@m.yaprak_epli
|
Güldüm. Sadece güldüm... "Anne şaka mı yapıyorsun ya Allah aşkına?" "Ne şakası asalak kızım? Bu yaştan sonra bir de kalkıp sana şaka mı yapacağım? Çok ciddiyim tabi ki de. Sana görücü var." "Bana?"diye kendimi gösterdim. "Bana olduğuna emin misin? Seyhan'a olmasın?" Annem sıkıntıyla bir nefes verdi. "Ay evet dedim ya kızım! Neyin sorgusunu yapıyorsun daha sen? Sana görücü gelemez mi yani?" "Hayır. Yani... Bilmiyorum. Nasıl ya? Kimmiş peki?" "Görüşmeyi kabul ediyor musun yani?"diye gözleri parladı annemin. Demek ki bu damat adayı sevdiği bir çocuk olmalıydı. Acaba Adem mi? Sonuçta aralarından su sızmıyor maşaAllah. Geçen gün buna kendi gözlerimle şahit oldum fakat Adem ile tanışalı daha ne kadar oldu ki gelip talip olsun bana? İlk görüşte aşık olmadı ya! O değilse o zaman kimdi? "Ceylan'ım?" Düşünmeyi kesip anneme döndüm. "Anne açık konuşmak gerekirse ben düğünden sonra gideceğim biliyorsun. Sadece bir aylığına geldim ve iki hafta sonra döneceğim. Bunu sen de biliyorsun. İnşaAllah onlara bir umut vermemişsindir?" "Hayır hayır. Önce kızımla görüşmem gerek dedim ama bak Ceylan gözlüm, canım kızım... Madem bugün bu konu dile geldi. O zaman ben de içimdekileri dökmek istiyorum. Ne ben, ne baban, ne de kimse gitmeni istemiyor, senden başka... Gitmesen olmaz mı yavrum? Burada devam edersin çalışmaya olmaz mı? Hem bak Adem oğlum söyledi geçen gün. Seni okullarına öğretmen olarak istiyorlarmış müdürleri falan. Orası olmazsa bir sürü yer var çalışacak. Ha? Olmaz mı? Bizi bırakma. Anacığını sensiz bırakma be yavrum. Gitme..." "Anne lütfen yine geçmişteki gibi tartışmayalım. Benim yerim Yeni Zelanda-" devam edemeden Ela'nın sözleri düştü zihnime. "Yeni Zelanda'ya neden kaçtığını hepimiz iyi biliyoruz. İş sadece bir bahaneydi, araçtı. Sen buranın ve ailenin İslamiyet'e göre yaşamayışına dayanamadın. Annenden kaçtın en çok da! Seni çok iyi tanıyorum ben. Burada birbirimizi kandırmayalım. Annene, evdeki kavgalara, sülaledeki kavgalara dayanamadın. Sırf huzur bulmak için gittin. Oysa Mukaddes gibi burada kalıp savaşabilirdin. Burayı güzelleştirmeyi deneyebilirdin. Buraya İslamiyet'i geri getirmek için savaşabilirdin ama sen ne yaptın? Kaçmayı ve her şeyi ardında bırakmayı seçtin. Başka yerde aradın İslam'ı. Sen şuurlu bir müslümansın. Düzeltmek seninde elindeydi. Şimdi Mukaddes aşkı için savaşmak istiyorken sen engel oluyorsun. Korkularınla yüzleş artık. Bir şeylerden kaçarak, ardında bırakarak hiçbir şeyi çözemez ve huzur bulamazsın!" "Ne oldu kızım? Yüzün niye düştü birdenbire?"diye yüzümü süzdü annem. Gözlerim dolmuştu. Ela'nın bu sözlerinden sonra o kadar çok ağlamıştım ki lakin aslı şundan dolayıydı, kalp kırıklığı falan bahaneydi. Vicdanım sızladığı için, içim yandığı için o kadar çok üzülmüş ve ağlamıştım. Buraya İslamiyet'i geri getirmek için savaşabilirdin ama sen ne yaptın? Kaçmayı ve her şeyi ardında bırakmayı seçtin. Bu cümleydi en çok canımı yakan, sineme kor düşüren... Ben gerçekten de kaçmıştım. Ela sonuna kadar haklıydı. Kaçtım ama en çok kendimden kaçtım. Evet, Yeni Zelanda'da az çok gönlüm doydu, İslamiyet'i buldum ancak arkamdakileri hiç düşünmedim. Bir tek kendimi düşündüm. Bencil davrandım. İslamiyet'i istedim, evet ama sadece kendim için istemişim oysa insanların İslamiyet'e çok ihtiyacı vardı ve ben sadece kendime istedim. İşte bu yüzden bu kadar pişmandım. Bu yüzden bu kadar vicdan azabı çekiyordum ya. Ahirette yakama yapışacaklar! "Sen biliyordun madem, neden anlatmadın bize? Neden göz göre göre bizi ateşe attın? Neden bize de o dinin şifasından haber etmedin!"diyecekler. Bunu bilmeme rağmen nasıl gaflete dalmışım böyle? Dünya'da İslamiyet'ten uzak yaşayan bir sürü insan var ve ben sırf kendim yararlanayım diye kaçmıştım. Ahirette nasıl çıkarım Allah'ın huzuruna? Peygamber Efendimiz (SAV)'in yüzüne nasıl bakarım? Bunun ağırlığı vardı gönlümde... Fakat kalırsam Ahmet ve Mukaddes'in arasını açmaktan korkuyordum. Ne yapacağım ben Allah'ım? Ne olur, bu kuluna doğru yolu göster... İki arada bir derede kaldım. İki insanın mutluluğu için gitmeli miydim yoksa dinim için kalıp Ela'nın dediği gibi savaşmalı mıydım? Ne yapacağımı bilmiyordum... Hem de hiç... Gözümden ardı ardına dökülen yaşlarla annem endişelenip omuzlarımı kavradı. "Ne oldu Ceylan gözlüm, biricik yavrum, anasının kuzusu, iki gözümün nuru, neden ağlarsın? De hele anana?"dedi ve başımı göğsüne bastırdı ve kollarını sarıp başımdan öptü. "Anne gönlümde bir ateş var sanki. O yandıkça nefes alamıyorum..." "Ben görücü dedim diye mi? Vallahi bilsem böyle kötü olacağını-" "Keşke mesele sadece o olsa ama değil annem. Rasûlullah Efendimiz (SAV) şimdi yaşıyor olsaydı ümmetinin bu haline, uğruna bin kere canımı vereceğim o mübarek gözyaşlarını dökerdi. Bu yüzden yanıyor içim annem bu yüzden..." Annem ne yapacağını şaşırmıştı. Onun da kalbi masivalık olduğu için benim bu yanan gönlümü ve derdimi anlayamıyordu. Ona göre dine bu kadar karışılmamalıydı. Ne yazık ki annem ve daha birçok yakınım, inandığı gibi yaşamıyor, yaşadığı gibi inanıyordu. Canımı yakan meselelerden biri de buydu ve ben düzeltmek yerine kaçmıştım. "Tamam evladım, tamam Ceylan gözlüm. Ağlama artık. Sen temiz kalpli bir insansın. Yıllardır sana karşı çıkmamıza rağmen yolundan şaşmadın. Allah'tan vazgeçmedin. Allah senden vazgeçer mi hiç? Ben cahil bir kadınım. Çok istememe rağmen babam beni okutmadı. O yüzden ne, nedir kafam basmaz benim. Bugünlerde sofi olanlara deli diyorlar, hapse attırıyorlar. Neler yapmıyorlar ki? Bu yüzden çok korkuyorum evladım. Seni bu yüzden korumaya, uzak tutmaya çalışıyorum." Başımı kaldırıp gözlerimi sildim. "Anne lütfen böyle konuşma. Allah'ın dinine karşı kim, hangi hadle böyle bir şey yapabilir, hangi güç durabilir? Derdi Allah olanın, Allah’ın dinini dert edinenin özel dertlerini Allah satın alır, Allah’ın dinini dert edinmeyeni Allah kendi dertleriyle başbaşa bırakır. Seni, bizi yıllarca İslam'a karşı doldurdukları için böyle düşünüyorsun. Oysa asıl koruyan zaten İslam. İslam'a karşı mı korunacağız? Bu hangi akla ve mantığa sığabilir?" Annem sessiz kalınca ben de sessiz kaldım. Başımı dizinin üzerine yatırınca saçlarımı okşamaya başladı. O sırada da kapı çaldı ve içeriye sırayla Ela ve Mukaddes girdi. Mukaddes ve ailesi yeni gelmiş olmalıydı. "Selamün aleyküm?"dediler ama yüzümü görünce suratları değişti. Selamlarını almayı unutmadım. "Ceylan'ım ne oldu, niye ağlıyorsun?"diyen Mukaddes ile yanıma geldiler. "Bir saat önce iyiydin canım. Ne oldu birdenbire?"dedi Ela. "Yok bir şey kızlar. Biraz konuştuk, dertleştik duygulandık işte."diye açıklama yapan annem ile "Haaa."diye rahat bir nefes verdiler ama pek inanmışa benzemiyorlardı. "Ay Saliha yenge. Fırat ağabeyler seni aramış, Seyhan cevapladı. Futbolda oynadığı spor ayakkabılarını unutmuş. Hemen getirin dedi." "İyi de kızım, herkes halı saha maçına gitti. Kim götürecek ayakkabıları? Soner olsa ona verirdim ama onu da götürdüler. Kim götürecek? Fırat delirir şimdi." "Biz götürürüz Saliha yenge. Hem Ceylan da biraz hava almış olur hem de ayakkabıları Fırat ağabeye ulaştırırız. Halı saha yakın zaten. Hemen meydanda."diyen Mukaddes'le ona baktım. Bu çok iyi bir fikir değil gibiydi. "Aa çok iyi fikir. Ne dersin Ceylan?" "Bilemedim Ela." "Kızım Fırat ağabeyin delirmeden önce ayakkabıları alın da gidin. Hem kızlar haklı. Biraz içiniz açılır. Bak şimdi arar, başlar sinirlenmeye. Koş koş koş!" "Af anne ya..." *** "Ceylan bir sorun mu var?"diye sordu Mukaddes. Bir şey diyemedim. Elimde içinde ayakkabı olan poşeti sallaya sallaya yürüyordum. Buranın akşamları çok güzel olurdu. İşte bu yüzden memleketimin havasını çok seviyordum. Hava temiz olduğu için yıldızlar açık ve net görünebiliyordu. "Bana görücü varmış."diye hiç düşünmeden söyleyince kızlar şaşkınlıkla bana baktılar ve aynı anda "Adem mi yoksa?"diye bağırınca hemen susturdum onları. Sokağın ortasındaydık ne de olsa. Ayıp; bir gören, duyan olurdu. Başta Mukaddes'in bilmesine şaşırsam da Ela'nın ona bahsettiğini hatırlayınca üstünde durmadım fazla. "Onun için mi bu kadar üzgünsün?"diye sordu Ela. "Hayır. Konu çok başka. Sonra anlatırım." "Ee kimmiş bu görücüler?"diye sırıttı Mukaddes. Hadi ama! Yapmayın böyle. "Vallahi sormayı unuttum o an başka bir şey üzerine düşününce." "İlahi be Ceylan. Ulan görücüleri geliyor. Hiç merak etmiyor kim olduklarını!"diye sitemlendi yine Ela. Mukaddes ise güldü. "Öyle bir şey düşünmediğim için üzerinde durmuyorum Ela. Ne de olsa birkaç hafta sonra geri döneceğim." "Af Allah'ım! Yine başladı gideceğim de gideceğim diye!"dedi ve ellerini göğe kaldırıp söylendi. Biz Mukaddes ile onun bu haline tebessümlerle gülerken o direkt benim kolumu hedef aldı. "Ne dersen de Ela, hatta ne derseniz deyin gideceğim Allah izin verirse." "Bence o kadar emin konuşma. Geçen gün okulda birileri buna izin verecekmiş gibi görünmüyordu pek."deyince bu sefer ben onun koluna geçirdim ama elimden kurtulup Mukaddes'in arkasına sığındı. O sırada halı sahaya geldiğimizi farkettim. Saha baştan başa demir parmaklıklarla kaplı olduğu için kızlarla birlikte kapıya gittik. "Ağabey?"diye seslendim ama ağabeyim pek duymadı. "Taaan?" Tan da duymayınca tekrar ağabeyime seslendim. "Ağabeeey?" Ağabeyim sonunda bana dönünce şükrettim. Zira şu kadar erkeğin içinde sesim yükselsin istemiyordum. "Geldin mi Ceylan'ım?" "Sonunda ağabey! Al hadi." "Sağ ol Ceylan'ım."dedi ve yanağımdan öpüp poşetin içine baktı. Bu en sevdiği ayakkabılarıydı. Bunlarla daha iyi futbol oynadığını düşünürdü. Tam o sırada abimin arkasındaki bir silüet çekti dikkatimi. Adem'di bu. Sırıtıyordu yine. Ben ona bakınca göz kırptı. Yine! Onun da üstünde formalar vardı. Onun ağabeyimlerle halı sahaya geldiğini bilmiyordum. Şaşkınlıktan ağzım açık kalmıştı. Sonra yanında bir tane daha silüet çekti dikkatimi. Ahmet'ti bu. -Bölüm sonu- |
0% |