Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2.Ölümle Yaşam Arasında

@madamosiella

 

 

AHU: ATEŞ ÇEMBERİ

 

 

 

 

 

 

 

AHU: ATEŞ ÇEMBERİ

 

 

 

 

 

 

 

İkinci Bölüm
"ÖLÜMLE YAŞAM ARASINDA"
🕊

 

 

 

 

 

 

 

Ahu Şahmeran

Yüzüme kapatılan telefonla birlikte derin bir nefes aldım. Gencer'in tuhaf tavırları canımı sıkmakla kalmamış öfkelenmeme de sebep olmuştu. Her seferinde beni konunun dışında tutmaya çalışması aramıza görünmez bir duvar daha örüyordu. Onun en kötü huyu da buydu işte sevdiklerini altın bir kafesin içine kapatarak korumaya çalışırken onlardan çaldığı özgürlüğün farkında bile değildi.

Dakikalar sonra konağın bulunduğu sokağa girdiğimde gördüğüm kalabalık beni şaşırtmadı. Zira en başından belliydi burada bir şeylerin döndüğü. Sokak lambasının altına yaklaşarak arabayı kaldırımın kenarına gelişi güzel park ettim. Nasıl olsa benden sonra değiştireceklerdi yerini. Arabanın kapısı konağın gösterişli demir kapısının önünde nöbet tutan iri yarı bir adam tarafından yavaşça açıldığında derin bir nefes vererek tüm gücümü topladım.

"Hoş gelmişsin Ahu Hanım."

"Hoş buldum." Dedim yolcu koltuğundaki çantamı alıp inerken. Bu kalabalığın kaynağını merak etmiyor değildim. Birbiri ardına sıralanmış araçlar neredeyse sokağı kaplamıştı.

Demir kapıdan geçerek avludaki kalabalığın arasından sıyrıldım. Bu kadar korumanın avluda olması bir şeylerin ters gittiğini bir kere daha kanıtladı bana. Kalbimin orta yerine çöreklenen korku ve endişe bedenimin kasılmasına neden olduğunda adımlarımı hızlandırarak merdivenlere yönelmiştim ki koluma dolanan parmaklar merdivenlerin ikinci basamağında yakaladı beni.

"Ahu, hoş geldin kızım."

"Hoş buldum abla. Babam nerede?" dedim hâl hatır muhabbetini es geçerek. Telaşımın farkına varmış gibi zorlukla gülümsedi. "Belli ki bu kalabalık telaşlandırdı seni. Herkes gayet iyi merak etme. Ferman Ağam yukarıda, Urfa'dan gelen Saruhanlı aşiretini ağırlıyor."

"Urfa'dan..." dedim kaşlarımı sorarcasına kaldırarak. "...Niye gelmişler?"

"Ne sen sor ne ben söyleyeyim kuzum. Buraları bilirsin konu hep aynı işte değişen sadece toprağın altına girenler." Düşen suratını düzeltmeye çalışarak parmakları arasındaki elimi sıktı. "Ferman Ağam gelir gelmez odana çıkmanı istedi. Hem uzun yoldan geldin açsındır. Sen çık dinlen bende sana güzel bir sofra hazırlayayım. O zamana kadar etrafta sakinleşmiş olur."

Bu toprakların kaderi bu, ya töreye uyarsın ya da baş kaldırıp ölürsün. Bu şehirde kalmak istemememin en büyük sebeplerinden biri de buydu. Ne ayak uydurabiliyor ne de yapılan haksızlıklara sessiz kalabiliyordum. Sabah saatlerinden beri ağrıyan belim kendini yeniden belli etmeye başladığında dinlenmemin gerçekten iyi olacağını düşündüm ve başımı sallayarak onu onayladım.

Yeniden merdivenlere çıkarken çantamın gözündeki telefonu çıkararak abimi aradım. Bu aramam da tıpkı diğer aramalarım gibi meşgule düştüğünde şaşırmamıştım. İkinci katın merdivenlerinin önüne geldiğimde birinci kattaki avluda bulunan büyük salonun kapısı aralandı ve içeriden takım elbiseli bir adam çıktı. Yerdeki bakışları varlığımı hissetmişçesine yüzümü bulduğunda karşılaştığım tanıdık yüz kaşlarımın çatılmasına sebep olmuştu.

"Ferman Baba?" Öfkeli ateşiyle harlanmış kederli gözleri beni görünce aydınlansa da yüzündeki sıkıntılı ifade varlığını koruyordu.

"Ceylan gözlüm." Geleceğimi bilmesine rağmen beni gördüğüne şaşırmıştı. Annesi gibi beline dek uzattığı saçlarıydı belki de onu bu kadar şaşırtan. Olgunlaşmış yüzüm, uzun saçlarım ve annemden aldığım renkli gözlerimle artık eskisinden daha çok benziyordum yıllar önce kaybettiğim o kadına.

Babamın iki yana açılan kolları ona sarılmamı istercesine yukarı kalkınca çıkmak üzere olduğum basamağın önünden hızlı adımlarla ayrılarak kollarının arasına girdim.

"Neler oluyor? Herkes iyi mi?" Başımı sıcak göğsüne yaslarken hasret kaldığım sevgisini göstermekten çekinmeyerek dudaklarını saçlarımın üzerine bastırdı ve babasızlığıma merhem olan sıcaklığıyla beni sarmaladı.

"Bir daha bu kadar geç gelirsen annene verdiğim sözü dinlemem kilitlerim seni bu konağa. Öz baban değilim diye mi bu zülmü hak görürsün bana?"

Göz dağı vermek istercesine çıkan otoriter sesini duyduğumda kollarının arasından sıyrılarak yüzüne baktım. Onu en son gördüğümün aksine sakalları uzamış saçındaki beyazlar daha da artmıştı. "Sen sözünü çiğnemezsin Ferman Ağa. Hele ki anneme verdiğin sözleri... Hem öz ya da değil benim bir tane babam var."

Başını iki yana sallarken beni yeniden kollarının arasına çekti. "O anan değil mi zaten karşıma çıktığı ilk günden beri bildiğim ne varsa yıkıp bana her lafımı bir bir yediren."

Birkaç saniye sonra gözleri arkamdaki kapıya takıldığında dudakları usulca aralanacaktı ki içerideki sesler yükselerek koridorda yankı bulmasıyla yeniden birleşti ve beni kendinden uzaklaştırdığında kapı aralanıp içeriden kır saçlı bir adam bastonundan destek alarak çıktı. Arkasında emir askeri gibi duran adamların arasından sıyrılıp yürürken bakışları önce Ferman babamı sonra arkasındaki beni buldu. Çatık kaşları, bir alev topuna benzeyen koyu irisleri ve vakur duruşuyla birden fazla kişiye önünde diz çöktürdüğüne neredeyse yemin edebilirdim.

"Hayırdır Baver Ağa?"

Zihnimin kuytu köşelerinde kalan o ismi hatırlamama yardımcı olan Ferman babam ile daha dikkatli süzdüm onu. Baver Cihanbeyli'den başkası değildi karşımda dikilen yaşlı adam. Cihanbeylilerin en yaşlı üyesi, Mizgin halanın kalbine gömdüğü sevdası...

"Bir haber mi var?"

Ferman babam üzerimdeki bakışların odağını kendi üzerine çektiği o konuşma arasında kısa bir baş işaretiyle yukarı çıkmamı söylese de merakıma yenik düşüp yerimden kıpırdamadım. Ne haberi bekliyorlardı? Kalabalığın arasında Gencer'i aradım. Kapının önündeki insan sayısı saniye saniye çoğalırken ne Gencer ne de Tekin'den tek bir iz yoktu. Gözlerimi yeniden Baver Ağa'nın vereceği cevaba çevirdim, çatılı kaşları kirpiklerinin üzerine düştüğünde usulca başını salladı. İyi ama ne haberi biriniz konuşun be adam.

Ferman babamın üzerime dönen bakışlarını fark ettiğimde derin bir nefes aldım zira dipsiz bir kuyuya benzeyen zifir karası gözleri artık eskisi kadar yumuşak bakmıyordu. Burada durup bütün gözlerin hedefi olmam belli ki onu rahatsız etmişti.

Sıkıntılı bir nefes verip arkamı döndüm ve Ferman Ağanın emrine uyarak merdivenleri çıkmaya başladım. Odanın kapısının önüne ulaştığımda kolu aşağı doğru indirip girdim içeriye. Çantamı berjerin üzerine gelişi güzel atarken montumu çıkarıp derin bir nefes aldığım sırada yatağın üzerine bıraktım kendimi. Bedenim yorgunluktan bir pelteye dönüşmüştü. Kaslarımın feryadına karşılık kısık bir inilti döküldü dudaklarımın arasından. Akılsız başının cezasını çek bakalım Ahu Hanım. Kot pantolonum ve gömleğimin gergin kumaşı rahatsız etse de üzerimi bile değiştirmeye gücümün olmadığını fark edince rahatsızlığımı göz ardı ettim.

Yatağın üzerindeki battaniyenin bir ucunu çekip arasına girdikten sonra düşünmeyi uykudan sonraya bırakıp gözlerimi kapattım. Yorgunluğum beni uykunun derin kollarına çekmeye başladığında bedenim sanki bu anı bekliyormuş gibi gevşedi ve ruhum karanlığın derinliklerine doğru süzülmeye başladı.

Saatler sonra odamın kapısının çaldığını duydum ama gözlerimi açamayacak kadar uykuluydum. Altında suyun çağladığı yüksek bir köprünün başında öylece dikiliyordum. Esen rüzgâr saçlarımı bir kırbaç gibi yüzüme çarparken bir tıkırtı daha duyuldu. Köprü bir sis bulutunun ardına karışıp kaybolurken yerimde kıpırdansam da gözlerimi açmak yerine battaniyeyi başımın üzerine doğru çekerek uyumaya devam ettim.

Aralanan kapının ardından gelen adım sesleri yatağımın ucunda durdu, gelen her kimse beni rahatsız etmeden geri gitmeyeceği apaçık ortadaydı. Üzerimden çekilen battaniye ile sırtüstü dönerek gözlerimi araladım ve yüzüme vuran ışıkla birlikte kısılan bakışlarım Gencer'i bulunca bıkkın bir nefes verdim.

"Giyin Ahu gidiyoruz." Koltuğun üzerindeki montumu yatağın üzerine atınca yerimden bile kıpırdamadım. "Hoş buldum Gencer(!)"

"Hoş geldin faslının sırası değil şimdi. Hazırlan hadi."

"Sen beni bugün sınıyor musun?" Gergin yüz hatları mümkünmüş gibi daha da gerilirken sinirle soludu.

"Kalk diyorum Ahu acele et. Kafamı sonra ütülersin." Ayak ucumdaki montu üzerime geçirip yerimden kalktığımda sesli bir soluk verdim. Belli ki bana gerçekten ihtiyacı vardı.

O önde ben arkada avluda yürürken uzun adımlarına zar zor yetişerek kapının önünde durdum. Onun arabasına bineceğimizi sansam da o adımlarını benim araba yönlendirip düşüncemi anında bertaraf etti. Kapının önünde durmuş eliyle anahtarı vermem için bekliyordu adının Ercüment olduğunu hatırladığım adam benden daha önce davranarak arabanın anahtarını Gencer'e verdiğinde sesli bir soluk daha verdim. Ne sadık kul ama. O benim arabam be adam.

Saatler sonra araba asfalt yolda ilerleyip bizi hedefe daha da yaklaştırırken titrettiğim bacağımı zapt etmeye çalışıyordum. Gencer'in arabaya bindiğimiz andan beri süren sessizliği artık sabrımı zorlamaya başlamıştı. Hızını daha da artırarak bizi tehlikeye atmaktan çekinmediği o dakikalarda yağmurda şiddetini iyice artırmış görüş aralığımızı en aza indirmişti.

"Niyetin bizi öldürmekse doğru yoldasın. Ama bil diye söylüyorum ben ölmek falan istemiyorum."

Başı bana döner gibi olduysa da hızla çalışan sileceklerin hızını artırarak yola bakmaya devam etti. Parmak boğumları direksiyonu sıkmaktan beyazlamış haldeydi. Dağlık ıssız yoldaki yolculuğumuz ağaçlarla çevrili çiftlik evinin arazisinde son bulduğunda kemerini çıkararak hızla indi ve arabanın etrafında dolanarak kapımı açtı. Yağmur öylesine hızlı yağıyordu ki saniyeler içerisinde sırılsıklam olmuştu. Yağmur sularının süzüldüğü sisli camın ardındaki çiftlik evinin çevresinde dolanan bakışlarım park yolunu bulduğun da kaşlarım çatıldı. Yalnız değildik. Camları tuz buz olmuş Range Rover büyük bir silahlı çatışmadan çıktığını kanıtlarcasına araç yolunda öylece duruyordu.

"Burada ne işimiz var?"

"İçeri girelim anlatacağım. Sağlık çantan-"

Boğazım düğüm düğüm olurken oturduğum yerden hızla inerek üzerini kontrol ettim. "Vuruldun mu?" Ceketini kaldırdım hızla, beyaz gömleğine bulaşmış kana dokunmama izin vermeden parmaklarımı parmaklarının arasına alıp yüzüme dökülen saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdığında onu daha iyi görebilmem için benimle aynı hizaya geldi. "Sakin ol. Benim kanım değil."

"Yoksa Tekin-"

"Hayır Tekin'de iyi. Acele etmemiz gerekiyor Ahu. Bunları içeride konuşuruz."

Başımı sallayarak onayladım onu yüzüme yapışan ıslak saçlarımı yeniden geriye kulağımın arkasına sıkıştırıp bagajdaki sağlık çantasını çıkardım. Her ihtimale karşı yanında mutlaka çok kapsamlı olmayan küçük bir sağlık çantası bulundururdum. Gencer çoktan verandaya ulaşıp beni beklerken ardı ardına zile bastı. Saniyeler sonra verandanın yanan ışıklarıyla birlikte aralandı ahşap kapı.

Kapının önünde beliren kişi beni daha da şaşırtırken gerginliğim hat safhaya ulaşmıştı. Keskin çene hattı, kirli sakalları ve olgunlaşan yüzüyle karşımda öylece dikiliyordu Giray. Bakışları beni bulduğunda kaşları çatıldı ve dişlerinin arasından konuştu.

"Doktor getireceğim derken kardeşinden mi bahsediyordun?"

"Getir dediğin doktor iki ay önce Şırnak'a sürülmüş a*ına koyayım. Hiç mi haberin olmadı? Bütün Mardin ayağa kalkmış her yerde sizi ararken Ahu'dan daha çok güvenebileceğim kimseyi bulamadım. Bende memnun değilim kardeşimi bu ateşin içine atmaktan."

Giray'ın dudakları birkaç kez aralansa da parmakları avucunun içinde sıkı birer yumruk olduğunda kapıyı tamamen açarak bize yol verdi. "Geçin."

Gencer'in adımları kış bahçesine doğru yönelirken Giray peşinden gelmemi söyleyerek üst kata yöneldi. Evin içi buz gibiydi. Uzun zamandır boş ya da sık sürekli misafir olunan bir yer olmadığı apaçık ortadaydı. Ürperen bedenime karşılık montuma daha sıkı sarıldım. Uzun adımları üst kattaki sıra sıra dizili odalardan ikincisinin önünde durduğunda kapının kolunu usulca indirerek içeri girdi.

Eski el dokuması kilimin üzerinde ilerlerken gergindim. O kapının arkasında kimi göreceğimi deli gibi merak ediyordum. Derin nefesler eşliğinde vakit kaybetmeden aralık kapıdan içeri girdim. Bakışlarım önce Giray'ı buldu sonra önünde dikildiği yatağı... Üzerinde yüzüstü uzanmış bir kız yatıyordu. Omzundan sırtına doğru sarılmış sargı kanlar içindeydi. Adımlarım teklerken bakışlarım yeniden Giray'ı buldu. Ne için getirmişlerdi beni buraya, kaçırdığı kızı iyileştirmem için mi? Elimdeki sağlık çantasını ayaklarımın dibine bırakırken yüzüme dökülen saçlarımı tek elimle geriye doğru tarayarak arkamı döndüm. Çıkışa doğru birkaç adım atsam da gidip gitmemek arasında kalan adımlarım yüzünden derin bir nefes aldım ve üzerimdeki montu hızla çıkararak kapının birkaç metre ilerisine konumlandırılmış yeşil berjerin üzerine fırlatarak gömleğimin kollarını sıvadım. Lanet olsun ki ben her şeyden önce bir doktordum.

Giray'ın yanından geçerek iki kişilik yatağın kenarına oturdum. Beyaz çarşafa bulaşmış öbek öbek kan, kızın kan kaybının çok olduğunu gösteriyordu. Bir kısmı yüzüne bir kısmı omzuna dökülmüş sarı saçlarını usulca geriye süpürdükten sonra omzundaki sargıyı çözmeye başladım. Giray'ın üzerimde gezinen meraklı bakışlarına daha fazla dayanamadığımda yanaklarımdaki havayı boşaltarak ona döndüm ve sorarcasına yüzüne baktım. "Başımda dikilmeye devam edecek misin? Çıkarsan işimi yapacağım."

Gergince boğazını temizledikten sonra derin bir nefes aldı. Giydiği lacivert gömleğin üzerindeki koyu lekelerin sahibi yatakta yatan kızdan başkası değildi. Morarmış göz altları ve rengini yitirmiş yüzüyle bir harabeden farkı yoktu ama duruşu hala dimdikti. Onun bu dik duruşuna ve cesaretine hayran olduğum toy zamanlarımı hatırladım. Sadece kısacık bir an...

"İyileştir onu Ahu."

Sözlerine karşılık ciğerlerime ulaşmayan bir nefes aldım, ona verecek cevabım yoktu. Kızın omzunun üzerindeki sargıyı tamamen çıkardığımda sessizce çıktı odadan. Kapıyı her ihtimale karşı açık bırakmıştı. Odanın içerisindeki banyoya girip ellerimi iyice sterilize ettikten sonra yarayı kontrol ettim. Kurşun sırtından girmişti. Bedenini dikkatlice çevirerek göğsünün üzerinde bir kurşun deliğinin olup olmadığına baktım. Gördüğüm manzara dişlerimi sıkmama sebep olunca sıkıntılı bir nefes verdim. Hayati organlarında herhangi bir hasarın olmadığına emin olsam da morfin olmadan kurşunu çıkaramazdım. Yarayı iyice temizledikten sonra üzerini kapatarak sabitledim.

Merdivenlerden inerken Gencer ve Giray'ın hararetli konuşması adım seslerimi duydukları an bıçak gibi kesildi. Basamakları inerek karşılarına dikildiğimde benden iyi bir şeyler duymayı istediklerini biliyordum. Bakışlarım biraz önce boş olduğuna emin olduğum şöminenin içindeki odunların üzerindeyken konuşmaya başladım. "Tıbbı malzemeler olmadan burada hiçbir şey yapamam. Hastaneye gitmemiz gerekiyor."

"Hastane olmaz." dedi Giray. Ardında Gencer girdi söze. "Ne lazımsa söyle ben gidip alırım."

Giray'ın omzundaki bakışlarımı Gencer'e çevirerek bıkkınca nefesimi verdim. "Bunlar elini koluna sallayarak alabileceğin şeyler değil Gencer. Kırmızı reçeteli ilaçlardan bahsediyorum..."

Giray yüzünü salonu boydan boya kaplayan yağmurun vurduğu camlara dönerken omuzları çökmüştü. Ellerini sinirle saçlarının arasından geçirdikten sonra şöminenin yanındaki koltuğun ucuna oturarak dirseklerini dizlerine yasladı ve başını ellerinin arasına aldı. Kararan bakışları bir boşluğa daldığında ellerimi göğsümün altına bağlayarak arkamdaki konsola yaslandım.

"Bir an önce karar verseniz iyi olacak. Kızın durumu iyi değil. Sabaha kadar dayanamaz."

Gencer'in sık sık üzerime uğrayan bakışlarını hissetsem de parmaklarımı gömleğimin açıkta bıraktığı boynuma dolayarak onu görmezden gelmeye devam ettim. Ne karar vereceklerini merak ediyordum. Onu kimden sakladıklarını artık biliyordum ama asıl soru bu kızın kim olduğuydu.

Giray'ın yerdeki bakışları beni bulunca tahmin ettiğim şeyi sormamasını diledim. Zira bunu yapmaya ne isteğim ne de gücüm vardı.

"Morfinsiz dayanabilir mi?"

"Onu diri diri dikmemi mi istiyorsun sahiden? Cani misin sen?" dedim sesime yansıyan öfkeyi gizleyemeden.

Hışımla ayağa kalkarak birkaç adımda karşıma dikildi. Uzun boyu aramızda mesafeler oluştururken başımı kaldırıp gözlerine baktım. Zehir yeşili irisleri öfkeyle parlasa da arkasındaki çaresizliği açıkça görebiliyordum. Bu denli acı çektiğini görmek içimde bir yerlerin burkulmasına sebep olduğunda tırnaklarımı avuç içime bastırdım. "Onu hastaneye götüremem, onu hastane götürmekle ölüme terk etmek aynı şey. Elleriyle koymuşlar gibi bulurlar bizi!"

Gencer iri cüssesiyle aramıza girip onu omuzlarından geriye doğru usulca itekledi. "Ağır ol."

Gencer'in korumacı tavrına karşılık sakinleşmek adına gözlerini kapatarak arkasını döndüğünde "Onu böyle de ölüme terk ediyorsun!" dedim. Sesim artık eskisinden daha kısık seviyede çıkıyordu. "İstersek hastanede de saklayabiliriz kızı... O kurşunu morfinsiz çıkarmamı onu diri diri deşmemi istiyorsun benden. Ne kadar acı çekeceğinden haberin bile yok. Üstelik şoka girip ex olma ihtimali varken..."

Başını olumsuzca iki yana salladıktan sonra hiçbir şey bilmiyorsun dercesine baktı yüzüme ve saniyeler içerisinde konsolun çekmecesini karıştırarak bulduğu kalem ve kâğıdı parmaklarımın arasına sıkıştırdı. "Ne gerekiyorsa yaz. Hangi cehennemde olursa olsun bulup getireceğim sana. Yeter ki yaşat onu Ahu."

Başımı tıpkı onun gibi umutsuzca iki yana salladıktan sonra elindeki kâğıt ve kalemi çekip aldım. Üzerine gerekli olan malzemeleri yazdıktan sonra kâğıdı sertçe göğsüne bastırdım. "Umarım o zamana kadar dayanabilir."

Hızlıca arkamı dönüp indiğim merdivenlere doğru adımlarken öfkeliydim. İçim içimi yese de onlarla kazanamayacağım bir savaşa girmeyecektim. Her şeye uyduracak bir kılıf mutlaka bulurlardı. Ardımdan sertçe açılıp kapanan kapının sesi eşliğinde odaya ulaştığım da kızın durumunu kontrol ederek cam kenarındaki önünde küçük bir masanın bulunduğu yeşil berjere oturdum.

Uzaklaşan range rover patikayı dönerek gözden kaybolurken dönüp yatakta yatan kıza baktım. Altın sarısı saçları burada nadir bulunan genlerdendi. Yuvarlak yüzü ve göze çarpan dolgun elmacık kemikleri ile her erkeğin rüyasını süsleyecek duru bir güzelliği vardı. Kim bilir ona kesilen hangi cezanın kefaretini ödüyordu. Gözaltlarını gölgeleyen uzun kirpikleri bir ok misali kıpırdanırken alnında biriken damlacıklara eşlik eden belirli belirsiz iniltilerini duyduğum an bir şeylerin ters gittiğini anlayarak hızla yerimden kalkıp yanına ulaştım.

"Kahretsin."

Teni alev gibi yanıyordu. Üzerindeki yorganı çekip kenara atarken hareketlerim fazla aceleciydi. Banyodan bulduğum havluyu ıslatarak yeniden odaya döndüm ve sağlık çantasındaki makası alarak dört eşit parçaya böldüğüm havluyu gerekli yerlere yerleştirdikten sonra koşar adımlarla merdivenin başından Gencer'e seslendim. İkisinden birinin evde olduğunu bilmeye ihtiyacım vardı.

Çelik kapı gürültüyle aralandığında Giray eşikte belirdi. "Yardımına ihtiyacım var."

"Morfin-"diyecekti ki "Vakti kalmadı. Ateşi yükseliyor. Belli ki yarası enfeksiyon kapmış."dedim. "Uzun süre dayanamaz."

Giray'ın peşimden gelen adımları eşliğinde hızlıca girdim odaya Yapmak istemediğim şeyleri hayatın bana zorla diretmesinden nefret ediyordum. Giray yatağın kenarına otururken son bir umut yüzüne baktım. "Hala hastaneye gitmek için şansımız var."

Bakışlarının kızın yüzüne düştüğünde çenesi sertçe kasıldı bir çıkmaza düşmüş gibiydi. Sahiden onları bu kadar çabuk bulabilirler miydi? Yeşil irislerindeki o karmaşayı gördüğümde gömleğimin kollarını sıyırarak saçlarımı başımın üzerinde hızlı bir topuz yaptım. Öyle ya da böyle... Kimseyi ölüme terk edecek değildim. Paketini söktüğüm eldivenleri elime geçirerek işime yarayacak birkaç malzeme çıkarırken Giray'a dönüp "Onu tutmak için bütün gücünü kullanman gerekecek." dedim

Kalkıp yatağın diğer ucuna geçmeden önce başını sallayarak beni onayladığında işimizi kolaylaştırmak için ona kızı tutması gerektiği pozisyonu anlattım. Kızı sardığı kollarına son kez baktıktan sonra derin bir nefes alarak neşteri hareket ettirdim. Duyduğum ilk yüksek inilti ellerimin duraksamasına sebep olsa da neşteri ikinci kez yaraya batırarak kurşuna ulaşmaya çalıştım. Lanet olsun ki hayatımın en kötü deneyimini yaşıyordum. Kızın yükselen çığlık sesleri bütün evi doldururken nefesi aniden tekledi.

"Bilincini açık tutmaya çalış."

Ellerim yeniden hareketlenirken eskisinden daha aceleciydim çünkü kızın iniltileri artık eskisinden de güçlüydü. O an Giray'ın kısık fısıltısı doldurdu odayı. Sesi öylesine merhametliydi ki bir an gerçek duyup duymadığıma inanamadım. Giray Cihanbeyli bütün duvarlarını indirmiş bir şekilde öylece karşımda oturmuş ölümle burun buruna bir kadını teselli ediyordu. Onu bu derece savunmasız bırakan şey bu kadın mıydı?

Saliseler saniyeleri saniyeler dakikaları kovaladı. Acı ve kan kokusu tüm odayı sarmış kulaklarımın duyacağı tek çığlığa daha dayanacak gücü kalmamıştı. Zorlukla ulaştığım kurşunu yaranın içerisinden çıkarıp alırken kızın zayıflayan çığlıkları yok olarak yerini güçsüz iniltilere bıraktı.

Gömleğin koluyla alnımda biriken teri temizleyerek yarayı sterilize ettim. Ve komodinin üzerine hazırladığım dikiş malzemelerini alarak ciğerlerimde biriken havayı serbest bıraktım. Başımdaki zonklama daha hissedilir seviyedeydi artık. Yeniden kanamaya başlayan yarayı spanchla temizlerken Giray'ın koyu yeşil irisleriyle denk geldim. Zor kısım bitmiş olsa da acı hala sona ermiş değildi.

***

Doktor olmaya karar verdiğimde sadece altı yaşındaydım. Çocukluk işte doktor olursam her yaraya merhem, her acıya çare olurum sandım hep. Kaybetme duygusunun ne demek olduğunu bilmeyen bir çocuk için ne kadar masum bir düşünce. Oysa sarılamayan ne çok yara, sızısı dinmeyen ne çok acı var.

Ellerimi temizlemek için iyice çitilerken bakışlarım aynadaki siluetime takıldı. Kızarmış gözlerim adeta saatlerdir dinlenmediğini haykırıyordu. Terden alnıma yapışmış saçlarımı geriye doğru iterek yüzümü birkaç kez yıkadım. Yer yer kan lekeleriyle bezenmiş gömleğimi çıkarıp askılı siyah bluzumla kaldığımda elektriklenen saçlarımı yatıştırarak Giray'ın istirahat etmem için verdiği odaya geri döndüm. Yaşadığım adrenalinin hala üzerimde olmasına yordum bu tavrımı. Zira birkaç saat öncesine kadar içime işleyen soğuğu hissetmiyor olmamın mantıklı bir açıklaması yoktu.

Başımdaki zonklamaya dayanamayarak parmaklarımı burnum ve anlımın birleştiği o noktaya bastırdım. Öyle ki ağrı dengemi bozan bir raddeye ulaşmıştı artık. Saçlarımı topladığım lastiği çözerek omuzlarıma dökülmesine izin verdikten sonra odadan çıkıp merdivenlere yöneldim. Kısa bir baş hareketiyle yan odayı da kontrol etmeyi ihmal etmemiştim. Girayı salonda göremeyince merdivenlerin sağ kolu üzerinde bulunan mutfağa doğru ilerledim. Kendime güçlü bir ağrı kesici bulmayı umuyordum. Ortasında mermer ada tezgâh bulunan mutfağı bir ecza dolabı görmek umuduyla kısaca turladım fakat beklediğimin aksine ecza dolabı falan yoktu burada. Ciğerlerime doldurduğum nefesi bıkkınca verirken yüzüme dökülen saçlarımı geriye doğru tarayarak arkamı döndüm. O an Giray'ı karşımda görmek beklediğim bir şey değildi. Üzerindeki kanlı gömlekten kurtulmuş tertemiz beyaz bir gömlek giymişti.

"Bir şey mi arıyorsun?"

"Ağrı kesici." dedim kısaca saçlarımın arasında takılı kalmış elimi indirerek. Kapının önünden ayrılıp mutfak dolaplarına doğru yöneldi. O arkasını dönmüş açtığı çekmeceye bakınırken ayağının altından çekilerek mermer tezgâha yaslandım.

"Baver Cihanbeyli..." dedim merakıma engel olamayarak. "Birkaç saat önce Şahmeran konağında bir toplantıdaydı. Urfalı ailelerin dahi katıldığı kalabalık bir toplantı... Buralı olmasam da güya töre adını koyduğunuz o milattan kalma kurallarınız hakkında emin olduğum tek bir şey var. Ne zaman böylesine kalabalık bir aşiret toplantısı yapılsa kan dökülüyor bu topraklarda."

"Sadede gel."

Giray çekmeceyi kapatıp masaya yöneldiğinde hareketlerini takip ettim. Yüzünde tek bir mimik dahi yoktu. "Kim o kız? Yeni kurbanınız mı?" Tezgâhın üzerindeki bardağı suyla doldururken burnundan sert bir soluk vererek sürahiyi gürültüyle yerine bıraktı ve doldurduğu bardağı bana doğru ittiğinde yüzüme dönmeyen irislerine bakmaya devam ettim.

"Niye merak ediyorsun Ahu, Daha önce yaptığın gibi yine şikayetçi mi olacaksın? Eğer hala akıllanmadıysan söyleyeyim-" Yüzündeki vurdumduymaz ve küçümseyici tavır kanımı kaynattığında kendimi daha fazla tutamadım ve tezgâha yasladığım kollarımı serbest bırakarak aramızdaki mesafeyi kapattım.

"Hiç değişmemişsin biliyor musun? Oysa geçen zamanın o duygu barındırmayan taş kalbini biraz bile olsa yumuşatacağını düşünmüştüm." dedim hayal kırıklığıyla. Sözlerim keskin bakışlarının bana dönmesine yetmişti.

Kirli sakallarının gizlediği keskin çene hatları kasıldığında "İlacın Ahu." deyip elindeki kutuyu tezgâhın üzerine koydu.

Arkasını dönüp giderken "Bana sadece bu olayın Gencer ile bir alakası olup olmadığını söyle Giray?" dedim.

Adımları olduğu yerde dururken sırtının kasıldığını görebiliyordum. Damarına basmıştım.
"Pardon Giray Abi demeliydim değil mi?" Aldığı derin nefes ile birlikte omuzları iyice genişlerken parmakları avucunun içinde katlanarak sıkı birer yumruk oldu.

Saniyeler sonra yeniden karşıma dikildiğinde yanaklarının dalgalanıyordu. "Ne senin ne de abinin bu olayla bir alakası yok Ahu. Olmayacak da." Bakışları kısa bir süre üzerimde dolandıktan sonra gördükleri onu rahatsız etmiş gibi burnundan derin bir soluk vererek konuştu. "Odaya temiz bir şeyler bıraktım giyersin." Sıcak nefesi tenime çarpıp beni kor bir alev gibi yakarken saniyeler içerisinde açtı aramızdaki mesafeyi ve mutfağı terk etti.

Başım yeni bir zonklamayla bakış açımı bulanıklaştırdığında masanın üzerindeki su ve kapsülü alarak mideme gönderdim ve odaya çıkıp Giray'ın giymem için bıraktığı sweeti görmezden gelerek başımı yastığa koydum. Gözlerim anında kapanırken kendimi saniyeler içinde uykunun kollarında bulmuştum bile.

***

Sabaha karşı uykumdan aniden uyandığımda hava henüz ayndınlanmamıştı bile ama karşımda gördüğüm silüetin Gencer'e ait olduğunu anlamam çok uzun sürmedi. Göğsüm aniden uyanmış olmanın verdiği korkuyala hızla inip kalkarken gözlerimi usulca geri kapattım.

"Uyandırmak değildi niyetim. Üstün açık kalmış. Üşümüşsün."

"Çok düşüncelisin." Gece lambasının süslediği komodinin üzerindeki telefonuma uzanıp saatin kaç olduğuna baktım. Güneşin doğmasına birkaç dakika vardı. Gelen arama ve bildirimleri görmezden gelerek derin bir nefes verip yatağın kenarındaki berjere oturduğunda tıpkı onun gibi sırtımı kadife başlığa yasladım ve üzerime örttüğü battaniyeye sarıldım. Sahiden üşümüştüm.

"Öfkelenmekte haklısın. Seni böyle karşılamayı bende istemezdim."

"Aksine oldukça sakinim."

Bu durum sanki öfkeli olmamdan daha kötüymüş gibi uzun uzun baktı yüzüme. "Kim bu kız?"

"Tanımadın mı?"

Kafamı daha da karıştıran sözlere karşılık bakışlarımı Gencer'in ifademi tartmaya çalışan ela irislerine çevirdim. "Ne demek bu?"

"İçeride yatan kız Giray'ın kız kardeşi, Dilruba."

Kirpiklerim usulca kısılırken dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. Zihnim beni geçmişin tozlu sayfaları arasında oradan oraya sürüklediğinde kendimi bir anda Ferman babam tarafında zorla sürüklendiğim bir düğünde buldum.

🌬

Genç kız öfkeyle üzerine dökülen vişne suyu lekesini temizlerken bıkkın bir soluk verdi. Ferman babasına kıyamayıp geri çeviremediği teklifin başına açacağı işleri bilse en başta yorgun olduğunu söyleyerek reddederdi onu. Mutfağa giren kadın avludaki diğer kadınlar gibi baştan aşağı onu süzerek elindeki bardağı masanın üzerine bıraktığında ıslak bezi daha sert sürttü üzerindeki kumaşa. Kendisini sorguda gibi hissetmesine sebep olan annesi ile kendi hakkındaki sualler ve durmadan üzerinde gezinen bakışlar yüzünden kıskaca alınmış gibi hissediyordu. Kadın mutfaktan çıktıktan sonra elindeki bezi masanın üzerine bırakarak çantasından telefonunu çıkardı. Parmakları Gencer'in numarasının üzerinde birkaç saniye dolaştıktan sonra arama tuşuna bastı, abisi açmayınca bir kez daha çaldırdı fakat durum aynıydı. Son çare olarak onun numarasını tuşlayıp aramayı gerçekleştirdi. Birkaç çalışın sonunda açmıştı telefonu. Derin bir nefes eşliğinde sitemli bir şekilde duyuldu Giray'ın sesi.

"Ne var Ahu?" Kibarlıktan nasibini almamış medeniyetsiz herif. Genç kız onun bu tavrına karşı aynı sertlikle karşılık verdi. "Saatlerdir yüzünü göremiyorum diye hasretinden yataklara düştüm(!) Ne olur lütfedip gül cemalini görmeme izin ver Giray Ağam." Samimiyetsiz gülüşüyle önünde dikildiği mutfak camından dışarı baktığında gözleri kalabalığın içerisinde kendi irislerine sabitlenmiş keskin ve sert bakışları buldu. Onu anında fark etmiş olmasına şaşırmış kalbi bu bakışlar karşısında teklemişti.

"Alayı bir kenara bırak da sadede gel Ahu."

​​"Ne zaman bitecek bu Allah'ın cezası düğün?"

"Birkaç saate biter. Ne oldu?"

"Nefes alamıyorum artık. Eve gitmek istiyorum. İnsanların üzerimde gezinen rahatsız edici bakışlarına bir saniye daha sabredecek gücüm kalmadı. Hayır çıplakta gelmedim neye bu kadar takıldılar anlamıyorum."

Giyimiyle ilgili bir şeyler mırıldandı ama o kadar kısık sesli konuşmuştu ki ne dediğini anlayamadı genç kız. "Ee, dertleşmek için mi aradın beni?"

Adi herif.

"Abim nerede? Telefonunu açmıyor." dedi mutfaktaki kadınları görmezden gelip onlara sırtını dönerken.

"Ben senin abinin bekçisi miyim Ahu? Nereden bileyim." Yanına yaklaşan sarı saçlı kıza karşın kulağındaki telefonu uzaklaştırıp "Söyle Dilruba." dedi genç adamın telefondan gelen bıkkın sesi. Dilruba muzip tavırlarıyla abisinin koluna girerken genç kız hala hatta Giray'ın ona adam akıllı bir cevap vermesini bekliyordu. "Zelal Halamla kızı Roni gelmiş. Anam hele bir baksın abin, hoş geldin desin misafirlere diyor. Çok uzak yollardan gelmiş Roni biricik beşik kertmesini görebilmek için."

"Sonra Dilruba" Adamın sözleri kız kardeşi tarafından kesildi. "Heh! İşte Roni'de geliyor."

Onlara doğru yürüyen kızı gördüğünde istemsizce kaşları çatıldı Ahu'nun. Adının Roni olduğunu öğrendiği esmer uzun boylu kız üzerinde kaftanıyla adeta kalabalıktaki bütün gözleri üzerine çekmek istercesine avluda salınırken aramayı sonlandırarak telefonunu çantasının derinliklerine fırlattı. Yine içinde peyda olan hislere yenik düşüyor, kendini bir öfke denizinin ortasında oradan oraya savruluyormuş gibi hissediyordu. Zira Giray'ın yüzünde birkaç saniyeliğine gördüğü o tebessüm kalbini sızlatırken daha fazla duramadı orada. Üzerindeki ıslak lekeli elbiseye aldırmadan mutfaktan hızlıca çıktığında tek bir amacı vardı. Gitmek istiyordu bu evden.

Kalabalığın arasından sıyrılıp avludan dışarı çıktı ve gördüğü birkaç korumayı geçerek hızlıca yürümeye başladı. Dakikalar sonra konaktan iyice uzaklaştığında teni buz gibi olmuş, eve arabayla dönmediğine bin pişman olmuştu bile. Durmadan çalan telefonunu meşgule alıp çantasının derinliklerine attığında işittiği sesle birlikte olduğu yerde kalakaldı. Karşısında gördüğü adam tüylerini diken diken ederken gecenin karanlığının çöktüğü boş sokakta onlardan başka kimsenin olmadığını yeni fark ediyordu.

"Nereye böyle, kaçar gibi?"

Berzan saniyeler içerisinde yakınında bittiğinde derin bir nefes alarak geriye doğru adımladı. Bu adamla karşı karşıya kalmak onu artık sandığından daha çok korkutuyordu. Zira Berzan'ın ısrarcı, laftan anlamaz tavırlarıydı bu korkuyu içine salan.

"Ne o dilini mi yuttun Ahu? Herkese bülbül gibi şakıyan dilin bir bana mı lal oluyor?" Adam yanağına doğru düşmüş bir tutam saçı parmağına dolayıp kulağının arkasına sıkıştırdı. "Dokunma!" Yüzüne değen parmaklarla irkilerek geri çekildiğinde sırtını çıkıntılı taş duvara çarpsa da acıyı görmezden gelmeye çalıştı. "Bağırıp herkesi başımıza toplamamı istemiyorsan uzak dur benden."

"İşime gelir, ikimiz için her şeyi daha da hızlandırmış olursun." Berzan açtığı adımlık mesafeyi de kapatarak onu tamamen abluka altına aldığında öfkeyle soludu Ahu.

"O laftan anlamaz beyninin içinden ne tür saplantılı düşünceler geçiyor bilmiyorum. Ama sana son kez söylüyorum. Beni. Rahat. Bırak. Yoksa olacaklardan ben sorumlu olmayacağım artık?"

"Bak senn... Bayılıyorum biliyor musun bu dik başlı hallerine."

Genç kız Berzan'ın kıskacından kurtulmaya çalışarak arkasındaki duvara daha çok yaslanırken sırtına batan taşlarla birlikte yüzünü buruşturdu. "Ama ben senden iğreniyorum."

Adamın iki bacağının arasına vurduğu diziyle üzerindeki kıskaçtan kurtardı ve hızlıca yürümeye başladı. Bir kez daha dayanamazdı o iğrenç nefesinin ve parmaklarının teninde değmesine. Ayağındaki topuklular adımlarını dengesizleştirirken sertçe çekilerek yüz üstü duvara yapıştırıldığında kolundaki ve yanağında hissettiği acı çığlık atmasına sebep olmuş dudaklarına kapanan ve üzerine yaslanan beden ile vücudu adeta donup kalmıştı.

"İsteyeceksin Ahu! Sende isteyeceksin. Ben Cihanbeyli'yim unuttun mu? Bu topraklarda sözü geçen en büyük aşiret ağasının torunu. Her şey tek bir sözüme bakar."

"Bırak beni!" Berzan'ın üzerindeki ağırlığı bir anda yok olduğunda duyduğu tenin tene çarpma sesinden sonra öfkeli sert bir küfür yayıldı sokağa. Korkuyla birkaç adım geriye doğru sendeledi Ahu. Titreyen bedeni bir pelteye dönüşmüş bütün gücü çekilmişçesine ilerledi, duyduğu sesler artık çok daha gerisinden geliyordu. Islak lekeli eteği tenine yapışarak daha çok üşümesine sebep olurken koluna dolanan parmaklar ile birlikte irkildi fakat rüzgârın burnuna savurduğu bu kokuyu tanıyordu.

🌬

Geçmişin tozlu sayfaları sertçe kapandığında derin bir soluk aldım odanın ormana bakan cam duvarında gezinen bakışlarım Gencer'i bulduğunda şaşkılığıma engel olamayarak. "Giray'ın kardeşi mi?" dedim.

Başını sallayarak beni onayladı "Dilruba, benim yüzümden bu halde." Yerimde doğrulup yatağın ucuna doğru yaklaştım. En son on iki, on üç yaşlarındayken görmüştüm onu. İçime çöreklenen hüzünle birlikte birden fazla soru işareti dönmeye başladı zihnimde. "Nasıl? Senin Dilruba ile nasıl bir bağlantın olabilir ki...". Kirpiklerim usulca kısıldığında aklıma gelen fikirle birlikte hiç düşünmeden bakışlarım hızlıca ona döndü. "Dilruba'yı sen mi kaçırdın?"

"Saçmalama Ahu. Dilruba'yı kaçıran ben olsam Giray aşağıda öylece oturuyor olabilir miydi?"

Gencer yeniden sessizliğe gömülürken dirseklerini dizlerinin üzerine koyarak parmaklarını onu son gördüğümün aksine kısacık kestirdiği saçlarının arasında gezdirdi. Yüzündeki düşünceli ifade nedense sakladığı bir şeylerin daha olduğunu düşündürmüştü bana.

"Sen yatıp dinlen. Bir şeye ihtiyacın olursa aşağıdayım." Son sözlerinin ardından bir şey söylememe izin vermeden oturduğu yeşil renkli kadife berjerden kalktı. Heybetli bedeni gözler önüne sererek seri adımlarla odadan çıktığında beni bir dünya soru işareti ile baş başa bırakmıştı. Evin o ıssız sessizliğinden olsa gerek merdivenlerden inene kadar duydum adım seslerini. Canını sıkan başka bir şey olduğuna neredeyse emindim artık.

***

Sabahın erken saatlerinde Dilruba'yı kontrol etmek için girdiğim oda da yatağın hemen yanı başındaki berjerin üzerinde uyuyan Giray'ı görünce derin bir nefes verdim. Ne kadar istemesem de onu burada bulacağımı biliyordum. Berjere sığmayan iri bedeni ile rahatsız bir pozisyonda uyuyordu. Attığım ilk adım ile birlikte gözleri anında aralansa da aldırış etmeden bir ok misali üzerime saplanan gözlerinin esaretinden çıkmayı umarak işime devam ettim. Fakat umduğumun aksine ben Gencer'in dün gece getirdiği infüzyon setinin paketini açarken oturduğu yerden beni izlemeye devam etti. Kasıntı herif.

İrislerim dün gece yüzünde olmadığına emin olduğum kaşındaki yarığa takıldığında gözlerim usulca kısıldı ve kirpiklerimi kırpıştırarak doğru görüp görmediğimi teyit etmeye çalıştım. Evet doğru görüyordum kaşında etrafı morlukla çevrelenmiş derin bir yarık vardı. Deldiğim kan torbasından sızan kan usulca parmaklarıma sızdığında Giray'ın üzerindeki bakışlarımı çekerek serumun iğnesini yatağına daha sıkı yerleştirdim ve kan torbasını yerine asıp Dilruba'nın ateşinin olup olmadığına baktım. Beyaz teni solgun olsa da dün gecekinden çok daha iyi görünüyordu.

"Bugün uyanır mı?"

"Ne zaman toparlanırsa o zaman uyanır."

"Ne kadar sürer?"

Dilruba'nın rutin kontrollerini halledip pansuman için yatağın kenarına oturduğum sırada Giray'a döndüm. Gözleri kısa bir süre üzerimde gezindi, boğazını temizleyerek bakışlarını odanın kapısına sabitlediğinde "Kardeşini tanıyan sensin." dedim.

"Doktor olan da sensin."

İlgilendiğim işi bırakıp yeniden yüzüne döndüm. Elaları anında bulmuştu irislerimi. Odanın kapısı tıklatılarak yeniden aralandığında pansumanını bitirdiğim yarayı kapatarak oturduğum yerden kalktım. Gencer dün geceki gömlek ve ceketiyle kapının hemen önünde dikiliyordu. Ufacık bir kırışıklık dahi görünmeyen takımı dün gece uyuyup uyumadığını düşündürdü bana. "Konuşmamız gerek." Giray'a dışarı gelmesini işaret edince oturduğum yerden kalkarak çıkışa yöneldim. Kapının önündeki Gencer'i geçmek için hareketlendiğimde kolumu tutarak durdurdu beni. Bakışları kısa bir süre Giray'a sonra üzerimdeki askılı bluza takıldıktan sonra bana dönerek "Giyinmen için evden kıyafet getirdim." dedi. Bakışlarım göğüslerimin bir kısmını aşikar eden v yaka bluzuma takılsa da onun kıskançlığını es geçerek esas konuya odaklanmaya çalıştım.

"Bavulu mu mu karıştırdın?"

"Kızlardan birine hazırlattım."

"Özel eşyalarımı karıştırmadan önce keşke bana da sorsaydınız."

"Sırf bavulunu açtırdım diye mi bu kadar öfkelenmiş olamazsın değil mi?" Kirpikleri usulca kısıldığında bir şeyleri anlamaya çalışıyor gibiydi. "Ne saklıyorsun sen?"

"Sen her adımı mı takip ettirip beni pençelerinin arasına almışken mümkün mü sence senden bir şey saklayabilmek Gencer Ağam?" Kolumu parmaklarının arasından kurtardığım sırada çekilmesi için bekledim.

"Ahu!"

"Uzatma Gencer, Çekil önümden."

Öfkeyle kasılan parmakları avucunun içinde birer yumruk olduğunda açtığı boşluktan süzülerek bana verilen odanın yolunu tuttum. Bavulun içine koyduğum dosyaları yüzünden öfkeli bir küfür savurdum kendime. Nasıl böyle bir aptallık yapabilmiştim. Masanın üzerinde titreyen telefonuma uzanıp diğer otuz yedi çağrıya yaptığım gibi ekrandaki aramayı sonlandırarak konağın numarasını tuşlarken adımlarım odanın içinde bir sağa bir sola gidiyordu.

"Buyrun Ahu Hanım?"

"Ercüment oralarda mı?"

Birkaç dakika bekledikten kısa bir süre sonra uzaktan duyuldu Ercüment'in sesi. "Başımızı iki dakika yastığa koydurmadınız? Bi boku da bensiz halledin a*ına koyayım. Ne var?"

"Abi telefon-" Tenin tene çarpma sesinin ardından ahize yeniden hışırdadı. "Şimdi mi söylüyorsun gerzek herif bunu!... Buyur abi."

"Kusura bakmayın rahatsız ettik sizi de Ercüment Bey."

"Estağfurullah Ahu Hanım."

Kısa bir sessizliğin ardından tenin tene çarpma sesi bir kez daha duyuldu, ardından kısık sesli bir küfür. "Senin yapacağın işi s*kiyim."

"Kusura bakmayın ben Gencer Ağam sandım sizi."

"Sana küçük bir işim düştü Ercüment."

"Emredin Ahu Hanım."

"Emir değil küçük bir rica diyelim. Kaç yıldır abimle çalışıyorsun?"

"Dokuz yıldır efendim."

Kısa bir sessizlik oldu. Dokuz yıldır Gencer'le çalışması onun güvenebileceğim bir adam olduğunu gösteriyordu. Boğazımı temizledikten sonra "Sana bir adres göndereceğim." dedim. "Bavulumu gönderdiğim adrese bırakabilir misin?"

"Tabii Ahu Hanım. Siz nasıl derseniz."

"Sağ ol Ercüment. Numaramı konaktakilerden alıp beni ararsın ben de sana konumu gönderirim. Yalnız... Gencer'in bu olaydan haberi olmasın. Konakta kalmadığım için sitem etsin istemiyorum. Ben daha sonra konuşacağım onunla bu konuyu."

"Peki Ahu Hanım."

Telefon görüşmesini sonlandırırken dikildiğim cam kenarından ayrılıp ormana bakan balkonun kapısını araladım ve serin havanın esintisi yüzüme vurup saçlarımı karıştırırken derin bir nefes çektim. Dün ki yağmurlu hava yerini bulutlu serin bir güne bırakmıştı. Ağaçların arasındaki kuş cıvıltılarına karışan karın gurultum dikkatimi dağıttığında dün geceden beri bir şey yemediğimi fark ettim.

Açlık değil ama sızlayan başım beni alaşağı etmeden önce sert bir kahve içmeye ihtiyacım vardı. Gencer'in getirdiği bavuldan üzerime siyah yüksek bel ispanyol paça kumaş pantolon ve boğazlı bordo bir triko geçirerek saçlarımı başımın üzerinde gelişi güzel bir topuz yaptım.

Mutfaktaki kısa araştırmamın ardından bulduğum kahveyi cezveye döküp üzerine bir fincan su ekledim. Gözüme az gelen kahveyi biraz daha artıracakken duyduğum sesler ile birlikte duraksadı hareketlerim. Bakışlarım mutfağı boydan boya kapatan camın arkasına uzandığında Gencer ve Giray'ın bahçede hararetli bir konuşmanın içerisinde olduğunu gördüm. Öfke ikisini de esir almış gibiydi. Kahveyi yanan ocağın üzerine bıraktıktan sonra perdenin kapattığı kapıyı biraz daha araladım.

"İki ucu boklu deynek a*ına koyayım. Senin planını da sana uyan aklımı da s*keyim ben. "

"Dua edelim geberip gitsin." dedi Gencer. Kimden bahsettiğini deli gibi merak etsem de çenemi kapalı tuttum.

"Dokuz canlı o it. Bir bok olmaz ona.Gerisini ben halledeceğim."

"Aklında ne var?"

Giray'ın bakışları orman yolundan ayrılıp Gencer'e döndüğünde gözlerinde koca bir yangının kıvılcımlarını taşıyordu. Derin bir soluk alıp ellerini rahat bir tavırla ceplerine koyduktan sonra dilini alt dudağında gezdirdi. "İşler yeterince boka sardı. En başta planladığım gibi yapılması gereken ne varsa ben yapacağım. Bu işi tek başıma halledeceğimi söyledim ama izin vermedin. Ama bu saatten sonra karışmayacaksın. Şimdi Ahu'yu da alıp git kardeşim."

 

 

✨️

 

Yavaş yavaş olayları kavramaya başlıyoruz.

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın olur mu pamuk şekerler?

 

Yeni bölümde görüşmek dileğiyle...

 

 

 

 

 

 

✨️

 

 

Loading...
0%