@m.yaprak_epli
|
"Bir dakika bekler misiniz lütfen?" Sesini duyunca durmak zorunda kaldım yoksa bu tepkimi yanlış anlayabilirdi. "Efendim? Buyurun?"diye arkamı dönüp belli olmayan hafif bir tebessümde bulundum. "Benim yüzümden gidiyorsunuz değil mi? Bana kızdınız, biliyorum ama inanın ki kötü bir amacım yoktu. Ben sadece-" "Yo yo! Lütfen kendinizi suçlamayın. Sizinle hiçbir alakası yok. Dedim ya, çevirmem gereken bir kitap var. Baktım annemler durmayacak gibi, en iyisi ben ayrılayım dedim." Allah'ım ne olur, bu yarı sayılan yalanımı affet ama sadece kötü şeyler olmasın diye gidiyorum. Sen niyetimi biliyorsun Rabb'im. Ne olur bana darılma. Ahmet inanmak istiyordu ama tereddütteydi. Gerçekten üzülmüş görünüyordu. Bu hareketimin onu bu kadar üzeceğini düşünmezdim. "İnanayım mı?" "Lütfen?" "Tamam. İnanıyorum."deyip gülümsedi. Cidden bana birini anımsatıyordu ama çıkaramıyordum. "Beni yanlış anlayıp kızdınız diye ödüm koptu. İçimi rahatlattınız. Allah razı olsun." Çok fazla konuşmuştuk. Bu caiz değildi. O da bunun farkındaydı ve çok uzatmadı. "Amin, ecmain olsun. İzninizle?"deyince başını salladı. Ben de arkamı döndüğüm gibi tuttuğum nefesimi bıraktım. Çok yalan sayılmasa da yalan söylediğim zamanlarda kan-ter içinde kalıyordum. Aklıma yine Mukaddes geldi. Hem bu yüzden hem de onunla gereğinden fazla konuşmamdan dolayı kötü hissediyordum. Tekrar istiğfar çekip bir İnşirah okudum. Sonra da durağa gidip bir dolmuşa atladığım gibi eve doğru yol aldım. *** Kulaklıklarımı takıp şarkı listemden beni uçuracak bir şarkı seçtim. Uçurduğu dediğim şarkılar genelde kendimi kaptırdığım, sanki gerçekte ben söylüyormuşum gibi eşlik edip sonunda birine yakalanmama sebep olan şarkılardı. Ancak bu müzik dinleme sevdama bir engel değildi. Masama oturup ellerimi gerdim ve bilgisayarımı açtım. Kulaklarımda bir Esma-ül Hüsna ilahisi çalarken bir yandan eşlik ediyor, bir yandan da maillerimi kontrol ediyordum. Ah! İşte buradaydı. Elzem ablanın attığı, hintçeden çevireceğim kitap. Biraz inceledikten sonra hızlı hızlı ingilizceye çevirmeye başladım. Yüksek lisans yaparken danışman hocamız bana tez olarak böyle eski tarihçeyle yazılmış olan hintli bir yazarın kitabını vermişti. Çok zorlanmıştım ama oradan kalma bir göz aşinalığı olduğu için şimdi kitabın eski tarihçesini güzelce çevirebiliyordum. Kitap gerçekten çok eski bir tarihe dayanıyordu. Müslümanların aralarında kopukluk yaşadığı bir dönemi ve farklı coğrafyalara dağılışını, bazı toplulukların müslümanlıklarını farklı yaşamaya başladığını anlatıyordu ve o topluluklardan biri şüphesiz hintlilerdi. Bunu giyim ve yaşam tarzından biliyorduk. Üniversitedeyken üyesi olduğum derneğe konferans vermek için ünlü ve başarılı bir müslüman profesör hoca gelmişti. İslam tarihini anlatmıştı, hem de sağlam kaynaklardan. Oradan emin olabiliyordum kitaptaki bilgilerin az çok doğru olduğuna. Kendimi kitaba o kadar çok kaptırmıştım ki birden tek kulaklığımın çıkarılmasıyla bana bakan Ela'yı fark ettim. "Sonunda! Selamün aleyküm?" "Oh! Ela sen miydin? Aleyküm selam. Hoşgeldin." "Hoş buldum. Biraz daha bağırsam ev yankılanacaktı resmen. Niye o kadar yüksek sesle müzik dinliyorsun ki Ceylan?"deyip bıkkınca yatağa oturdu. Ben de sandalyemi tek ayağımla çevirip ona döndüm. "Yüksek ses hoşuma gidiyor." "Kulaklarını patlatacaksın ama!" "Haklısın ama beni coşturmasına engel olamıyorum."diye gülüp bilgisayarıma geri döndüm. "Aa Ceylan! Bu o dergi mi, hani köşe yazısı yazdığın?"demesiyle etajerin üstündeki dergimi aldığını anladım. Birkaç gün önce sipariş etmiştim. Elhamdülillah ki bu sabah elime ulaşmıştı. Dergi ve gazete okumaya bayılıyordum. "Evet Ela." Ela içini karıştırmaya başlamıştı. "Hangisi senin yazın?" "25. sayfaya bak. En altta, sağ köşede." "Hah buldum." Ela yatağıma yüzüstü uzanmış dergiyi okurken ayaklarını da sallamayı ihmal etmiyordu. Bu arada ben de kitabı çevirmeye devam ederken ilahiyi değiştirmiş ve kulaklık olmadan dinlemeye başlamıştım. Bu ilahi favorilerimdendi. Vefa 44-Allah Yeter. "Yalnız mısın? Buna eşlik etmek çok daha hoşuma gidiyordu ve bana güç de veriyordu. Sözlerin güzelliği muhteşemdi! Son hız eşlik etmeye devam ederken Ela konuşunca duymak için durdum ama dinlemeye devam ettim. "Ceylan?" "Hımm?" "Sence de Ahmet, Mert Yazıcıoğlu'na benzemiyor mu biraz?" "Kim?" "Mert Yazıcıoğlu." "Karagül'deki şu Baran'ı oynayan çocuğu mu diyorsun?" "Evet, baksana?"deyince sandalyemi döndürüp bana uzattığı telefonunun ekranına baktım. İki-üç tane resim göstermişti Ela. "Hakikaten de benziyorlarmış." Bilgisayarıma dönmem beş saniyemi almadı yine. "Değil mi? Ben de geçen gün rastgele diziyi izlerken fark ettim. Acayip benziyorlar. Yani tabi Ahmet daha uzun ve yapılı ama yüzleri inanılmaz benziyor." "O fotoğrafların sende ne işi var kız?" "Ya Gamze'yi bilmiyor musun?" Karagül'e hayran. Daha çok Baran olduğu için hayran. O koymuş telefonuma. Silmeyeyim diye de zorla yemin ettirdi sıpa." Ela'ya gülüp işime devam ettim. "Kardeşlerimizden de sorumluyuz. Onun bu hayranlığını iyiye çevirebilirsin Ela." "Nasıl?" "Artık aklı erdiğine göre şöyle yapabilirsin mesela. Mert Yazıcıoğlu'na bu güzelliği vereni anlatabilirsin. Küçük zihniyle oynayabilirsin biraz. Peygamber Efendimiz (SAV)'in hadisini hatırla! Önce müjdeleyiniz, sonra korkutunuz buyuruyor. Ona anlat. Sonra bak bakalım. Bundan sonra ona mı yoksa onu yaratana mı daha hayran kalacak?" "Çok mantıklı zeka küpüm. Allah razı olsun."diye sırıttı Ela. "Ecmain olsun. Aa sen Ahmet dedin de aklıma geldi. Mukaddes niye gelmedi seninle?" "Camide işleri varmış. Sen ne zamandır yalnızsın evde?" "Aslında sabah annemler çok ısrar etti gelmem için ama dünkü o bitmek bilmeyen alışverişten sonra gözüm korkmadı değil. Hem ev daha güzel ya. Mis, bak? Erkekler işte, hanımlar düğün alışverişinde. Ben de bu arada kitabı çevireyim dedim." "Evet. Bugün annemler de sizinkilerle gitti. Melek teyze ve Hümeyra'yı da gördüm yanlarında. Anlaşılan çok heybetli bir düğün olacak?"deyip güldü Ela. "Aa birde Ceylan? Hümeyra dünkü olayı anlattı bana." "Hangi olayı?" "Ahmet'in seni son anda çocukların ezmesinden kurtarması olayı var ya? Kızım nasıl becerdin, pasajın ortasında öylece dikilmeyi? Orası çok kalabalıktır."deyip yine güldü. Ah! Tamamen unutmuştum ben dünkü olayı. Ela haklı. Gerçekten de çok unutkan biriydim ve anı hafızam çok zayıftı. Unuttuğum için Ahmet'e dünkü gibi olan sert tepkim de kaybolmuştu. Hatta dünü hatırlamaya çalışsam herhalde aklıma bile gelmeyecekti. Çünkü gerçekten unutmuştum ve şimdi de olayı çok fazla hatırlayamıyordum. Hümeyra'nın bunları Ela'ya anlatması hoşuma gitmemişti ama kötü bir niyetinin olmadığını biliyordum. "Yine unuttun değil mi?"dedi Ela bu kadar uzun düşündüğümü görerek. "Ya inan ki elimde değil. Hatırlayamıyorum..."deyip başımı kaşıdım. "Neyse neyse! Önemli değil. Daha dikkatli ol. Valla o uzun bacaklılardan bir daha zor kurtulursun ve bu sefer yanında Ahmet de olmaz." İnşaAllah olmazdı. "Ne? Bir şey mi dedin?" "Yok. Bir şey demedim." Allah'tan sessiz konuşmuştum. Ne kadar içimden konuştuğumu sansam da... Ah şu iç sesler yok mu? İnsanı rezil ediverir hemencecik! Ela bu sefer konuyu dergiden ve benim köşe yazılarımdan açmıştı tekrar. Bu da üniversitedeyken olmuştu. Bir tane hocamız benim yazılarımı okumuş ve çok beğenmişti. Ona ben okutmamıştım. Arkadaşım gizlice hocaya okutmuş, hoca da beni yanına çağırıp bunları köşe yazısı olarak yayınlamak için benden izin almıştı. O gün bugündür onun vesilesiyle anlaşmış olduğum birkaç yayınevinin dergilerinde köşe yazılarım yayımlanıyordu. Ve şaşırtıcı bir şekilde beğeniliyordu. Hocam bana bilimsel ifadeler kullandığım için makale gibi yazdığımı söylemişti ama köşe yazılarım genelde sohbet tarzında olduğu için makale yazmamı istemesini reddetmiştim. Makaleler bilimsel ve ciddi metinlerdi. Eğer bir bilgiyi bile yanlış olarak yazarsam okuyan insanların hakkına girebilirdim. Bu ağır yükü kaldıramazdım. O yüzden deneme tarzında yazmayı daha çok seviyordum. Ela'yla konuşmaya o kadar dalmıştık ki birden kapı açılıp Tan görününce Ela uzanık durduğu için panikleyip yataktan yere düştü. Ben gülmemi elimle bastırıp Ela'ya koşarken Tan "Ceylan bir bakar mısın?"diye hızlıca konuşmuş ve hemen çıkmıştı. "Ceylan gülme ya! Rezil oldum! Hani tektik evde?"dedi Ela ayağa kalkarken. Ben de gülmemi durdurmaya çalışıyordum ama çok komikti. "Özür dilerim Ela... Ben de öyle sanıyordum. Yeni gelmiş olmalı. Ben bir bakayım da geleyim tamam mı?"diye gülüp dışarı çıktım. Ela dudağını büküp sadece başını sallamıştı. Tan hemen kapının önünde duruyordu. Benim güldüğümü görünce "Çok canı acımış mıdır acaba?"dedi kendi kendine. "Yok yok. İyi, merak etme. Bu arada bu saatte evde ne arıyorsun sen?" "Aa evet. Acıkmıştık da o yüzden geldik. Bize bir şeyler hazırlayabilir misin Ceylan?" "Biz derken? Bir arkadaşın falan mı geldi?" "Evet, odamda." "Kim? Sipan mı?" "Yok, o değil. Ahmet geldi." Ne? Ahmet mi? Bildiğimiz Ahmet mi? Müezzin olan Ahmet mi? Ama bir dakika... Bunlar ne ara arkadaş olmuşlardı böyle? -Bölüm sonu- |
0% |