Yeni Üyelik
40.
Bölüm

~40.Bölüm (FİNAL)~

@m.yaprak_epli

"Düğünden sonra birlikte umreye gidiyoruz..."

Duyduklarıma inanamıyordum.

"Gerçekten mi?" Şaşkınlık ile neşe, karışık bir şekilde sesime yansımıştı adeta.

"Evet." Ahmet'in sesinden de neşe akıyordu.

Kendisi seslice bir iç çekince nedense kalbim hızlandı. Buraya döndüğümde Ahmet'in Mukaddes üzerinde olan etkisini görüp şaşırmış, hatta bu kadar olamaz demiştim ama oluyormuş demek ki. Şu anda aynı duruma ben de gelmiştim. Ahmet bir çiçek gibi, koklayan bir daha bırakamıyordu resmen.

"Ceylan orada mısın? Alo?"

"Dalmışım, kusura bakmayın."dedim aniden. Biraz utanmış ve mahcup olmuştum.

"Önemli değil. Muhtemelen umreyi hayal ettiğin için dalmışsındır." Sesinden hâlâ neşe akıyor olması ve aslında benim umreyi değil de kendisini düşünmem yine ve yeniden utandırmıştı.

"Neyse... Ben seni tutmayayım o zaman. Bunu söylemek için aradım zaten. Yarın yine yoğun bir gün olacak. Düğünü haftasonuna aldığımız için tüm hazırlıklar hafta içine sıkıştırıldı. İyice dinlen inşaAllah."

"Teşekkür ederim. Siz de kendinize çok iyi bakın."

"Olur inşaAllah. Ha bu arada imam nikahımız cuma günü kıyılacak. Aslında bu tür haberleri annem, annene yarın söyleyecek ve o da sana iletecekti ama ilk ben söyleyeyim dedim. Cuma günü hem mübarek gün hem de nikahtan önce ki son gün. Bu yüzden büyüklerimiz böyle uygun görmüş. Cumartesi-pazar düğün gerçekleştikten sonra pazartesi sabahı erkenden umreye uçuyoruz Allah'ın izniyle. Ceylan orada mısın? Sesin yine kesildi. Alo?"

Allah'ım cuma mı? Bugün salı akşamı. Yani iki-üç gün sonra Ahmet benim gerçekten helalim olacaktı. Kalbim bir dur! Kes kriz geçirmeyi. Ahmet sesleniyor. Şoktan cevap veremiyorum da. Hadi Ceylan! Toparla kızım kendini. Ahmet anlayacak, sonra sen de utançtan başını deve kuşu gibi yerin altına sokarsın artık.

"Buradayım buradayım. Imm şey, şebeke çekmiyor herhalde. O yüzden sesim gitmiş olabilir."

Allah'ım bu yalan olmuşsa affet, ne olur ama her seferinde onu düşünmek beni çok utandırıyor.

"Anladım." Allah'ım ne olur, yine neşelenen sesi, gerçekten anladığının bir göstergesi olmasın. "Tüm eksik ve fazlalıkları belirledik zaten. Yarın annemlerle gerekli olan eksiklikleri alacağız inşaAllah. Yarının bugünden hayırlı olması duasıyla seni en sevdiğime emanet ediyorum Ceylan. Selamün aleyküm."

"Amin ecmain. Allah'a emanet. Ve aleyküm selam."

Telefonu kapar kapamaz derin bir nefes verdim. Cuma, cuma, cuma...!!! Cuma kelimesi beni hiç bu kadar germemişti doğrusu. Allah'ım ben daha şimdiden çok heyecanlıydım. İnşaAllah bu stres ile bir sakarlığa sebep olmazdım.

Ahmet ne kadar da rahattı öyle. Sanki daha önce evlenmiş gibi hiç stresli görünmüyordu. Ben ise burada aşırı gerilmiş bir vaziyette sürekli aklıma gelip beni meşgul eden, cuma gününün senaryolarını durdurmaya çalışıyordum.

Yatsı ezanının okunması ile gülümsedim ve abdestli bir şekilde hemen namaza durdum. Ne demiş o güzel sahabi, Hz. Ebu Zer (r.a.): Görelim bakalım Mevla'm neyler, neylerse güzel eyler...

***

Sabah namazı sonrası rutin işlerimi yaptıktan sonra annem, erkenden çıkmamız gerektiğini, bütün işleri ancak bu şekilde yetiştirebileceğimizi söyledi. Bana göre abartacak bir şey yoktu. Zira ev temizlenip tamir edilecek, eksik olan şeyler alınınca iş tamamlanmış olacaktı. Fakat annem bir ahir zaman hanımı olarak fazla evham yapıyordu. Uyarsam da her türlü azarını yiyordum. Yok efendim, ben bir şey bilmezmişim! Rezil olmamalıymışız biricik, müstakbel damadına!

Ahmet bugün bazı ustaları eve yollayıp küçük tamir işlerini hallederken biz hanımlar da alışverişe çıkmıştık. Ahmet'in bizimle gelmemesi iyi olmuştu. Zira onun yanında rahat rahat kıyafet seçemezdim. Allah'tan elbiselerimi eskitmiştim de anneme meydan bırakmadım. Yoksa yeni kıyafetlerimin üstüne düğün için yine yeni kıyafetler alacaktı. Neymiş efendim? Adet böyle. İslam'da yok böyle adet! Her şeyin bir vebali vardı ve ben israf edilerek alınmış hiçbir şey istemiyordum hayatımda. Bunun hesabını Allah'a veremezdim.

Bugün gerekli bütün alışverişleri bitirmeye çalışmıştık elhamdülillah. Yarın da evi temizleyince işimiz bitecekti inşaAllah. Sonraki gün cuma zaten... Hayır hayır! Çıkar cumayı aklından Ceylan'ım. Ne yapıyorsun böyle? Gözünü seveyim, kendine bunu yapma. Düşünme düşünme...

Eve geldiğimizde vakit, ikindi vaktini bulmuştu. Yorgunluktan ölüyordum. Annem sağ olsun, söz ve hareketleriyle daha çok yormuştu. Allah'tan Melek teyze oradaydı da çok abartmamıştı. Ben düğün, İslami usullere göre olsun diye uğraşırken annem inadına kendi geleneklerine göre olsun istiyordu. Tamam, geleneklerden İslam'a uygun varsa yapalım, bir şey demiyordum ama 'İslam'a ters olacak en ufak bir şey de düğünü de, evliliği de red ederim, sonra da Yeni Zelanda'ya dönerim' gibi tehditlerle annem yola geliyordu elhamdülillah. Tabi ki ciddi değildim ama annem ancak böyle tav oluyordu. Melek teyzenin de etkisi çok büyüktü şüphesiz. Annem onu bir âlim gibi görüp her sözüne hayranlıkla itaat ediyordu. Melek teyzenin kendine göre bir ağırlığı vardı. O kadar belliydi ki Ahmet'in annesi olduğu. Yeri geldiğinde ciddi, yeri geldiğinde neşeli ve yüzünde hiç kaybolmayan bir tevazu tebessümü... İşte Melek teyze, İslam'ı canlı canlı yaşayarak bu kadar dikkatimizi çekiyor ve bize bu kadar örnek oluyordu. Allah ondan razı olsun. Kendi ailemden yana dini anlamda sıkıntılar çekmiş olsam da inşaAllah müstakbel kocamın ailesinden yana öyle bir sıkıntım olmayacaktı. Allah'ın izni ve yardımıyla...

İkindi namazını kıldıktan sonra sünnet gereği Nebe suresini okudum ve biraz yatağıma uzandım. Yorgunluğumu atmak istiyordum ve vücudu dinlendirecek en iyi şey, uyku der bir bilim adamı. Kesinlikle katılıyordum. Zira uyandıktan sonraki o dinlenmiş hissini hiçbir şeye değişemezdim. Müslüman dediğin, her daim dinç olmalı öyle değil mi? Hem kerahat vaktine de daha çok vardı. Bir saat uyusam yeterli idi. Sabah namazı sonrası güneş doğduktan sonra ilk 45 dakika kerahat vakti idi, öğle namazına son 45 dakika kala yine kerahat vakti idi ve akşam namazından 45 dakika önce yine kerahat vakti idi. Kerahat vakitlerde uyumak caiz değildi. Evin rızık ve bereketinin kesilmesine neden olurdu. Yine bu vakitlerde hiçbir namaz kılınamazdı. Namaz kılınmasının yasak olduğu vakitler bile varken namaz için vaktin ne derece kıymetli olduğunu anlıyoruz. Tabi namazını yetiştiremeyenler için de özel bir kaide vardı ve bu yasak vakitleri yok sayabiliyordu. O da dediğim gibi namazını yetiştiremeyenler için. İslam dini, öyle bir din ki müslümanın her saniyesine kadar değinmiş ve ilgilenmiş bir dindir. Ne mutlu bana ki böyle bir dinin mensubuyum. Elhamdülillah...

***

"Eslem abla gerçekten çok teşekkür ederim. Sana da çok zahmet verdim ama hakkını helal et lütfen."

"Ceylan'cığım lütfen böyle konuşma, rica ediyorum. Ne demek? Biz birbirimize zahmet vermeyeceğiz de kime vereceğiz? Müslüman olarak birbirimizin yükünü hafifletmek vazifemiz, anlatabiliyor muyum canım? Ee eşyaların hepsi tamam değil mi, bir eksik yok?"

"Yok yok. Her şey sağ salim gelmiş elhamdülillah. Allah razı olsun ablacığım."

"Ecmain olsun. Bir yandan bir daha gelemeyeceğin için üzülsem de bu evliliğin seni mutlu edeceğini bildiğim için senin için çok mutlu oluyorum. Allah daim etsin, Allah sizi birbirinize her iki dünyada da yoldaş kılsın."

Amin...

"Belli olmaz Eslem abla. Belki Ahmet ile ziyaretinize geliriz bir gün. Ya da siz Türkiye'ye gelir, misafirimiz olursunuz."

"İnşaAllah tatlım, çok sevinirim. Neyse ben seni çok tutmayayım. Düğün telaşı vardır şimdi. Bir sürü iş güç. Tekrar çok tebrik ediyorum. Allah seni de müstakbel kocanı da huzurundan hiç ayırmasın inşaAllah."

Amin...

"Estağfurullah Eslem ablam. Nasıl o söz öyle? Büyük bir çoğunluğu bitti işlerin zaten. Bugün de eve temizliğe geldik bizim hanımlarla. Bir baktım ki, Yeni Zelanda'da ne kadar eşyam varsa kargo hepsini getirmiş. Sen de orada olmasan ne yapardım? Neyse, az kaldı evin temizliğinin bitmesine. Ben de şu eşyalarımı yerleştireyim, sonra da tüm işler bitiyor Allah'ın izniyle. Bu arada tebrik için de çok teşekkür ediyorum. Allah razı olsun ablacığım. Çok güzel dua ediyorsun, bütün duaların kabul olsun inşaAllah."

"En güzel dualar, İslam'ı en güzel yaşayanlara gelir. Allah'a emanet ol Ceylan'cığım. Tekrar görüşmek üzere selam ve dua ile kal."

"Ve aleyküm selam, bilmukabele. Allah'a emanet sen de ablacığım. Güle güle."deyip kapattık en sonunda.

"Yav sen bu İngilizce'yi nasıl bu kadar rahat konuşup dili İslami bir hale getirebiliyorsun Ceylan'ım? Vallahi müthiş bir şey. Düşünsene, özelin varsa bile bilmeyenlerin yanında istediğin kadar konuş, yine de anlamazlar. En kısa zamanda şu bayık ingilizcemi düzeltmem şart."diyen Ela'ya baktım ve güldüm. İçine su doldurduğu kovanın içinde bezini yıkıyordu. Yine sabahın erken saatlerinde gelip tüm hanımlar, temizliğe başlamıştık. Bizim taraf ve Ahmet'in tarafındaki hanımlar birlikteydi tümüyle. Bir yandan sohbet ediyorlar, bir yandan da temizlik yapıyorlardı. Birazdan öğle ezanı okunacaktı ve biz de kısa bir mola verecektik. Hepimiz gerçekten çok yorulmuştuk.

"Bilemiyorum Ela ama oldum olası dillerle aram iyidir biliyorsun. Meslek aşkı diyelim. Hem senin dil öğrenmekten önce yapman gereken çok daha önemli şeyler var bence."

"Ne gibi?"

"Pembe gözlüklerini takmıyorsun diyorum bir şeyleri net görebilmek için."

"Ceylan sarhoş mu oldun sabah sabah? Ne saçmalıyorsun yahu? Hiçbir şey anlamıyorum!"

Anlasan şaşardım zaten Ela!

"Af Ela. İlla benim mi açık açık dile getirmemi istiyorsun?"

"Haaa şimdi anladım. Tan'dan bahsediyorsun değil mi sen?"

Sonunda!

"Tan'dan bana ne ya! İster evlensin, ister şöyle yapsın, ister böyle. Bana ne ama değil mi? Geçen de gelmiş diyor ki, 'yo bonom çok sovdogom boro vor. Sonco no hodoyo olsom boğonor' Yahu bana ne senin sevdiğin kişiden! Bana ne hediye almandan! Allah Allah. Tüm moralim bozuldu o gün. Yani şey, sinirlerim bozuldu demek istedim. Moralim yine bozulacakmış ki Tan ve o çok önemsediği sevdiceğinden! Hah çok da fifi yani anlatabildim mi?"

"Ela o kişi sensin..."

"Hayır, durup dururken hediyeye ne gerek var? Ben onu anlamadım. Gereksiz insanlara boş yere masraf yapılması hoşuma gitmiyor, yanlış anlaşılmasın yani."

"Ela o sensin diyorum yavrum..."

"Bunca senelik hatrımız bile yok ki beyefendi sevdiceğini getirip bizimle tanıştırsın! Var ya kıza öyle bir bakardım ki bir bakışım kaçışına vesile olurdu. Tan'a layık görmüyorum, ondan yani. Yanlış anlaşılmasın."

Duymuyordu beni!

Karşısına geçip omuzlarından tuttum ve hafifçe sarstım. Ela kendine geldiğinde ağladığını gördüm. Oy kıyamam ama...

"Ceylan'ım o pislik benim kalbimin öbür yarısı. Nasıl gider başkasını sever? Ben hep beni sevdiğini düşünürdüm. Buna bel bağladım. O ise şimdi evlilik hayalleri kuruyordur o çok önemsediği sevdiceği ile!"

"Ela sabahtan beri sesleniyorum duymuyorsun. Tan yalnızca seni seviyor, yalnızca seninle evlilik hayalleri kuruyor, başkasıyla değil."

"Beni teselli etmeyi bırak Ceylan. Sen kendi ağzınla söylüyordun, şöyle biri var, böyle biri var."

"O kişi sendin işte akıllım. Bunu bir türlü anlamayan sendin."

"Nasıl yani anlamadım?"

"Ya sen ve Tan'a birazcık oyun oynamış olabilirim..."

"Ne ne ne!"

"Kızmak yok ama?"

"O konuda söz veremeyeceğim. Çünkü yavaş yavaş kızmaya başlıyorum. Dökül Ceylan!"

"Ya şöyle anlatayım, ben Yeni Zelanda'dan buraya yeni geldiğimde ikiniz arasındaki çekimi fark ettim ve ne kadar ima ettiysem de ikiniz de gururunuzdan taviz vermediniz. Ben de böyle bir oyun oynayayım dedim. İki tarafı da birbiriyle ama haberleri olmadan kıskandırırsam itiraf edeceğinizi düşündüm. Ki Tan senden erken itiraf etti ama sen o kadar takıldın ki başka biri olduğuna, o kişinin sen olacağı aklına bile gelmedi Ela. Olay bundan ibaret yani."

"Senin yüzünden Tan'a haksızlık ettim Ceylan. Çocuğa o kadar trip attım. Şimdi kalbi nasıl kırılmıştır biliyor musun?"

"Ela yapma ama? Ne yapayım? Kıskandırmak en iyi yol."

"Yalan en iyi yol değil ama! Hele sana hiç yakışmıyor."

"Haklısın, özür dilerim. Amacım sadece sizi-"

"Ceylan sus ve kaç."deyip gözlerini yumdu.

"Ne?"

"Ciddi ciddi söylüyorum bak, kaç."

Ay bu kız gerçekten sinirlenmiş görünüyor. Beni burada yemeden annemlerin yanına kaçsam iyi olacak. Ve öyle de yaptım. Ela'nın peşimden kovaladığını görünce panik oldum ve balkona çıkarken basamaklarda ayağım takıldı. Ben sıcak zemine yüzüstü düşmeyi beklerken karnıma dolanan bir el bunu engelledi. Dengemi sağlayıp arkama döndüğümde beni kurtaranın Ahmet olduğunu gördüm.

Ahmet ateşe değdirmiş gibi elini çekerken aynı hassasiyetle ben de birkaç adım geri çekilmiştim. Allah'ım bu ne rezillik! Sakarlığım yüzünden Ahmet bana dokunmak zorunda kalmıştı.

"Ben... Özür dilerim Ceylan. Düştüğünü görünce refleks olarak müdahale etmiş bulundum. Hakkını helal et lütfen."

"Estağfurullah. Asıl siz hakkınızı helal edin. Ben daha dikkatli olmalıydım."

"Bu konuda sana katılıyorum. Daha dikkatli olmalısın. Ya düşüp bir yerin incitseydin? Canını yaktığın her an senden hesap sorarım haberin olsun Ceylan."

Böyle söylemesi beni gülümsetmişti.

"Neyse, hadi gel. Size yemek getirdim. Biraz mola verirsiniz. Ben hiç hanımların arasına girmeyeyim. Sen götür, birlikte sıcak sıcak yersiniz tamam mı?"

"Allah razı olsun. Ne zahmet ettiniz?"

"Zahmette rahmet olduğu için."dedi ve gülümsedi mütevazı bir şekilde. Sonra da "Ecmain" deyip afiyet olsun dilekleriyle buradan ayrıldı. Poşetleri bana vermeyi de unutmamıştı tabi. Mis gibi yemeklerin kokusu iştahımı kabartmıştı. Normalde asla üç öğün yemem ama bazı durumları istisna tutuyordum. O da eğer gün içerisinde ağır işlerde çalışılmışsa yenilebilir şartı idi. Onun dışında sünneti uygulamak en iyisiydi her zaman.

Yemekleri annemlere bırakıp Ela'yı çağırmaya gittim. En son beni kovalıyordu ama sonra nereye kayboldu bilmiyorum.

Arka bahçeye baktığımda bir ağacın altında oturduğunu ve çok düşünceli olduğunu gördüm. Yanına çöküp elimi omzuna koydum.

"Ela hadi gel yemek yiyeceğiz."

"Git başımdan. Konuşma benimle."

"Ela tamam, özür diledim işte. Lütfen böyle yapma."

"Kandırdın resmen beni. Ben hep başka bir kız var diye can çekişirken sen eğleniyordun."

Böyle söyleyince kötü hissetmiştim ama Allah şahidimdir, öyle bir amacım olmadı hiçbir zaman.

"Haklısın Ela ama beni birazcık olsun tanıyorsan öyle bir amacımın olmadığını biliyorsundur. Ben hep sen olduğunu ima etmeye çalışıyordum ama sen bir türlü anlamıyordun. Her seferinde sana sen olduğunu açıklamak istesem de nasip olmuyordu, başka bir şey çıkıyordu. Ama yine de affet beni. Yaptığım her ne kadar benim açımdan masumane bir şey olsa da seni çok üzdüğünü görebiliyorum. Özür dilerim tekrar."

"Senin yüzünden Tan'a sürekli kötü davrandım Ceylan! Bunun neresi masumane? Eğer baştan açıkça söyleseydin her şeyi, ben sana bugün bu kadar kızmazdım."

"Ben... Yeni Zelanda'dan hiç dönmemeliydim. Hem senin hem Mukaddes'in hayatını mahvettim ama Allah şahidimdir gerçekten, böyle bir şeyi asla istemedim. Hiçbirinizi üzmek istemedim. Öyle gelişti şartlar. Ama benim niyetim o yönde değildi. Sanırım en doğrusu buradan gitmek... Hem sen beni görmek zorunda kalmazsın hem de geç olmadan Mukaddes'e aşkını geri vermiş olurum. Hakkını helal et Ela."dedim ve ayağa kalktım. Arkamı dönmemle Ahmet'le karşılaşmam bir oldu. Elinde telefonum vardı. Refleks olarak ceplerimi aradım. Demek ki ayağım takılırken düşürmüştüm. O yüzden geri dönmüş olmalıydı.

"Ceylan, bana Ela hanıma duygu sömürüsü yaptığını söyle lütfen."

"Duygu sömürüsü yapıyor zaten enişte. Bakma sen ona. Bu saatten sonra nereye gidecek?"dedi Ela kalbimi kırarak.

"Ben her şey için özür dilerim Ahmet bey. Ama görünen o ki en hayırlısı benim buradan gitmem. Ben buraya geldiğimden beri herkesin hayatı alt üst oldu. Mümkünse beni affedin. Ben burada yokken insanlar daha mutlu. Siz de öyle olacaksınız inanın bana. Mukaddes ile çok-"

"Sus Ceylan!"

Bir süre nefes aldı.

"Sen benim hayatıma doğan en güzel şeylerden birisin, bunun farkında değilsin. Ben senden başkasını istemiyorum. Dünya ve ahiret eşim de sen ol istiyorum. Eğer vazgeçip gidersen emin ol, kimseyle de evlenmem. Ayrıca ben senin müstakbel eşin değil miyim? Bana haber vermeden mi böyle bir karar aldın? Sendeki değerim bu kadar mı?"

Üzgünce başımı yere eğdim.

"Ya durun, böyle yapmayın lütfen. Ceylan'a biraz trip atayım dedim, geldiğimiz noktaya bakın. Ceylan bu kadar alıngan olmak zorunda mısın Allah aşkına? Sana birazcık kızdım diye Yeni Zelanda'ya mı dönecektin yani?? Pes doğrusu! Şurada seni deliler gibi seven insanları ardında paramparça bırakıp mı gideceksin? Bize yapacağın en kötü iyilik bu olur, emin ol yani. Ben de senin şunun şurasında müstakbel yengen değil miyim? Beni bırakıp hiçbir yere gidemezsin anladın mı? İzin vermiyorum!"

"Ama az önce söylemiştin ki-"

"Öfkeyle söylenen hiçbir söze bakmayacaksın."deyip sarıldı bana.

O sırada Ahmet "Ebû Hüreyre (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre, Bir adam: 'Ya Rasûlullah, bana nasihatte bulun' dedi. Resûl-i Ekrem (SAV): 'Öfkelenme!' buyurdu. Adam sözünü birkaç kere tekrarladı. Allah Resûlü her defasında 'Öfkelenme!' dedi."deyince Ela pişman olmuştu.

"Haklısın Ahmet enişte. Ceylan affet beni. Biraz abarttım galiba. Bu anları hiç yaşamamış farz edelim bence."

"Evet, katılıyorum. Ve müsaadenizle gitmem gerekiyor."deyip telefonumu uzattı. Bir kere olsun bizden tarafa bakmıyordu. Allah'ım bu ne güzel bir kul.

"Ceylan?"diye bana seslendiğinde başımı kaldırdım.

"Efendim?"

"Her şey tatlıya bağlandığına göre gitme planlarını başka bir gezegene yollarsan sevinirim ve eğer gerçekten gidersen, hatta bunu düşünürsen sana hakkım helal değil, bilesin."diye beni arkasında ağzı açık bırakıp gitti. Ela ise bana gülüyordu. Sanırım şimdi sinirlenme ve trip atma sırası bendeydi. Ama... Mahsustan tabi.

"Gel buraya Ela hanım. Müstakbel görümcen seni bir güzel pataklayacak."deyip onu kovalamaya başladım.

"Ceylan'ım özür dilerim..."diye koşarak gülüyordu.

"Gülme gıcık gelin adayı. Seni bir yakalayayım, Tan gelse alamaz elimden."

"İmdaaat..."

***

"Ela ben çok heyecanlıyım. Şimdi düşüp bayılabilirim."

"Ay acaba Tan ile nikahımız kıyıldığında ben de mi böyle olurum?"

"Ela artık helalim olacak düşünebiliyor musun? Gözlerine özgürce bakabileceğim ve o... O saçlarımı görebilecek. Hiii! Çok utanırım ama ben."

"Ay ben niye utanayım? Sonuçta helalim olacak ve saçlarımı görebilecek olması Tan'cığıma helal olacak öyle değil mi?"

"Nikahımız kıyıldığınca ne demeliyim ya da ne yapmalıyım?"

"Ben direkt gözlerine bakardım ya. Çocukluğumuzdan bu yana Tan'ın gözlerini hiç yakından görmedim."

"Şimdi bir çarpacağım, duvara yapışacaksın ve Tan'ın resmini göreceksin he! Tan da Tan! İsimden soğuttu kız resmen ya!"diye söylendim.

Ela mı? Ela tavana bakarak hayal kuruyor ve benim her dediğimi kendi hayaline göre cevaplıyordu. Neden mi peki? Annem dün öğle yemeğinde onun yanında annesine "Senin Ela ile benim Tan'ı da everelim ha ne dersin kız kısmet?"deyince Ela öksürük krizlerine girse de bu, hoşuna gitmişti. Kısmet teyze de dünden razıydı zaten. Benim düğünüm bitince bizimkilere nişan yapacaklarını konuşmaya başladılar o andan sonra. Ela dünden beri öylesine hülyalı, öylesine sarhoş geziyordu ki etrafta, bir Osmanlı tokadı ile kendine getirmek istiyordum ama pekâlâ kıyamıyordum. Tan bile bana Ela'nın neden öyle kendisine aptal aptal baktığını sordu. Ben de ona olan biteni eksiksiz bir şekilde anlatınca sadece mutlu oldu. Ama nasıl mutlu? Gün boyunca aptal aptal sırıtıp durdu. Sevmek insanı aptala dönüştürmüyordu belki ama dışarıdan maalesef ki aptal gibi görünmesine sebebiyet veriyordu.

Ve bugün...

Bugün Ahmet ile dini nikahımız kıyılacaktı. Büyüklerimiz öğlene doğru damadın ailesi, gelinin evinde toplanmasını ve çay faslından sonra nikah kıyılmasını kararlaştırdı. Birazdan geleceklerdi. Her şeyi eksiksiz bir şekilde halletmiştik elhamdülillah. Şimdi ise diğerleri salonda iken ben ve Ela mutfakta misafirlerimizin gelmesini bekliyorduk. Heyecandan elim ayağım titriyordu. Ahmet'in yanında nasıl olacaktım Allah bilir. Sürekli sakinleştirici ayetler okuyup duruyordum sakinleşmek için ki bu, her zaman yaptığım bir şeydi ve inanılmaz sakinleştiriyordu da. Ela ise hâlâ kendi kendine hayaller kurmakla meşguldü. Bu hali her ne kadar sinir bozsa da tatlı da geliyordu. Kız dünden beri hem Tan'ın gerçekte kendisini sevdiğini öğrenmiş hem de nişan yapacaklarını konuşmaya şahit olmuştu. Şimdi Ela'dan ve tabi ki Tan'dan mutlusu yoktu. İkisinin de dünden beri yüzünde gülümseme eksik olmuyordu.

"Ceylan, kızım hazırlan geliyorlar."diye birden mutfağa dalıp aynı hızla çıkan Gülcan ablamla neye uğradığımı şaşırdım. Bir anda elim ayağıma dolaştı resmen. Heyecandan kalbim hızlanmıştı, sonra bir daha hızını hiç azaltmadı zaten.

"Ceylan bak önce sakin oluyorsun, derin derin nefesler alıyorsun."diye birden kendine geldi Ela. Bu bende neden gülme isteği uyandırmıştı ki?

"Ela kalbim duracak gibi hissediyorum."

"Ay ben de!"

"Sana ne oluyor be yahu?"

"Tan ile nikahımız kıyıldığında ben kesin daha beter olacağım da ondan."

Kendimi tutamayıp güldüm. Bu kız nasıl bir psikolojiye sahipti? Gerçekten anlamak güç.

"Kızlar hadi hızlı bir şekilde çay demlememiz gerekiyor. Annem gözleriyle ateş ediyordu resmen."diye içeriye giren Seyhan ile yine güldüm.

"Bugün bir başka neşelisiniz bakıyorum Ceylan hanım. Bu neşenin altında ne yatıyor acaba?"

"Ahmet gibi koca bir adam yatıyor."diye gülerek Seyhan'a cevap veren Ela ile "Bana söyleyene bak. Dünden beri sırıta sırıta gezen benim değil mi? Acaba neden?"diye cevap verdim ben de.

Seyhan gülüp "O nedenin altında Tan gibi koca bir adam yatıyorsa demek ki."deyince Ela utandı ve bir daha hiç konuşamadı. Oh olsun ona.

İlerleyen dakikalarda kızlarla birlikte çayları demleyip ikramlıklarla misafirlerimize ikram etmiştik. Hiç Ahmet'ten tarafa bakmamıştım. Zira öylesine utanıyordum ki astım hastası gibi sürekli nefes egzersizleri yapıp duruyordum. Çok fazla geliyordu bu heyecan hem de çok fazla.

Çayları daha yeni koymuştuk ki kapı çaldı ve bir anda mahallemizin imamı Hasan hoca geldi. Nikahımızı o kıyacaktı. Ama bu kadar çabuk gelmesini beklemiyordum doğrusu. Ahmet, Hasan hocayı görür görmez hürmeten kalkıp onun dizinin dibine oturmuştu. Hasan hoca bir bardak çay içtikten sonra taziyeye gitmesi gerektiğini söylediğinden büyüklerimiz nikahımızın kıyılacağı odaya geçmemizi söylediler. O andan sonra heyecanım ve stresim daha çok artmıştı. "Allah'ım, Sen ferahlık ver."diye dua ediyordum sürekli. Zira kalbim gerçekten durmak üzere idi.

Ahmet'le beni, araya uygun bir mesafe koyarak yan yana oturtmuşlardı. Hasan hoca karşımıza otururken her iki şahitlerimiz de yan taraflarımıza geçmişti. Her ikimizin amcası olmuştu şahitler. Hasan hoca İslami usulleri uyguladıktan sonra dualarla en son ki kısma geçmişti.

"Kabul ettin mi?"diye üç kere bana, sonra da Ahmet'e sormuştu. Her ikimizin de ses tonu utançtan ve heyecandan kısık kısık çıkmıştı neredeyse.

"Allah bir yastıkta kocatsın evlatlarım. Ahmet? Oğlum, Ceylan bundan sonra sana Allah'ın emaneti. Ona sahip çıkmakta titiz ol ve Allah'tan kork yavrum. Allah emanetine hassastır. Onu üzmen önce Allah'ı öfkelendirir bilesin. Allah ve Resulü (SAV)'in bu konuda kesin emri var:

-Kadınların haklarını yerine getirme hususunda Allah'tan korkunuz! Zira siz onları Allah'ın bir emaneti olarak aldınız.

-Sizin en hayırlınız, ehline (eşine ve çocuklarına) en hayırlı olanınızdır. Ve ben de ehline karşı en hayırlı olanınızım.

-Mü'minlerin iman bakımından en olgunu ve en hayırlısı, hanımına karşı en hayırlı olanıdır.

-Ey insanlar! Kadınlar hakkında Allah'tan korkunuz! Sizin kadınlarınız üzerinde hakkınız vardır.

-Onlara yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin, onları dövmeyin, onlara çirkin demeyin, fena söz söylemeyin!

-Kadınlarınızla iyi geçinin; eğer onlardan hoşlanmadı iseniz bile!.. Olabilir ki bir şey, sizin hoşunuza gitmez de, Allah onda biçok hayır takdir etmiş bulunur.

-Kadınlar hakkında birbirinize hayır tavsiye ediniz!

-Mü'min bir erkek, mü'min bir kadına kızıp darılmasın! Eğer onun bir huyundan hoşlanmazsa, öbüründen memnun olabilir.

-Allah sizden; kadınlara karşı iyi ve hayırlı olmanızı ister; çünkü onlar, sizin analarınız, kızlarınız veya teyzelerinizdir.

-Sizin hayırlınız, eşine hayırlı olandır. Ben de eşime karşı sizin en hayırlınızım. Kadınlara ancak iyi insanlar iyi davranır; onlara karşı ancak kötü kişiler, ihanet eder.

-Kadınlara ancak asalet ve şeref sahibi kimse değer verir. Onları ancak kötü ve aşağılık kimseler hor görür.

-Hanımını döven, Allah'a ve Resûlü'ne asi olur. Kıyamette onun hasmı ben olurum."

Hasan hoca vaaz vermeye devam edip en son çok güzel bir dua ile konuşmasını sonlandırdı. Sonra bizi adet gereği yalnız bırakmak adına herkes teker teker çıkmıştı odadan.

Yalnız kaldığımızda stres ve heyecanın yanında bir de yoğun bir utanma duygusu bastırmıştı. Utanmamak elde mi? Artık Allah katında nikahımız kıyılmış ve biz birbirimize helal olmuştuk. İnanamıyorum hâlâ ama karı koca olmuştuk. Yeni Zelanda'dan buraya ilk gelişimi hatırlıyorum da, nereden nereye? Kim derdi ki hikayenin sonunda Ahmet'le evleneceksin? O gün biri gelse ve bunu söylese kahkahalarla gülerdim herhalde.

"Şe-şey... Söyleyeceğin bir şey yoksa çıkalım mı? Büyüklerimizi bekletmeyelim."diye bir anda cesaret bulup konuştum ama anında pişman oldum. Neden böyle bir şey söyledim ki?

"Var." Ahmet gülümsüyordu. Hem de ne gülümseme? Sanki yüreğime gülümsüyordu... Yutkundum. "Ahiretliğim bana yüzünü göstermeyecek mi?"diye masum masum rica edince ne diyeceğimi şaşırdım.

"Şe-şey... Ta-tabi." Kekelemesene Ceylan!

Yavaşça peçemi çözüp elime aldım ve heyecanla sıktım. Ahmet yüzüme bakıyordu ama ben utancımdan ellerimden başka hiçbir yere bakamıyordum. Kalbim güm güm atıyordu ve nefes alışverişlerim iyice hızlanmıştı. Bir bakışı beni ne hale sokmuştu böyle?

Bir anda çenemden kavrayıp yüzüne doğru kaldırdı. Kalbim öyle bir atıyordu ki duymasından korkuyordum.

"Neden sana her baktığımda Allah'ı hatırlıyorum? Sen bana helal olana kadar yanlışlıkla baksam bile yine de hep Allah'ı hatırladım. Biliyor musun Ceylan? Senin kadar kimse bana Allah'ı hatırlatmadı. Duruşun, tavrın, konuşmaların. Bakışın... Gözlerinin içi saf tevekkül sanki, bakışların hep tefekkür, dışın tertemiz bir tesettür..."

Sözleriyle sarhoş etmek buna denirdi herhalde. Fakat bana olan yakınlığı başımı döndürüyordu resmen. Hem utanıyordum hem de ilk defa böyle bir şey yaşadığımdan sebep gerilmiştim.

Gözleri yüzümü taradı ve en son bir yerde durup kaşlarını çattı.

"Bu nasıl oldu?"dedi ve birkaç gündür dudağımın kenarında çıkmış, uçuğa benzeyen yaraya dokundu baş parmağıyla.

"O. O şey... Bil-bilmiyorum. İki-üç gün önce sabah uyandığımda böyleydi." Kekelememin tek nedeni kesinlikle yakınlığı idi.

Ahmet yaranın üzerini baş parmağıyla okşayınca birazcık sızlamıştı.

"Acıdı mı?"

"Çok değil. Birazcık."deyince Ahmet hiç beklemediğim bir şekilde uzanıp yaramdan öptü.

O andan sonra komaya girmiş gibi hissettim. Hareket edemiyor, göz kırpamıyor, nefes dahi alamıyordum. Ahmet ne yaptın sen ya? Böyle insanın kalbine kastedilir mi bir anda be adam? Ne zalım bir çocuksun sen!

Peki o ne yapmıştı? Benim bu halime tebessüm etmişti.

"Hâlâ acıyor mu?"

Hızla kafamı salladım ve Ahmet bu sefer güldü. Sanırım olayı anlamıştı. Geri çekilip incitmekten korkarcasına yavaş bir şekilde ellerimi tuttu.

"Dünya'da iken elhamdülillah ki başardım seni kazanmaya. Artık ahiretine de talibim. Bak Ceylan, şimdi ellerini tutan ellerim bir gün gaflete gelip sana kalkarsa Rabb'im yardımcımız onları taş kılsın."

"Lütfen böyle konuşma."deyip sözünü kestim.

"Öyle öyle."diye devam etti. "Kadına kalkan hiçbir el haklı değildir, çok ama çok istisnai durumlar dışında. O da kadın çok azıp etrafına zarar verdiği zaman, ki bu kurallar şeriatlık meseleler. Şimdi o kurallara girmeyeceğim. Zira bunlar çok derin konular. Yine de ne olursa olsun dinimiz, kadına el kalkmasını değil, kim olursa olsun tatlı dille yola getirmeyi emretmiştir. Efendimiz (SAV), hiçbir hanımına el kaldırmamıştır. Hasan hocanın okuduğu hadislerden de bunu anlamışsındır zaten. Diyeceğim şu ki, benim hangi huyumu beğenmezsen veya hangi huyumdan rahatsız olursan lütfen hiç çekinmeden söyle. Söyle ki şeytan araya fitne sokmadan kendi aramızda, tatlı dille bunu çözelim. Ben de öyle yapacağım, ki kendime yakın bulduğum kişilerde hep bu yöntemi kullandım. Elhamdülillah her zaman da işe yaradı. Araya fitne girmeden, tatlı bir dille insanlara ifade edince Allah'a şükür, hiçbir huzursuzluk çıkmıyor. Ve biliyor musun? Bu yöntemi anne ve babamdan edindim. Onlar evlendiklerinden beri hep bu yöntemi kullanmışlar. Öyle ki kaç sene oldu, bir kere bile büyük bir kavgalarına şahit olmadım. Her ayın bir gününde baş başa kalacakları bir alana geçip davranışlarını muhasebe ederlermiş. Annem babamın hoşlanmadığı bazı davranışları söylermiş, aynı şekilde babam da annemin hoşlanmadığı bazı davranışları söylermiş. Ama bunu kalp kırmadan, nazikçe ve her zaman üstüne basa basa söylediğim gibi tatlı dille yaparlarmış. Bu muhasebeyi yaptıktan sonra eşinin kendisinde hoşlanmadığı davranışlarını elinden geldiğince düzeltmeye çalışırlarmış ikisi de."

"Ne güzel."diye mırıldandım.

"Anlaştık değil mi?"deyip yanağımı okşadı.

Ama sen böyle yaparsan ben odaklanamam ki.

"Ta-tamam. Tamam inşaAllah. Allah senden razı olsun. Çok güzel bir kulsun. Allah seni başımdan eksik etmesin ve seni mücahidlerden eylesin."

"Estağfurullah. Bilmukabele. Ecmain."dedikten sonra birbirimize öyle güzel gülümsedik ki bu anın hiç bitmemesini istedim. Sanki o benim yüreğime gülümsüyordu, ben de onun...

"Artık çıkabiliriz."deyip yine gülümsediğinde bu büyülü andan çıktım. Önce o ayağa kalktı, sonra da hemen elini uzattı bana. Buna şaşırsam da ayıp olmasın diye tutuverdim o güzel kulun elini. Hâlâ çok utansam da biliyorum ki Ahmet kendini bana alıştıracaktı.

Ayağa kalktığımda elimi bırakmadı ve "Yarın düğünümüz var cennetimin sebebi. Neler hissediyorsun?"deyince yine taş kesildim.

Ne dedi, ne dedi o?

Cennetimin sebebi?

Ben cennetine sebep olan unsur muydum yani? Yani inşaAllah...

Allah'ım bugün gerçekten bayılmazsam iyidir. Bu adam böyle latife etmeyi nereden öğrenmişti? Nereden öğrenecek Ceylan? Her çocuk anne ve babasını örnek alır. İnşaAllah bir gün ben ve Ahmet de çocuklarımıza en iyi şekilde örnek olurduk.

"Ceylan dondun. Ne oldu?"diye yüzüme eğilince artık bu yakınlık ve güzel sözlerin altından kalkamadığım için refleks olarak geri çekildim birkaç adım.

Ahmet şaşırmıştı doğal olarak. Ben böyle salak gibi davranırsam çocuk hep yanlış anlayacaktı beni. Aferin sana Ceylan!

"Yanlış bir şey mi söyledim. Eğer öyleyse-"

"Hayır hayır. Ben sadece alışmaya çalışıyorum. Yani şey, bunlar hayatımda ilk... Bu yüzden beni mazur gör lütfen. Öyle ki ben işimi o kadar çok seviyordum ki evleneceğim hiç aklıma bile gelmezdi. O yüzden böyle yani."diye birkaç şey gevelesem de Ahmet anlayışla karşılamış, hatta yine gülümsemişti. Gülümsemek öyle güzel yapıyordu ki onu, sanki cennetten bir nur...

"Önemli değil. Göreceksin bak, hemencecik alışıvereceğiz birbirimize. Baliğ olduğumdan beri ilk dokunduğum kızsın sen benim. Ama ben sana küçüklükten beri müptela olduğum için alışmak zor olmadı benim için."dedi ve alnımdan öptü. Bu konuşması ve alnıma değdirdiği naif buse, öyle bir huzur vermişti ki içime, sanki cennetten bir esinti gelmiş, sırtımdaki tüm yükleri beraberinde götürüvermişti.

"Hadi gidelim artık."deyip gözlerime baktı.

Gülümsedim.

"Gidelim."

***

"Ceylan?"

"Hımm?"

"Ceylan kızım kalk hadi?"

"Anne ya, dün gece doğru düzgün uyuyamadım hiç. Bırak biraz uyuyayım lütfen."

Nedense dün gece sabah namazına kadar uyku tutmamıştı. Aslında ben nedenini biliyordum ama neyse, konumuz şu an bu değil. Sabah namazının kerahat vakti çıktıktan sonra ancak uykum gelebilmişti. Birkaç saat uyumuştum ki annem sabahın sekizinde başımda toplanmıştı.

"Kızım akşam düğünün var yavrum evladım. Kalkıp hazırlanman gerekiyor. Hem bak, kim geldi?"

"Anne ya gerçekten kimin geldiğini görmek için gözlerimi açamayacak kadar uykuluyum."

"İyi, ben çıkıyorum. Siz aranızda halledersiniz artık ne yapayım?"diye güldü kadın. Hiçbir şey anlamadım. Zaten gözlerimi açamıyordum. Gitti mi, kaldı mı bilmiyorum. Hem kim gelmiş olabilir ki?

Birden yatağın sol yanında bir çökme olunca neye uğradığımı şaşırdım. Neler oluyor ya? Kim oturdu yatağa?

"Ela hiç seninle uğraşamayacağım. Lütfen çık da biraz uyuyayım. Akşama ancak kendime gelirim zaten. Ahmet'in beni bu şekilde görmesini istemiyorum. Dinlenmem gerekiyor."

"Hımm? Ahmet'e çok değer veriyor olmalısın?"

"Veriyorum tabi. Bir dakika? Ela sesine ne oldu?"diye arkama döndüğümde Ahmet'in simsiyah bakan gözleri ile karşılaştım ve panik olup bir anda yataktan düştüm.

"Allah!"

"Ceylan iyi misin güzelim?" Ahmet endişeyle ayağa kalkmıştı.

Allah'ım saçlarım açık! Üstüm müsait değil. Rezil oldum, beni böyle görmesini istemezdim asla.

Beni daha fazla bu halde görmesin diye yorganı elime alıp yatağın içine girdim ve aşağıya doğru kaydım.

"Senin ne işin var burada Ahmet?"diye utana utana homurdandım yorganın altından. Ahmet kafama kadar örttüğüm yorganı yüzümden çekerek "Hımm? Neden gelmiş olabilirim acaba? Bugün düğünümüz olduğu için olabilir mi?"diye tatlı tatlı cevap verince güldüm ama hâlâ çok utanıyordum.

"Hem sen dün gece neden uyuyamadın bakalım? Birilerini mi düşündün?"deyince yine utandım ve yorganı tekrar kafama kadar örttüm.

"Bu hiç adil değil. Beni bu halimle görmemen gerekiyordu."

"Ne varmış halinde?"deyip yine çekti yorganı. Tepeden topuz yaptığım tokayı çözünce saçlarım serbest kaldı. "Hâlâ aynı o küçük kız gibisin. Küçüklüğünde ki gibi bir kızım olsa ne güzel olur."

"Ya, demek öyle?"

"Öyle."deyip yanıma uzandı. Allah'ım Sana geliyorum.

"Hadi sen biraz uyumaya çalış. Senin bugün dinç olman gerekiyor. Gelin olarak hepimize lazımsın. En çok da bana."dedi ve elini belime sardı. Yüzüm göğsüne hapsolurken diğer elini kaldırıp saçlarıma dokunduğunu hissettim. Ben uyumaya deyip öbür dünyaya gidecektim herhalde bu gidişle. Kalbimi hissetmiyordum artık.

"Ceylan?"

"Hımm?"

"Nefes al ve uyu."dedi ve güldü hafifçe. Rezil olmakta üstüme yok!

"Hadi uyu güzelim. Ben yanındayım. Allah'ın izniyle her zaman bir adım kadar yakınında olacağım ve seni koruyacağım."dedi ve alnımdan öptü. Ne kadar yanında huzurlu ve mutlu olsam da, sıcaklığına alışmaya başlasam da sanırım zamanla bu utangaçlığımı yenecektim. O da Allah'ın izni ve yardımı ile...

***

"Çok çok çok güzel bir gelin oldun Ceylan'ım."diye aynadan birlikte bana baktık Ela'yla.

"Ay ben de güzel olurum değil mi kınamda?"

"Olursun olursun. Hem de benden çok daha güzel olursun."

Hepimiz hazırlanmıştık. Ahmet ve ailesi birazdan gelip bizi alacaklardı. Sonra da birlikte düğüne gidecektik.

Ahmet'in sabah gelip benimle uyuması, benim onun sıcaklığında dinlenmiş olmam pozitif bir enerji vermesinin yanında çok da mutlu etmişti. Ahmet ben uyuduktan sonra gitmiştir zannetmiştim ama uyandığımda Ahmet'in bana sarılarak mışıl mışıl uyuduğunu görünce bir 15 dakika-yarım saat onu izlemiş olabilirim. Allah'tan bunu Ahmet dahil hiç kimse bilmiyordu. Yoksa yine utancımdan saklanacak delik arardım. Ahmet uyandığında ise annem hemen bırakmamış, çocuğun karnını tıka basa hamur işleriyle doldurup öyle göndermişti. Neymiş efendim, akşama enerji gerekirmiş. Ahmet gittikten sonra kızlarla hazırlanmaya başlamıştık. Kuaför istemediğimden bütün hazırlığımı evde yapmıştım. Düğünümüz ne kadar İslami usullere göre yapılacak olsa bile makyaj sevmiyordum. Evet bakım yapıyordum ama her bakım makyaj demek değildi.

Ahmet de bizden ayrıldıktan sonra hazırlanmaya gitmişti. Ne kadar israf olarak görsem de annemlerin ısrarıyla düğün davetiyemiz de bastırılıp düğünden bir hafta önce dağıtılmıştı. Ahmet gidip düğün davetiyelerin üstüne "Not: Düğünümüz İslami usullere göre yapılacaktır. Davetlilerimizin bu konuda hassasiyet göstererek katılım sağlamalarını rica ediyoruz." Diye yazdırmıştı. Davetiyeden taraf, tek sevindiğim kısım bu olmuştu. Helal olsun benim ahiretliğime.

Sonraki saatlerde Ahmet, tüm yakınlarıyla gelmiş, gelini yani beni de alıp düğün salonuna götürmüştü. Kınamız İslami usullere göre ve İslam'a aykırı olmayan bazı geleneklerimizle geçmişti. Çok güzel ve rüya gibiydi. Ben de hanımlarla birlikte bolca halay çekmiş ve göbek atmıştım. Ahmet'le yalnız kaldığımız her an en güzel anlardı. Onunla sohbet harikaydı. Düğünümüzde olduğumuzu biliyordum fakat böylesine sohbeti güzel bir insanın etkisine kapılmamak mümkün değildi.

Ertesi gün ki düğün ise sabaha alınmıştı. Bunun sebebi umreye gidecek olmamızdı. Düğünden sonra hazırlanacak o kadar çok şey vardı ki.

Beyaz gelinlikle önce aileme veda etmiştim, ki bu vedayı anlatmak dahi istemiyordum. Zira her kızın baba ocağından ayrılırken ne kadar üzüldüğünü, zorlandığını ve acı çektiğini herkes bilir. Bende de durum farklı olmamıştı. Nikah dairesine gidene kadar sürekli ağlamıştım ve Ahmet de sürekli beni teselli etmekle uğraşmıştı. Bu kadar ağlamam şüphesiz annemin yüzündendi. Sanki gelinlikle değil de kefenle evden ayrılıyormuşum gibi ağlaması yemin ediyorum bütün davetlileri ağlatmıştı.

Nikah dairesinde resmi nikahımızın kıyılmasının ardından düğün salonuna geçmiştik. Dün akşamki gibi sabahki merasim de mükemmel geçmişti. Beni en çok mutlu eden şey ise her şeyin, cânım İslam'a uygun olması idi. İslam'a uygun olması demek, Allah'ın memnun olması demekti. Bu yüzden çok mutluydum. Düğünümün iki gününde de namazlar aksatılmadan kılınmış, Kur'an'ı Kerim okunmuş, bol bol dualar edilmiş, hatta ve hatta yeri geldiğinde vaaz bile verilmişti. Bunu sağlayan ise Hasan hocamızdı. Mahallede büyük bir rağbet gördüğü için vaazları da dinleyenler üzerinde büyük bir etki oluşturuyordu.

Bu arada düğünümüze Mukaddes de gelmişti. Ona eğer iyi hissederse mutlaka katılmasını, katılmak istemezse de alınmayacağımı, anlayış göstereceğimi söylemiştim. Elhamdülillah ki gelmişti. Hatta artık eskisi gibiydi. İyileşmiş görünüyordu. Ela Mukaddes'e bir görücü geldiğini, çocuğun Mukaddes'i camide gördüğünü ve ondan çok etkilendiğini söylemişti. Çocuk ailesini de alıp istemeye gitmişti. Mukaddes'le de konuşmuşlar özel olarak. Mukaddes de çok beğenmişti çocuğu. Tam istediği gibi bir eşmiş ama çocuktan biraz zaman istemiş. Çocuk da anlayışla karşılamış ve ne kadar isterse bekleyebileceğini söylemiş. Ela'nın söylediğine göre Mukaddes çocuğa tüm geçmişini ve içindekilerini bir bir anlatmış ve bu yüzden zaman istemiş. Ahmet'i unuttuğuna tam tamına emin olmak ve gelecekte eşi olacaksa çocuğu üzmemek istiyordu. Çocuk Mukaddes'i o kadar çok seviyormuş ki her şeyini anlayışla karşılamış ve her zaman ona destek çıkacağını ifade etmiş. Mukaddes hakkında ki bu gelişmeler beni sevindirmişti. Zira bu gelişmeler gösteriyor ki Mukaddes artık iyileşiyordu ve elhamdülillah ki ilişkimiz eskiye dönüyordu. Çocuğu düğünde görmüştüm. Kendisi bir hafız imiş. Gayet efendi, Mukaddes'e uygun bir eş adayı idi. Rabb'im muvaffak eylesin.

Adem'e gelince, o askere gitmişti. Benimle özel olarak konuşmak istediğini bildiğim için nerede olursam olayım, yalnız kalmamaya çalışmıştım. Zira buna birkaç kere cüret etmeye çalıştı da. Fakat konuşacak hiçbir şeyimizin olmamasından sebep, bir fitne çıkmaması adına onunla konuşmak istememiştim. Elhamdülillah ki başarmıştım. Adem'in rahat durmayacağını biliyordum. Askerden geldikten sonra bir saçmalık çıkarmasından korkuyordum. Rabb'im ona da hayırlısıyla sevip sevilebileceği bir hayat arkadaşı nasip etsin ama benden uzak durması gerekiyordu. Zira benden ona hiçbir şey olmazdı. İnşaAllah bunu anlardı.

Düğünden sonra büyük bir hengame ile herkes evlerine ayrılmıştı. Büyüklerimiz gidip hazırlanmamızı, kalan işleri kendilerinin düzeltebileceğini söylemişlerdi. Biz de Ahmet'le birlikte eve gitmiştik. Zaten bütün her şeyi düzene sokana kadar vakit akşamı bulmuştu. Düğünü yapanlar için maalesef böyle bir zorluk vardı. Düğünden sonra her şeyi eski haline döndürmek gerekiyordu, alacaklılara ücretleri verilmesi, şusu, busu derken vakit gerçekten akşama dayanmıştı. Bu yüzden büyüklerimiz gidip hazırlanmamızı istemişti. Yarın sabahtan uçağımız vardı.

Eve gittiğimizde ikimiz de yorgunluktan ölüyorduk. Evimiz Ahmet'le istediğimiz gibi olmuştu elhamdülillah. Bize ait kütüphanesi, yatak odası, oturma odası, bahçemiz, mutfağımız, banyomuz derken... Her şeyi dinimize ve zevklerimize uygun döşemiştik. Günün sonunda ikimiz de sırayla yorgunluk duşu aldıktan sonra pijamalarımızı giydiğimiz gibi uyumuştuk.

Erken yatmamız gerekiyordu. Neden? Çünkü yarın umreye uçuyoruz...

***

"Her şeyi topladın değil mi? Bir şey unutmadığına eminsin değil mi?"

"Evet Ela. Sabah namazından sonra ikimiz de uyumayıp hazırlanmaya koyulduk zaten. Dün akşam o kadar yorgunduk ki bavulları toplamayı unutmuşuz."

"Bu arada dün akşam nasıl geçti?"

"Ne, nasıl geçti?"

"Ya işte ilk geceniz diyorum, nasıl geçti diyorum?"

"Ela ya sen meraklı bir şeysin. Geçmedi. Çünkü olmadı öyle bir şey."

"Aa neden?"

"Canım arkadaşım hani söylemiştim ya sana? Hastalığım daha bitmedi. Son günlerimdeyim diye. Dinimizin kesin emri var biliyorsun. Hayızlı iken cinsel münasebet haram ya, beni konuşturma şimdi zaten dibine kadar utanıyorum."

"Haaa... Unutmuşum kız. Akıl mı kaldı bende. Hep Tan'cığım yüzünden. Neyse! Ee sen umreye nasıl gideceksin o zaman?"

"Bu sabah namaza kalktığımda gördüm temizlendiğimi. O yüzden gusül alıp öyle namaza durdum."

"Anladım anladım. Çabuk dönün he. Biliyorsun siz dönünce bizim nişanımız yapılacak. Sizi bekliyoruz bir nevi."

Evet, yanlış duymadık. Ela ve Tan, biz umreden döndükten sonra nişanlanıyordu. Büyüklerimiz uzatmadan işin adını koyalım demişlerdi.

"Tamam Ela. Kapatmam gerekiyor. Sonra görüşürüz. Allah'a emanet."

"Tamam. Hadi Allah'a emanet."

Telefonu kapattıktan sonra her yere iyice bakındım, bir şey unuttuk mu diye ama yok, her şey hazırdı. Ahmet duştan çıktıktan sonra çıkacaktık. O çıkana kadar aynanın karşısına geçip saçlarımı taradım. Sabah namazı geciktirmemek için aceleyle duş almış ve saçlarımı tarayamamıştım. Hepsi birbirine karışmıştı.

Saçlarımı taramayı bitirdiğimde aniden belime sarılan kollarla korkmuş ve çığlık atmıştım.

"Ahmet ya! Ödüm koptu."

"Benim Ceylan gözlüm saçlarını mı tararmış?"deyip burnunu saçlarıma daldırdı.

"Ahmet hadi hazırlan. Çıkmamız gerekiyor."deyip kollarından çıkmak istesem de buna engel olmuştu.

"Daha vaktimiz var. Bırak da şu taze bahar gibi kokan saçlarının tadını çıkarayım biraz daha."

Böyle demesiyle resmen şımarıkca gülmüştüm.

"Allah razı olsun Ahmet'im."

"Ecmain de sebebi nedir bu güzel duanın?"

"O kadar yorgun olmana ve düğün gecen olmasına rağmen teheccüde kalktın ve bununla yetinmeyip beni de kaldırdın. Sana sadece sabah namazında eşlik ettim malûm sebeplerden dolayı ama bu davranışına hayran kaldım. Sen Allah'ı hayatının merkezine alıp beni de O'nun rızası için mutlu etmeye çalışıyorsun ya, bu benim için her şey bedel bir sevinç ve mutluluk... Bu yüzden Allah gani gani razı olsun senden."

"Estağfurullah. Ecmain olsun Ceylan'ım. Beni övüp nefsimi şımartma. Her zaman dua et yeter cennetim ve cennetimin sebebi."

"Olur inşaAllah."

Ahmet alnımı öptükten sonra hızlıca hazırlanmaya gitti. Alnıma buseler kondurmasına bayılıyordum. Bu, kendimi özel ve mutlu hissettiriyordu.

Ben de çarşafımı giydikten sonra artık ikimiz de hazırdık. Ahmet bavulları kapının önüne alırken ben de kapıları kilitliyordum. Bitirdiğimde ise Ahmet'im düşünceliydi.

"Evimin direğini bu kadar düşündüren nedir, öğrenebilir miyim?"

Ahmet mütevazı bir şekilde güldü.

"Dedem Ceylan gözlüm dedem... Dedemi hatırladım. Küçüklüğümde her zaman beni sabah namazı vaktinde uyandırır, bir daha da uyumama izin vermezdi. Ben onun sayesinde hiç sabah namazını kaçırmadım elhamdülillah. Eğer Rabb'im bize evlatlar nasip ederse bu evde ilk çocuk eğitimimiz buradan olacak. Sabah namazı imtihanı... Çocuklarımız isterlerse yeni doğmuş olsunlar ama kural nedir?"

"Sabah namazı vaktinde onları uyandıracağız ve seher vaktinin bereketinden onların da yararlanmasını sağlayacağız. Böylece büyüdükçe bu saatlerde kalkmaya alışık olacaklar ve sabah namazı imtihanını Allah'ın izni ve yardımıyla kazanacaklar değil mi?"

Ahmet gülümsedi.

"İşte benim saliha eşim. Allah razı olsun senden."

"Amin, ecmain. Hadi gidelim artık hımm?"deyip elimi uzattım.

"Gidelim..."dedi ve elimi tuttu o da. Bahçeden çıkıp arabaya bavulları yüklerken ikimiz de son bir kez evimize baktık. Ve şüphesiz ikimizin duası da aynıydı. Bu ev, bir İslami ailenin doğup büyümesine şahit olacaktı Allah'ın izniyle...

-Son-

Loading...
0%