@m.yaprak_epli
|
Siyah bonemi kafamda güzelce yer ettikten sonra yatağımdaki ucunu üçgen haline getirdiğim koyu lacivert, uzun eşarbımı aldım ve başıma yerleştirdim. Önünü toplu iğneyle sabitleştirmeye çalışırken aynadaki yüzümü inceledim. Haliyle aklıma dün akşamki fenaca buladığım unlu yüzüm geldi. Tan ve Ahmet gülmekte çok haklıydılar. Çünkü aynaya bakıp yüzümün o halini görünce ben de çok gülmüştüm ama utancım daha baskın çıkmıştı tabi. Beni o halde görenler sadece Tan ve Ahmet olmamıştı ne yazık ki. Annemler de görmüştü. Hele Fırat abim yok mu? Kahkahalara boğulmuştu. Hayır, onun yüzünden rezil olmuştum. Bir de bana gülüyordu! Akşam akşam poğaça isteyen kimdi acaba!? Eşarbımı bağlamayı bitirdikten sonra aynadan kendimi süzdüm. Koyu lacivert feracem ve eşarbımla çok güzel olmuştum. İnşaAllah İslam'ın kızını temsil edebiliyorumdur. Feracemin eteklerinden tutup sevinçle etrafımda bir tur döndüm. Bunu yapmayı çok seviyordum. Hem de küçüklüğümden beri. Telefonumu ve anahtarlarımı alıp merdivenlerden seke seke aşağıya indim. Annemle bugün evde yalnızdık. Seyhan, Gülhan ablamın yanına gitmişti. Şaşırtıcı bir şekilde geldiğimden beri bana hiç karışmıyordu. Benim bildiğim Seyhan hep bana sataşan ve laf sokan bir abla olmuştu ama şimdi çok sessiz duruyordu. İnşaAllah altından bir şey çıkmazdı. Erkekler işte, hanımlar havanın fazla sıcaklığından dolayı düğün alışverişini bugünlük erteleyip evlerde konaklıyorlardı. Biz de bugün kızlarla planladığımız gibi Ela'larda buluşacaktık. Salona kafamı uzatıp "Anne ben çıkıyoruuum."diye seslendim. Annem şiş örgüsünden başını kaldırdı ve üzerimi süzüp yüzünü buruşturdu. Yine aynı konuşmalar tekrarlanacaktı anlaşılan. Tahmin edebiliyordum bunu. "Ceylan'ım hava çok sıcak. Niye böyle giyinerek kendine işgence ediyorsun be yavrum?" "Anneciğim bak, Tevbe suresi 81. ayette Yüce Allah (C.C) buyuruyor ki: 'De ki Cehennem ateşi daha sıcaktır. Keşke anlayabilselerdi!' Yani bu en hayırlısı. Anla lütfen artık." "Kızım, benim senin iyiliğini istediğimi biliyorsun. Sence de bu din işini biraz fazla abartmıyor musun? Tamam, namazını kıl, orucunu tut. Bir şey demiyoruz ama hoca değilsin, bir şey değilsin! Neden bu kadar takıyorsun bu işlere? Korkmaya başlıyorum." "Anne lütfen böyle şeyler söyleme, yalvarırım! Sen böyle söyledikçe Allah'tan uzaklaşıyorsun, farkında değilsin! Ve ben çok üzülüyorum. Din, yaşam tarzı demektir. Yani hayat din olmadan yürümez zaten. Hayatta din değil, dinde hayat vardır. Bize en güzel din olan İslam'ı seçen Rabb'imiz böyle emrediyorsa sorgulamak bizim ne haddimize? Ancak yaşamak ve yaşatmamız gerekir. Müslümanız haliyle. Hiçbir şey boşuna değil sonuçta değil mi? Lütfen böyle düşünmeyi ve konuşmayı bırak." "Aman neyse kızım. Ne desem dinlemeyeceksin zaten. Söylediklerine de kafam basmıyor benim. Geç kalma. Dikkat et kendine."deyince bıkkınlıkla burnumdan bir nefes verdim. "Tamam anneciğim. Sen de Allah'a emanet ol."diye gidip yanağından öptüm. Anında yüzü güldü. Böyle birbirimize dargınmış gibi çıkmak istemedim evden. "Amin kızım, sen de."diye duasını da alınca gönül rahatlığıyla çıktım evden. Gerçekten hava çok sıcaktı. Ee sonuçta yaz ayındaydık ama alışmıştım artık. Sanki tesettürümün altından Rabb'im sıcaktan koruyor gibiydi. Hâlbuki ilk tesettüre girdiğim zamanlar yazları ne kadar şikayet ederdim sıcaktan, farkında olmadan. Allah'ım Sen o zamanki cahilliğimi affet! Şimdi ise pek sıcak hissetmiyordum. Gerçekten Allah için bir şey yapmak istediğinizde Allah yalnız bırakmıyordu. Sonuna kadar yardım ediyor ve de koruyordu. Yeter ki O'na tüm kalbimizle güvenmeyi bilelim değil mi? Gökyüzüne baka baka Ela'nın evine doğru gitmeye başladım. Aklımda annemle az önceki konuşmalarımız vardı. Düşündükçe üzülmeden edemiyordum ama dua etmekten başka bir çare bulamıyordum şimdilik. Çünkü ne kadar anlatırsam anlatayım, annem kendi bildiğini okuyordu. Hâlbuki bu sadece bilgi eksikliğinden kaynaklanıyordu. Annem bunu anlasaydı pekâlâ çok güzel olurdu. Güneş, saat 9 civarı olmasına rağmen parıl parıl parıldıyor, ayrıyeten birkaç bulut da etrafını sarıp dağılıyordu. Bahçelerin surlarından yola sarkan bazı ağaç dalları rüzgarın etkisiyle hafifçe sallanıyorlardı. Etrafımdaki hiçbir sahneyi kaçırmamaya özen gösteriyordum. Çok özlemiştim çok... "Dikkat edin! Düşeceksiniz..."diye bir ses duymamla kafamı gökyüzünden indirip bir yandan önümde kolunu siper etmiş, bir yandan da fazla büyük olmayan kayayı ayağıyla yolun kenarına itekleyen Ahmet'i gördüm. O anda aklıma Peygamber Efendimiz (SAV)'in bir sözü geldi. "Yoldan insanlara engel olur diye bir taşı kaldırmanız bile sadakadır." buyurmuştur alemlere rahmet olan en güzel insan. Gülümseyerek "Allah razı olsun."diye fısıldadım. Camiye gidiyor olmalıydı. "Ecmain olsun."dedi o da fısıldayarak. "Bu arada Tan'a ne söylediniz de sabah apar topar bana gelip namazı öğretmemi istedi?" Ahmet böyle söyleyince aklım dün akşama gitti. Tan telefonunu Ahmet'te unutmuştu. Dün akşam Tan telefonunu ondan teslim alır almaz salona gidip oyun oynamaya başlamıştı. Ben de yanına oturup sessizce onu izlemeye başlamıştım. Dün akşam iyi ki onunla konuşmuştum bu konuyu. "Tan hatırlıyor musun? Küçükken hep anneme neden Allah'ı göremediğimizi sorup dururduk. Hatta sen benden daha çok merak eder ve araştırırdın." "Hı hı." "Yıllar sonra ben O'nu nasıl göreceğimi öğrendim biliyor musun?" Tan meraklanarak başını kaldırdı. "Öğrendin mi?" "Evet. Namaz ile hem de." "Ceylan ne saçmalıyorsun sen güzelim? Benim bildiğim; Allah ahirette kendini yalnızca müminlere gösterecek ve dolunayda ayı gördüğümüz gibi herkes rahatlıkla görebilecektir O'nu." Bunu bilmesine hem şaşırmış hem de sevinmiştim. "Ben zaten bizzat gözlerimizle göreceğiz demedim ki." Tan daha da meraklanmıştı. "Nasıl yani?" "Rabb'imiz ben yerlere, göklere sığmam ancak mümin kulumun kalbine sığarım demiş Tan. Namaz bunun fiile dönüşmüş halidir. Namazı sadece belli egzersiz hareketi gibi sürekli eğilip kalkmayı mı sanıyorsun sen?" Kafası karışmış görünüyordu. "Namaz Allah'ı zikir için kılınır. Allah sadece namazda en çok hissedilir. Namazın içinde ise en çok secdede hissedilir. Namaz Allah'ın huzurunda durma ahengi yakalamaktır. Namaz kalp işidir. Dünya'yı bırakıp kalbini Allah'a verme ve Efendimiz (SAV) deyimiyle miraca çıkmaktır. Miraç keyfi yaşamaktır. Miraç ise Allah'la baş başa kalmaktır. Namaz bizzat İslam demektir. Namazlı mümin canlı mümindir. Namazını kim korursa namaz da onu korur, hem de tahmin edemeyeceğinden bile çok kötülükten korur. Namazı olanın nuru olur, kurtuluş belgesi olur. Ateşten kurtuluş belgesi olur kardeşim. Söylesene benim cayır cayır ateşte yanmama dayanabilir misin? Ya da öylece seyredebilir misin? Namazın yoksa söylesene Tan, neyin var? Ateşten oluşacak bir günah topluluğundan başka neyin olabilir? Ne olur kardeşim!" Gözlerim dolmuştu. Hatta taşacak durumdaydı. "Bunu kendine yapma. Ben ateşte yanmana dayanamam. Sen de dayanamazsın. Kimse dayanamaz! Bu kadar güzelliği olan bir ibadetin cehennemden kurtuluş belgesini garanti olarak sunuyorum sana. Ne olur namazını bırakma. Kendini bırak ama onu bırakma." Tan düşüncelere dalmıştı. Yüzündeki ifadeden bu belli oluyordu. "Namaz kılanla kılmayan arasındaki fark cennetle cehennem arasındaki fark gibidir. Yani namaz cennettir anlayacağın. Allah için yapabileceğimiz en büyük ibadettir ve Allah'ın en sevdiği ameldir namaz. Tabi ilk vaktinde kılındığı takdirde. Sevdiklerimize namazı anlatmak, alıştırmak Bedir'de cihat etmekle aynıdır. Hz. Bilal ezan okuduğunda hayat dururdu namaz için. Ya bizim? Geleceğimiz namaza bağlı Tan. Namaz dertlerin azaldığı bir ibadettir. İmanın ikiz kardeşi namazdır. Namaz kılmak bizim ihtiyacımızdır, Allah'ın değil! Bunu sakın unutma! Bizim şefaatimiz namazı önemsemeyene değildir! Çünkü namaza gösterdiğimiz değer, Allah'ın bize nasıl değer verdiğini gösterir." "Vay be! Namazın bu kadar yararlı ve önemli olduğunu bilmiyordum. Öyle bir anlattın ki Ceylan'ım, hemen kılasım geldi." "Yani bundan sonra devamlı olarak kılacak mısın? Unutma; taşı oyan suyun kendisi değil, sürekliliğidir. Sabır işidir namaz. Gerçekten bunu üstlenebilecek misin?" "En çok neye takıldım biliyor musun? Senin namazda Allah'ı görebileceğimizi söylediğin kısım çok dikkatimi çekti. Bunun tadını merak ediyorum. Sanırım bunu yapabilirim. Allah'ı görme tutkum hâlâ capcanlı Ceylan..." O böyle deyince ağlayarak boynuna sarılmıştım. "Özür dilerim. Sizi üzecek bir şey mi söyledim?" Ahmet'in buradaki varlığını tamamen unutmuştum. Ağladığımı da... "Hayır, aksine sevinçten ağlıyorum. Sizinle bir ilgisi yok. Buraya geldiğimden beri ailemin namazında ciddi bir azalma olduğunu gördüm. Tan bunun başlıcalarındandı. Dün akşam birazcık duygu sömürüsü yaptım ve ne yalan söyleyeyim? Bu kadar etkileneceğini tahmin etmezdim." "MaşaAllah ona çok güzel şeyler anlatmış olmalısınız." "Nureddin hoca sağ olsun. Onun sohbetlerini dinlemeyi çok seviyorum." "Gerçekten mi? Ben de bayılırım Nureddin hocaya. İnşaAllah bir gün onun gibi olmayı istiyorum." Yere bakıp kalbime baskılanan rahatsızlığı engelleyemedim. Sanki bir güç yanlış bir şey yaptığımı uyarır gibiydi. Burada durmuş resmen sohbet ediyorduk. Bu caiz değildi! Allah'ım sen affet! Tan'a daldım ama Ahmet'i unuttum. Ahmet de aklımı okumuş gibi "Hakkınızı helal edin. Sizi gereğinden fazla oyaladım. Sadece Tan'ın bu ani değişikliği beni çok mutlu etti."dedi gökyüzüne doğru gülümseyerek. Ben bir şey söylememeyi tercih ettim. Sonra baş selamı verip yoluma devam ettim. Solumdaki dükkanı geçtiğim sırada Mukaddes'i gördüm. Ela'lara gidiyordu. O da hemen beni fark etti ve birbirimize el salladık. Ancak birkaç metre ötede önümden geçen iki tane kocaman köpekle korkuyla geri çekildim. Ben köpeklerden çok korkardım. Mukaddes de bunu çok iyi biliyordu ve durumumu görünce gülümseyerek bana doğru gelmeye başladı. Yardım etmeye geliyordu kadim dostum. Sonra arkamdan gelen sesle ben şaşırırken Mukaddes hayalkırıklığıyla olduğu yerde durmuştu. "Ben arkanızdayım, merak etmeyin. Korkmanıza gerek yok." Ahmet'in varlığını unutmuştum yine... -Bölüm sonu- |
0% |