Yeni Üyelik
41.
Bölüm

~ÖZEL BÖLÜM~

@m.yaprak_epli

"Hadi Mihra, anlat artık şu hikayeyi. Meraktan çatlayacağım. Dünden beri bekletiyorsun zaten. Boşuna mı Edebiyat öğrencisiyiz yahu? Hikaye dinleme aşığıyız biz kızım, biliyorsun."

O halden bu hale giren arkadaşıma gülerek baktım bir süre. Edebiyat öğrencisi olduğu için ne kadar gururlu ise benden dinleyeceği hikaye için de bir o kadar sabırsızdı. Gerçi ona hak veriyordum. Ben de onun gibi edebiyat ve hikaye aşığıydım. Yoksa boşuna yazar olmak istemezdim. Bu benim de onun da deli kanında akıyordu adeta. O yüzden zaten birbirimizi bulmuş ve çok iyi arkadaş olmuştuk. Bazen böyle tahlil ve kritikler yapardık hikayeler ve edebiyat üzerine. Ne yalan söyleyeyim, çok da hoşumuza giderdi böyle etkinlikler yapmak.

"Tamam tamam. Anlatacağım şimdi. Yalnız sana şu kadarını söyleyeyim. Hayatımda dinlediğim en güzel ve anlamlı hikayelerden biri bu."

"Böyle konuştukça daha çok sabırsızlanıyorum. Hadi bir an önce başla lütfen. Derse iki saatimiz var. Bu iki saati iyi değerlendirmemiz gerekiyor."

"Başlıyorum, tamam." Besmele çekip anlatmaya başladım. Bu sefer ki hikaye başkaydı. Zira bu hikaye annem ile babama aitti. Lakin bize hikaye fark etmezdi işte. Yeter ki ilgimizi çeksindi.

"Annem ile babam çocukluktan beri birbirlerini severlermiş aslında ama gerek araya giren bazı yanlış anlamalar olsun, gerek mesafeler olsun, onlar kavuşana kadar türlü türlü fakat oldukça zor imtihanlardan geçmelerine sebep olmuş. Bildiğin nefs imtihanı yani. Elhamdülillah ki bütün sorunları halledip evlendikten sonra kendilerine düğün hediyesi niyetine verilen umre ile yola düşmüşler ve bir hafta orada oldukça manevi bir hava geçirmişler. Geri geldiklerinde ise her şey çok güzelmiş. Babamın dedesi ona ev bırakmıştı, orada yaşayacaklardı. Nitekim ilk 6 ay huzurlu geçmiş her şey. Evde, dışarıda her şey yolunda idi. Hem birbirlerine olan görevlerini yapıyor, hem de İslam'a karşı olan görevlerini hiç aksatmadan yürütüyorlarmış. Gel zaman, git zaman annemin küçüklükten beri aşığı olan, daha doğrusu platoniği olan adam askerliğini bitirmiş, geri dönmüş. İsmini söylemeyeyim şimdi, gıybete ve kul hakkına girmeyelim. Zira ona sinirlenip ağzımızdan kötü bir söz çıkabilir. Sonra helallik almak için uğraş! Neyse... Annemin aşığı olan bu platonik ağabey, annem ile babama hiç huzur vermemiş. Annemi gizli gizli takip etmeler, sürekli evlerinin önünden geçmeler, ortak bulundukları yerlerde annemi göz hapsine almalar, daha neler neler... Sırf bu yüzden babam kaç kere kavga etmiş onunla. 'Helalimden uzak dur' demesine rağmen o adam içindeki nefse uyuyormuş maalesef. Neymiş efendim, çok aşıkmış, elinde değilmiş! Annemi saplantı haline getirmiş mübarek. Aslında başta babamla da araları iyiymiş ama annem ile babam evlenince o adam babamdan nefret etmeye başlamış, sevdiğini kendisinden çaldığını düşünmüş ama tabi ki böyle bir şey yok. En sonunda bu başta babamın olmak üzere bizimkilerin canına tak etmiş. Babam dedesinin evini ne kadar çok sevse de mecbur olduğu için tanıdığı, sevdiği bir arkadaşına satmış, herkesle vedalaşıp ayrılmış annem ile birlikte oradan."

"Helal olsun babana. Eli öpülecek adam vallahi. O ismi lazım olmayan adamı da Allah ıslah eylesin. Ee sonra ne olmuş?"

"Amin, ecmain. Bu arada babama ileteceğim bunu."deyip güldüm. "Sonra annem ile babam eş, dosta haber salmış. Anadolu'da İslam'ı gerçekten yaşayan müslümanların çoğunlukta olduğu bir yeri araştırmaya koyulmuşlar. En sonunda babamın üniversiteden arkadaşı babamı aramış, 'burada, bizim mahallede bir boş bir ev var. İslam'ı gerçekten yaşayanların ağırlıkta olduğu bir mahalle' demiş. 'Buyurun, gelin, komşumuz olun' deyince bizimkiler çok sevinmişler. Tüm eşyalarını toplayıp gitmişler oraya. Annem ile babam oraya gittikten sonra ikisinin birikmiş paraları ve ailelerinin verdiği belli meblağlar ile evi satın almışlar. Yerleştikten sonra yüksek lisans, doktora işleri derken evliliklerin birinci yılından sonra ağabeyim Ahlas gelmiş dünyaya. Sonra ablam Hifa. En sonunda da benle Taha. Ağabeyim ile ablam arasında 1-2 yaş var ama benle Taha ikiziz biliyorsun. İkiz olarak annemle babama epey sürpriz olmuşuz anlayacağın. Annemle babam hep anlatırdı. Doğduğumuzdan beri bizi kendileri ile birlikte sabah ezanı okundu mu kaldırırlardı ki ileride hiçbir sabah namazını kaçırmayalım diye bir alışkanlık oluşsun. Ki elhamdülillah da öyle oldu. Ben ne benim ne de kardeşlerimin bir kere bile sabah namazını kaçırdığını görmedim. Allah annem ile babamdan razı olsun. Bizi hep Efendimiz (SAV)'in, sahabe efendilerimizin ve nice İslam'da ün kazanmış şahsiyetin masalları ile, hikayeleri ile uyuttular. Ta hamilelikten beri annem vücudumuza halel gelmesin diye somut, soyut haram yemekten kaçınmış ki İslam ahlakı ve terbiyesi ile bütünleşelim. Aynı şekilde bize hamileyken sürekli Kur'an dinletirmiş. Hatta annem ne zaman Kur'an dinletse Ahlas ağabeyim tekme atarmış. Biz prenseslerle, krallarla değil, padişahlarla, şehzadelerle büyüdük. Zira ecdadımız böyleydi, saltanatı böyleydi. Annem bize baş örtüsünü kadın sultanların pelerine benzeterek sevdirdi ki çocuk aklı işte çok hoşumuza giderdi. Çocuk olduğumuz halde o aklımızı dikkate alarak sevdirdiler bize İslam'ı annemle babam. Ağabeyim ile Taha ise takke ve cüppeleri ile kendilerini hep şehzade gibi hissederlerdi ki şehzadelerin giyiniş şekli de böyle biliyorsun. Oyuncaklarımız bile bizi eğitmek için seçilen şeyler oldu. Canımız abur cubur çektiğinde bile annemle babam paketli yiyeceklere ne kadar karşı olsalar da haram şüphesi olan bir şeyi yemeyelim diye bize helal marketten şeker, çikolata alırdı. Evdeki tüm gıda ve eşyalar tümüyle helal sertifikalı idi. Bunlar hep İslami bir kimlik oluşsun diyeydi, fıtratı temiz çocuklar olarak büyüyelim diye. Oyuncaklardan tut kıyafetlerimize, çizgi filminden eğitimimize kadar her şey İslami bir kişilik oluşsun diye onlar tarafından ayarlandı. Bizim evimiz iki katlıydı, tam beş odalı. Bir oda daha var ama biraz daha küçük ki biz onu mescit olarak kullanırdık. Sade ve küçük olduğu için. Cemaat halinde namazlarımızı orada kılardık. Diğer odaların biri annemle babamın, biri benle Hifa ablamın, biri Taha ile ağabeyimindi Dördüncü oda ise evin kütüphanesi idi. Biz evde her ayımızı Ramazan ayı yaşar gibi yaşadık. Onun da detaylarını anlatacağım şimdi. Alt katta kalan odayı da annem şark köşesi ile süsleyip bir sinema salonu haline getirmişti. Ailecek orada haftanın birkaç günü ne güzel filmler izlediğimi bilirim. Çünkü evimizde TV kullanmaktan kaçınırdık. Kısacası TV'nin seçtiklerini değil, kendi seçtiklerimizi izlerdik. Ne güzel günlerdi... Mesela hepimizin odasında birer banyo vardı."

"Vay be! Peki eğitim? Eğitim kısmını çok merak ediyorum Mihra. Onu da anlatır mısın?"

"Tabi ki. Biz dört kardeş olarak hiçbirimiz okula gitmedik mesela."

"Ciddi misin!?"

"Tabi ki. Hepimiz ilk, ortaokulu ve liseyi dışarıdan bitirdik."

"Neden peki? Annenle baban böyle bir karar aldığına göre mantıklı bir sebepleri var demek ki. Ama dışarıdan okudunuz ise o kadar boş zamanda ne yaptınız, hep evde mi kaldınız?"

"Hayır canım tabi ki. Batı'lının bize verdiği eğitim sisteminden doğru düzgün İslami bir kimliğin oluşması elbette beklenemezdi. Annemle babam bunu bildiği için böyle bir şeyi yaptı. Hem karma eğitimlerin zararlarını da günümüzde görüyoruz şu an. Gençler okula artık okumak için gelmiyor. Kızlar erkeklere güzel görünmek, erkekler de kız tavlamak için geliyor. Haksız mıyım? Çoğunluk maalesef böyle. Herkesi kastederek suizanda da bulunmak istemiyorum açıkçası. Biz dışarıdan okurken tabi ki evde boş kalmadık. Annemle babam hepimizi tek tek medreseye verdi. Öyle bir medrese ki tamamıyla Osmanlı'dan kalma bir eğitim sistemi ile harmanlanmıştı. Arapça dersleri, tefsir, hadis, kelam, fıkıh, Kur'an ve daha bir sürü ders... Tabi biz 6-7 yaşlarında medreseye gitmeye başladık. Öncesinde gerek evden, gerek camiden Kur'an dersleri alıyorduk zaten. Medrese bitiminde Allah'a şükür hepimiz birer hafız olduk. Açıktan okuduğumuz tüm derslerden de en iyi notları alarak mezun olduk. Hafta içi medreseye giderken hafta sonları da kurslara gidiyorduk. Ağabeyim ve Taha ata binme, ok atma gibi hususi kurslara giderken ben ve Hifa ablam da dikiş-nakış, aşçılık kurslarına gidiyorduk. Ortak olarak ise bilgisayar, resim, yüzme, dil kursları, Ebru sanatı gibi zanaatlar öğreniyorduk. Tabi bu süreçlerde gerek öğretmenlerimizin gerekse annem ve babamın gözetim ve kontrolü altındaydık. Sadece biz dört kardeş değil, mahalledeki bütün çocukların eğitimi böyleydi. Müslüman aileler birlik içinde hareket ediyordu. Gerçekten istersen Cenab-ı Allah bu ahir zamanda bile sana sahabe iklimi yaşatabiliyordu. Annem ile babam oradaki üniversitelerde eğitim görevlisiydi aynı zamanda. Hem de birçok İslami kurum ve kuruluşlarda görev yapıp insanlara İslam'ı tebliğ ediyorlardı. Bu kadar yoğun olmalarına rağmen bizi hiç başı boş bırakmadılar. Sevgilerini eksik vermediler, eğitimlerimizle yakından ilgilendiler. Tabi bu süreçte orta halli para kazanan babamın işleri iyi gidince durumumuz gittikçe iyileşmiş. Akrabalar falan babamlara 'Bu kadar zengin oldunuz, neden böyle derme çatma bir evde yaşıyorsunuz?'diye sorduklarında hiç unutmam, babam şöyle derdi. 'Mülk Allah'ındır. Verdiği gibi geri almasını da bilir. Bu ev ve içindekiler bizim ihtiyacımız kadardır. İhtiyaç dışı olan her şey ise israftır. Allah israf edenleri sevmez.' Ne kadar asilce değil mi? Babam sırf ihtiyacımız olduğu için araba da almak zorunda kalmıştı. Ee en nihayetinde kalabalık bir aileydik, en önemlisi İslami açıdan rahat edelim diye araba iyi olmuştu. Bu arada annem dil bilimci, babam hem ilahiyatçı hem de bilim adamı. Fizikle çok yakından ilgilenir. Zaten böyle zengin oldu. Zengin oldukça infak etti, infak ettikçe malı arttı. Ağabeyim Ahlas da babamdan etkilenip aynı şeyleri okudu zaten, de ona birazdan geleceğim, daha sırası var. Yazları annemle babam bizi yurtdışı seyahatlerine çıkarırdı. Bu kulağa çok değişik gelse de annemler küçüklükten görüp kültür zenginliği açısından bizi hiçbir imkandan geri bırakmadılar. Mekke, Medine, Kudüs ve daha ne yerler... Maddi durumumuz da yerinde olduğu için İslami bir kimlik adına hiçbir zahmetten kaçınmadılar. Zira zahmette rahmet vardır. Neyse, ev içine dönecek olursak evimizin arka bahçesi genişken ön bahçesi kısadır. Bu da rahat etmek için mesela. Bahçe duvarları babam tarafından itinayla yüksekçe örüldü. Güzel, geniş ve ağaçlık bir bahçemiz oldu elhamdülillah. Ailemiz büyük olduğu için birçok etkinliğe ev sahipliği yaptı o bahçe. Mangallar, semaver çayları ve nice etkinlikler. Böyle etkinliklerde eş, dost da çağrılırdı elbette. Biz dört kardeşin de üniversiteye kadar telefonu olmadı biliyor musun?"

"Aa gerçekten mi, neden peki?"

"İhtiyacımız yoktu ki. Üniversiteye kadar hepimiz açıktan okuyorduk zaten. Annemle babam bizi kitap aşığı olarak yetiştirdiği için ve en önemlisi çevremizdeki hiçbir çocukta telefon vb cihaz olmadığı için özenme durumu da gelişmiyordu. Annemle babam bu yüzden müslüman ağırlıklı bir mahalle arayıp durmuşlar. Eğer çevre bozuksa bizde de bozulmalar olurdu mutlaka. Zira herkes birbirine özeniyor bu devirde. Evimiz hem camiye de çok yakındı. Sabah akşam ezan sesleri eksik olmazdı hamdolsun ki. Biz sabahları medreseye giderken annemle babam işlerine giderdi. Biz çocuklar gelmeden önce ikisi bizden önce gelip yemekleri hazırlar, akşam ezanından önce yemekler yenirdi. Akşamdan sonra ağır şeyler yedirmezlerdi bize. Hem sağlık açısından hem de rahat uyku çekelim diye. Mesela evimizde zeytinyağı, sirke, zeytin, tahin gibi ürünler eksik olmazdı. Annemle babam bunların hep hücreleri onardığını söylerdi. Yaşımız büyüdükçe gördük ki evde hiçbir zaman paketli bir yiyecek yiyilmezdi. Annemle babam bizzat kendi elleriyle kahvaltı, öğle yemeği ve akşam yemeklerini hazırlarlardı bize. Onlar sadece iki öğün beslenirken biz çocukların gelişimi için üç öğün ile beslendiriyorlardı. Büyüdükçe bizim de yemek öğünümüz ikiye düştü zaten. Kütüphane anılarımızı hiç unutmam. Akşam yemeği ve namazından sonra herkes kütüphaneye geçerdi. Annemle babam bizimle birlikte ders yapardı. Sabah namazından sonra güneş doğana kadar Kur'an mukabelesi yaparız zaten o ayrı. Böylece her ay ailecek hatim yapmış oluyoruz. Ki hâlâ da öyle. Akşamları da derslere devam ederdik. Ablam Hifa ile bize çok güzel çam demleyip getirirdi. Annemle babam öğretmen, biz öğrenci. Önce dersler, sonra soru cevaplar. Medreseden verilen ödevleri, okulun sınavlarını, ÖSYM sınavlarını hep anne ve babamın bizi çalıştırmasıyla kazanırdık. Hem de birincilik ile. Hafta sonları akşamlarında ise film günleri yapardık. Küçükken eğitici animasyonlardan büyüdükçe eğitici gerçek filmlere geçtik. Yeri geldi ailecek oyunlar bile oynadığımız oldu. Dedim ya annemle babam bizi asla yalnız bırakmadı, hiçbir şeyden mahrum etmediler. Özellikle sevgilerinden. Daha sonra Ahlas ağabeyim yurtdışında İslami bir üniversite kazandı. Mısır'daki El-Ezher üniversitesinde İslami ilimleri ve bilim tarihini çift ana dal yaparak okudu. Dünyadaki en prestijli İslami üniversite. İki sene sonra ablam da orayı kazandı. O da ağabeyim gibi İslami ilimler ile birlikte tıp fakültesini çift ana dal yaparak okudu. Onlar gittikten sonra ev çok boş kalsa da birlikte olmaları içimize huzur veriyordu. Ağabeyim ile ablamın hayali idi o üniversiteyi okumak. Onlar evden ayrıldıktan bir sene sonra İstanbul üniversitesinden annemle babama teklif geldi. Üniversitelerinde doçent doktor olarak görev yapmalarını istiyorlardı ve biz İstanbul'a taşındık, fatih semtine. O sene ben ve Taha da üniversite sınavını kazandık. Bilerek İstanbul üniversitesine tercih verdik ikimiz de, Edebiyat fakültesine. Ben Edebiyat bölümünü, o Tarih bölümünü seçti. Ki ikimiz de küçüklüğümüzden beri bu iki bölüme aşıktık. Ben küçüklüğümden beri yazar olmak isterken Taha Tarih'e çok ilgiliydi. Birinci sınıf olmasına rağmen medresede verilen tarih eğitimi artı anne babamın verdiği eğitim ile zaten tarih ile donanmıştı. Amacı üniversiteyi de okuyup Dünya tarihine yolculuk etmekti. Seyahat, yazı fark etmez, yeter ki Tarih olsun."

"Peki siz neden yurtdışında ağabeyiniz ve ablanızın yanında okumak istemediniz?"

"Benim yüzümden."

"Nasıl yani?"

"Ben küçüklükten beri bedensel ve psikolojik olarak çok rahatsızlık geçirdim. Yani hayatımızın güzel yerlerini anlatsam da ailecek çok zor imtihanlardan da geçtik. Annem ile ablam çarşaflı ama ben astım hastası olduğum için takamıyorum. Hâlbuki en büyük hayallerimden biri çarşaf giymek ama ilk giymeye çalıştığımda taktığım peçe ile solunumsal olarak bir fobi gelişti. Ağzımın üstü örtülü olduğu için psikolojikmen nefes alamıyormuş gibi hissediyor ve astıma tutuluyordum. İlk peçe taktığımda kendimi hastanede bulmuştum zaten. Bu da benim imtihanım işte. Psikolojik olarak sadece bu fobi değil, birçok fobi gelişti bende. Mesela annem ve babam olmadan yurtdışına çıkmak istemiyorum. Çünkü kendimi güvende hissetmiyorum. Bu da bende bir panik atak oluşturuyor. Taha da bu rahatsızlıklarımdan dolayı küçüklüğümden beri üzerime çok düşerdi. Kimse beni üzmesin diye biraz korumacı ve asabi büyüdü. O yüzden sert bir kişiliğe büründü. Yani biraz da benim yüzünden. İstese de o da yurtdışından üniversite kazanırdı ama benim için kaldı canım kardeşim. Annem ile babam yurtdışındaki üniversitelerden de epey teklif almıştı öğretim görevlisi olarak ama çevre müslüman ağırlıklı olmayınca kabul etmemişlerdi. Ama babam yurtdışına çıkmayı düşünmüyor değil. Ablam ile ağabeyim okullarını bitirdikten sonra İstanbul üniversitesinde yüksek lisans ve doktoraya başvurdular. Ağabeyim yüksek lisansını Mısır'da bitirdikten sonra İstanbul üniversitesinde Bilim tarihi üzerine doktora yapmaya başladı. Okul bittikten sonra direkt askere gittiği için doktorası gecikmişti. Daha evlenmedi, çünkü gönlüne göre birini arıyor. Görsen tıpkı babamın gençliği gibi. O kadar yakışıklı ki kızlar etrafında pervane. Ama ağabeyim gerçekten saliha bir eş istiyor. Her zaman 'eşim, annem gibi olsun inşaAllah' derdi. Ben de eşimin babama benzemesini isterim. Ablam nişanlı ve şu an İstanbul üniversitesinde yüksek lisans yapıyor. Nişanlısı bizim aile dostlarından birinin oğlu. Küçüklükten beri birbirlerini seviyorlardı. O da doktor zaten. Ablam eğitimini tamamladıktan sonra evlenecekler ve bir klinik açıp birlikte çalışmak istiyorlar."

"Peki Taha? Onun gönlünde kimse yok mu?"

"Sen ona aşıksın diyorum ama bana inanmıyorsun. Bak, hep onu soruyorsun. Ben ondan bahsedince bile gülümsüyorsun İdil."

"Ya ne alakası var Mihra? Sen de zorla bizi ayarlamaya çalışıyorsun, gözümden kaçmıyor he!"demesine rağmen yanakları kızarmıştı.

"Dedi elma yanaklı kız."diye sırıttım. Hemen ellerini yanaklarına bastırdı.

"Hava çok sıcak bir kere. Sen bırak elma yanaklarımı da boşuna uğraşma. Taha bana kardeş gözüyle bakıyor."

"He kardeş gözüyle bakmasa aşkını itiraf edeceksin yani öyle mi?"

"Mihra olayı çarpıtma. Hem bak, kendi ağzınla söyledin. Taha bana kardeş gözüyle bakıyor işte."

"Yoo. Ben sadece öylesine bir soru sordum canım arkadaşım."

"Af boşver şimdi bu konuları da iki saat ne çabuk geçmiş, baksana? Derse on dakika kalmış. Hadi sınıfa gidelim."

"Gidelim bakalım. Da nereye kadar kaçacaksın bakalım. Kaçanı kovalarlar biliyorsun..."

***

"Bak Mihra, eğer bir daha gülersen çok kötü bozuşacağız ona göre!"dedi Taha evden içeriye girdiğimizde. Fakat o sinirlendikçe benim gülesim geliyordu. O yüzden ağzımı elimle örtmek zorunda kaldım.

"Selamün aleyküm ve rahmetullahi ve bereketuhu çocuklar, hoşgeldiniz. Neye gülmemesi gerekiyor Mihra'nın bakalım?"

Annem bizi karşılamaya gelmişti. Selamını alıp öyle konuştuk.

"Ve aleyküm selam ve rahmetullahi ve bereketuhu anneciğim, hoşbulduk. Sorma, bugün okulda komik bir yanlış anlaşılma çözüldü de."dedim Taha'ya bir bakış atarak. Taha daha da gerildi.

"Neymiş o?"diye sordu salona geçerken.

"Taha İdil'in süt kardeşini onun sevgilisi sanıyormuş."

"Mihra kes şunu artık!"

"Ne var ya! Ben de bunca zamandır bu çocuk kıza niye böyle kötü davranıyor diyordum."

"Ya kızım nereden bileyim ben o çocuğun İdil'in süt kardeşi olduğunu. Söylediğiniz mi var?"

"Yani kıskandığın için kıza sert davranıyordun öyle mi?"

"Ne alakası var, ben öyle bir şey mi dedim? Hem o beni kardeşi olarak görüyor tamam mı?"

"Hı hı ben de yedim."

"Mihra!"

Annem gelip kolunu omuzuma attı.

"Biliyor musun kızım? Tan dayın ve Ela yengen de böyleydi. Gizlice birbirlerini severlerdi ama bunu asla kabul etmezlerdi. Sonunda aralarını yapmak bana kalmıştı. Biraz risk ve zorlukla bir araya getirdim onları. Anlaşılan o ki Taha ve İdil'in arasını yapmak da sana düşüyor."dedi gülerek.

"Anne sen yapma bari ya! Yok öyle bir şey. Hem İdil bana öyle bir gözle bile bakmazken ben nasıl ona karşı bir şeyler hissedebilirim?"

"He sana farklı bir gözle baksa sen de ona karşı bir şeyler hissedersin yani öyle mi?"

"Anne şu kızın elimde kalacak bak?"

"Sana hak veriyorum Taha. Okulda da kimse benimle münazara yapmaya yanaşmıyor. Çünkü hep haklı önermeler yapıyorum."diye övünmüş gibi yaparken ki öyle bir şey yoktu, sadece Taha'yı sinirlendirmek hoşuma gidiyordu. Annem de gülerek Taha'nın yanına oturdu ve yanaklarını sıktı.

"Benim tatlı ama asabi oğlum. Kız kardeşin sana sadece takılıyor. Seni çok sevdiğinden, biliyorsun bunu."

"İdil ile beni yakıştırmayı bıraksın o zaman. Çünkü öyle bir şey yok. Sinirlerimi bozmasın. Ve Mihra! Sakın bu konuda da dua etme, seni uyarıyorum."dedi ve annemin yanağından öpüp yukarıya çıktı. O gittikten sonra annemle birbirimize bakıp gülüştük. Daha sonra gidip anneme sarıldım. Öyle iyi geliyordu ki.

"Bunalmış gibisin Mihra'm?"diye başımı okşadı.

"Gidip biraz Kur'an okusam iyi olacak. Başka türlü içim açılmıyor."

"Çok güzel fikir. Al Kur'an'ını, gel mutfağa, yanımda oku. Ben de yemek yapacağım, içim açılır. İşlerimize bereket gelir."

Bunu annemle küçüklüğümden beri yapardık. O akşam yemeğini hazırlarken ben de sesli bir şekilde Kur'an okurdum. Bu ikimize de çok iyi gelirdi şüphesiz.

"Tamam anneciğim. Üstümü değiştirip geliyorum."deyip ben de diğer yanağından öptüm. O da alnımı öptü.

"Mihra'm benim, canım kızım..."

Annem mutfağa geçerken ben de odada hızlıca üzerimi değişip Kur'an'ımla birlikte inmiştim aşağıya geri. İndiğimde ablamın gelmiş olduğunu, mutfakta annemle sohbet ettiğini gördüm. Kapıda durup onları dinledim bir süre.

"Biliyor musun anne bugün yine bir kız örtündü. Ben uzun zamandır dikkatini çok çekiyormuşum okulda ama içinde şüpheleri varmış. Gelip yanıma sordu, ben de hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde onunla sohbet ettim. İkna olduğunu söyleyince de gidip ona tesettür kıyafetleri aldık."

Ablamın mutluluğuna diyecek yoktu. Bu kaçıncı vesilesi olmasına rağmen her biri için sanki ilk defa vesile olmuş gibi ayrı mutlu oluyordu.

"Benim güzel kızım, Allah senden razı olsun. Bilsen yine ne mutlu oldum. Çocuklarımdan ayrı ayrı böyle güzel haberler duydukça her gün her saat şükretmek istiyorum secdeye kapanarak." Annemin gözü dolu doluydu. Ablamın alnını öpüp sıkıca sarıldı. "Rabb'im seni nice hidayetlere vesile kılsın, tüm kötülüklerden muhafaza eylesin. Amin, ecmain."

"Sen ve babam olmasaydı, kardeşlerim olmasaydı ben bu cesareti ve gücü nereden bulabilirdim ki anneciğim? Rabb'im her daim yanımda olmanızı nasip etsin, sizleri bana bağışlasın. Sizler benim en büyük hazinemsiniz. Öyle bir hazine ki her bir altın İslam'ın bir parçası. İşte sizler bana böyle bir hazine kazandırdınız."diyen ablam kapıda beni fark etti.

"Mihra? Ablacığım gelsene." Elimdeki Kur'an-ı Kerim'i gördü. "Aa Kur'an mı okuyacaksın? Hemen üstümü değiştirip geliyorum ben de. Mihra'nın okuyuşunu dinlemeye bayılıyorum."diye gelip başımdan öptü ve hızlıca yukarıya çıktı.

"Anne Taha uyuyakalmış, üstüne de bir şey örtmemiş. Benim örtmeme de izin vermiyor."diye seslendi yukarıdan ablam sonra.

"Abla hava çok sıcak, örtü istemiyorum. Hem uyumuyordum, Kur'an okurken içim geçmiş sadece."diye Taha'nın söylendiğini duyan annem "Bu çocuk beni öldürecek. En sonunda üşütüp hastalanacak, olan benim anne yüreğime olacak!"diye kızarak ablamın peşinden yukarıya çıktı. Ben mutfak masasına oturup onları beklerken bir yandan da yukarıdan gelen sesleri dinliyordum. Bayılıyordum aileme.

"Oğlum üstün zaten ipincecik, üşüttün mü yatak döşek hastalanıyorsun. Bilmiyor musun?"

"Ama anne-"

"İtiraz istemiyorum Taha. Hemen o çoraplarını giyiyorsun. Tişörtünün üstüne de hırkanı geçiriyorsun. Benim biricik oğlum annesinin sözünü dinlememezlik etmez değil mi?"

Annem hemen yumuşayıp Taha'yı küçüklüğümüzden beri öperek sakinleştiriyordu. Şimdi de aynısını yapmıştı ne kadar göremesem de.

"Peki anneciğim. Sen istiyorsan giyerim."

"Hem kerahat vaktindeyiz artık, uyuma ablacığım."diye ablamın sesi geldi. Anlaşılan üstünü değiştirmişti.

"Yorulmuşum bugün, ondan uyuyakaldım herhalde. Bir duş alsam iyi olacak."

"İyi olur oğlum."

Onun bugünkü hallerini düşündükçe gülesim geliyordu. Nasıl da İdil'i kıskanmıştı ama? Kabul etmiyordu ama her şey ortadaydı.

Biraz sonra annem ve ablam inmiş, beraber akşam yemeğini hazırlarken ben de Kur'an okumuştum. Kur'an okuduktan sonra onlara yardım ettim ve kısa sürede bitirip sofrayı hazırlamıştık bile. O anda da kapı zili öttü.

"Ahmet ile Ahlas geldi herhalde."diye koşa koşa kapıya gitti annem. Babamı hep o karşılardı zaten. Hâlâ bile birbirlerine o kadar aşıklardı ki, onlara bakıp iç geçiriyordum hep. Sadece ben değil, dört kardeş olarak onların birbirlerine olan aşkından çok etkilenir ve onlar gibi eşler hayal ederdik.

Biraz sonra Ahlas ağabeyim annemi kucağına almış, öyle salona gelmişti.

"Oğlum her seferinde niye yapıyorsun ki şunu? Beline bir şey olacak diye korkuyorum."dedi annem ağabeyimin kucağından inerken. Ağabeyim onu koltuğunun altına alarak yanağından uzun uzun öptü.

"Sen beni dokuz ay karnında taşımışsın, ben seni her gün kucağımda taşıyorum çok mu?"deyince gülüştüler.

"Karımdan uzak dur haylaz herif. Yakarım çıranı."diye annemi kolundan tuttuğu gibi kendisine çeken babam hemen elini annemin beline sarmıştı sahiplenmek istercesine. Bununla bir dizi izler gibi dibim düşmüştü. Babam kadar romantik bir adamı tanımıyordum.

"Ceylan gözlüm, çok özledim seni."deyip annemin alnından öptü.

"Ahmet, çocukların yanında yapmasana, çok ayıp." Güzel annemin yanakları kızarmıştı. Allah'ım yiyeceğim bunları ama...

Annem hızlıca mutfağa kaçınca babam da beni ve ablamı başımızdan öptükten sonra peşinden gitmişti.

"Babam neden Taha'yı değil de her seferinde annemi benden kıskanıyor?"diye yalandan sitem etti ağabeyim ve o da babam gibi beni ve ablamı başımızdan öptü. "Taha nerede bu arada? Yemekten sonra beylerle maça gidecektik, unuttu mu yoksa?"

"Birincisi ağabeyciğim, babamın gençliğine benzediğin, çok yakışıklı olduğun için ve de Taha'dan daha büyük olduğun için seni daha çok kıskanıyor. İkincisi Taha, yukarıda odasında. Birazdan iner aşağıya."deyince ağabeyim gülerek yanaklarımı sıktı.

"Bak sen, demek çok yakışıklıyım he küçük hanım?"

"Evet. O yüzden sakın evlenme, ben yenge falan çekemem. Kıskanç bir kız kardeşim, ona göre."dedikten sonra kahkaha attı ve kolunu omuzuma attı ağabeyim.

"Abla sen de o nişanı boz. Kimse bu evden ve benden ayrılamaz."

"Mihra'ya katılıyorum."dedi ağabeyim.

"Ben de."diye aşağıya indi Taha.

Hepimiz de böyleydik işte, özellikle ailemizden kimseyi kimseye kaptırmak istemiyorduk. Bu yüzden de hepimiz birbirimizi kıskanırdık.

"Çocuklar yapmayın ama. Hep evde mi kalacağım? Benim de yuva kurup hayırlı evlatlar yetiştirmem daha doğru olmaz mı?"dedi ablam kolunu Taha'nın omuzuna atarak. Taha ondan o kadar uzundu ki ablam vazgeçip beline sarıldı.

"Yanlış anlama ablacığım. Eniştemizi sevmediğimizden değil ama seni kimseyle paylaşmak istemiyoruz."

"Siz beni bırakın da şu çifte kumrulara bakın."diye gülerek mutfağı işaret eden ablamla önce ben, sonra Taha, ablam ve ağabeyim sırayla kafamızı mutfak kapısında uzatıp annemle babamı kesmeye başladık. Onların romantik hallerine alışmıştık ama bir dizi izler gibi her seferinde ve küçüklüğümüzden beri onları gizlice izler dururduk dört kardeş birlikte. Ne yapalım, çok tatlılardı ve içimiz eriyordu onların aşkına.

Annem yemekleri kontrol ediyormuş gibi babamdan kaçıyor, babam da gülerek yolunu kesmeye çalışıyordu. En sonunda dayanamayan babam, annemi kolundan tutup tezgaha yasladı ve alnını alnına dayadı.

"Ahmet ne yapıyorsun? Şimdi çocuklar görecek."

"Görürlerse görsünler. Böylece Ahlas ve Taha karımdan uzak dururlar bundan sonra. Her an dibindeler."deyince dört kardeş gülüştük gizlice.

"Ahmet onlar bizim oğullarımız." Annem de gülmüştü.

"Biliyorum ama onların sana olan ilgisi bile beni kıskandırmaya yetiyor. Ben seni hiçbir erkekle paylaşmak istemiyorum Ceylan gözlüm."deyip yanağından uzun uzun öpünce annem de gözlerini kapatmıştı. Bu büyülü an benim dibimin gerçekten düşmesiyle bozulmuştu. Annemle babamı izlerken kendimi o kadar kaptırmıştım ki fark etmeden kendimi bir anda yerde buldum. Tabi benden çıkan gürültü ile kardeşlerim oradan kaçarken annemle babam bana dönmüştü.

"Mihra iyi misin anneciğim?"diye yanıma gelen annem ile hemen ayağa kalkmıştım.

"İyiyim iyiyim. Sadece yardıma ihtiyacınız var mı diye bakmaya gelmiştim ama babam sana o kadar destek oluyor ki bize gerek kalmamış."diye gülerken annem kıpkırmızı olmuştu. "Mihraaa, seni yaramaz!"

Ben kaçarken babam annemin beline sarılıp gülmeye başlamıştı.

"Ahmet beni bırak da yemekleri servis edeyim."

"Karımla bir baş başa bırakmıyorlar arkadaş!"diyen babam da anneme yardım etmeye, peşinden gitmişti.

Biraz sonra hepimiz de oturmuş, akşam yemeğini yemeye başlamıştık. Ağabeyim gelirken iyiydi de şu an çok dalgın görünüyordu. Bu halini benden başka annem de fark etmişti.

"Oğlum Ahlas, bir sorun mu var? Neden yemiyorsun yemeğini?"

"Sorma anne ya. Bugün olanları hatırlayınca iştahım kaçtı."

"Ne oldu oğlum, kötü bir şey mi var?"diye elini ağabeyimin omuzuna koydu babam.

"Yok baba, öyle bir şey değil ama."

"Ne oldu oğlum, söylesene. Birlikte bir çözüm buluruz mutlaka."

"Bugün okulda hocalarla birlikte benim tezim üzerine tahlil yapıyorduk da bitirdikten sonra kantine gittim bir su almak için. O kız gelip üzerime düştü."

"Hangi kız, şu sana takıntılı olan kız mı Ahlas?"diye sordu ablam.

"Evet, bir de ağlayıp duruyor yanlışlıkla oldu diye. Çok sinirim bozuldu. Kalbini kırmamak için oradan hemen ayrıldım. Arkadaşlarının kendisini ittiğini söyleyip duruyordu."

"Yalan söylediğini mi düşünüyorsun oğlum?"

"Bilmiyorum anne ama sadece çok sinirlendim. Şeytana uyup yanlış bir şey yapmamak için terk ettim ya orayı."

"İyi yapmışsın oğlum. Kızın amacı ne olursa olsun sen en doğrusunu yapmışsın."dedi babam ağabeyimin omzunu sıkarak.

"Ama baba bu kaçıncı? Ne yapacağım ben bu kızla? Ne kadar uzak durursam durayım hep dibimde bitiyor. Görmüyor mu ne kadar rahatsız olduğumu? Bunu açık bir dille ona defalarca söyledim ama dinlemek şöyle dursun, sayesinde çevredeki herkes onun bana olan bu saçma takıntısı duymuş. Dedikodular almış başını gidiyor. Onun yüzünden gelecekteki eşimle aramın bozulmasından korkuyorum."

"Haklısın oğlum ama Allah büyüktür. Bir çözüm bulacağız inşaAllah. Bitirme tezin arada olmasaydı önemi yok derdim ama doktora yapmayı çok istiyordun."

"Benle Hifa ablam mı konuşsak bir de kızla?"diye sordum.

"Bir işe yarayacağını zannetmiyorum Mihra ama teşekkür ederim fıstığım."

"Kız nasıl aşık olmuşsa artık sana ağabey, anlamadım. Allah yardımcın olsun."

"Amin ecmain prensesim."

"Merak etme oğlum, doktoranı bitirir bitirmez seni hızlıca evlendirmeye çalışırız. Böylece kız vazgeçer."

"Aklında biri mi var anne?"diye soran ablam ile hepimiz heyecanla anneme baktık. Özellikle de Ahlas ağabeyim.

"Var."

"Kimmiş anne?"diye sordum ben de.

"Tan dayınızın kızı Ecrin." Ağabeyim gülümsemişti. Seni gidi seni. Eski aşkıyla evlenecek desenize.

"Ama onlar çok uzakta."dedi Taha haklı olarak. "Nasıl olacak o iş?"

"Artık değiller oğlum."

"Ceylan'ım neler oluyor? Yoksa düşündüğüm şey mi?"

"Evet Ahmet. Tan ve Ela çocuklarla buraya taşınıyor."deyince içtiğim su az kalsın boğazımda kalıyordu. Yanlış mı duymuştum? Tan dayım ve ailesi buraya mı gelecekti şimdi? Hayır hayır, bu olamazdı!

"Geçen ay yan ev boşaldı ya benden emlakçının numarasını istedi Tan. Ne yapacaksın deyince başta sürpriz deyip söylememişti ama bugün müjdeyi verdi."

"Çok sevindim buna, çok özlemiştik zaten Ceylan gözlüm. Onlar bizim gençliğimiz."

"Evet Ahmet, buraya taşınmaları çok güzel oldu. Artık hep beraber olacağız."

"Anne Mihra'ya baksana?"diye güldü Taha. "Tuna buraya gelecek diye nasıl da dondu kaldı."deyince eline bir tane geçirdim. Herkes güldü.

"Oh! Ne var kızım, yalan mı?"

"Tahaaa!"

"Bu arada Mihra, Ela yengen özellikle uyardı beni."

"Ne konuda anneciğim?"

"Mihra'yı sakın kimseye vermeyin. O benim gelinim olacak diye tutturdu yine eskisi gibi."deyince herkes güldü yine.

"Ama anne!"

"Bana bakma kızım. Benim elimden ne gelir?"

Biz Tuna ile küçüklüğümüzden beri hiç anlaşamazdık, sürekli bir rekabet halinde olurduk. Buna rağmen annelerimiz bizi büyüyünce evlendirmek için sürekli iş birliğinde bulunuyordu. Şimdi buraya gelecekler ve benim başım daha da belaya girecekti!

"Tuna yatay geçiş vermiş bile. İstanbul üniversitesine."

"Ne! Bir de bizim üniversiteye mi? Anne bunu bana yapamazsınız."

"Kızım abartma. Küçükken dalga geçiyorduk sizinle sadece. Sen de çocuktan öcü görür gibi kaçmaya başladın iyice. Çok ayıp. Çocuk şimdi koca adam oldu, oldukça da muhafazakar. Çok da yakışıklı olmuş yeğenim o ayrı. Sen istemezsen ona başka bir kız buluruz biz de."diye dalga geçen annemle diğerleri gülmeye devam ederken ben dudağımı bükmüştüm. Allah'ım ben ne yapacağım? Annem neyse de Ela yengemin evlendirme çabalarından nasıl kurtulacaktım?

"Merak etme, Tuna da sana bayılmıyor Mihra."

"Taha bak sinirlenip dedikodu yapmak ve çocuğun hakkına girmek istemiyorum. O yüzden beni kışkırtma."

"Bugün benimle dalga geçtiğin her saniyeye say küçük cadı."

Ona gözlerimi kısıp "Sen görürsün" bakışı attım.

"Birkaç güne taşınırlar. Biz de onlara yardımcı oluruz, bir an önce alışırlar buraya."diyen annemle yeniden yüzüm düştü. Ben Tuna ile aynı yerde yaşayıp aynı yerde okumak istemiyordum. Ne yapacağım?

Yine yangınlar yine ben bölümüne hoşgeldin Mihra'cığım...

-Bölüm sonu-

Loading...
0%