@m.yaprak_epli
|
"Sizin burada ne işiniz var?"diye hayretle karşımdaki adama baktım. Karşı masadan kalkıp karşıma oturdu ve gayri ihtiyari ensesini kaşıdı. "Seni arıyordum her yerde." "Beni mi? Hayırdır, neden?" "Seninle konuşmak istediklerim var Ceylan." "Ne konuda?"deyip etrafa baktım tanıdık birileri var mı diye. Yanlış anlaşılmak istemiyordum. "Sen... Ve ben..." "Ne?"diye şaşkınlıkla gözlerim kısıldı. Eğer biraz daha böyle cüretkar davranmaya devam ederse hem kibarlığımı hem de resmiyeti bozmak zorunda kalacaktım. Her şeyin bir sınırı vardı sonuçta! "Sinirlenmene gerek yok. Bak Ceylan. Benim askerlik tarihim belli oldu. Öğretmen olduğum için sürekli ertelendi ama artık zamanı gelmiş. Doğrusu sen yeni gelmişken böyle bir şeyin çıkması çok sinirimi bozdu. Çünkü benim hayalimde hep önce seninle olmak vardı. Şimdi bu şekilde gitmek istemiyorum." "Yani?" "Eğer görücüye gelmemize izin verirsen benle sen-" "Bak arkadaşım! Sana defalarca söyledim. Ben burada kalıcı değilim. Kurban bayramından sonra geri döneceğim. Dahası seni tanımıyorum bile." "Tanışırız. Bunlar sorun değil. Tabi sen başkasını sevmiyorsan..." "Bunun sevip sevmekle alakası yok şimdi. Hem işler hem de durumlar çok farklı." "Neden bu kadar direndiğini anlamıyorum. Eksik bir yanım mı var?" "Hayır." "O zaman?" Derin bir nefes alıp gözlerimi yukarıya kaldırdım. "Pekala. Seninle evlenirim." Şaşkınlık ve sevinç karışımı ile gözleri büyüdü. "Gerçekten mi?"diye sırıttı. "Bir şartla!" "Her şartını kabul ediyorum." "Önce bir dinle bakalım. Sana tek bir soru soracağım. Tatmin edici bir cevap alırsam cidden seninle evlenmeyi düşünürüm." "Pekala. Bekliyorum." Gülümsedim. "Sabah namazı kaçta?" "Bilmem."diye omuz silkti. "Neden sordun ki?" "Çünkü şartım buydu ve sen kaybettin." "Anlamadım?" "Siz bana uygun değilsiniz Adem bey. Yanlış anlamayın. Bunu kendimi -haşa- yüceltmek için söylemiyorum ama siz daha Allah'a olan sorumluluklarınızı yerine getirmiyorsunuz. Bana olan eşlik görevlerinizi hiç yapmazsınız."dedim ve bir şey demesine izin vermeden çantamı alıp çıktım çay bahçesinden. Eve gitme vakti gelmişti artık. *** Eve birazcık bile geç kaldığımızda kızan annemi bilmesem eve kadar yürüyerek giderdim fakat hemen harekete geçen dolmuşa attım kendimi. Yol boyunca ilahi dinleyip düşündüm durdum. Düşündükçe içime sıkıntı bastı. Ben de YouTube'dan bir sohbet programı açtım. Hayranı olduğum Nureddin hocamın evlilik konusunda bir sohbeti çıkmıştı nasibime. Vardır bir hayır deyip izledim ve daha yarısına gelmeden o kadar çok feyz aldım ki dolmuş bizim durakta durunca videoyu sonra izlemek üzere kaydettim ve indim. Hemen durağın sol çaprazında olan Ahmet'lerin evine baktım istemsizce. Bir hareketlilik görmeyince eve doğru yürümeye başladım. Hava sıcak olduğundan mahallede çok fazla kişi dışarıya çıkamamıştı gördüğüm kadarıyla. Ben de ağır ağır yürüyüp eve vardım. Ezana çok az kalmıştı. Namazdan sonra sırf biraz kafa dağıtmak için kaylule yapmaya karar verdim ama bakalım annemin ağzından kurtulabilecek miydim? Bahçe kapısını çalıp çok beklemeden Soner gelip açtı kapıyı. "Annemler nerede?" "Seni bekliyorlar abla."deyince gerildim. Buna rağmen omuzlarımı dikleştirip içeriye girdim. Annem beni gördüğü gibi ayağa kalktı. Normalde bu saatlerde evde tek başına olurdu ama sağ olsun, ablamlar dahil tüm yengemleri toplamış, çay içiyorlardı. "Selamün aleyküm cümleten?" "Ve aleyküm selam."dediler hep birlikte. "Kızım gel, bir çay iç. Hava çok sıcak, hararetini alır." Bak bak! Nasıl da masum ayaklarına yatıyor. Ben sana soracağım bunun hesabını anne! Demek Ahmet'in olduğunu bildiğin halde benden saklarsın ha? Ben de sana hiçbir şey anlatmamayım da gör gününü. "Yorgunum anne. Ezan okunsun. Namazdan sonra yatacağım." "Yaw yatarsın, gel bir çay iç hele." "Anne gerçekten hiç halim yok. Sonra katılırım size. Afiyet olsun."deyip yukarıya çıktım. Tahmin ettiğim gibi annem dayanamamış ve arkamdan gelmişti. "Kız niye anlatmıyorsun. Ne oldu? Anlaşabildiniz mi çocukla?"dedi ağzı kulaklarında. "Hayır! Ne anlaşması anne ya! Neden Ahmet olduğunu söylemedin bana!" "Kızım oğlan ve annesi kendisi böyle olsun istedi. Hem ne olmuş ki Ahmet ise? Bal gibi, mis gibi çocuk işte. Tam sana göre." "Sen istedin diye hatırın için görüşmeye gittim ama kabul edeceğimi söylemedim anne. Sana hatta hepinize daha önce bin kere söyledim. Sadece bir aylığına ziyarete geldim sizi. Sonra geri döneceğim. Kurban bayramından sonra bilet ayıracağım kendime." "Ama kızım kurban bayramına bir hafta kaldı. Niye bu kadar çabuk gidiyorsun?" "Patronum bana bir aylık süre verdi anne. O süre de dolmak üzere." "Çocukla görüş dediğim için mi gitmek istiyorsun yani? Hem beğenemedin mi Ahmet'i? Damadım olması için nelerimi vermezdim ki." "Anne yeter! Bir daha bunun konunun açılmasını istemiyorum!" "Ama Ceylan gözlüm-" "Anne izninle namaz kılacağım. Bak, ezan okunuyor." Ahmet okumuyordu ezanı. Sesini artık tanıyordum. Hasan hocam okuyordu. Hasan hocamın sesi de çok yanıktı ve her seferinde bana çocukluğumu hatırlatıyordu. "Pekala kızım. Sen kıl namazını, sonra da biraz dinlen. Uyandıktan sonra haber ver de sana yemek getireyim." Bir şey demeyip geçiştirmek için kafamı salladım. Bir an önce yalnız kalmak istiyordum. Allah'tan ezan okundu da bu yalnızlık manasız kalmayacaktı. Allah ile konuşmaya ihtiyacım vardı. Şu dünya üzerinde beni tek rahatlatan şey namazdı. Sanki asıl yurdum olan ahirete gidiyormuş gibi hissediyordum. Selam verdikten sonra da dünyaya geri dönüyordum. Bu hoşuma gidiyordu. 10 dakika da olsa asıl yurda gitmek, 10 senelik lezzeti veriyordu. Sonra biraz uyuyalım bakalım. Uyumanın bile sünneti ve sevabı vardı ya. Allah'ım Sen nelere kadirsin... *** "Ceylan'ım?" Kulağıma gelen sesle yerimde kıprandım. "Ceylan'ım hadi kalk kızım. Ezan okunuyor."deyince kalktım hemen. İkindi olmuş olmalıydı. O kadar uyumuş muydum ben ya? Gözlerimi ovuşturup "Sağ ol anne. Kalktım."deyip banyoya gittim. Ezan "La ilahe illAllah..." diye en son bittiğinde ezan duasını okuyup dua ettim. Efendimiz (SAV) ezan ile kamet arasında yapılan duaların kabul olduğunu buyuruyordu. Sonra da soğuk suyla güzel bir abdest aldım. Hava hâlâ çok sıcaktı ama abdest serinletmişti elhamdülillah. Üzerimde panda desenli pijama olduğu için namaz elbiselerimi giyindim. Annem ile Seyhan çoktan namazlarını kılmış, akşam için yemek yapmaya başlamışlardı. Allah affetsin ne kadar uyarsam da namazı hızlı kılıyorlardı. Oysa hızlı kılınan namaz nefsin kıldığı namazdı. Fırat ağabeyim evlendikten sonra apartmanın en üst dairesine yerleşmiş, evde 6 kişi kalmıştık. Ben ve Seyhan yıllardır kendi odamızda kalmamıza rağmen Fırat ağabeyim evden ayrıldıktan sonra Tan ve Soner aynı odada kalmaya başlamıştı. Seyhan geçirdiği bir rahatsızlık üzerine üniversite okumayıp tanıdığımız bir koaför akrabamızın yanında işe girmişti son yıllarda. Saçlarla uğraşmayı çok seviyordu. Kim bilir, belki de bu yüzden saçlarını örtmek istemiyordu. MaşaAllah ki manken gibi bir kız olduğu için kapısında bekleyen talibi çoktu ama onun evlenmeye pek niyeti yoktu. Bu bana birini sevdiği düşüncesini getiriyordu ama sormadan bilemezdim tabi. Kafamı boşaltıp namaza durdum. Doğrusu uyanır uyanmaz namaza durmak ayrı sevdiğim şeylerden biriydi. Tıpkı uyuduktan sonra teheccüde kalkmanın sevabını hissettiğim gibi hissediyordum. Namazın sonlarına gelirken annem biriyle kapıda göründü. Elindeki yemek tepsisini çalışma masasının üzerine bıraktığında selam verip kim geldiğine baktım ve gördüklerime inanamadım. Betül'dü bu. Yüzüme şaşkınlık ve hüzün karışımı bir gülümseme yerleşmişti. Çünkü Betül örtünmüştü. "Kızım bak, Betül gelmiş seni görmeye." "Selamün aleyküm. Allah kabul etsin ablacığım."diye gülümsedi o da. "Ve aleyküm selam. Allah razı olsun Betülcüğüm. Hoşgeldin."deyip seccademi topladım. "Cümlemizden. Hoş gördüm abla." "Hayırlı olsun. Ne güzel olmuşsun böyle."deyip sarıldım. Utanmıştı. "Allah razı olsun ablacığım." "Ecmain olsun." "Kızım ben size birkaç atıştırmalık ve çay getirdim. Oturup sohbet eder, yersiniz. Hem eve geldiğinden beri hiçbir şey de yemedin."diyen annemle ona döndük. "Sağ ol annem. Ellerine sağlık." "Ne zahmet ettiniz Saliha teyzeciğim. Mahcup ettiniz beni." "O nasıl söz kızım? Sen de benim yavrum sayılırsın. Zahmet edeceksem yavrularım için zahmet edeyim. Hadi size afiyet olsun. Ben de Seyhan'a yardıma gideyim. Yine tutturdu tatlı yapalım diye."dedi ve aceleyle gitti annem. Güldüm. Seyhan'ın bir diğer hobi mi demeliyim, takıntı mı demeliyim bilmiyorum ama yemek yapmayı da çok seviyordu. "Otur Betülcüğüm şöyle."deyip Seyhan'ın sandalyesini kendi masamın yanına getirdim. "Ee nasılsın bakalım?" "Sanki herkes bana bakıyormuş gibi hissediyorum abla. Bugün kapandım ve çok gerginim ama bir o kadar da rahat ve huzurluyum."deyince güldüm. "Elhamdülillah. İlk örtündüğün zamanlar böyle olur. Zamanla alışırsın inşaAllah." "Sağ ol ablam. Sen vesile oldun." "Estağfurullah. Allah diledi de oldu." "Abla kusura bakma. Seni böyle çat kapı rahatsız ettim ama yardımına ihtiyacım var." "O nasıl söz öyle? Duymamış olayım, kızarım. Burası senin de evin sayılır. Şimdi söyle bakalım. Ne oldu?" "Abla ben böyle örtündüm falan ama nasıl bir müslüman olarak devam etmeliyim hayatıma, bilmiyorum. Yani senin dediğin gibi tüm günümün ibadet olarak geçmesi için ne yapmalıyım? Nasıl davranmalıyım? Bir de aklıma takılan birkaç soru var tabi. Onları sormak için de geldim." "Tamam. Madem örtündün. O zaman biz de birlikte biz müslüman hanımlara yakışacak bir şekilde güzel bir program hazırlayalım sana ama öncesinde aklına takılan soruları cevaplandıralım bakalım." "Allah razı olsun ablacığım. Çok iyi olur. Şimdi! Şunu merak ediyorum. Asr-ı Saadet dönemi İslam'ın, takvanın ve imanın en yüksek mertebede olduğu dönemdi. Peki biz neden şu anda Asr-ı Saadet dönemini yaşayamıyoruz? Neden bu hale geldik?" "Günahlarımız yüzünden tabi ki." "Ve İslam'dan uzaklaşmak mı?" "O da var tabi ki ama günahlar yüzünden demek isterken farklı bir şey kastediyorum. Bediüzzaman hazretleri bunu çok güzel açıklıyor aslında. Diyor ki her bir günah içinde küfre gidecek yol var." "Nasıl yani abla?" "Bak Betülcüğüm, işlediğimiz her bir günah, kafamıza giren her bir şüphe, kalp ve ruhumuzda yaralar açar. Yine üstadın örneklerinden gideceğim. Nasıl ki hasta bir insanın vücudunda yaralar oluşur da tüm vücuda yayılır hatta kalbe kadar giderse öyle de günahlardan gelen yaralar ve yaralardan hasıl olan vesveseler, şüpheler kalbimize ulaşıp imanı zedeler ve imanın tercümanı olan ruhun, zevk aldığı lisan yani zikirden nefret ettirerek ve uzaklaştırarak susturuyorlar. Bunu üstad tespit ediyor." "Ne zeki bir adammış meğer. Hiç böyle bilmiyordum onu. Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun." "Amin."deyip gülümsedim. "Devam ediyorum?"deyince başını salladı Betül. "Günah kalbe işleyip siyahlandıra siyahlandıra imanın tüm nurunu çıkarıncaya kadar katılaştırıyor. Bugün bir müslümana namaz kıl dememizin nedeni işte bu mesela. Her bir günah içinde küfre gidecek yol var. Dedik değil mi? 'O günah istiğfar ile çabuk imha edilmezse hastalıktan çıkan şu kurtçuklar var ya, onlar değil belki ama küçük bir manevi yılan olarak kalbi ısırıyor' diyor Bediüzzaman hazretleri yine. Ve şöyle çok güzel bir örnek veriyor. Mesela utandıracak bir günahı gizli bir şekilde işleyen bir adam, başkasının görmesinden çok utandığı zaman meleklerin bunu yazması ve ruhunun ona verdiği azap vücuduna çok ağır geliyor. Küçük bir emare yani belirti ile onları inkar etmeyi arzu ediyor. Üstad bu konunun üzerine gidiyor ve şöyle devam ediyor. Mesela; cehennem azabını bildiği halde büyük bir günah işleyen bir adam, cehennemin tehdidatını işittikçe istiğfar yani tövbe ile ona karşı siper almazsa bütün ruhuyla cehennemin ademini arzu ettiğinden küçük bir emare yani belirti ve bir şüphe cehennemin inkarına cesaret veriyor. Bu ne kadar tehlikeli ve kötü bir şey değil mi?" "Sorma abla ya, ben de çok kötü oldum." "Mesela farz namazını kılmayan ve ibadet vazifesini yerine getirmeyen bir adam düşün. Küçük bir amirinden yani dünyalık patronundan sırf işteki vazifesini yerine getirmedi diye azar işiten bir adam hemen kendini düzeltiyor ama iş Allah'ın emirlerini yerine getirmeye gelince tembellik yapıyor. Bu ona sıkıntı verdiği için o sıkıntı ona manen şöyle dedirtiyor: keşke o ibadet vazifesi olmasaydı. Böyle diye diye o ibadeti inkar etmeye kadar gidiyor o iş. Allah muhafaza! Düşün yani küçücük bir şüphe bile kalbine gelse sanki gerçek birer bilgiymiş gibi ona yapışmanı meyleder ve sana büyük bir helaket kapısı açar." "Ay Allah korusun abla." "Allah'ın Kur'an'da ısrarla günahtan kaçının, haramdan uzak durun demesinin sebebi bu. Çünkü o günahı küçük göre göre iş inkar etmeye gider. Ha bu arada bu Risale-i Nur'dan anlattıklarımı sana elimden geldiğince sadeleştirmeye çalıştım. İnşaAllah anlayabilmişsindir." "Hem de çok iyi anladım ablacığım. Allah razı olsun. Doğrusu bu kadarını tahmin edemiyordum. Şeytanı ve oyunlarını fazlasıyla hafife aldığımızı anladım bu sayede." "Ecmain olsun. Bu mesele anlaşıldığına göre şimdi sana günlük bir program hazırlayalım."deyip kağıt, kalem aldım elime. "Ya çok sevindim abla. En heyecanlandığım kısım bu." Gülümseyip devam ettim. "Öncelikle sabah namazı ile başlayalım. Genellikle güneş doğmadan 30 ya da 40 dakika önce kılmak çok daha faziletlidir. Sabah namazından güneş doğup 45 dakika sonrasına kadar hiçbir namaz kılınmaz. Güneş doğduktan sonraki 45 dakika kerahat vakti olduğu için uyumak doğru değildir. Bu evin rızık ve bereketini kaçırır. Uyumak yerine Yasin-i şerif okuyup ölmüşlere teslim edebilirsin. Zikir ile meşgul olabilirsin veya herhangi başka bir aktivitede de bulunabilirsin. Kitap da okuyabilirsin istersen ama boş bir iş olmamasına dikkat edilmelidir tabi. Aslında sabah namazından sonra bir daha uyumamak, öğlen gelince kaylule yapmak çok daha iyidir. Şimdi Betülcüğüm, sabah namazıyla başladık ama günü beşe ayırdığımız için araya belli görevler de ekleyeceğiz. Günlük on sayfa Risale-i Nur okunacak ve günlük 5 bab Cevşen okunacak. Bunun nedenini daha sonra ayrıntılı bir şekilde anlatacağım inşaAllah. Cevşen kısa olduğu için güneş doğduktan sonraki 45 dakika içerisinde de okuyabilirsin. Risale-i Nurun dili ilk defa başlayacak olanlar için ağır gelebilir. Ki sen yeni başlıyorsun değil mi?" "Evet abla. İyi ki programa koydun. Yoksa ben söyleyecektim. Bu arada abla benim Risale-i Nur'dan hiç kitabım yok. Nasıl yapacağım?" "Sorduğun soruya bak. Senin bu ablan ne güne duruyor? Kitaplığım külliyat ile dolu. İstediğin kitap olsun."dediğimde gülerek boynuma sarıldı. "Yaaa abla sen bir tanesin." "Dur deli kız."diye güldüm ben de. Şarjda olan telefonumun melodisi odayı doldurunca Betül'den müsaade isteyip kimin aradığına baktım. Ela'ydı. "Betülcüğüm ben Ela ile konuşsam sana ayıp olmaz değil mi? Sen programı yazmaya devam et. Ben hemen geliyorum tamam mı?" "Olur abla. Keyfine bak sen." Odanın balkonuna çıkıp açtım telefonu. "Selamün aleyküm Ceylan'ım, nasılsın?" "Aleyküm selam Ela. Elhamdülillah iyiyim. Sen nasılsın?" "Hamdolsun, ben de iyiyim. Olanları duydum da-" "Ela bu konu hakkında konuşmak istemiyorum gerçekten!" "Ya tamam, şimdi konuşalım diye aramadım zaten. Birazdan evinize gelip tüm ayrıntılarını seninle konuşacağız orası ayrı da." Sıkıntılı bir nefes alıp "Ya ne için aradın o zaman?"diye gözlerimi ilerdeki dağa diktim. Ela bir iki saniye konuşamadı. "Mukaddes... Seninle konuşmak istiyor..." -Bölüm sonu- |
0% |