@m.ygmr
|
Düşüncelerimle boğuşurken eve gelmiştim. İçeri girer girmez her zaman ilk başta kardeşimi kontrol ederdim. O ise geç geldiğim için bu saatlerde hep uyurdu. Yine uyuduğunu görünce kapısını kapayıp oturma odasına yöneldim. İçki kokusunu kapının önünden alabiliyordum. Bu kokuya alışmış olsam da hiç sevemiyordum. İçeri girip baktığımda annemin her zaman ki gibi koltukta sızdığını gördüm. Yerdeki şişeleri çöpe atıp açık olan üzerini örttüm. Uyurken biraz olsun masum mu görünüyordu yoksa bu benim düşüncelerimden mı ibaretti? Hayır o uyurken bile masum olamayacak kadar günahkardı. Düşüncelerimi es geçerek odama geçtim. Çok yorgun hissediyordum ve hemen duş alıp yatağıma uzandım. Birbirinden farksız bir gün daha geçmişti. Uyumak bile yorgunluğumu almıyordu. Yine de uyku ile bir süre dünyadan kopmak iyi geliyordu. Düşüncelerimin arasında gözlerimi kapadım, uyumalıydım yarın erken kalkmam gerekiyordu. Zaman ve mekan algımı yitirmişken nerede olduğumu anlamaya çalışıyordum. Neredeydim ben? Dağılmış olan algımı toplamaya çalıştım. Sanki beynimde bir sis bulutu vardı. Üzerinde durduğum yol çamurdan ibaretti. Bir adım atmaya çalıştım fakat çamur izin vermiyordu. Önümü bile göremezken hareket edememek sanki elim kolum bağlıymış gibi hissettiriyordu. Elimi yüzüme kapadım, rüya mı görüyordum? Öyle bir hayat yaşarken en azından rüyaların güzel olmasını dilerdim. Tekrar bir adım atmaya çalışırken arkamdan birinin çekmesiyle sırt üstü düşmem saniyeler içinde oldu. Arkamda kimin olduğuna baksam da kimseyi göremedim. Korkuyordum ama sanki bu gerçek bir korku değil gibiydi. Oturduğum çamurun içine uzandım. Ellerimi iki yana da açtım. Hissettiğim tüm duygular bir sis kadardı. Kollarımın altında çiçekler belirmeye başladı. Çamur kaynayan bu yer şuan çiçeklere bürünüyordu. Artık rüya da olduğuma emindim. Elimin altına denk gelen çiçekleri sevmeye başladım. Çamura rağmen beyaz çiçekler güzellikleriyle parlıyordu. Bir süre sonra dokunduğum beyaz çiçeklere kan bulaşmaya başladı. Elimi kaldırdığımda bunun elimden bulaştığını gördüm. Neler olduğunu anlayamıyordum, tüm bunların bir anlamı var mıydı? Uzandığım yerde derin bir nefes aldım ve bakışlarımı göremediğim gökyüzüne çevirdim. " Ben biliyorum, iyi biri olmadığımı biliyorum ..." Diye mırıldandım. Evet biliyordum. Gözlerimi açtım, alarm çalmadan bir kaç dakika önce uyanmıştım. Yattığım yerden doğruldum rüya olduğunu biliyordum. Fal işlerine başlamadan önce de böyle rüyalar görürdüm. Ama fal bakmaya başlayalı daha fazla görmeye başlamıştım. Rüya olduğunu bilsem de yine de etkileniyordum. Kalkıp rutin işlerimi yapıp kahvaltıyı hazırlamaya başladım. Hayat felsefem düşünme devam et! Bundan ibaretti. Ben o kadar şey yaparken annem hâlâ koltukta uyuyordu. Mutfakta işim bitince oturma odasının perdelerini açtım, bu ev hep böyleydi. Karanlık ve huzursuz... Bu annemi rahatsız etmiş olacak ki gözlerini aralamaya çalıştı. " Anne uyan" Zar zor kafasını kaldırdı, saçı başı dağılmıştı " kah-" öksürdü, " kavaltı hazır mı?" Daha doğru düzgün konuşamıyordu bile, ona ters bir şekilde baktım. Bazen bir insanın nasıl bu kadar sorumsuz olabildiğini düşünüyordum. Düz bir ifadeyle " hazır" deyip kardeşimi uyandırmaya gittim. Kardeşim Hâle, daha 12 yaşındaydı. Ona normal bir aile hayatı vermek isterdim. Odasına girdim, benim aksime sarı olan saçları yastığa dağılmış bir şekilde uyuyordu. Bize rağmen o masumdu, yanına yaklaştım, " Hâle uyan kahvaltı hazır. Okula geç kalacaksın." Gözlerini açtı, mırıldanarak doğruldu, " dün gece yine çok geç geldin?" Gülümsedim, her zaman beni beklemeye çalışsa da uykuya dayanamıyordu. Daha da yaklaşıp saçını karıştırdım. " Öyle oldu, kaç defa beni beklememeni söyledim. Uyu ve sabah uykunu almış ol." Belli belirsiz başını salladı. "Hadi şimdi kahvaltıya" dedim ve odadan çıktım. Her şeyi ayrıntısıyla bilmesine gerek yoktu. Annem çoktan masaya geçmiş kahvaltısını yapıyordu. " Ay, başım çok ağrıyor " Hep böyle içer ertesi gün de sızlanırdı. " Az içseydin" dedim. Ters ters bana baktı ve yemeye devam etti. Alınacak bir yüzü olmadığını biliyordum. Alınacak bir yüzden ziyada karşısında ciddiye aldığı biri olmadığımı da biliyordum. Derin bir nefes verdim, alışmış olmam gerekiyordu. Ben, öğlene kadar markette öğleden sonra gece dokuza kadar ise falcıda çalışıyordum. Bazen dokuzu geçtiği zamanlar da oluyordu. Açıkçası söylemek gerekirse eğer bu kadar yoğun çalışmasaydım kafayı yiyeceğimi bildiğim için bu konuda şikayet etmiyordum. Annem ise içer ve kafasına göre takılırdı. Geçmişi düşününce bu hali en sakin haliydi. Bu birazcık olsada umut olduğunu hissettiriyordu. Hale de gelince birlikte kahvaltı yaptık ve okula gitmeden önce harçlığını verdim. " Okulda dikkatli ol" dedim ve onu geçirdim. Bende işe gitmeden kahvaltı masasını topladım. Geri koltuğa uzanan anneme baktım, neden böyle yaptığını bir türlü anlayamıyordum. Bu yaşıma kadar da anlayamamıştım. Neden yaşamaktan bu kadar uzaktı? Umursamazlığının altındaki acizliği de görebiliyordum. Önceden bir gün oturup onunla anne kız olarak konuşmak isterdim. Şuan ise bu düşüncem gülmeme neden oluyordu. Cebimden bir miktar para çıkarıp masaya bıraktım. İçki alacağını bilsem de " bir şey lazım olursa..." Yattığı yerden küçümseyici bir bakış attı ve gözlerini kapadı. Teşekkür etmek ona göre değildi. Ona içki alma veya artık içme gibi şeyler söyleme seviyesini geçmiştik. Çünkü bu çabamın boşa olduğunu uzun zaman önce anlamıştım. Üzerimi giydim ve çok dikkat çeken kızıl saçlarıma siyah peruğu geçirdim. Kendi hali çok dikkat çekiyordu ve ben bunu istemiyordum. Aslında onları boyayacaktım ama kıyamadığım için dokunmuyordum. Evden ayrılmadan önce kapattığı perdeleri tekrar açtım, " Güneş girmesine izin ver" gözleri kapalı bir şekilde uzanmaya devam eden annemden ses çıkmayınca, ben de daha fazla durmanın anlamı olmadığını bildiğimden evden ayrıldım. Onunla sonumuzun nasıl olacağını hep merak ederdim ama az çok tahmin de edebiliyordum. Sefil hayatımızın sonu da sefil olacaktı. Hissedebiliyordum...
Market yakınlarda olduğu için acele etmeden yürüyordum. Genelde bu saatte yollarda işe ve okula gidenler oluyordu. Gözüm bir anlığına kaldırımda duran birine takıldı. Giydiği kabanın yakasını yukarı kaldırmıştı. İlkbahar mevsiminde olsak da sabahları ve akşamları soğuk oluyordu. O adamın neden dikkatimi çektiğini anlayamamıştım. Belki de sadece durduğu içindir diye düşünürken ilerledi ve gözden kayboldu. " Garip" diye mırıldanarak yoluma devam ettim. Markete gelip işimin başına geçtim. Bugün fazlasıyla durgun bir gün geçmişti. Neredeyse öğle olmak üzereydi. Zamanının bitmesine yakın diğer çalışan geldi. Benim işim bitince montumu giyip çıktım. Elime aldığım sandviçi yiyerek yola koyuldum. Açıkçası söylemek gerekirse bu market işine çok da ihtiyacım yoktu. Çünkü fal işinden oldukça iyi kazanıyordum. Gerçi kazandığım eve ve anneme zar zor yetişiyordu. Onun haricinde para biriktirmek istediğim için burada çalışıyordum. Akan su yosun tutmaz, derler sadece akışa uy, düşüncelerimin arasında boğulmamak için kendimi oyalamam gerekiyordu.
Çalıştığım fal kafe oldukça meşhur bir sokaktaydı. Tehlikeli ve meşhur... İlk başlarda ortamından korkardım fakat şuanda alıştığım için hiçbir şey düşünmüyordum. Ayrıca yer olarak tehlikeli olsa da patron sayesinde kimse çalışanlara bulaşamıyordu. İş yeri çok yakın olmasa da yürümeyi tercih ediyordum. Bu havada yürümek iyi hissettiriyordu. Yarım saatlik yürümenin ardından iş yerine gelmiştim, kapıdan girip etrafı incelemeye başladım. Diğer falcılardan bir kaçının da geldiğini gördüm. İş yeri normalde kafe adıyla işletiliyorken kafenin üst katında fal için özel yer ayrılmıştı. Kafe sabah açılsa da fal öğleden sonra bakılmaya başlıyordu. Bu işe başlamadan önce bu kadar müşteri olabileceğini ve insanların fal bakmak için bu denli kendilerini kaybedebileceklerini düşünmemiştim. Patron çalışanların yanında onlara bir şeyler anlatıyordu. Dışarıdan çok daha ağır abi bir havası varken karakterinin daha yumuşak olduğunu düşünüyordum. Böyle düşündüğümü bilseydi bana gülerdi. İlk başlarda bana yakın yürümüş, sevgili olma teklifi etmişti. Bense bu isteğini reddetmiş böyle bir şeye hoş bakmadığımı söylemiştim. Bu yüzden beni işten kovacağını düşünmüştüm ama o öyle bir şey yapmamıştı. Sözümü dinlemeşti ve cevabımdan sonra ısrar etmemişti. Bir yere oturmak istemediğim için durduğum yerde sırtımı duvara yasladım ve insanları izlemeye devam ettim. Onları izlemeyi severdim, yüz ifadelerinden bir şeyler anlamaya çalışmak eğlenceliydi. Diğer falcıları oturmuş birbirleriyle konuşurken gördüm. Hiçbiri benimle konuşmuyor, yanıma dahi yaklaşmıyorlardı. Beni istemediklerini göstermekten çekinmiyorlardı. Oysa onlara hiçbir şey yapmamıştım. Bu davranışlarının sebebinin fal bakma şeklimden dolayı garip bir şekilde ün yapmış olmam ve müşteri çoğunluğunun bende olmasından dolayı olduğunu düşünüyordum. Ben etrafı izlerken patronun ne ara yanıma geldiğini anlayamamıştım. Elinde ki kahve bardağının birini bana doğru uzattı. " Sadece iç" dedi. Böyle davranışları kendimi suçlu hissettiriyordu. Bardağı elinden alıp bir yudum aldım. Hiç kimse yokken niyeti ne olursa olsun onun çabasına en azından bunu borçluydum. Belki de normal arkadaş olabilirdik, " Teşekkür ederim" dedim. Yaslandığım duvara arkasını döndü ve kafeyi izlemeye başladı. " Bugün biraz farklı gibisin?" Oysa diğer günlerden bir farkım yoktu. " Her zaman ki halim" dedim. Herhangi bir şey söylemedi. Sadece ben kahvemi içene kadar sustu ve benimle bekledi. Belki de onun gibi birine göre bile benim kadar yalnız görünen birini bırakmaya gönlü el vermiyordu. " Patron, normalde de bu kadar iyi biri misiniz?" Etrafta olan bakışlarını bana çevirdi. Dudağının kenarı kıvrıldı, " Sence iyi biri gibi mi duruyorum" Bunun cevabını kesinlikle ben veremezdim. Birinin iyi ya da kötü biri olduğunu anlamak için ilk başta onun bakış açısıyla hayata bakmam ve yaşadığını yaşamam gerek diye düşünürdüm. Onun hakkında bir kaç tane hikaye duymuştum ve hiç biri iyi bir hikaye değildi. Ve şunu biliyordum ki böyle hoş olmayan bir sokakta, bir kafeyi tek başına işletmesi için sıradan biri olmamayacak kadar dikkat edilmesi gereken biriydi. " Burada kimse iyi biri değil" dedim. Düz bir şekilde " böyle konuşman şaşırtıcı" dedi. Daha gelir gelmez bana yakın davranmaya başlamıştı. Açıkçası ona yakın biri olmayı asla istememiştim.Yine de beni yapayalnız bırakmadığı için ona minnettardim. " İzninizle patron iş vakti geldi. Kahve için de teşekküler" Dedim, Tamam der gibi başını salladı. Yanından ayrılıp üst kata çıkacakken diğer falcıların bana baktıklarını gördüm. Hepsinin de duyguları bakışlarına yansımıştı. Hayatımda sorun istemedikçe kendiliğinden çıkıyordu. Ters ters bakışları görmezden gelip üst kata yöneldim. Kendi başlarına istediklerini yaşayabilirlerdi. Kendimi onlara sevdirecek değildim. Odama girip masaya geçtim ve desteyi çıkardım. Benim işim buydu, fal bakmak ve başlıyordum... Bir kaç saat sonra falına baktığım kadın memnuniyetsiz bir ifade ile kapıdan çıkıp gitti. Derin bir nefes verip alnımı ovaladım. Duymak istiyorlar daha sonra da hoşlarına gitmiyordu. İnsanlar hep böyleydi, Saate baktığımda altıya geldiğini gördüm. Günün bitmesine daha vardı, Kartları elime alıp karıştırmaya başlayınca biri kapıyı tıklayıp içeri girdi. Başımı kaldırmadan " Buyrun" dedim. Bu parfüm kokusu... Adımlayarak gelmeye başlayınca ayakkabılarından gelenin erkek olduğunu gördüm. Erkek müşteriler de olurdu bu gayet normal bir şeydi. Başımı kaldırıp gelene baktım. "Otu-" lafın yarısı ağzımda resmen erimişti. O buraya hiç uygun biri gibi durmuyordu. İyi giyimli insanlar da gelirdi çünkü fal herkese hitap ederdi. Bu adamın da giyimi oldukça düzgündü. Bundan ziyada çok farklı bir havası vardı. Güzel yüzüne rağmen bir ağırlığı var gibiydi. Açıkça söylemek gerekirse fazlasıyla iyi bir yüzü vardı ve bakışları ise yakışıklı yüzüne göre fazla yumuşak kalmış gibi duruyordu. Tuhaf bir ortam oluşmuştu " buyrun oturun" dedim. Yavaşça oturdu ve elindeki fişi uzattı. Fişi alıp baktığımda bir saatlik fal süresi aldığını gördüm. Bu alabileceği en yüksek süreydi. Neyin nesiydi bu adam böyle, Ondan gelen yoğun olmayan parfüm kokusu da oldukça güzeldi. Tok sesiyle " Merhaba" dedi. Sesi ona göreydi. Süreyi boş konuşarak geçirmeyecek biri gibi duruyordu. " Merhaba, başlayalım mı?" Dedim. " Tabi buyrun!"
|
0% |