@m.yaprak_epli
|
Kafeden çıktığımda hemen eve geçmemeye karar verdim. Sonuçta annem eve döneceğim saati de belirlemişti. Çocukla en az bir-bir buçuk saat geçirmem için baskı yapmıştı. Benim de kafam bozuk olduğu için he deyip geçiştiriştim ancak nam-ı diğer görücü adayım yani Ahmet ile olan görüşmem kol saatime göre yarım saatcik sürmüştü. Şimdi eve gidersem annem beni azarlardı. Ben de ayriyeten ona kızgın olduğum için tartışırdık. Ne de olsa birinci görücülerin Ahmet olduğunu o da saklamıştı benden. Yerimde durup nereye geldiğime baktım. Kafeden epey uzaklaşmıştım. Çarşının ortasında bir yerlerdeydim. Bir süre etrafımı gökyüzü dahil olmak üzere inceleyip ne yapmam gerektiğini düşünmeye başladım. Sakin bir yere gidip çay ve kitap keyfi yaparak kafamı dağıtabilirdim ancak içinde bulunduğum mesele öyle bir meseleydi ki kafamı dağıtmak o kadar kolay olmayacaktı. Özellikle Ahmet'e kayan duygularımla sürekli bu görüşmenin senaryoları kafamın içinde tekrarlayıp duracaktı biliyorum. Bana görücü gelmesi kalbimin çok uzak bir yerlerinde itiraf edemesem de baharlar estirmişti. Beni rüyasında görmesi içimde bir yerleri sevindirmişti ama sırf böyle şeyler hissettiğim için de kendimden nefret edemeden duramıyordum. O Mukaddes'in aşkıydı... Başka her şey yalandı... Tabi canım! Senin, onun gerçek çocukluk aşkı olduğun da yalan! Haşa, Allah'ın evlenmenizi istediği için Ahmet'in seni rüyasında görmesi de yalan! Sadece Mukaddes'in aşkı mı gerçek! Ahmet bile onu sevdiğini sanıyor ama sen kalkmış onca gerçeğe yalan deyip Mukaddes'e vefa borcun varmış gibi ahkam kesiyorsun! İç sesim tıpkı Ela gibi demediğini bırakmamıştı. Fakat... Ne yapabilirdim ki? Çaresiz ellerimden ne gelirdi? Arkadaşımın mutsuzluğu üzerine bir yuva inşa edemezdim. Nereden biliyorsun mutsuz olacağını! Belki Allah onun için çok daha iyi planlar yapıyordur, belki de bu onun için çok daha hayırlıdır. Demiyor mu ayette her şerde bir hayır vardır diye? Neden tevekkül etmek yerine kendini kandırıyorsun? Allah bazen bizden bir şeyleri alır, bize daha hayırlısını vermesi için. Mukaddes şu an bu imtihanı yaşıyor. Bazen o kadar çok çaresiz hissederiz ki bilmiyoruz, sonunda belki de sevinçten şükür edeceğimizi. Değil mi ki Allah bizi bizden iyi tanıyan? O halde biz daha mı iyi biliyoruz ki hayatta yaşadığımız şeyler için kendi kendimize öylece kolay kolay karar verebiliyoruz? Allah böyle zamanlarda sınar güvenini, unutma... Gözlerimin bir duvarda sabitlenip kaldığını ve öylece iç sesimi dinlediğimi fark ettim. Bazen nefsimle içimdeki sesi ayırt edemiyordum ve kafam karıştığı için yanlışa kayıyordum. Lakin öyle bir imtihanın içindeydim ki neyin doğru, neyin yanlış olduğunu artık idrak edemiyordum. Derin bir iç çekip yürümeye devam ettim. Hava oldukça sıcaktı ama ben buranın sıcağını seviyordum. Bana kendimi iyi hissettiriyordu. Şu içinde bulunduğum durumda öylesine ağlamak, öylesine boşalmak istiyordum ki kendimi zor tutuyordum. Kaçmak ve bunların hiçbirini yaşamamış gibi davranmak öylesine işime geliyordu ki bunun için de zor tutuyordum kendimi. Canım yanıyordu. İmtihan bu ya. Çoğu zaman canını yakar da ardından sevinç gelir. O zaman canının yandığını unutur gidersin ama o acıyı yaşayamadan da o sevinç gelmez. Bu hep böyledir. Yürüye yürüye halk kütüphanesinin oralara kadar geldiğimi fark ettim. Doğrusu yürümek çok iyi geliyordu. Her zaman iyi gelmiştir de. Kütüphaneyi görmek de iyi gelmişti. Uzaktan da olsa kokusunu solumak da çok iyi gelmişti ancak kütüphaneye girmeyip karşısındaki çay bahçesine gittim. Kütüphane manzarası eşliğinde çay içmek eminim birazcık olsa da iyi gelecektir yük altında olan ruhuma. Yine ağır ağır yürüyüp acele etmeden çay bahçesine vardım da en uzak, en sakin ama en güzel yerine oturdum. Böyle yerler insanlara çoğu zaman sıkıcı gelse de benim gibi fıtratta olanlara iyi geliyordu. Yanıma gelen kadın bir garsondan demli bir çay istedim. Çayım gelene kadar kütüphaneye girip çıkan insanları izledim. Kimi kitap okumaya geliyor, kimi de üniversite sınavına çalışmak için geliyordu belki de. Bu hep böyle süregelmiştir. Ah ah... Ben de az gelmezdim buraya. Kütüphane görevlisi bir amcayla dost olmuştuk hatta. O derece sık gelir, bir sürü kitap alır, hepsini okumadan getirmezdim. Gerekirse süresini uzatırdım da bitirmeden vermezdim. Sonuçta bir kitabı yarım bırakmak unutkanlığa sebep oluyordu. Gerçi ben her türlü unutkandım ama kitap sevgisi yüksek olunca gönül söz dinlemiyordu. İç çekip derin derin kütüphaneye baktım. Memleketimin her yanı neredeyse ben kokuyordum. Tabi bana göre. Nereye baksam hep anılarım canlanıyordu. Bir yıl uzaklaşmama rağmen meğer ne özlemişim bu toprakları. Özüm burada doğdu, belki de burada filizlenmeyi bekliyor ama ben inadına hâlâ Yeni Zelanda'ya gitmek istiyordum. Allah hayırlısını versin ne diyeyim. Edecek kelam yok bu saatten sonra. Çayımın önüme konulması ile düşüncelerimden sıyrıldım bir anda. Teşekkür edip hazır kaynar haldeyken çaydan ilk yudumu alıp boğazımı yakmasını sağladım. Ah, işte en sevdiğim tatlardan biri de buydu. Okuma kitabımı da çıkarıp masada hazır hale bulundurdum. İkinci çayımı içerken okumak istiyordum. Birinci çayımı da sosyal medya hesaplarımı incelerken içmeye başladım. Instagram ve Twitter dışında başka bir hesabım yoktu zaten. Onu da dünya gündemini takip etmek için açmıştım. Müslüman Allah'ın hakimiyetini tüm dünyaya yaymakla hükümlüdür. Bunun için de dünyada ne olup bittiğini bilmeli ki İslam düşmanlarına karşı savunmasını alabilsin ve fırsat vermesin. Bunları düşünürken Instagram'da karşıma çıkan bir yazı ile öylece kaldım. -Nefsin hissettiğine sevgi deme! Bununla birlikte aklıma Ahmet'in söyledikleri geldi. Nurlar içinde bir adam gelip sizi göstererek 'Ey evlat! Senin dünya ve ahiret eşin odur. Eğer Allah'ın lütfuna erişmek istiyorsan o kadınla evlen. Çünkü o saliha bir kadındır. Nikahınız Allah'ın semalarında kıyılmış ve bereket içinde dünyaya inmeyi bekliyor' dedi. Ben de 'Ama ben başkasını seviyorum' dedim. O da bana 'O senin nefsinin sevdiğidir. Nefs ancak kötülüğü emreder ve seni masivaya esir kılar evlat' dedi... Bu gördüğüm yazıyla Ahmet'in söyledikleri bu kadar mı yakın olurdu? Diye düşünürken yine karşıma ilginç bir yazı çıktı. Bu yazı da sanki bana konuşuyordu. -Nefistir seni yolda koyan, Merakla ekranı aşağıya kaydırdığımda gördüğüm yazı da şaşırtmadı değil yani. -Dinlediklerin Allah'tan değilse, şeytandandır... Instagram'dan çıkıp Twitter'a girdim. Sıkılmıştım. Lakin karşıma çıkan yazı iyice şaşırttı ama güzel bir sözdü. -Hz.Ali (r.a) ne güzel söylemiş; Yüzüme bir gülümseme peydah olmuştu. Ekranı aşağıya kaydırıp diğer yazılara baktım. Onlar da çok güzeldi. -Birisi senden bir yardım istediği zaman şöyle düşün: İlk önce Allah'tan yardım istemiş, Allah da ona senin adresini vermiş. -Sıkıntı ezan gibidir. İnsanı Allah'a davet eder. -Kalbi güzel olanın gönlü hep yorgun olurmuş. -Allah sevdiği kuluna razı olduğu hayatı yaşatırmış. Yaşadığımız kadar seviliyoruz. Tahmin ettiğimiz kadar değil... Telefondan yüzümdeki gülümseme ile başımı kaldırıp çayıma uzandığımda hemen karşı masada bacak bacak üstüne atarak oturan ve bana bakan Adem ile yerimden sıçradım. "Gülümsemek sana çok yakışıyor Ceylan..." -Bölüm sonu- |
0% |