Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Vahşi ve Öfkeli

@madamosiella

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

İKİNCİ BÖLÜM

"Vahşi ve Öfkeli"

İnsan nereye kadar kaçabilirdi kendisi için planlanan hayattan?

Ben cevaplayayım bu soruyu. Kaçabildiği yere kadar. Daha küçücük bir çocukken planlanıp projelenmiş benim hayatım. Nerede okuyacağım ne iş yapacağım, nasıl giyineceğim, nasıl konuşacağım, kimlerle arkadaşlık yapacağım, kimleri hayatıma kabul edip etmeyeceğim. Ve nicesi... Hayatım anne ve babamın çevrelerine sergiledikleri bir sahneden fazlası olmadığı gibi bende o sahnedeki ipleri birbirine dolanmış kukladan fazlası olmadım onlar için.

Affan'ı da böyle soktular işte hayatıma. Bana sormadan ne hissettiğimi ne düşündüğümü önemsemeden...

***

Mutfağa adımlayıp su dolduracağım bir bardak aradım. Zira bu kalp çarpıntımın geçeceği yoktu. Üst katlardan birinden bulduğum cam bardağa parmaklarımı doladığım o an bir kol sarıldı boğazıma. Başımın arkasına dayanan metali hissettiğimdeyse bütün bedenim baştan aşağı buz kesmiş gibi donup kaldı. Parmaklarımın arasındaki bardak kayarak yerle buluştuğunda iki ses baş gösterdi mutfakta biri bardağın yüksek oktavdaki kırılma sesiydi diğeriyse benim korku dolu çığlığım.

Arkamdaki yabancının boynumdaki kolu baş hizama çıktığında uzun parmakları ağzımın üzerine kapanarak beni nefessiz bıraktı. Olduğum yerde kurtulmak için çırpınırken bedenim benden bağımsız, hızla arkamdaki tezgâha yapıştırıldı.

Affan'ın benim için planladığı son bu muydu? Onu terk etmemin elbet bir bedeli olacaktı ama beni öldürtecek kadar ileri gider miydi?

Göğsüm hızla inip kalkarken zehir yeşili irislerle anında denk geldik. Yüzünde gördüğüm ifade öyle korkutucuydu ki irisleri saniyeler içinde bütün yüzümü delip geçmiş gibi hissettim. Elinden kurtulmak için defalarca çabalasamda tezgah ile arasına sıkışıp kalmıştım. Başıma dayalı olan silah karnımın hizasına indiğinde başımdaki şapkayı geriye çekip saçlarımın yüzüme çarparak omuzlarıma düşmesine sebep oldu. Karşısında daha farklı birini bekliyormuşçasına bir ifade geçti yüzünden. Bu durum beni daha da sinirlendirdiğinde onun bu anlık boşluğundan yararlanıp dizimi iki bacağının arasına sertçe geçirerek kollarımı çelik bir halat gibi saran ellerinin arasından kurtuldum. Erkeksi iniltisinin arkasından yüksek sesli bir küfür döküldü dudaklarının arasından.

Hızlıca ulaştığım mutfak kapısından çıkışa koşacakken ayak bileğime dolanan hoyrat parmaklar beni kendine doğru çekerek bedenimi zeminle buluşturdu. Saniyeler sonra üzerimde hissettiğim varlığının ardından zarar vermekten çekinmeyen hoyrat parmaklarıyla bileklerimi çevikçe belimin üzerine sabitledi.

Sağ eli bir şey arıyormuşçasına bedenimin üzerinde hızla gezinirken vücudum korkuyla kasılıp kalmıştı. Nefes alışverişlerim sıklaşıp karnıma uygulanan baskı yüzünden beni boğmaya başladığında tırnaklarımı ellerimin üzerindeki kemikli parmaklara geçirerek bağırdım. "Çek o pis ellerini üzerimden. Hemen!" Saniyeler içinde sırt üstü dönmemi sağlayarak bir akbaba misali çöktü tepeme.

Başımın iki yanında sabitlediği bileklerim öyle çok sızlıyordu ki canımın acısına dayanamayıp dizimi bacaklarına vurmaya çalıştım ama savunmamı profesyonelce bertaraf ederek bacaklarımı bacakları arasında sabitledi ve beni tamamen etkisiz hale getirdi. Lanet olsun antin kuntin onca kursa para yatırıp eğitim hayatımı ucu bucağı bulunmayan dev bir labirente çeviren annem neden savunma sanatlarının da bir gün işime yarayacağını düşünmemişti ki.

Bakışları kısa bir süre alnımın üzerinde dolandıktan sonra irislerime döndü. "Daha fazla canın yansın istemiyorsan rahat dur."

"Bu şekilde nasıl rahat durmamı bekliyorsun?" dedim. Sesim olduğundan yüksek çıkmıştı. Hatta çığlık çığlığa bağırıyor bile olabilirdim."...kalk üzerimden."

"Kimsin sen?"

"Asıl sen kimsin ve beni bu şekilde derdest etmeye ne hakkın var? Biraz önce beni resmen taciz ettin."

"Soruma soruyla karşılık verme. Üstelik seni taciz falan etmedim sadece üzerini aradım." dedi. Elleri arasından kurtulmaya çalışarak yeniden çırpındım. "Hangi hakla?! Kalk üzerimden yoksa çığlık atacağım."

"Son kez soruyorum kimsin ve bu evde ne işin vardı?" Evi sahiplenmiş gibi konuşuyordu. Kimdi bu adam Allah aşkına? Başımda Affan gibi bir bela varken bu sorunun cevabını bir süre kimseye verebileceğimi sanmıyordum. Adını bile bilmediğim bir adama güvenip kimliğimi açık etmek gibi bir aptallık yapmak istemiyordum fakat eğer bu yeşil gözlü yabancı Şevval'in ya da anneannesinin tanıdığı biriyse o zaman suç üstü basılmış bir hırsız konumuna düşmüşüm ve çektiğim bu muammeleyi hak etmişim demektir.

"Önce sen cevap ver."

Burnundan bıkkın bir nefes verdikten sonra üzerimden kalktı ve kollarımdan tutarak tek seferde karşısına dikti beni. "Anlaşıldı konuşmayacaksın. İyi... Bizde anladığın dilden konuşuruz."

Anladığım dil derken?

Bileklerimi yeniden sırtımda birleştirip yürümem için davrandığında "Napıyorsun?"dedim telaşla. Fakat soruma cevap vermek bir yana dursun tepki bile vermedi ve kurtulma çabalarımın hepsini kolaylıkla bertaraf ederek merdivenlerden aşağıya inmemizi sağladı. "Bak ben sandı-"

"Umarım koku hassasiyetin yoktur."

Lafımı keserek merdivenlerin altındaki büyük avlunun hemen çaprazında kalan tahta kapıya doğru yürürken şok içinde yüzüne baktım. Önünde durduğumuz kapının kilidini tek eliyle açarak içerideki manzarayı gözlerimin önüne serdiğinde gözlerim sanki daha fazla açılabilirmiş gibi kocaman oldu. Korkuyla bir adım gerilesem de onun göğsüne çarpmaktan öte gidememiştim.

"Se... Sen kim olduğunu söylersen bende söylerim." dedim.

"Deli misin? Yoksa seni bırakayım diye deli taklidi mi yapıyorsun? Evime hırsız gibi giren sensin!"

Ne?

Başımı yeni bir şaşkınlıkla ona çevirdim. Saçlarım burnuna sürttüğünde bu durumdan rahatsız olmuş gibi kaşlarını çatıp yüzünü buruşturdu. Başını benden uzaklaştırarak boğazını temizlediğinde düştüğüm konum için kendime söverek sordum. "Ev...Evin sahibi mi?"

"Ne o varlıklı bir adam gibi görünemedik mi gözüne? Bu konuda haklısın ama işsiz güçsüz adamın tekine denk geldin."

"Hırsız değilim ben! Bana ne senin mal varlığından be." dedim milyonuncu kez kollarını arasından kurtulmaya çalışarak. Çırpınmaktan bitap düşmüştüm artık. Ne gücü vardı bu adamda böyle?

"Sabah polise anlatırsın bunları."

Kapıdan içeri girdiğimizde içerideki karanlık bir süre gözlerimi kör etti. Küçük pencerelerden içeri dolan gün ışığına yavaş yavaş alışmaya başladığımda görüş açımda netleşmeye başlamıştı ama asıl sorun burnuma dolan kokunun öğürmeme sebep olacak kadar yoğun olmasıydı. Tabanlarımda hissettiğim ıslaklık ile çıplak olduğunu yeni hatırladığım ayaklarımı kaldırarak üzerine bulaşan pisliği baktım. French ojelerin sürüldüğü tırnaklarım boka bulanmış pantolonumda aynı boktan nasibini almıştı.

"Tamam!" diye bağırdım. "Tamam yeter!" Dayanacak gücüm kalmamıştı artık. Bu adamın kim olduğu umurumda bile değildi. Yüzünde gördüğüm tatminkar ifade bunu zaten beklediğinin bir kanıtıydı.

"Çabuk yola geleceğini biliyordum." Başıyla önüne düşmemi işaret edince dik dik baktım suratına. "Şimdi takıl peşime bu konuşmak için son şansın olacak."

Yüzündeki alaycı ifade büyüdüğünde bir şeyi yeni hatırlamışçasına devam etti konuşmasına. "Yalnız o ayaklarla almam seni içeri." Dişlerimi sıkarken sinirle derin bir soluk verdim.

"Allah'ın belası adam. Evini de seni de..." Uyarı dolu öksürüğü sesimi keserek yürümem için bir işaret niteliği taşıyordu.

Zemine yapışarak kapının önündeki düzlüğe çıktığımda ayaklarımı yere sürterek altındaki tortudan kurtulmaya çalıştım. Sert zemin canımı yaksa da asıl önemsediğim şey ayağıma bulaşmış boktan kurtulmak olduğundan devam ettim. "Konuşacaksan konuş artık. Saatlerce seni bekleyecek değilim." Uzun bacakları sayesinde çoktan merdivenleri yarılamış tepemde dikildiğini görünce ters ters baktım suratına.

Bugün sayamadığım kadar çok sabır dilemiştim ama beni asıl çıldırtan bu adam olacaktı sanırım. Bulunduğum yerden çıkarak büyük bahçeye doğru yürürken ayaklarımı temizleyecek bir şey bulabilmek umuduyla etrafa bakındım. Temizlenmeden tek kelime etmeyecektim bu dağ ayısına. Varlığını çoktan unuttuğum canavarın havlayarak üzerime koştuğunu gördüğümde kulaklarımı sağır edecek korku dolu bir çığlık attım. Öyle ki sesimin köyün öteki uçundan duyulduğuna yemin edebilirdim. Köpeğin koşarak üzerime atladığı saniyelerde bende onunla birlikte serildim yere. Yüzümü ellerimle kapatarak kendimi korumaya çalışırken zihnime hücum eden anılar önümdeki sahneden farksızdı değildi. Çığlığım boğazımı yırtarak beni nefessiz bıraktığında kendimi korumaya çalıştığım kollarım güçsüzce iki yanıma düştü. Nöbete tutulmuşçasına titriyordum. Yabancının sesi doldu kulaklarıma. Yüzü karşımdaydı, kalın dudakları kıpırdıyordu ama ne dediğini algılayamayacak kadar sisliydi zihnim.
Bilincim kaybolmaya başlarken gördüğüm son şey onun endişe barındıran zehir yeşili gözleri oldu.

***

"Defne! Kuzum neredesin? Hadi oyun bitti artık çık nereye saklandıysan. Nereye kayboldun yine beş dakika içinde?" Küçük kız o dakikalar da bakıcısının sesini duyamayacak kadar uzaklaşmıştı evden. Ailesi ülke ülke gezerken küçük kızlarının bakımını babaannesine ve güya çok güvendikleri bakıcısına bırakmışlardı. Babaannesi Sevim Hanım yaşlı ve hasta bir kadındı sık sık migreni tuttuğundan onunla genelde bakıcısı Yasemin ilgilenirdi. Çok severdi aslında Yasemin'i ama neden anne babası bakmıyordu ki kendisine? Oda tıpkı diğer çocuklar gibi ailesiyle vakit geçirmek onlarla eğlenmek istiyordu.

Yanından geçen arabadan korkarak kaldırımın üzerine çıktığında meraklı gözlerle etrafına bakındı. Evden ne kadar uzaklaşmıştı acaba? İçinde bir korku peyda olsa da oynayacak birkaç çocuk bulma isteği daha ağır basıyordu. Üzerindeki beyaz askılı elbisesinin düşen omuzunu düzeltirken küçük elleri ile gözünün önüne gelen birkaç tutamı da geriye doğru süpürdü.

Karşısındaki boş arazide koşuşturan küçük yavru köpeği görünce ela gözleri heyecanla parıldadı. Koşarak yavru köpeğin yanına ulaştığında dizlerinin üzerine çöküp onunla aynı boya gelmeye çalışarak boynunu eğdi. "Sende mi benim gibi kayboldun yoksa?" Köpek kuyruğunu sallayarak yüzünü yalarken dudakları arasından sevimli bir kıkırtı döküldü. İşte kendine aradığı arkadaşı bulmuştu.

Küçük yavruyla beraber oradan oraya dakikalarca koşturdular öyle ki sıklaşan nefesleri onu yeni bir krizin eşiğine sürükler korkusuna bulunduğu yere oturdu. Çimlerin üzerine yerleşirken elbisesinin kirleneceği aklının ucuna bile gelmedi, gelse esefle kaçınırdı bu hareketinden. Siyah parlak tüylere sahip olan yavruyu kucağına doğru çekti. "Biliyor musun benim burada hiç arkadaşım yok. Yalnız başıma oynamaktan hep canım sıkılıyor. Belki seni eve sokmama izin verirlerse birlikte oynayabiliriz. Annem biraz kızabilir ama..."

Bakışları köpeğin üzerinde dolanırken derin bir nefes alarak heyecanlı konuşmasına son verdi. Ciğerleri yanmaya başlamıştı. Yavrunun başını okşadıktan sonra konuşmaya devam etti. "...ben seni gizlice eve sokarsam kimseciklerin haberi olmaz." Yavru cevap verir gibi artarda havladığında birkaç köpek sesi daha duydu. Başını kaldırarak tarlanın ortasında koşturan diğer köpek yavrularını gördüğünde düştü suratı.

"Ama senin burada bissürü arkadaşların varmış ki. Bize götürürsem özlerler seni." dedi dudağını sarkıtarak. Çok yakından tanıdığı özlem duygusu bu sıralar kalbini sızlatan tuhaf bir acıydı. Diğer üç yavru köpekte küçük kızın yanına gelerek onunla oynamak istercesine kuyruk sallayıp havladığında heyecanla gülümsedi. "Hayır hepinizi götüremem o zaman annem anlar hem babamda kızar."

Bir süre birlikte oynadılar, Yavrular bazen birbirlerinin üstüne atlıyor bazen de küçük kızın elbisesine dişlerini geçirerek çekiştiriyorlardı. Yavrulardan biri kızın elbisesini çeliştirirken küçük sivri dişlerinin arasına etini sıkıştırınca canı acıyarak inledi Defne. "Dur yapma, canımı acıtıyorsun." Bacağı köpeğin küçük dişleri arasından kurtulmuştu ama elbisesi neredeyse yırtılacaktı. İtmeye çalışsa da yavru köpek oyununa devam ederek onu çekiştirmeyi sürdürdü. Köpek durmayınca farkında olmadan onu sertçe itti. Yavru biraz geriye düştüğünde acı dolu bir inildi döküldü tarlanın orta yerine. Ardından güçlü bir havlama sesi.

Bu havlama yavruların annesinden başkasına ait değildi. Köpek yavrularını koruma iç güdüsü ile küçük kıza doğru koşarken Defne olduğu yerde öylece kalakaldı. Büyük siyah beyaz tüyleri olan köpek yavruların aksine büyük dişleri ve ağzından akan salyalarıyla daha korkutucu görünmüştü gözüne. Korkuyla oturduğu yerden kalksada kaçmak için geç kalmıştı. Birkaç saniye içerisinde yeniden yere serildiğinde köpeğin büyük patileri bedeninin üzerindeydi. Akan göz yaşlarına eşlik eden derin bir çığlık döküldü dudakları arasından. Kolunun üzerinde hissettiği acının arkasından daha büyük bir çığlık yankılandı boş tarlanın orta yerinde. Ne kadar çırpınırsa çırpınsın işe yaramadı, köpek hırsını alana kadar bırakmadı onu.

Bakıcısı Yasemin Defne'yi bulduğunda küçük kızın kesik nefes alışverişleri hissedilmeyecek kadar cılızdı. Önce öldüğünü sandı ama nabzını kontrol ettiğinde onu kucaklayarak bir taksiye bindirdi.

O gece öyle çok titredi ki Defne bu titreyişler bedenine sirayet ederek zihninde unutamayacağı bir anı bıraktı. Yanlış tecrübe edilmiş korku ve acı dolu bir anı.

***

Kirpiklerimi kırpıştırarak uyanmaya çalışırken hissettiğim ağrılar yüzünden acıyla kasıldı yüzüm. Ellerimi başımın üzerine doğru kaldırıp esneyince duyduğum birkaç kütürtü rahatlayarak gevşememi sağladı. Gevşemenin verdiği rahatlıkla mırıl mırıl sağıma doğru kıvrıldığımda burnuma dolan tarçın kokusu zihnimde bir şok etkisi yaratarak gözlerimi açmama sebep oldu.

Yatakta doğrularak oturdum. Karşılaştığım oda yaşanılanları bir bir belleğime yüklerken resetlenmiş gibiydim. Dün gece penceresinden içeriye girdiğim küçük odadaydım. Gözüm duvardaki saate takıldığında perdeyi aralayarak akşam güneşinin içeriye dolmasına izin verdim. Bu saate kadar uyumamın sebebini günlerdir çektiğim uykusuzluğa yoruyordum.

Üzerimdeki örtüyü kaldırarak ayaklandım. Kapıya doğru yürüyecekken dolabın üzerindeki aynada gördüğüm yansımam adımlarımı duraklattı. Üzerimde bana ait olmayan siyah uzun bir erkek kazağı ayaklarımda ise dizlerime kadar uzanan bir erkek çorabı vardı. Saçlarım yaşadığı karmaşadan olsa gerek kuş yuvasına dönmüştü. Yüzümdeki makyaj hala kendini korusa da ilk an ki güzelliğinden oldukça uzaktı. Alnım dün ki beklemedik karşılaşmadan nasibini alarak çizilmiş, etrafı kan toplamıştı. Parmak uçlarıma dek uzanan kazağın kollarını sıyırarak geriye doğru ittiğimde aklıma dank eden gerçekle tüylerim diken diken oldu.

Bu adam beni yarı çıplak mı görmüştü? Hemde üzerimde Affan'ın annesinin seçtiği dantelli boktan bir takım varken?

Çığlık atmamak adına dişlerimi sıkarken olduğum yerde tepindim. Bunların başıma gelmesine sebep olan herkesi öldürecektim. Herkesi. Hatta işe ilk önce dışarda bir yerde olduğundan emin olduğum o yeşil gözlü zorbayı öldürmekle başlayacaktım. Boklu ayaklarımı yıkadığı gerçeği bana dokunduğu gerçeğini ve yaptıklarını değiştirmiyordu.

Kapıyı açarak büyük geniş koridora çıktım. Gün ışığında gördüğüm koridor dün gecekinden farklı gelmemişti gözüme. Dış kapının hemen sağında boydan bir ayna, aynanın solunda da uzun süngerden oluşan yüksek bir oturma alanı vardı. Üzerinde de uzun namlulu bir av tüfeği asılıydı. Adımların salonun kapısına ulaştığında duyduğum ses yabancının evde olmadığını anlamama yetmişti. Dış kapıyı aşarak balkona ulaştım ve balkonun demir parmaklıklarına doğru yürüyerek sesinin kaynağını bulmaya çalıştım.

İşte oradaydı. Sabah üzerime atlayan canavarın kulübesinin hemen önünde yaprakları dökülmeye yüz tutmuş meyve ağaçlarının arasında geniş bir demire asılarak bedenini yukarı aşağı doğru hareket ettiriyor ve kaslı geniş sırtını yeterince gelişmemiş gibi beş dakika önce spor yapmadığım için hamlayıp kütürdeyen sırtıma nispet yaparcasına gözlerime sokuyordu. Bu hareketi bir süre tekrarladıktan sonra masanın üzerindeki şişenin kapağını açarak tepesine dikti. Hareketi başının da belli bir açıyla kalkmasına sebep olduğunda bakışları beni buldu ve bir süre duraksadı. Nasıl olduğumu anlamaya çalışıyor gibiydi. Ama uzun sürmedi bu durum, arkasını dönerek elindeki şişeyi parmaklarının arasında dertop ettikten sonra bir köşeye fırlattı. Masanın ayaklarının ucunda duran kutudan büyük bir parça et çıkararak kulübede bekleyen canavarın önüne bıraktı ve yarım kalan işine geri döndü. "Uyanmışsın güzellik uykundan."

"Senin o bed yüzünü göreceğimi bilsem hiç uyanmazdım. Üzerimdekiler-"

"Seni o şekilde eve almayacağımı söylemiştim. Düştüğün sırada baya boka bulanmış durumdaydın, seni o halde yatağa sokmamı da beklemiyordun herhalde." Kondisyonu oldukça iyi olmalıydı. Konuşurken öylesine rahattı ki hiç teklememişti. "Bunların hepsi senin yüzünden geldi başıma. Eğer be-" Sözümü bir kere daha kesmeye kalkarsa buradan gelişine üzerine atlayıp o koca kafasını bedeninden ayırana kadar çabalayacaktım. Çabalayacağım diyorum çünkü pek mümkün görünmüyor. Zira bedenimden kamp sandalyesi yapacak kadar güçlü bir vücuda sahip. "Evime hırsız gibi girmek yerine kapıyı çalarak kalacak bir yere ihtiyacın olduğunu söyleseydin eğer bunların hiçbirini yaşamak zorunda kalmazdın ukala."

Sözleri stres seviyemi artırırken kendime engel olamayarak hıçkırdım.

Kalacak bir yere ihtiyacım olduğunu biliyordu. Nasıl?

Hıçkırık.

Bu adam kimdi Allah aşkına? Ben nereye gelmiştim?

Bu soruların cevabını öğrenmenin tek bir yolu vardı. Merdivenleri inerken adımların birkaç basamak kala hatırladığı tehditle duraksadı. Tedirgin bir şekilde kulübeye doğru baktım. Beyaz kürklü canavar önüne atılan eti sivri dişleriyle parçalayarak aç karnını doyuruyordu. Olduğum yerde istemsizce kıpırdandım. İnmek ve inmemek arasında kalmıştım. Sabahki görüntü bir film şeridi gibi gözümün önünden geçerken nefes alışverişlerim hızlandı. İnmemek sağlığım açısından daha iyiydi sanki. Yabancı bu hareketimi fark etmiş gibi omuzunun üzerinden birkaç saniye bana baktıktan sonra tekrar işine döndü. "Yerinde olsam o kılıkta aşağı inmezdim. Yemek konusundaki fikrini değiştirebilir."

"Desene oda sahibi gibi vahşinin teki." Ters bakışları bana döndüğünde beni bir kaşık suda boğmak istediğini düşündüm. Sanıyorum ki onu bundan alıkoyan kapının arkasındaki ses oldu. "Cihangir abi!" İpe takılı havlulardan birini çekerek boynuna astı ve adımları kapıya doğru ilerlerken bakışları beni buldu.

"İçeri geç."

"Bana emir verme."

"Uzatma da geç hadi."

"Girer misin? Ya da lütfen? Kelimelerini ekleyerek tekrar dene." Ona inat olduğum yerde dikilmeye devam ederken tanımadığım bir adama kafa tutuşum kaşlarımın çatılmasına sebep oldu. Gözlerini kapatarak başını sağa doğru çevirdikten sonra bir şeyler mırıldandı ama duyamadım. Sabır diliyordu sanırım. Oysa ki asıl sabır dilemesi gereken kişi bendim.

"O üzerindeki bir karış kazakla köyde adımızı çıkarmayı istiyorsan dikilmeye devam et. Yalnız şimdiden uyarayım bundan bir sonraki adım zorla baş göz edilmemiz olur."

"Ne diyorsun sen be! Rüyanda görürsün anca." Beyaz dişlerini ilk kez görünür kıldığında yanağının üzerinde sert yüz hatlarına tezat büyük bir çukur belirdi. Öfkem ve telaşım onu keyiflendirmişti. Sinirden kavislenen kaşlarım varlığını korurken kirpiklerim usulca kısıldı. Onunsa yüz ifadesi yeniden eski ciddiyetine büründü ama gülmemek için kendini tutuyor gibiydi.

"İçeri girer misin?" Ve dudaklarını dişleriyle eziyet ettikten sonra ağzının içinde mırıldanarak ekledi. İşte bunu söylemesini beklemiyordum.

"Lütfen."

Yıldızı boyamayı unutmayın lütfen 🐥

 

Loading...
0%