@madamosiella
|
Prolog
Küçük kız annesinin üzerine örttüğü yorganın altından sıyrılıp usulca indi yatağından. Çıplak ayaklarını bastığı soğuk parke küçük ayak parmaklarının içine doğru kıvrılmasına sebep olsa da sessizce gece lambasının ışığı ile yolunu bularak çekmeceyi açtı. Babasının eski eşyalarının arasından aşırdığı dürbünü aldıktan sonra çantasını da sırtına takıp aynı sessizlikte parmak uçlarının üzerinde yükselerek odasının kapısına uzandı. Önce etraftaki sessizliği kısa bir süre dinledi. Kimseye yakalanmak istemiyordu. Anne ve babasının uyumuş olduğuna kanaat getirince çıktı kapının arkasından.
Trabzanlara tutunarak alt kata inerken birkaç kez düşme tehlikesi atlatarak kapıya ulaştığında derin bir nefes aldı. Fakat planlamadığı bir şey vardı. Sürgülü balkon kapısını birkaç defa zorlasa da bir türlü açamamıştı. Belki de annesi haklıydı. Daha çok yemeli ve güçlenmeliydi. Hem belki o zaman sümüklü Soner de ona çırpı bacaklı demekten vazgeçerdi. O an aklına gelen parlak fikirle birlikte koşarak salona geçip pencerenin altındaki yeşil koltuğa tırmandı. Dış kapıyı açamadığına göre en iyisi pencereden çıkmaktı.
Pencereyi aralayıp bacaklarını aşağıya doğru sarkıttı ve boyunu aşan yükseklikten düşünmeden atladı çimlerin üzerine. Poposu hayli acımıştı. Gözleri dolsa da umursamadan acıyan yerini usulca ovuşturarak kalkıp küçük adımlarıyla arka bahçeye dolandı. Üzerindeki tek parça papatyalı pijaması yüzünden bacakları şimdiden üşümeye başlamıştı.
Boynuna taktığı dürbünü heyecanla gökyüzüne kaldırdı. Gökyüzünü ilk defa bu kadar yakından görecekti. Babasının izlediği bir haber kanalında birkaç gün sonra uzaya bir roket atılacağını ve içinde bir sürü astronot olacağını duymuştu. O günden beri gitmeden önce onu da evine gelip almaları için o kadar dua etmişti ki...
Üstelik geleceklerinden de neredeyse emindi. Bunun sebebi yine aynı gece düşen süt dişiydi. Diş perileri Efnan'ın süt dişinin yerine ona çok istediği kırmızı saçlı bebeği bırakmışlardı. Oda arkadaşının anlattığı süt dişi kurallarını birebir yerine getirdiğine göre onunda dileğinin gerçekleşmemesi için hiçbir sebep yoktu.
Üşüyen ellerini ovuşturup yeniden gökyüzünü izlemeye başladı. Ama evin önündeki birkaç ağaç yüzünden bir türlü yıldızları görememişti. Daha iyi bir bakış açısı yakalamak için şöyle etrafı bir süzdü. Aradığını bulunca çitleri aşıp Leyla Teyzesigilin bahçesine girerek altındaki masa yardımıyla meyve ağaçlarından birinin tepesine tırmandı. Koala gibi yapıştığı ağacın dalını bırakmadan yeniden sarıldı dürbüne. Ama yaprak ve ağaç dalından başka bir şey göremedi. Bir süre daha çabalasa da çabası işe yaramamıştı.
Belki biraz yükseğe tırmansa görebilirdi. Tam başka bir dala basıyordu ki ince dal ikiye ayrılıp ayağının altından kaydı. Korkuyla kapattığı ağzından küçük bir çığlık döküldü. Düşmekten son anda kurtulmuştu ama ya sesini biri duyduysa diye korkmadan edemedi.
Niye çıkmıştı ki bu ağacın tepesine? Dallar yüzünden bir şey de görememişti zaten. Korkuyla çıktığı mesafeye baktı. Buradan aşağı atlasa bir yerine bir şey olur muydu acaba?
"Karaca."
Duyduğu ses ile birlikte bir korku nidası daha döküldü küçük kızın ağzından. Yüzüne tutulan el feneri gecenin kör karanlığı yüzünden gözlerinin yanmasına sebep olduğunda kollarını yüzüne kapatıp ışıktan korunmaya çalışınca olanlar oldu. Dengesini kaybetmesiyle inmeye korktuğu ağacın tepesinden aşağı düştü.
Dizini vurmuştu ama canı sandığından daha az acımıştı. Düştüğü yerden kalkmaya çalıştı, gözlerini usulca açtığında şaşkınlıkla aralandı dudakları. Kendisinden birkaç yaş büyük olan, karşı komşularının oğlu, altında boylu boyunca yatıyordu. Bir süre yerinden kalmak için debelendi.
"Aa! Yavaş be kızım üstüme düştüğün yetmedi bide çiğniyorsun."
"Bilerek olmadı bir kere. Sen gözümü kör etmeseydin hiç de düşmezdim" dedi Kaya'nın bedeninden destek alıp kalkarken.
Yere çarptığı dizinin acısı katlanarak artmaya başladığında elbisesini sıyırıp sızlayan dizine görmeye çalıştı. Karanlık yüzünden bir şey göremese de sızlayan yerin üzerine doğru üflemeye başladı. Canı fazlasıyla yanıyordu. Yüzüne yeniden tutulan el feneri yüzünden tekrar çırlayacaktı ki Kaya'nın çatık kaşlarını görünce sustu.
"Gece gece ne işin var senin burada?"
"Sana ne!" Kaya'nın kaşları imayla kalktığında dudaklarını ısırdı. Bu bakışı tanıyordu. İşte şimdi ayvayı yemişti.
"Gönül Teyze-"
Kaya onu annesine şikâyet eder miydi? O an Kaya'nın lafını ağzına tıkarak aklına gelen ilk yalanı söyledi.
"Şey... gezer uyur olmuşum da ben."
"Uyur gezer o bir kere." dedi Kaya bilmişce. Onun sözleri üzerinde sağ omzunu silkti Karaca. Her şeyi de bilmek zorundaydı sanki.
Sızlayan bacağını Kaya'nın tuttuğu ışık sayesinde görünce derin ve sesli bir iç çekti. Bacağı kanıyordu.
Kaya, Karaca'nın bacağını yakından görmek için eğildi ve kızın sızlanmalarına dayanamayıp usulca üfledi yaranın üzerine doğru.
"Çok acıyor mu?"
Karaca'nın sulanmış ela gözlerini gördüğü an sol tarafında bir sızı hissetti. Geçen kış zatüre olduğunda da böyle acımıştı göğsü. Yine hasta mı oluyordu acaba?
"Sen üfleyince acımıyor."
Gecenin karanlığını içerisinde parlayan elalarına baktı bir süre. Kahverengi bir bilyeye benziyordu. Ama öyle bakkalda satılanlar kadar sıradan değil, eşi benzeri bulunmayan parlak bir bilye gibi. Bir süre daha üflemeye devam etti. Pijamasının uzun gelen kolunu avucunun içine çekerek yaraya dokunmadan etrafındaki kanı temizleyip ayaklandı.
"Bekle burada." Geçen birkaç dakikanın ardından elinde bir şişe su ve yara bandıyla geri döndü. Elindeki şişesinin kapağını açarak yarasına dökeceği sırada Karaca aniden bileğini kavradı.
"Ya daha çok acırsa." dedi ela gözleri kocaman olmuş korkuyla Kaya'ya bakarken.
"Hani hiçbir şeyden korkmazdın sen ne oldu? Şu kadarcık yaradan mı korkuyorsun korkak tavuk."
Küçük kızın kaşları sinirle çatıldı ve yerden avuçladığı toprağı düşünmeden Kaya'nın yüzüne doğru attı. Kimse ona korkak diyemezdi. "Korkak sensin"
"Aa!" Gözlerini ovuştururken ağzındaki toprağı tükürdü Kaya. "Bacaksız bücür. Ben sana şimdi gösterirdim gününe de dua et küçüksün."
Kaya'nın sulanan gözlerini görüp yaptığı şeyden pişman olsa da ona bacaksız dediğini duyunca pişmanlığı anında kayboldu. Gayette bacakları vardı bi kere. Annesinin söylediğine göre sadece yaşıtlarına göre biraz geç büyüyordu o kadar.
Kaya gözlerini birkaç kez daha ovuşturduktan sonra Karaca'yı daha iyi görmeye başlamıştı. Onun asık suratını gördüğünde öfkesi bir anda kayboldu. Sebebini bir türlü anlamasada Karaca'yı üzgün görmek sinirini bozuyordu. Zaten çirkindi asık suratlı hepten çirkin oluyordu.
"Gözlerini kapat."
"Niyeymiş o?" dedi ince uzun kaşları kavislenirken.
"Hadii... Kapat. Ben aç diyene kadar da açma. Canın acımayacak söz veriyorum."
Emin olamasa da Kaya'nın verdiği sözü tutacağını bildiğinden kapattı gözlerini. Birkaç saniye sonra bacağından akıp giden soğukluğu hissettiğinde irkilse de soğuk su yanan yarasına iyi gelmişti. Geçen üçüncü dakikanın arkasından Kaya ona gözlerini açmasını söyledi, her şeyin bu kadar çabuk bitmesine şaşırmıştı. Üstelik Kaya'nın söylediği gibi canı hiç yanmamıştı da.
Gözlerini açıp dizinin üzerine yapıştırılmış yara bandını gördüğün de geniş bir gülümseme peyda oldu küçük kızın yüzünde. Üzerinde gezegenlerin bulunduğu sevimli bir yara bandıydı bu.
"Kalk hadi gökyüzünü daha yakından izleyebileceğimiz bir yer biliyorum."
Kaya elinden tutup kalkmasına yardımcı olduktan sonra arka bahçeye giden yolda hızla onun peşine takıldı. "Sahi mi? Anneme şikayet etmeyecek misin yani beni?"
"Etmeyeceğim bacaksız. Ama bir daha bu saatte dışarı çıkma."
"Ben bacaksız değilim."
"Bacaksızsın."
"Taş kafalı."
"Çirkin."
***
|
0% |