@madamosiella
|
"HÜZÜN KOVAN KUŞU"
-Cahit Zarifoğlu İKİNCİ BÖLÜM
"Günaydın." Dedi kız esnemeden hemen önce. "İncecik pijamayla dışarı çıkmışsın bak yine, sabah rüzgârı çarpacak hasta olacaksın Karaca." Sözlerine karşılık omuz silkip nazlandı. "Bir şey olmaz, hem hastalanırsam sen bakarsın bana." "Nazlı sıpa seni." Annesi masanın üzerinden uzanıp usulca yanağını okşayınca yanağının üzerindeki eli tutup avuç içini öptü. Belli etmese de öyle ihtiyacı vardı ki şu sıralar sarıp sarmalanmaya. "Hadi güzelce kahvaltını yap. Bugün hep birlikte Yasemin teyzene gideceğiz oturmaya, Ahsen'de gelecek." Bardağını önüne koyup arkasına yaslandığında devam etti annesi konuşmasına. "Volkan ile evlenmiş Ahsen biliyor muydun?" Karaca çayını yudumlamadan önce onaylarcasına başını salladı." Efnan söylemişti." "Birde iki buçuk yaşlarında dilli dibek bir kızı varmış öyle diyor Yasemin. Sende gel, severdin sen Ahsen'i. Hem kafan dağılır değişiklik olur sana da. Kaç gündür dışarıya adımını bile atmadın." "Yok anne ben birkaç yere iş görüşmesine gideceğim, belki dönüşte uğrarım." "Karacam iyisin sen değil mi?" dedi annesi yüzünü uzun uzun süzerek. "İyiyim merak etme, biraz uykusuzum sadece." "Bende onu diyorum, günlerdir mosmor göz altların buralar sana iyi gelmiyor sanki annem. Geldiğimiz günden beri çiftliğe gitmek dışında odandan dışarı doğru dürüst adımını bile atmadın. Korkuyorum eskisi gibi olacaksın diye. Geri dönelim mi İzmir'e? Ya da istersen başka bir şehirde olur. Kalan birikimle bir ev tutarız, hem bende bir işe girerim elbirliğiyle bitiririz icra borcunu. Ne dersin?" "Ne o Gönül Hanım çabuk sıkıldınız memleketinizden bakıyorum." "Yok be kızım insan doğduğu yeri doyduğu yere değişir mi? İskenderun'un yanında İzmir'in değeri bile yok gözümde ama senden daha önemli değil hiçbiri." Biliyordu. Vaktinde annesi sırf onun için arkasını dönmüştü memleketine. Şimdi fedakârlık sırası Karacadaydı. Bir tek annesi kalmıştı ailesinden geriye onu da kaybetmeyecekti. Her şey annesinin istediği gibi olsun istiyordu. Hatay'a da o iyi olsun diye, kaçtığı onca şeyle yüzleşmeyi göze alarak gelmemiş miydi zaten? "Ee o zaman sorun ne?Ben çiftlikte yeterince şarj olup geliyorum merak etme sen." Uzanıp annesinin ellerini sıkıca tuttu. "Sen iyi olduğun sürece bende iyiyim annem. Korkmanı gerektirecek bir durum yok." Derin bir nefes aldıktan sonra devam etti. "Borcu da dert etme artık..." Elini annesinin ellerinin üzerinden çekerek önündeki su bardağından bir yudum aldı ve kuruyan boğazını yumuşattıktan sonra devam etti. "Ben borcun büyük bir kısmını kapattım." "Nasıl?" Annesinin çatılan kaşları ve şaşkınlıktan açılan ağzının ardından gelecek soruyu tahmin edebiliyordu. "Karaca sen-" "Evet anne... Tüm varlığımı babamın borcunu ödemek için kullandım. Dedemin üzerime yaptığı arsada dahil. Artık dert edecek bir borcumuz kalmadı anlayacağın." Annesinin gözünden birkaç damla yaş süzülüp indi hüzünlü çehresine doğru. "Ah be yavrum... Birde dert etme demiyor musun, sen onca sorumluluğun altında tek başına ezilirken ben nasıl köşemde oturayım? O para sizin hayallerine giden yoldaki birikiminizdi." Dudakları düz bir çizgi halini aldığında başını usulca iki yana salladı genç kız. "Öyle kızgınım ki babana. Bunu bize nasıl yaptı hala aklım almıyor." Gözleri uzun bir süre uzaklarda gezindi. İçinde neyi neden sorguluyor merak etti Karaca. Onca üzüntüsünün arasında annesinin içine dert olmak istemiyordu. "Kime sattın peki arsayı? Dedenin haberi var mı?" "Eski sahibine." Dedi dedesini kastederek. "Onca yıldır yüzüme bakmayan babam bile karıştı işin içine demek." Usul usul salladı başını. "Aslında borcun tamamını kapatmak istedi ama ben izin vermedim. Israr edince de böyle bir çözüm yolu sundum. Başta sert çıksa da inadımı kıramayacağını anlayınca kabul etti." Annesinin yüzündeki hüznüne karışmış şaşkınlığı görebiliyordu. Şaşkındı çünkü dedesi damadını günahı kadar sevmezken onun borcunu kapatmayı teklif etmişti. Dedesinin gözünde Kemal Aktan kızının gözünü boyayıp onu hamile bırakarak evliliğe mecbur eden ırz düşmanından fazlası değildi. Bunlar Karaca'nın değil bizzat dedesi Merdan Karakurt'un sözleriydi. Dedesi parayı hesabına yatırsa da hala tapuyu üzerine almak için bir adım atmamıştı. Hatay'a döndüğünde bakacağını söyleyerek geçiştirmişti kızı. Bu konuyu da en kısa zamanda halledeceğini kafasının bir kenarına not ederek annesine döndü. Onun yaşlarla bezenmiş yüzünü gördüğünde oturduğu yerden kalkarak arkasına geçtikten sonra kollarını boynuna dolayıp ıslanmış yanaklarını öptü. "Bunları sen üzül diye anlatmadım anne merak ediyorsun diye anlattım. Bu dünyada sizden başka kimsem kalmadı o yüzden bunları kafana takıp daha çok üzülmeni istemiyorum. Tek isteğim senin iyi olman. Böyle yapıp beni de üzme ne olur. Hadi kahvaltını yap, ilaç saatini geçireceksin. Bende çıkıp çiftliği arayayım bir Pamuğumu çok özledim." Gönül'ün içi rahat olmasa da kızını onayladı. "Selam söyle." Öylesine fedakâr bir çocuk doğurmuştu ki sırf o üzülmesin diye bütün yükü tek başına sırtlamaya çalışıyordu. Ellerini boynuna dolanmış kolların üzerine koyarak oda sıkı sıkı öptü kızının yanağını. Annesinin gidişinin ardından ılık bir duş alıp üzerindeki gerginliği attıktan sonra hazırlanmaya başladı genç kız. Bedenindeki yorgunluk hafiflese de zihnindeki yorgunluk sivri bir kanca gibi kafasının içine saplanmış ona rahat vermiyordu. Dolabından çıkardığı ceketi kalçasına uzanan bordo takımının içine siyah büstiyer ve aynı renk şifon bir gömlek giyerek saçlarını ensesinde sıkı bir at kuyruğu yaptı. Siyah eteği her zamankinin aksine bu kez beline bol gelmişti. Verdiği kilo bir kez daha canını sıkarken kıyafetlerini bir ara terziye götürmesi gerektiğini aklının bir köşesine not etti. Solgun yüzünü makyaj yardımıyla aydınlatması göz altları yüzünden biraz uzun sürmüştü. Siyah topuklu ayakkabılarını ayağına geçirirken dün akşam hazırladığı CV'yi de alıp evden çıktı. Evde oturmak ona iyi gelmemişti. Günlerdir gözüne uyku girmiyordu. Kâbusları geri dönmüştü, gecenin bir yarısı korkuyla uyanıyor ve gün ışımaya yakın oturduğu pencere pervazında uyuyakalıyordu. Zihninin etrafına yayılmış olan karabulutlardan kurtulmaya çalıştıkça dibe çekildiğini hissediyordu. Zihniyle arasına bir bariyer kurmalıydı tıpkı daha önce de yaptığı gibi. Bunu sadece çalışarak başarabilirdi. Mahallenin alt sokağında kalan taksi durağına doğru yürürken tedirgindi. Bir haftadır bu mahallede olmasına rağmen Kaya'yı bir kez bile görmemişti. Günlerdir evden dışarı adımını attığı da yoktu gerçi ama evlerinin çevresinde de hiç görememişti onu. Birbirlerinden kaçıyorlardı sanki. Kaya'yı görmeye hazır mıydı peki? Değildi. Kendini geri dönülmez bir çıkmaza sokmuştu. Ne kadar kaçarsa kaçsın onunla yüzleşmek zorunda olduğunu biliyordu. Köşeyi döndüğü sırada yanından geçen siyah araba birkaç metre ilerde yavaşladıktan sonra geri geri gelerek önünde durdu. Arabanın camı açıldığında Ercüment ile karşılaşacağını biliyordu. En son haftalar önce babasının cenazesinde karşılaşmışlardı. O güne dair hatırladığı bir başka şey de Kaya'yı gördüğü sanrıydı. Onu mezarlığın çıkışında bir arabanın önünde beklerken görmüştü. Aldığı haplar yüzünden öyle belli belirsizdi ki bu görüntü zihninde, gerçek mi hayal mi ayırt edememişti. Çünkü kafasını çevirdiği birkaç saniye içerisinde ortadan kaybolmuştu. "Binsene, bırakayım gideceğin yere." Genç kız hafifçe eğilip onunla aynı hizaya geldi. Onun arabasına binip herhangi bir beklenmedik karşılaşmaya mahal vermek istemiyordu bu yüzden teklifini reddetti. "Taksiye bineceğim sağ ol." "Merkeze iniyorum gel işte, gideceğin yere bırakırım seni de." Kız derince verdi nefesini. Omzundaki çantasını indirdikten sonra Ercüment'i kırmamak için teklifini kabul etti ve arabaya bindi. Mahalleden çıktıkları sırada yol ayrımındaki ışıklarda durdular. Ercüment'in direksiyonun üzerine ritmik şekilde vuran parmakları ve merkeze doğru giden yoldaki uzun sessizlik arabanın içerisinde gergin bir atmosferin oluşmasına sebep olmuştu. Saniyeler sonra Ercüment boğazını temizleyerek arabanın içindeki sessizliği ansızın bozduğunda gerilmeden edemedi. "Ee alışabildin mi İskenderun'a?" Karaca uzun süredir konuşmadığı için kuruyan boğazını temizleyip cevap verdi. "Bilmem... yani, alışmamı gerektirecek bir durum yok aslında. İskenderun yine aynı İskenderun işte." Ağır ağır başını salladı adam. "Doğru... İskenderun aynı. Sen öyle arkana bile bakmadan gidince buraları da geride bıraktıkların gibi unutmuşsundur diye düşündüm." Genç kız derin bir nefes aldığında dudaklarında donuk bir tebessüm oluştu. Ağır gelmişti bu sözler ona. "Uzaktan konuşması ne kolay değil mi? Yaşadıklarım hakkında en ufak bir fikrin dahi yokken..." Kurduğu son cümle onu anında pişman etse de yargısız infaz edilmesi ağırına gitmişti. Söylemek isteyip de söyleyemediği o kadar çok şey vardı ki. "Yanında olmamıza izin verseydin yaşadıkların hakkında fikir sahibi olurdum Karaca ama kaçmak daha kolay gelmiş olmalı ki bir gecede ortadan kayboldun. Ya beni, onu bunu boş ver hadi bize bir açıklama yapma ihtiyacı hissetmedin anladım da-" Bu konuşmanın varacağı yeri bildiğinden konuşmasına izin vermeyerek susturdu onu Karaca. "Yeter! Lütfen..." dedi elini kaldırarak. "Geçmişi deşip hesap sormak için bindirdiysen beni arabana bu hesaplaşmayı başka zaman yapalım. İnan şimdi hiç sırası değil." Eğer geçmiş defterler açılırsa gün boyu kendine gelemezdi. Bugün kendinde olmaya ihtiyacı olduğu gibi parlak bir zihne ve güce de ihtiyacı vardı. "Olur mu Karaca Hanım ne haddime benim hesap sormak?" Suçluluktan uzak alaycı bir hava sezdi Karaca onun cevabında. Belli ki hem kızgın hem de kırgındı Ercüment. "Beni uygun bir yerde indirir misin?" demesine rağmen onu duymamazlıktan gelip sürmeye devam etmişti. Önünden akıp giden yolu izlerken dakikalarca tırnaklarını batırdığı avuç içine işkence etti. Avuçlarında oluşan küçük yarım ayların kızarıp kanlanmaya yüz tutacağına emindi. Onun tarafından bakıldığında haklıydı Ercüment ama acaba gerçekleri öğrense ne düşünürdü? "Nereye gidiyorsun?" "İş görüşmesi." dedi kısaca. Sesindeki kırgınlığı hissetmiş olmalı ki sıkkın bir soluk vermişti Ercüment. "Efnan okulu bıraktığını söylemişti." Dedi teyit etmek istercesine. Beş dakika önce öfkesini ona kusan kendisi değilmişçesine sohbet etmeye çalışıyordu. "Bitirdim." Buradan ayrılmadan önce son sınıfa geçmiş olsa da okulu bir süre dondurmak durumunda kalmış daha sonra da Erasmus'la yurt dışına gitmişti. Bir buçuk yıl süren yurt dışı serüvenini ancak babasının dön çağrısıyla bitirebilmişti. O sırada arabanın içini dolduran telefon sesi Ercüment'in aramayı birkaç saniye sonra cevaplamasıyla son buldu ve karşıdan gelen soru üzerine cevap verdi adam. "Merkeze iniyorum bir şey mi oldu?" Karaca kısıkta olsa karşıdan gelen o tok sesi tanıdığında birkaç saniye duraksadı. "Sen sanayiye Akgün'ün yanına geç, ben getireceğim arabayı... Tamam abi ya kafa ütüleme." Ağzına dolusu küfürler ediyordu Kaya. Öfkeliydi. Gür sesi öyle yankı yapıyordu ki Ercüment telefonu hoparlöre alsa anca bu kadar net duyabilir onu. Göğsünde peyda olan sızı küçük bir kıvılcımdan çıkan yangın gibi büyüyerek bedenini etkisi altına alırken titrek bir nefes verdi Karaca. "Aynen abi... Bende seni seviyorum. Hadi sanayide görüşürüz." Kapattığı telefonu yerine bıraktıktan sonra kendisine döndü Ercüment. "Neredeydi bu iş görüşmesi?" "Sağda indir sen beni." Sesinin titremiş olmasını umursamadan yerinde toparlanıp çantasını omzuna taktı. "Buraya yakın bir yerde mi?" "Biraz hava almak istiyorum kalanını kendim yürürüm." Dedi yüzüne bakmadan. Eli kapı kolunun üzerindeydi. Kaya'nın sesini duymak bile onu alaşağı etmişti. "Şu adresi versene sen." Ercüment'in ısrarına dayanamayınca istemsizce sesi yükseldi. Hem Ercüment hem de Kaya yüzünden fazla gerilmişti. "Yürümek istiyorum diyorum Ercüment neyini anlamıyorsun?" "İyi lan yürü! Yürü de kırılsın bacakların o çivilerin üzerinde. İyilik yaramıyor anasını satayım size. Kaya'sı ayrı Karaca'sı ayrı dert." "Bıraktığın için sağ ol." Dedi Karaca arabadan inmeden önce. Ercüment başını iki yana sallayıp derin bir soluk verdi. Kapıyı kapatacağı sırada yeniden duyuldu adamın sesi. "Şu iş görüşmesi..." Yolu seyreden bakışları birkaç saniye kızın yüzünde dolandı. "Tanıdığım birkaç arkadaşım var istersen yardımcı olurum." Ne kadar kızarsa kızsın saman alevi gibiydi Ercüment'in öfkesi bir anda gelip bir anda gidiverirdi. Karaca'nın kırgın bakışlarını gördüğü ilk an bütün söylediklerine pişman olmuştu. Kız zaten babası yüzünden yeterince acı çekiyordu. Kaya ile aralarında geçenlere de müdahil olacak değildi. İkisinin arasında olan bir meseleydi bu fakat Ercüment'in kızgın olduğu tek şey onlara bir vedayı bile hak görmeyişineydi. "Hallederim ben. Sağ ol." Karaca daha fazla o kaldırımda beklemeyip Ercüment'i arkasında bırakarak yolun karşısına geçti. Aklındaki bin bir düşünce ile yürüdükçe rahatladı ve açıldı. Kendini daha iyi hissettiğinde gördüğü bir vitrinden yansımasına baktı. Gözleri ölü bir kadınınkilere aitmiş gibi baksa da iyi görünüyordu. Önünden geçtiği kafelerin birinden sert bir kahve aldı ve uykusuz geçirdiği gecenin izlerini bedeninden silmeye çalışarak dün telefon görüşmesi yaptığı şirkete gitmek için bir taksi çevirdi. *** Evlerine doğru çıkan yolu adımlarken öylesine yorgundu ki ayağındaki topukluları çıkarıp yalın ayak yürümemek için zor tutuyordu kendini. Üç ayrı yerle görüşmüş ve en sonunda bir hukuk bürosu ile anlaşmıştı. Bedeninin iki hafta içinde hamlanmış olmasına inanamıyordu. Bu derece yorulacağını düşünmemişti. Evlerine gireceği sırada sabah annesine verdiği sözü hatırladı. Adımlarını geri çevirip Efnanların evine doğru yürümeye başladı üzerini değiştirmek istiyordu ama eve giderse kendine hâkim olamayıp direk yatardı. Bahçenin kapısından girmeden hemen önce çimlerin üzerinde oynayan küçük kız çocuğunu gördüğünde adımları yavaşladı. Üzerindeki kırmızı elbisesiyle öylesine tatlı görünüyordu ki gülümsemesine engel olamamıştı. Kapının sesini duyduğu an bakışları merakla kendisine dönen kız çocuğu yerinden kalkıp küçük adımlarıyla koşturarak yanına geldi. "Siz kimsiniz?" küçük kızın kendince uyarladığı cümlesi hoşuna gittiğinde eğilip onunla aynı boya geldi. "Ben Karaca küçük hanım. Peki siz kimsiniz?" dedi kırmızı elbisesinin düşmüş askını düzeltirken. Kız hızlıca başını iki yana salladı ve gözlerinin önüne dökülen kıvırcık saçlarını elleriyle geriye doğru itip konuştu. "Annemle babamın kızıyım." Bakışları Karaca'nın saçlarına takıldığında elini uzatıp omzuna dökülmüş saçlarına dokundu. Sanki korkmuş gibi derince iç çekip kirpiklerini artarda kırpıştırdı. "Ne güzeel, aynı rakunzelin saçları gibi." Karaca, uzun zaman sonra gamzelerini aşikâr ederek "Rapunzel" diye düzeltti onu. "Ayy..." Küçük elini ağzına kapattığında sevimli bir çocuk kıkırtısı doldurdu bahçeyi. Küçük kızın bu tatlı hallerine dayanamayıp yüzüne dökülen kıvırcık arsız saçlarını kulağının arkasına sıkıştırarak yanağını okşadı. "Senin saçların daha güzel keşke benim saçlarımda seninkiler gibi kıvırcık olsaydı." "Olmasın." Dedi kız kaşlarını çatıp panikle dudaklarını büzerken. "Seninki böyle olsun, Rapunzel gibi. Yoksa Efnan seni de benim gibi kızdırır" "Bak sen şu yaramaz Efnan'a." Küçük kızın yanağını usulca okşarken o heyecanla anlatmaya devam etti. Öyle bir elektrik yayılmıştı ki aralarına elini ondan çekesi gelmiyordu. "Evet annem sanıyor ki ben yaramaz, asıl Efnan çok yaramaz ki. Hep şımarıklık yapıp beni kızdırıyor." "Neredeymiş bakalım bu yaramaz Efnan gidip bizde onu kızdıralım." Karaca arkadaşının bu saatlerde evde olmadığını biliyordu. Büyük ihtimal ya klinikteydi ya da pastaneye Levent amcanın yanına yardıma gitmişti. Omuzlarını silkip ellerini havaya kaldırdı. "Yok ki... pastacılık yapmaya gitmiş." "Asmiin! Kızım hadi içeri gel artık." Duyduğu isim ile eli ayağı adeta buz kesti Karaca'nın. Zihnine dolan görüntüler gözlerinin önünde bir şimşek gibi çaktığında küçük kızın saçlarında dolanan eli usulca kucağına düştü. "Dayın aradı bir sürprizi varmış san-..." Bahçeye kızını almaya çıkan Ahsen'in sözlerinin kesilmesine sebep olan şey kendisiydi. Sözlerini duysa da anlamlandırmakta güçlük çekiyordu. Kızlarının adını Asmin mi koymuşlardı sahiden, kendi yaşayamadı adı mı yaşasın demişlerdi? İçindeki suçluluk duygusu yine usul usul yayılmaya başlamıştı kalbinin orta yerine. Kaç dakika orada öylece oturdu bilmiyordu. Zaman algısını yitirmiş gibiydi. Onu kendine getirense yüzünde hissettiği minik tombul parmaklar oldu. Adının Asmin olduğunu öğrendiği küçük kız çocuğu yanağını usulca okşayarak "Neden ağlıyorsun canın mı acıdı yoksa?" diye sorduğunda kendinden habersiz akan göz yaşlarını o an fark edip yüzünü elinin tersiyle temizledi. "Hayır... Hayır ağlamıyorum." Dedi gülümsemeye çalışarak. Bedenindeki bütün güç çekilmiş gibiydi. Ayaklanıp yanındaki çitlerden destek almak isterken zihni öylesine karmaşıktı ki çıtaya çakılmış çivilerden birinin avucunun içini keseceğini akıl bile edemedi. Parmaklarına doğru akan kanın sıcaklığını hissettiğinde avucunu sımsıkı kapatarak hızlıca kalktı yerinden. Asmin'i kaybettiği o günden beri kan görmeye dayanamaz olmuştu. Midesinde baş gösteren hareketlenme ile arkasını dönüp gideceği sırada Ahsen'in sesiyle yeniden durmak zorunda kaldı. "İçeri girmeyecek misin Karaca?" Ahsen ondaki tuhaflığı fark etmiş olmalı ki onlara doğru birkaç adım attı. "İyi misin sen? Yüzün bembeyaz olmuş." "İyiyim... yorgunluktandır." "Karaca." Ahsen usulca kızın kolunu okşadı. "Gel oturalım şöyle. İyi görünmüyorsun." dedi bahçenin köşesindeki bankları gösterirken. "Sağ ol, eve gitsem daha iyi olacak Ahsen abla. Anneme bir şey söyleme olur mu? Boşuna telaşlanmasın." "Karacacım gitmesen olmaz mı ki? Hani Efnan'ı kızdıracaktık ya?" "Karaca abla." Annesinin uyarısına karşılık umursamazca omuz silkti Asmin. Kızın küçük serzenişine kayıtsız kalamayınca yeniden onunla aynı boya gelip bulanan midesine engel olmaya çalışarak konuştu. "Şimdi Efnan evde yokmuş o evde olduğu zaman birlikte gelip kızdırırız onu olmaz mı?" Asmin demeye bir türlü dili varmıyordu. Uzun süre adını zikredemeyeceğine de emindi. Bu kız resmen arkadaşının küçük bir kopyası gibiydi. Asmin'se onu çok sevmişti. En çok da saçlarını. Hem oda Efnan'ın yaramaz olduğunu söylemişti. Kendine Efnan'a karşı aradığı saz arkadaşını bulmuş gibi hissediyordu. Gitmesini istemese de başını sallayarak Karaca'yı onayladı. Bir süre Karaca'nın kapıdan çıkıp gidişini izledikten sonra annesine doğru döndü ve söylenerek yürümeye başladı. "Hani masallardaki prensesler gerçek değildi? Gerçekmiş işte." Annesi ona uzattığı elini tutup önüne gelen saçını bir kere daha geriye doğru savurdu. "Bak sen. Kimmiş bu prenses Asmin Hanım?" Portmantodaki çantasından aldığı küçük lastikle kızının hoyrat kıvırcık saçlarını toplayıp gözünün önüne gelmesini engellerken kızı heyecanla konuştu. "Biraz önce gördün ya işte, evine gidiyor." "Çok mu beğendin sen Karaca'yı?" Küçük kız heyecanla başını salladı. "Asmin çok beğendi annesi." "Dayısı kılıklı seni. Üstün başın toz içinde kalmış yine toprakla oynama demedim mi annecim ben sana?" Annesi ellerini silerken aklı hala Karaca'nın onu büyüleyen saçlarındaydı. "Annesi!" heyecanla kontrol edemediği soluklarının arasında eliyle belini gösterdi. "Benim saçlarım ne zaman burama kadar büyür?" "Neden sordun bebeğim?" "Benim saçlarım da Karaca'nınkiler gibi uzun olsun. Böyle uuup uzun." "Bir seneye kalmadan uzar ama çok yemek yemen lazım ki hem sen hem de saçların çabucak uzasın." Yemek kısmından çok hoşlanmasa da dudaklarını büzüp küçük poposunu sağa doğru kıvırarak elini çenesinin altına koydu ve birkaç saniye düşündü. Saçlarının uzaması fikri ona daha cazip gelmiş olmalı ki koşa koşa salona doğru koşturduğu sırada bağırdı. "Yasemin Teyzee bana yemek verir misin?!" Genç kız odasının banyosunda kusmaktan bitap düşmüş halde kaldırdı başını. Midesi boş olmasına rağmen öyle çok öğürmüştü ki boğazı yanıyordu artık. Eve gelir gelmez elini suyla temizlemeye çalışırken midesi çoktan sınıra gelmiş kendini klozetin başında kusarken bulmuştu. Bulduğu bir havlu ile elini sarsa da kanamasının hala kesilmemiş olduğunu biliyordu. Yeniden öğürdüğünde göz yaşlarına daha fazla engel olamayarak sırtını banyonun soğuk mermerine yaslayıp başını birkaç kez ardındaki mermere vurdu ve kollarını dizlerine bağlayıp olduğu yerde iyice küçüldü.
Saniyeler dakikaları dakikalar saatleri devirdi ama dinmedi göz yaşları. O soguk mermerin üzerinde kendini tüketene kadar ağladı. Geçmeyen geçmişine ve değiştirmek için her şeyini vermeye hazır olduğu o geceye ağladı Karaca. *** Saatler akşam üzeri yediyi gösterirken gözlerini aralamaya çalışsa da uyanamadı. Başının ağrısı hala geçmiş değildi. Yatağından kalkarken parmaklarının hala yapış yapış olduğunu fark etti. Banyoya girip elini olabildiğince bakmadan yıkadıktan sonra ilk yardım malzemelerinin arasından bulduğu bandajı gelişi güzel eline sardı. Üzerine siyah kapüşonlu bir sweat giyip altına da siyah taytını geçirdi. Saçları toplamak istese de bandaj yüzünden yapamayacağını bildiğinden gereksiz bir çaba içerisine girmek istemedi. Evden çıkmadan önce Efnan'a mesaj attı. Klinikte olduğunu öğrenince kendine birkaç beden büyük olan kot ceketini de alıp alt kattan sesi gelen annesinin yanına inmeden önce sweatinin kollarını parmaklarına doğru çekti. Annesinin elini görüp boş yere telaşlanmasın istemiyordu. Merdivenleri inerken kadının telefonla konuştuğunu gördü. Fırsat bu fırsat diyerek hızlıca koridoru adımlamıştı ki annesinin ona dönmesiyle birlikte olduğu yerde kaldı. İşi ne zaman rast gitmişti zaten. "Kuzum, nereye?" "Bunaldım evde. Efnan'ın yanına kliniğe gidiyorum." "Yemek yemeyecek misin?" "Aç değilim. Sen beni bekleme ye olur mu?" "Tamam kuzum. Çok gecikmeyin." Karaca başını sallayıp onaylarken vestiyerdeki anahtarlarını aldı ve evden çıktı. Taksi durağına doğru yürümeye başladı, gideceği yer evlerine yirmi dakikalık yürüme mesafesinde olsa da kendini yürüyecek kadar iyi hissetmiyordu. Dakikalar sonra Efnan'ın veteriner kliniğin önünde durduklarında taksiciye parasını ödeyip arabadan indi ve kapının üzerindeki çan sesi ile birlikte klinikten içeri girdi. Kahve ve krem tonlarının hâkim olduğu küçük ama sevimli bir kliniği vardı arkadaşının. Ortada büyük bir oturma alanı ve masa yer alırken camın önünde de Efnan için ayrılmış bir masa vardı. Efnan sağ taraftaki kapılardan birinden çıkıp gelirken elindeki şırıngayı çöpe atarak eldivenlerini de peşi sıra gönderdi. "Kimler teşrif etmiş efendim kliniğimize." "Davetsiz bir misafir diyelim." derken geçip koltuklardan birine oturdu. "Size kapımız her zaman açık Karaca Hanım." Ellerini dezenfektan ile temizledikten sonra arkadaşının yanağından bir makas almak için uzandığında onun bu atağını önceden fark edip elini havada yakaladı. Arkadaşının tutunca koparmak gibi bir huyu vardı. "Eline ne oldu senin?" "Ufak bir çivi kesiği önemli bir şey değil." dese de biraz önceki ani atağı canını yakmıştı. "Gelsene" dedi yerinden kalkarken. "Bir de ben bakayım." "Efnan..." Efnan onu dinlemeden bileğinden tutup yerinden kaldırdıktan sonra birkaç dakika önce çıktığı odaya doğru sürükledi. Küçük sedyenin yanındaki sandalyelere karşılıklı oturduklarında bandajı çözüp kısa bir muayeneden geçirdi kendisini. "Kanaması durmuş ama kötü haber, dikiş gerekiyor buna." Odayı incelerken Efnan'ın dediklerini duymuyor gibiydi. Kafesin içindeki duman rengi yavru kediyi gördüğünde aklına gelen anısıyla kıvrıldı dudakları. Efnan'ın sesiyle oldukları ana yeniden dönerken bakışları arkadaşının dipsiz bir denizi anımsatan mavi irislerine takıldı. "Sahibi var mı bu yavru kedinin?" "Aslında dün akşama kadar yoktu... Akşam Ercüment'le birlikte Kaya geldi kliniğe. Kaya'nın yeğeni-" Arkadaşının o ismi anlamaktan neden kaçındığını şimdi daha iyi anlıyordu. "Ahsen ablanın kızı işte, yavru bir kedi istiyormuş, onlar sahiplendiler." "Bugün karşılaştık." dedi kendisinin bile duymakta zorlandığı bir sesle. "Niye Asmin koymuşlar ki adını? İsmini her duyduklarında canları yanmıyor mu onların da benim gibi?" "Şahin amca istemiş. Can şenliği oldu o ufacık kız çocuğu onlara. Kayıplarının yerini doldurmaya çalışıyorlar işte..." dedikten sonra derin bir iç çekti. "Dolmuyor ki... Acısı az da olsa hafifliyor ama hiç geçmiyor. Yaşadığın onca hengamenin içinde unuttuğunu sanıyorsun ama başını yastığa koyduğun her an yüzleşiyorsun yokluğuyla." Efnan elleri arasındaki eli usulca okşarken ne söyleyeceğini bilemedi. Ne söylerse söylesin bir anlamı olmayacaktı. Oda hala dün gibi hissediyordu Asmin'in acısını. Arkadaşının acısının üzerine bir de babasının acısı eklenmişti şimdi. Nasıl teselli edilirdi ki böyle bir insan? "En son ne zaman tetanos aşısı olmuştun?" "Geçen yaz." "Aşıya gerek yok o halde." Tezgâhın üzerine bıraktığı metal kabın içine gerekli malzemeleri koyarken kapının üzerindeki çanın sesi kliniğin içini ikinci kez doldurdu. "Efnan! İçeride misin?" Efnan'ın "Buradayım" diye seslenmesi üzerine Ercüment'in adımları bulundukları odanın kapısının önünde son buldu. Efnan elindeki metal kabı onun yanına bırakırken dönüp Ercüment'e baktı. Sıkıntı dolu bakışlarını gördüğünde istemsizce gerilmesine engel olamadı ve başını 'ne oldu?' dercesine iki yana salladı. Yeni bir tartışmaya daha hazır değildi. Oysa yanılıyordu. Saniyeler sonra yeniden aralandı kapı ve günlerdir kaçtığı gerçekle yüz yüze kaldığında bütün bedeni buz kesti. Genç adamın kahve irisleri Karaca ile buluştuğu an yağmur öncesi gökyüzünü kaplayan bulutlar gibi kararıp puslandı. Geçmişinin her bir anına köklerini salan bir gecede ellerinden kayıp giden kadın şimdi hiç gitmemişçesine öylece dikiliyordu karşısında. Geleceğini günler öncesinden öğrenmişti. Onu görmemek için haftalardır mahalleye adımını dahi atmıyordu. Ne yaparsa yapmış bir şekilde denk gelecekleri bilse de elinden geldiğince ertelemişti bu durumu. Ta ki o geceye kadar. Annesinin ısrarlarına dayanamayarak günler sonra mahalleye ayak bastığı o gece odasının balkonunda görmüştü Karaca'yı. Tıpkı haftalar önce mezarlıkta uzaktan uzağa gördüğü gibi. ***
Oy vermeyi unutmayın olur mu? 🐥 |
0% |