanmışlardı kesin, o kadar emindim ki. Zaten düğüne son bir gün kalmıştı. Cumartesi kına, pazar sabahı da gelin evinden alınacaktı. Annem işte bu yüzden kızıyordu, düğüne yakın son günlerde olduğumuz için.

Çeyiz kadınların normal yaptıkları gün etkinliği gibi geçtiği için sıkılıp kitap okumaya dalmıştım ama tabi sevgili anneciğim bana kızıp kitabımı elimden almıştı. Şimdi kitap okumanın sırası mıymış! Ah annem ah! Neden hakikatler karşısında bu kadar kör davrandığımızı anlayamıyordum.

Çeyizden sonra akşam annem benimle konuşmak istediği konu için tam ağzını açmıştı ki misafirler basmıştı evi. Amcamlar ve halamlar gelmişti. Baba tarafımız biraz daha kalabalıktı. Bu da nasipti. Demek ki şimdi hayırlısı böyleymiş deyip günün yorgunluğu dolayısıyla misafirlerden müsaade isteyip erkenden uyumaya çekilmiştim. Zira konferans artı çeyiz günü beni fena yormuştu.

Sabah erkenden kalkıp buraya geldiğimden beri sıkça yaptığım gibi büyük bahçemizde uzun bir yürüyüş yapmıştım sabah namazından sonra. Herkes uyurken annemle birlikte kahvaltı hazırladığımızda akşam ne konuşmak istediğini sormuştum tekrar ancak annem sanki çok gizli bir şeymiş gibi bu konuyu yine akşama ertelemişti

Düğünden önceki son gün olduğu için hanımlar toplaşıp evi ve çevresini temizlemeye girişmişti erkenden. Annem inatla bana iş yaptırmamıştı yeni geldiğim için. Tatil boyunca dinlenmemi istiyordu ama ben boş durmaktan nefret ederdim. Tüm çabalarıma rağmen annem bana galip gelince iki tane okuma kitabı alıp çarşıya çıkmış ve eşsiz bir dağ manzaraya bakan bir kafede oturup çay eşliğinde kitap okumaya başlamıştım.

Sabah olduğu için kafe sakindi ve tek tük kişiler vardı. Bu yüzden kitap okumak çok zevkli gelmişti. Lisede de hep buraya gelirdik arkadaşlarla.

Kitabın şu kısmından çok etkilenmiştim özellikle.

"Herkes sevdiklerine sevdiği şeylerden verir. Kötü işler yapan biri, arkadaşına da aynı şeyi yaptırır. Bir insan kendi içki içerde arkadaşına ikram etmez mi? İçki içenin arkadaşını düşündüğü kadar biz arkadaşımızı düşünmez, ona sevdiğimiz bir şeyden ikram etmez miyiz? Herkes sevdiğinden ikram eder sevdiğine...

Salih amel işleyenleri, cennette altından ırmaklar akan odalara kondururuz. Orada ebedi olarak kalırlar. Çalışanların ücreti ne güzeldir. (Ankebut-50)"

Kitap okumak ne güzel bir şeydi, ne güzel bir nimetti. En büyük öğretmenler kitaplar geliyordu kimi zaman bana. Bir kızın çeyizi, oğlanın da sermayesi olmalıydı kitaplar.

Kitaptan başımı kaldırıp öylece dalmış, dağ manzarasına bakıp düşünürken telefon çalınca irkilmedim değil. Çok şükür ki arayan bizim deli Ela'ydı.

"Selamün aleyküm?"

"Aleyküm selam. Neredesin Ceylan?"

"Lisedeyken her zaman gittiğimiz kafedeyim. Ne oldu Ela?"

"Ya sabahtan beri seni arıyorum. Niye beni yalnız bıraktın burada. İş yapmaktan belim koptu. Fırat ağabeyi öldüreceğim."

Ela'nın dediklerine gülmeden edemedim.

"Ya vallahi annem izin vermedi bir türlü iş yapmama. Ben de kitabımı alıp buraya geldim. Aklıma sen gelseydin alırdım seni de ama..."

"Ama sevgili Ceylan hanımefendimiz sürekli her şeyi unuttuğu için benim vücudumda bel diye bir şey kalmadı. Bir gün bizi de unutmandan korkmuyor değilim Ceylan!"

"Allah esirgesin ve üzgünüm..."

"Neyse... Şu Adem-"

"Ela yine başlama, döverim!"

"Ya bir şey demeyecektim. Sadece dün düşündüm de bir yandan Ahmet bir yandan Adem... Ne olacak bu işin sonu?"

"Ne olacağını ben söyleyeyim. Allah izin verirse yakında buradan gideceğim ve herkes hayatına kaldığı yerden devam edecek inşaAllah. Bu kadar!"

"Ahmet çocukluk aşkının sen olduğunu öğrendiğinde ne yapacaksın peki?"

"Ela lütfen aşk meşk deyip durma, yalvarırım. O benim eniştem olacak Allah'ın izniyle. Bu olanlar hiç yaşanmamış gibi davranalım. Sen her böyle dediğinde canımı çıkarasım geliyor. Lütfen..."

"Ah Ceylanım! Biz öyle davransak da bu hiçbir gerçeği değiştirmeyecek. Bence olanları biraz göz önünde bulundurarak gidip gitmeyeceğine karar ver. Hiçbir gerçek sonsuza kadar saklanamaz. Ahmet senin gerçek aşkın olduğunu öğrendiğinde bence olacaklar belli ama bu konuyu bir an önce etraflıca konuşmalıyız. Hepimiz!"

"Ela yapma lütfen. Bunu daha önce konuşmuştuk. Ela? Alo? Elaaa?"

Telefondan niye hiç ses gelmiyordu? Ne olmuştu şimdi?

Ela birdenbire fısıldamıştı ama sanki bana değil de kendi kendine gibi ya da başkasına...

"Mukaddes?"

-Bölüm sonu-

Loading...
0%