Yeni Üyelik
5.
Bölüm

4. Can Kırıkları

@madamosiella

 

 

 

"HÜZÜN KOVAN KUŞU"

 

 

"Anlatamadığım şeylerin ağırlığıyla,gözlerimin dolduğu,başımı öne eğip ellerimle oynadığım o derdi hiçbir yere koyamıyorum."

 

 

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

 

 

“Can Kırıkları”

🪽

 

Genç kız sabahın erken saatlerinde araladı kirpiklerini. Gözlerini açmakta zorlansa da yatakta oturur konuma gelip bir süre ayılmayı bekledi. Yine uykusuz bir sabaha uyanmıştı ama alışmıştı bu duruma artık. Çok uzun zamandır huzurlu, deliksiz uykulara hasret kalmıştı. Saçlarını gelişi güzel bir topuz yaptıktan sonra kendine ilk iş günü için güzel bir takım seçip yatağının üzerine bıraktı.

Banyodaki işlerini hallettikten sonra ıslak saçlarını sardığı havluyu açarak taradı ve bir tarak yardımıyla kıvırarak omuzlarına dökülmesine izin verdi. Aslında çoğu zaman ensesinde bir topuzla çabucak hallederdi işini fakat bugün insanlar üzerindeki ilk izleniminin iyi olmasını istiyordu.

Kısa süren makyajını tamamlayarak ayrıldı aynanın karşısından. Krem rengi dizlerinin birkaç santim üzerinde kalan bir etek giyerek vizyon rengi saten askılı bluzu da üzerine geçirdi. Eteğiyle aynı renk olan ceketini giyerken bakışları saate takıldı. Eğer taksi bulamazsa büyük ihtimal geç kalacaktı. Emir için hazırladığı dava dosyasını mail yoluyla gönderdiği sırada aralandı odasının kapısı.

“Hazırlanmışsın, bende senin için bir şeyler hazırlamıştım ye de öyle git.”

“Keşke o tatlı uykunu bölmeseydin annem. Geç kaldım, kahvaltıda edersem epey gecikeceğim.” Dolabının alt katındaki kutulardan birinden çıkardığı stilettoları parmaklarının arasına sıkıştırarak o önde annesi arkasında indiler merdivenleri.

“Aç açına olmaz Karaca. Ya tansiyonun düşerse ya başın dönerde bir yerlerde bayılıp kalırsan.”

“Ben atıştırırım bir şeyler merak etme.” Dedi kapıya doğru yürüyerek. Ayakkabılarını giyerken içeri giden annesinin arkasından seslendi. “Gidiyorum ben.”

Kapıyı aralayıp dışarı çıktığında elindeki peçeteye sarılmış tost ve portakal suyuyla koştur koştur geldi kadın. Tostu ağzına doğru uzatıp ısırmasını sağlarken portakal suyunu da zorla içirdi. “Annem büyüdüm ben artık sen niye bir türlü ikna olmuyorsun bu duruma?”

“Al şu tostu gidene kadar yersin. Akşamda gelmeden önce haber ver manava uğrayalım. Birkaç eksik var onları da marketten alırız.”

“Ben gelirken alırdım, sen liste yapsaydın keşke. Gözleri kolundaki saatine iliştiğinde elindeki tosttan annesinin gönlü olsun diye bir ısırık daha alarak yeniden onun eline tutuşturdu. “Neyse ben ararım seni.”

Bahçe kapısını arkasından kapatırken bir yandan da hızlıca telefonuna düşen bildirimleri kontrol ediyordu. Emir’den gelen mesajı açıp yüzüne dökülen tutamları geriye doğru savurduktan sonra omzundan düşen çantasının askısını düzeltmeye çalıştı ve Emir’e kısa bir cevap yazdıktan sonra üzerinde hissettiği bakışlarla birlikte kaldırdı başını. Denk geldiği elalar dün akşam canını okuyan elalarla aynıydı.

Uzun zaman sonra kapıları yine aynı sokağa açılıyordu işte.

Kaya’nın bakışları kısa bir süre baştan ayağı üzerinde gezindi. Dün gece uyumadığını belli eden göz altlarına rağmen onu bu şekilde dinç görmek genç kızı şaşırtmamıştı. Kaya yine bildiği Kaya’ydı işte. Üst katın penceresinin önünde kollarını göğsünün üstüne bağlamış Nihan ‘ı gördüğünde ifadesini korumaya çalıştı. Bahçenin demir kapısını kapatıp annesine gülümsedi, arabasına binip motoru çalıştıran Kaya’yı görmezden gelmeye çalışarak derin bir nefes aldı. Çünkü bakışları hala onun üzerindeydi. Önüne dönüp yüzüne dökülen saçlarını geriye doğru süpürdükten sonra topuklularının çıkardığı tıkırtıyı umursamadan taksi durağına doğru yürümeye başladı.

Madem bu şehre geri dönmüştü, artık daha güçlü durmak zorundaydı. Kimseye o zayıf yanını göstermeyecekti. Kaya’ya bile. Kendisi için değilse bile annesi için güçlü olacaktı çünkü kendisini etkileyecek ufacık şeyin onu da etkileyeceğini biliyordu.

Birkaç metre yürümüştü ki duvar kenarındaki boş poşetleri eşeleyen kedileri gördüğünde durakladı. İşe geç kaldığını biliyordu fakat bu küçük tüy yumaklarına karşı konulamaz bir ilgi duyuyordu. Çantasında daima yer edinen kuru mamayı çıkararak dizlerinin üzerine çöktü. Mamayı önlerine dökerek onlara kolaylık sağlamaya çalışsa da kedilerden biri sürekli diğerleri tarafından itilerek mamaya uzak kalıyordu.

“Hey sakin olun hepinize yetecek kadar mamam var.”

Yavru kediyi kucağına çekerek daha dikkatli baktığında sürekli düşüp takılmasının gözlerindeki iltihaptan kaynaklandığını gördü. Bu durum canını sıkmıştı. Yanından geçen Kaya’nın arabasını görse de aldırış etmedi. Kol saatine bakıp en fazla ne kadar gecikebileceğini kontrol etti. Buraya en yakın eczane on beş dakika uzaklıktaydı. Gidip gelmesi fazla zamanını alırdı. Eczaneye uğrama işini sonraya erteleyerek küçük kediyi kendi elleriyle besleyip doyduğuna emin olduktan sonra taksi durağına doğru hızlı adımlarla yürümeye başladı. Bir araba şart olmuştu artık kendisine. Bulduğu ilk taksiye alelacele bindiğinde kulaklığını taktı ve Emir’e gönderdiği dava dosyasını son kez kontrol etmeye koyuldu.

 

*** 

 

Akşamüzeri mahallelerinin birkaç sokak altında bulunan caddeye girdiğinde ardı ardına sıralanmış dükkanlar karşıladı genç kızı. Caddenin başında gördüğü pastane ona çocukken yediği mis gibi kokan kurabiyeleri hatırlatınca tarifsiz bir huzur doldu içine.

Cadde, pastanenin bir iki metre ötesine açılan oto tamirci ve birkaç butik dışında hala genç kızın hatırladığı gibiydi. Kahvehanenin yanındaki mobilya dükkânı, Aysel ablanın terzisi, Hüseyin amcanın köşe başındaki bakkalı... Değişen tek şey zamandı.

Efnan’ın babasını dükkanına girip kısa bir hal hatır faslından sonra o burnunda tüten bademli kurabiyelerden yarım kilo alıp çıktı dükkândan. Saatin altı buçuğa geldiğini görünce önce yol üzerindeki manava uğrayıp daha sonra markete gitmeyi kafaya koyarak kaldırım boyunca ilerlemeye başladı. Cadde her zamankinin aksine kalabalık görünmüştü gözüne. Kapı önlerine atılan sandalyeler tıpkı kahvehanenin önündeki iskemleler gibi doluydu.

Annesinin gönderildiği alışveriş listesine kısa bir bakış atarken oto tamircinin kapısının önünü yıkayan çocuğa engel olmamaya çalışarak adımlarını hızlandırmıştı ki çocuk onu görmemiş gibi koca bir kova suyu üzerine boca ettiğinde olduğu yerde kalakaldı. Belden aşağısında hissettiği soğukluk derin bir iç çekmesine neden olurken ağzı şaşkınlıkla aralandı ve ayaklarına doğru süzülen çamurlu suya bakakaldı.

“Yapacağın işi sikeyim Veysel! Oğlum senin doğru işin olmaz mı?” Tamirhanenin içine park edilmiş arabanın arkasından çıka gelen Akgün’ün alelade üzerine uğrayan bakışları saniyeler içinde yeniden kendisine bulduğunda yüzünden bariz bir şaşkınlık geçti. Karaca’nın onu burada görmeyi beklemediği gibi oda genç kızın burada olmasına şaşırmıştı.

“Abi valla ablayı görmedim. Bir anda dükkânın önünde belirdi”

“Karaca?”

“Ne güzel tesadüf oldu değil mi Akgün abi?” dedi eteğinin uçlarındaki suları silkerek. Resmen sudan çıkmış balığa dönmüştü. Islandığı yetmezmiş gibi kirli su yüzünden bir de çamur içinde kalmıştı. Yüzünü buruşturarak bakışları yeniden Akgün’e dönmek üzere havalandığında Kaya’yı karşısında görmek beklediği bir şey değildi. Üzerine siyah bir tişört giymiş elleri kolları yağ içerisinde birkaç adım önündeki arabanın kaputunun yanında dikiliyordu. Olduğu yerde istemsizce kıpırdandı Karaca. Onu burada görmeyi beklemiyordu. Kaputu sertçe kapattıktan sonra parmaklarını elindeki beyaz beze sildi ve ona doğru yürümeye başladı. Ondan önce davranan Akgün çocuğun yanından geçerken sert olmayan ama hafifte sayılmayan bir şekilde kafasına vurduktan sonra birkaç adımda yanına ulaştı “Fırçalasaydın bide oldu olacak kızı.”

“Kızıp durma çocuğa.” Dedi Karaca Akgün’e. Çocuğun kızaran yanakları ve mahcupluğu yüzünden bariz okunuyordu zaten. Bir işe yaramayacağını bile bile üzerindeki ceketinin ucunu parmaklarının arasında sıkıştırarak suyunu sıktı.

“Gel hadi dikilme burada böyle ıslak ıslak içeride havlu falan var.”

“Gerek yok eve gi-“

“Bu halde.” Dedi birkaç metre ilerisinde dikilen Kaya kaşları alın çizgisine uzanırken. O böyle deyince yeniden üzerine baktı. Beyaz eteği ıslaklığı yüzünden bacaklarını tamamen sarıp ten rengini aşikâr eder hale gelmiş bluzu da aynı ıslaklıktan nasibini alarak ağırlaşmaya başladığından askıları aşağı kayarak derin bir dekolte oluşturmuştu. Askılarını işe yaramaz bir çabayla yukarıya çektikten sonra ceketinin önünü kapattı. Kabul etmek istemese de ıslak bir sıçana benziyordu.

“Akgün.” Kaya’nın emir veren sesini duyduğunda ters ters baktı suratına. Akgün anlamış başını sallayıp onayladı Kaya’yı. Tek bir bakışı ile anlatmıştı ne anlatacaksa. Hala hareket etmediğini görünce tavrının sebebini anlasa da aldırış etmeden arkasını dönüp gitti.

“İnat etme geç içeriye hadi. Dükkan Kaya’nın değil, benim merak etme.” Kaya arabanın bagajını açıp kendini görünmez kılarken istemeyerek de olsa Akgün’ü onaylayarak peşine takıldı. Akşam ayazının tenine işleyerek dişlerini titretir olması yetmezmiş gibi kahvenin önündeki bütün bakışlarda üzerine dönmüştü. Islak ayakkabılarıyla kaymamaya dikkat ederek yürürken Veysel imdadına yetişip koluna girmiş Kaya’nın sert bakışlarına maruz kalana kadarda genç kızı bırakmamıştı.

Akgün ona banyoyu gösterdikten sonra ortadan kayboldu. O temizlenene kadar kalan birkaç işini halledecek sonra da onu evine bırakacaktı. Kendi gidebileceğini söylese de itirazlarının bu adamlar tarafından hala kabul görmediğini fark etti.

Kısaca etrafı inceledi, klozet ve duşa kabinden oluşan küçük bir banyo olsa da her yer tertemizdi. Vakit kaybetmeden ceketini ve ayakkabılarını çıkarıp bacaklarındaki çamurdan arındı. Üzerindeki ıslaklık onu rahatsız etse de elinden gelen başka bir şey yoktu. Ayakkabılarını eline alıp ofise dönerken ıslak ayaklarının kaymaması için yine tüm çabasını kullanmak zorunda kalmıştı. Deri koltuğun üzerine bırakılmış etiketi üzerinde duran koyu renk havluyu alıp iyice kurulandı ve koltuğun üzerini onun için bırakılan diğer kumaşa uzandı. Giymesi için dizlerinin birkaç parmak üzerinde kalacağına emin olduğu bir kazak bırakmıştı Akgün onun için ama aklına yatmayan bir şey vardı, Akgün kıyafetlerini başka biriyle paylaşmayacak kadar titiz bir adamdı. Kazağı usulca burnuna doğru götürdüğünde hisleri onu yanıltmamış olduğu biliyordu, daha ilk an tanımıştı o aşinası olduğu kokuyu.

Sweetin boyuna baktığında eteğinin altında kalmasının daha sağlıklı olacağını düşünerek üzerine geçirdi. Burnu özlemle sızlarken yeniden geçirdi topuklularını ayağına ve ofisten çıktı. Kapının önünde dikilen Veysel’i görünce korkuyla elinin kalbinin üzerine götürdü. Bostan korkuluğu gibi dikilmiş öylece alık alık bakıyordu yüzüne çocuk.

Kalbinin üzerine koyduğu elini indirip tuttuğu nefesini geri verdi. “Veysel?”

“Abla ben özür dilemek için geldiydim ama bu sefer de korkuttum sanırım seni.”

“Dalgınlığıma geldi.” Etrafa kısaca baktı ne Akgün’den ne de Kaya’dan tek bir iz yoktu. “Hem özür dileme artık. Olacağı varmış.”

“Yok abla yok ustam haklı ağzı açık ayran budalası oldum ben iyice. Baksana mahvettim üstünü başını. Gerçi sen abimin kazağının içinde bile güneş gibi parlıyorsun ama olsun sen ver kıyafetlerini ben yıkayıp ütüleyeyim olmaz dersen kuru temizlemeye veririm.”

Usulca ovuşturdum omzunu “Senden kıymetli değil kıyafetlerim. Bana bir çay ısmarlarsın ödeşiriz olmaz mı?”

“Olur tabii abla ne demek.”

“Anlaştık o zaman. Bir gün mutlaka çayını içmeye uğrayacağım.”

Veysel’in memnun olmuş ifadesine karşılık gülümsedi Karaca. Mahcup hissetmesini istemiyordu.

“Abim seni arabada bekliyor. Bana dediydi de ben tuttum seni biraz. O beni tefe koymadan sen git abla.”

Akgün’ü daha fazla bekletmemek için dikildiği yerden ayrılıp arabanın yanına ulaştı ve kapısını açıp bindi hızlıca.

Bakışları direksiyondaki Kaya’yı bulduğunda parmakları öylece kapatamadığı kapının üzerinde kalmıştı. Kendini Akgün’ün bırakacağını sanıyordu.

Eski model Ford Mustang’in motorunu çalıştırmadan önce onun yarım bıraktığı işi Veysel’in tamamlaması için başıyla işaret vermesi yetmişti yanındaki adamın. Bakışları dümdüz çıkacağı yöndeydi. Kaya ile baş başa kalmak onu korkutsa da arabadan inmesi yeni bir gerginliğin çıkmasına sebep olacaktı. Zaten sokaktaki bütün gözler üzerlerindeydi burada bekleyip daha fazla aşikâr olmak istemediği için sesini çıkarmadı ve araba hızla sanayiden çıkarken derin bir nefes aldı.

Üzerine giydiği kalın sweet soğuğu biraz olsun kesmiş olsa da altındaki ıslak etek yüzünden hala üşüyordu. Birbirine çarpmasına engel olmaya çalıştığı dişlerine daha fazla hâkim olamayınca eli aynı anda klimaya uzanan Kaya’nın uzun kemikli parmaklarına çarptı. Parmakları anında avucunun içinde sıkı bir yumruk olurken anında geri çekildi Kaya. Kendisine dokunmaya bile tahammülü yoktu.

Bakışları genç adamın sert hatlarla çevrili yüzünü bulduğunda tuttuğu nefesini bıraktı. Yüzü yine tek bir ifade dahi barındırmıyordu.

“Beni Akgün’ün bırakacağını sanıyordum.”

“İşi çıktı.” Sert kayıtsız bakışları hala yolu takip ediyordu. “Ne o rahatsız mı oldun?”

“Yüzümü görmeye tahammülü olmayan sensin.”

Genç adamın yüzünde alaycı bir ifade oluştuğunda kaşları çatıldı Karaca’nın.

“Kaya.”

“Ne söyleyeceksen duymak istemiyorum.”

“Hep böyle mi olacak? Beni ne kadar daha görmezden geleceksin?” dedi genç kadın. Birbirlerinden nereye kadar kaçabilirlerdi ki. Onu affetmesini falan istemiyordu fakat onu yok sayan görmezden gelen boş bakışlarına olan direncini şimdiden kaybetmişti.

“Ne olsun istersin onca zaman sonra geldin diye ayaklarına mı kapanayım?"

Arabanın hızı gittikçe artarken dönüp ona bir kez olsun bakmadı Kaya.

"Sadece yüzüme bak yeter. "

Kasılan çenesi çatılan kaşlarıyla öfkeli gibi görünse de elalarına tutunduğu an gözlerinden geçen o ifadeyi okudu.

"Yine sana aldanıp kapında köpek olayım diye mi?" Kalbine kor alevler de dövülmüş bir ok saplandı sanki.

Direksiyonun üzerindeki parmakların sıkı birer yumruk olurken başını iki yana salladı Kaya. “Ben o hataya bir kere düştüm.”

O sözlerden sonra tek kelime çıkmadı Karaca’nın ağzından. Gitmek istemedim diyemedi. Seni istedim, her şeye rağmen beni sımsıkı sarmanı istedim ama kalacak yüzüm de gücüm de yoktu diyemedi.

Kaya’nın söylediği gibi sadece sustu.

Anlatamadığı şeylerin ağırlığıyla, gözlerinin dolduğu, başını öne eğip elleriyle oynadığı o derdi hiçbir yere koyamıyordu.

Bir süre öylece önünde akan yolu izledi, dolan gözlerine mani olmaya çalıştı. Kendini sıkmaktan ağzına yayılan metalik tadı hissettiğinde zorlukla konuştu. “İnmek istiyorum.”

“Burada inemezsin.”

Kısa bir süre üzerine dönen gözlere aldırmadan kapının koluna uzandı ve araba ani bir firenle toprak yolda kayarak durduğunda bir saniye dahi beklemeden tek tük sokak lambasının bulunduğu o sokakta ay ışığın altında yürümeye başladı. Kaya’nın arkasından ettiği öfkeli küfürleri duyabiliyordu.

Durmadan burkulan ayağına daha fazla dayanamayarak topuklularını çıkarıp yüzüne biriken yaşları saçları yüzüne yapışmasın diye elinin tersiyle Kaya’nın kazağının koluna sildi. Yoldaki irili ufaklı taşların ayağını kestiğini hissetti ama kalbi ayağından daha çok acıyordu. Koca bir bataklığa çevirdiği hayatını ne yaparsa yapsın düzeltemiyordu. Düzeltemeyecekti.

Ama koluna dolanan parmaklar onu hızla kendine çektiğinde saniyeler içinde alaşağı oldu. Çıplak ayakları acıyla kavrulurken sessiz bir feryat döküldü dudaklarının arasından. Gözleri ayaklarını bulduğunda kısık hıçkırığının ardından bir bir yanaklarına dökülmeye başladı tutmakta zorlandığı göz yaşları. Kahretsin Çığlık çığlığa bağırmak istiyordu. Onun karşısında ağlamak istediği son şey bile değildi. Kolunu Kaya’nın parmakları arasından kurtarmak için çabaladı ama çabası bir işe yaramadı. Aksine parmakları daha sıkı sarmıştı bileğinin etrafını.

Kaya’nın toprağa karışmış ay ışığının altında parıldayan cam tanelerinin üzerindeki bakışları kendi çehresine çıktığında yüzündeki yaşları elinin tersiyle sildi hızlıca. “Bırak.” Dedi. “Acıyormuş gibi bakma bana.” Elalarında bir damla dahi görmeye dayanamadığını söyleyen adam yine yüzündeki yaşların tek sebebiydi. Ama bunların hepsini ona sırtını dönerek hak etmişti Karaca. Tüm itirazlarına rağmen etrafa saçılmış kırık camlar yüzünden yara bere içerisinde kalmış ayaklarına dikkat ederek çıplak bacaklarını kucaklayıp onu omzuna attığında kurtulmak için daha çok tepindi Karaca. “Bırak diyorum Kaya bırak!” Sesi gittikçe kısıldığında göz yaşları daha çok akmaya başladı. “Bu kadar çok mu yaktım ben seni... Bu kadar çok mu yaktım ki gözlerime bile bakmaya tahammül edemiyorsun.” Onu arabaya taşırken zorlukla yutkunarak kendine sessiz bir küfür savursa da Kaya, genç kız onun ettiği küfrü net bir şekilde duymuştu.


🪽

 

 

 

 

 

Nisan 2014

 

Genç kız kapağını kapattığı dolabı ikinci kez açıp kurcalarken bıkkınca ofladı. Burada tarçın falan yoktu işte. Sesinin annesine ulaşmadığını anlayınca mutfaktan çıkmak üzere arkasını döndü. "Anne burada tarçın falan yok. Başka bir yere koymuş olabilir misin?"

Annesi elindeki işi bırakıp kendisine dönerken yüzünden bezgin bir ifade vardı. "Kızım bu sefer de tarçınsız yap ne olmuş. Bitmiş demek ki en son kullandığımızda."

"Olmaz." dedi Karaca direterek.

"İyi git Leyla teyzenden iste. Valla şişirdin kafamı sabahtan beri Karaca."

"Var mıdır ki onlarda?"

"Bilmiyorum kızım git sor işte. Yoksa da o tabanlarını yağlayıp markete gidersin artık."

Karaca yanaklarına doldurduğu nefesi geri verirken ayağındaki panduflarını çıkarıp kapının kenarına fırlattı. Altı üstü babasının çok sevdiği tarçınlı kurabiyelerden yapmak istemişti ama terslikler bir türlü peşini bırakmamıştı. Üzerindeki pijamalara aldırmadan hırkasını giyip çıktı evden. Asmin'in okulda olduğunu biliyordu. Kaya'da bu saatte evde olmazdı zaten.

Bahçeyi dolanmaya erinerek çitlerin üstünü atlayıp karşı tarafa geçti ve hırkasını sivri uçları çıplak bacaklarını çizen çitlerden kurtardıktan sonra hızlıca verandaya ulaştı. İlk çalışta açılmayan zili tekrar çalarken ayaklarına iki numara büyük gelen annesinin terliklerine baktı. Bugün halsiz hissettiğini söyleyerek okulu aşmış olsa da asıl sıkıntısı başkaydı. Kapı açıldığında başını terliklerinden kaldırıp baktı. Görmeyi beklediği yüz Leyla Teyzesi iken karşısında şişmiş gözleri ve dağılmış saçlarıyla Kaya dikiliyordu. Bakışları biraz aşağı indiğinde üstünün çıplak olduğunu görerek boğazını temizledi.

"Leyla Teyze yok mu?"

"Kapıyı uykudan uyanıp ben açmak zorunda kaldığıma göre sence var mı?"

Genç kızın dolgun biçimli dudakları büzülüp kaşları çatılırken hırkasının iki yakasını tutup ellerini göğsünün altında birleştirdi. "Tüh ya! Kusura bakma kış uykundan uyandırdık seni de." Kaya'nın kasılan çenesini görse de aldırış etmeden samimiyetsizce gülümsedi. "Kış uykusundayım rahatsız etmeyin diye not falan assaydın keşke kapıya."

"Damarıma basmada söyle ne söyleyeceksen Karaca."

"Birazcık kibarlık diyorum. Azıcık medeniyet..."

"Karaca." dedi genç adam bu kez dişlerinin arasından.

Karaca gözlerini devirdikten sonra omuzlarını bezgince indirerek sadede geldi. "Tarçın lazım. Sizde var mı diye soracaktım."

"Evde kimse yok, ben anlamam tarçın marçın. Geç sen bak ne lazımsa."

Genç adam sözlerini bitirdikten sonra kapıyı aralayıp girmesi için işaret ederek sırtını dönüp odasına yöneldi. Karaca irislerinin onun çıplak sırtına değmemesi için elinden geleni yapsa da aptal gibi takılıp kalmıştı orada. Bu adam ne zamandır böyle bir vücuda sahipti?

Kaya bakış açısından çıktığında kafasındaki düşünceleri savuşturarak terliklerini çıkarıp içeri girdi. Etraf yine her zamanki gibi derli topluydu. Temiz kadındı şu Leyla Teyzesi. Her seferinde karşılaştığı salondaki konsolun üzerine yerleştirilmiş çerçeveler ona göz kırparken Asmin ve Kaya ile birlikte çekindikleri o salak fotoğrafa bir kez daha baktı. Kaya'nın suratsızlığı ve kendisinin Kaya'ya attığı ters bakışların aksine Asmin ışıldayan güzelliğiyle objektife gülümsüyordu.

Vakit kaybetmeden mutfağa geçerek çekmeceleri kontrol etti fakat ikinci çekmecede olduğunu anımsadığı baharatlığı yerinde göremeyince etrafı kurcalamak istemeyerek şöyle bir dönüp mutfağa baktı. İsabetli bir atış yapmak için dolaplarda kısa bir göz gezdirdikten sonra üst kattaki kapaklardan birini araladı. İşte!

"Buldun mu?"

Ayak parmakları üzerinde yükselerek yakaladığı kavanozu parmak uçlarıyla kendine doğru çekip arkasındaki kavanoza ulaşmıştı ki duyduğu sesle birlikte irkilerek sıçradı. Parmakları arasından kurtulan kavanoz tezgâha çarpıp parçalanmadan önce korku dolu bir çığlık koptu dudaklarının arasından. Kaya onu son anda dolabın altından çekip kurtarmış olsa da titreyen ellerine bir süre sahip çıkamadı.

"Salak mısın kızım sen? Sandalyeye çıkıp alsana ne alacaksan." Kaya'nın omuzlarını saran kolları ve göğsü arasında nefeslenirken yaşadığı şoku atlatmaya çalışıyordu Karaca. Başını kaldırıp onun öfkeli yüzünü gördüğünde elini sızlayan yanağına koyarak kollarının arasından sıyrıldı. Parmaklarında hissettiği sıcaklık kandan başka bir şey değildi. "Sensin salak düzgün konuş benimle."

Kaya onun ilerlemesine engel olup bileğini sıkıca tutunca kolunda gördüğü kanlı kesiklerle birlikte afalladı. "Hareket etme."

"Kolun kanıyor."

"Ufak birkaç kesik Karaca öldürmez korkma." dedi Kaya onu belinden tutarak etrafa saçılmış camların arasından çıkarıp sandalyeye oturmasını sağlarken. Bakışları yeniden yanağındaki sızının kaynağına uğradığında sıkıntıyla nefesini vererek ellerini belinin iki yanına koydu. "Bir dünya iş açtın başımıza. Babanda bir kez tarçınsız zıkkımlansın şu kurabiyeyi ne olmuş."

Herkes niye onu kapağı açık bir defter gibi okuyup her adımını bilmek zorundaydı ki. Özellikle Kaya neden bu kadar iyi tanıyordu onu?

"Düzgün konuş. Ayrıca kurabiye yapacağımı söylemedim."

Kaya ona gözlerini devirerek karşılık verirken mutfaktan çıkıp koridora yöneldi. Genç adamın üzerindeki dikkati ard arda titreyen telefonu yüzünden dağılırken hırkasının cebindeki telefonunu çıkararak tedirgince bilinmeyen numaradan gelen mesajı açtı.

 

 

 

 

 

 

Gönderen: 0546 ××× ×× ××

Sonunda numaranı buldum. Karşılığında nasıl bir fedakârlık yaptığımı bilsen sen bile yelkenleri suya indirirdin. Kaçan kovalanır güzelim zorla ya da güzellikle sen evet diyene kadar peşini bırakmayacağım. Bu arada pijama takımın çok yakışmış. Genelde tercihim kırmızı olsa da üzerinde bu renge de bayıldım. Benden kaçmayı bırak ve yarın okula gel. Yoksa ben seni görmenin çok başka yollarını bulmak zorunda kalacağım.

Genç kızın yüzü anında solarken titreyen parmaklarıyla tutmakta zorlandığını telefonunun ekranındaki mesajı defalarca okudu. Sol elinin parmakları üzerindeki turuncu pijama takımına dolandığında korkuyla soludu. O saplantılı ruh hastası onu takip ediyordu.

Sert adım seslerini duyup dolan gözlerini kırpıştırarak kendine gelmeye çalıştığı sırada elinde bir sağlık çantasıyla girdi mutfağa Kaya. Yüzüne değen irisleri anında kısılırken kaşları çatıldı.

"Ne oldu?"

"Bir şey yok annem merak etmiştir." Dedi oturduğu yerden kalkarak hızlı adımlarla Kaya'nın yanından geçmeye çalışırken. Ama Kaya nem kapmıştı bir kere.

Koluna dolanan parmakları onu arkasındaki masaya yasladığında üzerinde hissettiği yoğun bakışlara rağmen başını kaldırmadı. Kaya onu açık bir defter gibi okurken kendini açık etmemeliydi çünkü bu problemi her sorununu şiddetle çözen Kaya değil kendisi halledecekti.

"Ne oldu dedim Karaca?"

Kolunu sert parmakları arasından kurtarırken titreyen sesine mâni olamayarak konuştu. "Bir şey yok dedim ya Kaya. Niye üzerime geliyorsun."

"Kimdendi o mesaj?"

"Ne mesajı?"

"Bildirim sesini duydum. Telefonuna gelen mesajdan bahsediyorum."

Bakışları Kaya'nın adem elmasına düşerken hızlı bir yalan uydurdu. Gözlerine bakmamaya özellikle dikkat etmeye çalışmıştı. "Efnan okula gitmedim diye Matematik dersinin notlarını atmış."

"Sahi bu saatte niye okulda değilsin sen?" Genç kız masa ile onun arasından hızla sıyrılırken camlara dikkat ederek tezgahın üzerindeki büyük cam tanelerini toplayı çöp kovasının içine attı. Leyla teyzesine yeni bir baharatlığa mal olmuştu. "Off sana ne Kaya ya! Sorgu memuru kesildin başıma."

"Dokunma. Ben hallederim."

Olduğu yerde dönüp dikkatli bakışlarla ifadesini kontrol eden Kaya'ya baktı. Üzerindeki şüpheli bakışlara aldırış etmeden hızlıca önünden geçerken "İyi gidiyorum ben o zaman." diyerek mutfaktan çıktı.

"Şu çocuğun numarasını versene sen bana.

Karaca şok olmuş gözlerle Kaya'ya dönerken kekelemeden konuşamadı. "Ne-ne çocuğu?"

"Seni rahatsız eden şerefsizden bahsediyorum Karaca. Anlamamazlıktan gelme."

"Sen ner-..." diyecekti ki aklında beliren isimle birlikte duraksadı Karaca. "Asmin." Bu kız konuştukları her haltı abisine yetiştirmek zorunda mıydı? "Kendi başımın çaresine bakarım büyütülecek bir mesele değil."

"Uzatma hadi. Ver şu numarayı."

"Hayır!" dedi genç kız dişlerini sıkarak. Niye laftan anlamıyordu ki bu çocuk.

"İyi. Ben almasını bilirim." Salona doğru yürürken Kaya'nın peşine düşmesiyle adımlarını hızlandırdı. Evin içinde başlayan kovalamacaya eşlik eden yastıklar havada uçuşurken başına çarpan yastıkla dengesini kaybetti genç kız beline çarpmak üzere olan kolçaktan kurtulmak için Kaya'ya doladığı kollarıyla birlikte ikisi de koltuğa ters bir pozisyonda düştüğünde üzerinde hissettiği ağırlık ve boynunda hissettiği sıcak nefes ile kesik bir soluk çıktı dudaklarının arasından. Çok yanlış bir pozisyondalardı. Kaya'nın sızlayan yanağının üzerinden dudaklarına inen elaları tenini karıncalandırdığı yetmiyormuş gibi yüzünün birkaç santim üstünde olan dudakları ona fazlasıyla yakındı. Boynunda hissettiği ağrıya dayanamayarak koltuktan aşağı doğru sarkan kafasını yukarı doğru kaldırmaya çalışırken Kaya hızla kalkmıştı üzerinden. Adem elmasının ağır ağır yukarı çıkıp aşağı indiğini ve sıklıkla kaçırdığı bakışlarını gördüğünde o da sıyrılan pijamasını düzelterek oturur konuma geldi. Vücudundaki bütün kan yüzüne toplanmış gibiydi.

"Dengemi kaybedince düşmeyeyim diye..." Saçma bir gayretle kendini açıklamaya çalıştı, bakışları kısa bir süre kaşlarını çatılmış olan Kaya'nın üzerine uğradı fakat onun kendini dinlemek yerine parmakları arasındaki telefonuyla ilgilendiğini gördüğünde ağzından öfkeli bir küfür döküldü. Telefonunu hırkasının cebinden aldığını fark etmemişti bile.

"Çok adisin."

"Pezevenk."

Kaya sessiz mırıldanışının ardından hızlı adımlarla odasına girip kapısını kapattığında koşarak peşine takıldı Karaca. Kapıyı defalarca kez çalsa da Kaya'dan ne ses vardı ne de soluk. "Kaya diyorum! Telefonumu geri ver. Bak açmazsan gireceğim içeriye."

Genç adam onu kaile almayınca bir kez daha vurdu sertçe kapıya. "Allah'ın cezası açsana şu kapıyı."

Yumruğunun altındaki ahşap kapı aniden açılırken Kaya üzerini değiştirmiş bir şekilde belirmişti karşısında. Altında siyah bir kot üzerinde ise boğazlı kısa kollu ince siyah bir triko vardı. Vestiyerdeki ceketini üzerine geçirirken "Nereye?" dedi.

"İşlerim var." Ceketini giyip onun telefonuna gelen mesaja cevap verirken çenesi kasıldı genç adamın. Yazdığı her bir harf için yerin yedi kat dibine gömecekti o pezevengi.

"Sen napıyorsun?" Karaca telefonunu hızla çekip alacaktı ki Kaya ondan daha seri davranarak kızı bertaraf etti ve ezberlediği numarayı son kez baktıktan sonra karşısında öfkeden köpüren kıza telefonunu teslim edip çelik kapıyı araladı.

"Çıkarken kapıyı çekmeyi unutma."

 

Saniyeler sonra telefonu parmaklarıyla yeniden buluştuğunda hızla mesajlara girip Kaya'nın kimle konuştuğuna baktı. Gördüğü sohbet baloncukları yüreğini ağzına getirirken genç adam çoktan kapıyı çekip çıkmıştı bile.

🪽

 

 

 

 

 

 

Biz geldiik! ✨️

 

 

 

 

 

 

Oy vermeyi ve fikirlerinizi yazmayı unutmayın olur mu yavru kuşlar 🐣

 

 

 

 

 

Bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle.

🖤

 

 

Loading...
0%