@madamosiella
|
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
"Aklımı Başımdan Aldın" Ona arkamı dönerek isteğini yerine getirdim. Sorularım yine cevapsız kalmıştı. Çıktığım eve tekrar girdiğimde aklımda eskisinden daha fazla soru işareti vardı? Şevval'i aramak istiyordum ama telefonumu açmaya cesaretim yoktu. Stres yüzünden dişlediğimi fark etmeğim tırnağımın üzerindeki ojenin soyulduğunu görünce buna bir son verdim. Tırnak yemekten hiç hoşlanmasam da stres anında yaptığım ilk şeyin bu olması biraz tuhaftı. Mutfak masasına oturup kendime masanın üzerindeki cam sürahiden bir bardak su doldurarak boş mideme gönderdim. Burada daha fazla durmanın anlamsız olduğunu düşünmeye başlamıştım ama önce aşağıdaki vahşinin kim olduğunu öğrenmem gerekiyordu. Uyandığımdan beri isyan eden midem yeniden guruldayınca bıkkın bir soluk verdim ve gururu bir kenara bırakarak masanın üzerindeki sepette duran iri ve kırımızı elmalardan birini alıp ısırdım. Dakikalar sonra yabancının iri bedeni mutfak kapısının önünde belirdi. Elindeki üzeri kapalı büyük servis tabağını masanın üzerine bırakırken artık karşıma geçip bir şeyi anlatsın istiyordum ama o herhangi bir girişimde bulunmadan dolaptan birkaç parça kahvaltılık çıkarıp masaya yerleştirmeye başladı. Öyle yavaş hareket ediyordu ki onun ağırdan alan tavırları sinirimi bozmaya başladığında dayanamayıp konuştum. "Kalacak bir yere ihtiyacım olduğunu nereden biliyorsun?" "Acıktın mı?" "Acıkmadım!" Dedim ama karnım inkâr edercesine guruldayarak beni yerin dibine soktu. "Açım ya da tokum ne önemi var daha sabah beni o bok çukuruna kilitlenmeyi düşünmüyor muydun şimdi fikrini ne değiştirdi?" Dolaptan çıkardığı iki kutuyu tezgâhın üzerine koyduktan sonra iki tane de bardak çıkardı ve sırtı bana dönük bir şekilde konuştu. "Vişne mi portakal mı?" "Ne?" Başını omzunun üzerinden çevirerek yineledi sorusunu. "Vişne suyu mu içersin portakal suyu mu? diyorum." "Bir şey yemek ya da içmek istemiyorum. Sorularıma cevap ver yeter." "Portakal iyidir." Sinirim tepeme çıktığın da oturduğum yerden kalkarak karşısına dikildim. "Sen benimle kafa mı buluyorsun?" "Önce karnını doyurup toparlan." Bakışları kabarmış saçlarım ve makyajı akmış yüzüm arasında dolandıktan sonra devam etti. "Sonra konuşuruz." Sözlerini bitirir bitirmez elindeki bardağın birini masanın üzerine bıraktı ve mutfaktan çıktı. Olduğum yerde tepinirken çıldırmamak için kendimi zor tutuyordum. Arkamdaki sandalyeye yeniden otururken başımı ellerimin arasına alarak derin bir soluk verdim. Acilen bir telefon bulup Şevval'i aramalıydım. Bu vahşiyle daha fazla aynı evde kalamazdım. Saniyeler sonra yeniden omzuna attığı siyah havlu ile koridorda belirdiğinde sinirime hâkim olamayarak arkasından söylendim. "Yeşil gözlü dağ ayısı!" Bakışlarım masanın üzerindeki tabaktan gelen güzel kokunun kaynağına takıldığında üzerindeki peçeteyi kaldırarak bir kenara bıraktım. İçi domates ve yeşillikle doldurulmuş yağlı yarım ay şeklindeki hamur işini görünce yelkenleri suya indirmenin vaktinin geldiğini anlayarak derin bir soluk verdim. *** Mutfaktan çıkıp salona geçerken hala banyodan çıkmamış olan yabancıyı beklemek için salona geçtim ama oturmaktan sıkılınca oradan da kalkarak balkona oturdum. Bu insanlar hiç sıkılmıyor muydu bu koca köyde. Evde ne bir televizyon ne de radyo dışında teknolojik bir alet vardı. Akşam güneşi balkona vururken pencerenin altına yerleştirilmiş olan koltuğun üzerinde pinekliyordum. Aklımda kuyrukları birbirine değmeyen bin bir tilki dolaşıyordu. Daha fazla dayanamayarak kalktım oturduğum yerden. Aklım da dönen tilkilerin kafeslerinin kapısını bir bir açarak özgür bırakmazsam düşünmekten kafayı yiyecektim belli ki. Ayaklarım uyandığım odanın kapısına yönelirken aklımda sadece tek bir düşünce vardı; bir şekilde Şevval'e ulaşıp hava daha fazla kararmadan bu köyden çıkmak. Hızımı alamadan pat diye kapıyı açıp daldım odaya ama hiç tahmin etmediğim bir manzarayla karşılaşınca olduğum yerde donup kaldım. Saniyeler sonra beynim şokunu atlatmış olacak ki yeniden çalışmaya başladığında çığlık atarak ellerimi gözlerime siper ettim. "Geldiğin yerde görgü mü yoktu kapı mı?" Yanaklarımın alev alev yanıp yüzümün pancara çevirirken ellerimle yüzümü kapatmam yeterli gelmemiş gibi hızla arkamı döndüm. "Görmedim hiçbir şey yemin ederim." Dedim çarpılmaktan korkarak tek ayağımı kaldırdığım sırada. Görmüştüm görmemem gereken şeyler görmüştüm. "Daha ne görmeyi umuyordun acaba?" dedi bezgin bir soluk verirken. Utancımdan değil yerin yedi kat dibine girmek üzerime beton döküp bedenimi yok etseler yine iflah olmazdım. Arkadaki hışırtı seslerini duyduğumda kapalı gözlerimle bir umut kapının kolunu bulmaya çalışırken kendimin bile duymakta zorlandığı sesimle bir şeyler geveledim. "Ben düşünemedim burada olduğunu banyodasın sanıyordum. Çıkıyorum hemen şimdi." Kapının kolunu bulup bir yere çarpmadan dışarı çıkmaya çalıştığım sırada yeniden duydum sesini. "Çıkmana gerek yok ne işin varsa hallet." "Sonra gelirim ben." "Giyindim dönebilirsin." Sesi daha yakınımdan gelmeye başladığında bütün tüylerim diken diken olmuşçasına titredim. Yavaş adımlarla arkamı dönerken bir an önce çantamı bulmak ve buradan defolup gitmek istiyordum. Bakışlarım etrafta dolansada ona uğramamasına özellikle dikkat ediyordum. Zira ne yüzüne bakmak ne de pancara dönen suratımı görmesi isteklerim arasında son sırada bile değildi. "Dolabın yanında." Yanından geçip söylediği yere baktığım da çantamın gerçekten orada olduğunu gördüm. Sırtımda hissettiğim bakışlarından sıyrılıp çantamı da alarak yeniden kapıya yöneldim. "Nereye?" "Evime." Ağzımdan anlık olarak çıkanlar bir süre havada asılı kaldı. Evin mi var senin? dedi doğrucu tarafım düşüncelerimi baltalayarak. Beyaz gömleğinin düğmelerini ilikleyip kaslarını görünmez kılarak elindeki havluyla saçlarını son kez kuruladı ve havluyu yatağın üzerine gelişi güzel fırlattı. Yeşil hareleri üzerimde gezinirken masanın üzerindeki titreyen telefonuna uzanarak parmaklarımın arasına bıraktı ve yatağın üzerine oturup ellerini oturduğu yerin biraz daha gerisine yaslayarak rahat bir konuma geldi. "Açsana." Bu anlamsız hareketi kaşlarımın çatılmasına sebep olduğunda parmaklarım arasında titremeye devam eden ekrandaki isimsiz numaraya baktım. "Anlamadım?" Sahnelenmesini beklediği bir filmi izlemeye hazırlanıyormuş gibi görünüyordu. Onun bu rahat tavırlarına aldırmadan ekranı yukarı doğru kaldırdım. "Oradan bakınca sekretere falan mı benziyorum?" Telefonunu üzerine doğru fırlattığımda atik bir şekilde havada yakaladı. "Al kendi telefonunu kendin cevapla. Gidiyorum ben." "Kalacak bir yerin yok sanıyordum." "Teknik olarak yok evet." dedim direkt. "Ama sen-" bunu nereden bildiğini soramadan telefonu yeniden çalmaya başladı. "Öğrenmem zor olmadı." Başıyla yatağın üzerindeki çalan telefonunu işaret ederek yeniden konuştu. "Telefon sana yalnız. Hala çalıyorken aç derim. Bi daha bu şansıda bulamayabilirsin." Söyledikleri kafamı daha çok karıştırırken elimdeki çantayı bırakıp yatağın üzerindeki telefona uzanmak için harekete geçtim. Ne saçmalıyorsun sen be? Dememek için zor tutuyordum kendimi. Yine de merakıma engel olamamıştım işte. Telefonu elime alarak ekranda yanıp sönen numaraya daha dikkatli baktığımda dudaklarım hayretle aralandı. Yeşil gözlü yabancı oturduğu yerden kalkıp birkaç adımda karşıma dikildi. "Numara tanıdık geldi sanırım. Neyse... ben çıkayım, siz rahat rahat konuşun arkadaşınla." O kapıyı çekip çıkarken hala arkasından aptal aptal bakıyordum. Adamın ev sahibi olduğu yetmezmiş gibi bir de Şevval'in akrabası mı çıkmıştı şimdi? Kızım sen nasıl bir bela çekersin ya. Derince oflarken saçlarımı tutup çekiştirdim ve elimdeki çalmaya devam eden telefonu cevapladım. "Alo Cihangir?" "Şevval..." dedim sızlanırcasına. "Defne! Ah be kızım hiç mi şans olmaz bir insanda? Sabah Cihangir anlattı olanları, nasıl oldun?" "Bok gibiyim tabiki. Cihangir kim? Ev boş demiştin bana." Dedim ardı arkasına konuşurken. "Pamuğum inan bende bu sabah kahvaltıda annemden öğrendim. Öğrenir öğrenmez de Cihangir'i aradım ama geç kalmışım. Olan çoktan olmuş bile." "Kim bu Cihangir Allah aşkına?" "Ümit dayımın oğlu hani arada anlatıyordum. Ömer abimin nişanında sizi tanıştıracaktım da son anda görev çıktı diye gelememişti hatırlıyor musun?" "Sen bu adam asker, dağa bir çıkar bir daha gelmez dememiş miydin? Ne işi varmış burada?" dedim sanki bu evde kalmaya ondan daha çok hakkım varmış gibi. "Bilmiyorum. Olmuş bir şeyler ama anlatmadı. Merak etme ben ona bilmesi gerektiği kadarını anlattım. Kimliğini ne olur ne olmaz diye açık etmedim fakat uzun sürmez durumu çakması." "Nasıl çakacak?" "Görevi gereği her konuda fazla titiz ve detaycıdır, gözünden bir şey kaçacağını sanmam." "Görev?" dedim sorarcasına. Neydi bu adam dedektif falan mı? "Bordo bereli. Bunu sana söylediğimi duysaydı ellerimi kollarımı bağlayıp boğazdan sallandırırdı beni." "Görev bilinci diye kolumdan tutup babamın kapısının önüne bırakmaz inşallah beni. "Tepesini attırmadığın sürece sanmıyorum." "Tepesi atmamış hali mi bu?"Sen daha hiçbir şey görmedin dercesine derin bir iç çekti Şevval. "Benim kalacak başka bir yer bulmam lazım Şevval. Böyle damdan düşer gibi... Kimseyi rahatsız etmek istemiyorum. Adam belli ki kafa dinlemeye gelmiş buraya. Üstelik öküzün teki anlaşamayız biz bir kere bununla." "Saçmalama." Dedi endişe ve öfke kokan sesiyle. "...Affan her yerde seni arıyor. Oradan daha güvenli bir yer yok şu an senin için. Olaylar soğumadan yeni bir plan yapamayız. Cihangir'le geçinmek biraz zordur ama iyi adamdır." Muzip gülüşü kulağıma dolarken "Hem ne kadar gerçekleştirememiş olsam da sizin hakkınızdaki düşüncelerimi biliyorsun. Belki-" "Kapa çeneni lütfen şu an hiç sırası değil." Lafı ağzına tıkmış olmam canını sıkmış gibi bezgince ofladı. "İyi be tamam. Çok hırpaladı mı seni?" "Beni hırsız sandı ötesi var mı? Ayı gibi de güçlü, yerden yere vurdu beni resmen. O koca başlı canavarın üzerime atlamasından bahsetmiyorum bile." "Peşine takılanlardan biri sanmış seni. Yoksa kadınlara karşı naziktir." "Beni koca koca boynuzları olan ineklerle dolu o boklu çukura kilitlemeye kalkmasaydı buna inanabilirdim." "Şey... Adına ahır deniyor pamuğum." "Sence tek sorun o bok çukurunun adını bilmemem mi Şevval? Yaşadığım şeylere bir bak." Dolan gözlerimi beceriksizce silerken burnumu çekerek konuşmaya devam ettim. "Resmen istemediğim bir adamla evlendirilmemek için düğünümden kaçtım..." "Ştt... Yapma böyle be pamuğum. Üzme beni. Bak Affan falan dinlemem binip gelirim yanına. Zaten bu Affan salağı bir şey anlamasın diye seninle gelemediğime kahroluyorum." "Sakın Şevval. Buraya gelmen ikimizi de tehlikeye sokar." Derin birkaç nefes aldıktan sonra boğazımı temizledim. "Neyse beni bırak şimdi, ben iyiyim. Bana o aşağılık Affan'dan bahset. Ne yaptı kaçtığımı öğrenince?" "Ayy Defne izlerken inanılmaz keyif aldım. Kameraya alıp sana izletmeyi o kadar çok isterdim ki. Bütün magazin dergileri sizi konuşuyor. Affan resmen yıktı ortalığı, saatlerce tehdit yağdırdı herkese. 'Bilip de söylemiyorsak bizi pişman edermiş' falan filan. Ondan korkan onun gibi olsun! Şerefsiz." "Beter olsun. Babamlar..." dedim ama devamını getirmeye gücüm yetmedi. "İkisini de düğün gecesinden beri görmedim. Affan'ın aksine fazla sakinlerdiler tek kelime etmeden ayrıldılar salondan." Şevval... Nur'a da kendine de dikkat et olur mu? Affan beni bulamayınca yerimi öğrenmek için bütün hırsını sizden çıkaracaktır. Yeni bir hat alabilirsem mutlaka arayacağım seni." "Tamam güzelim. Bir durum olursa Cihangir'den ulaş bana. Hat işini de bana bırak." "Peki. Dikkat et kendine lütfen." dedim ve telefonu kapattım. Bir süre yatağın üzerinde öylece oturup düşündüm. Belli ki Cihangir'e bir özür borçluydum. Fakat oda en az benim kadar suçluydu. Kim evine giren hırsızı bok dolu bir kömürlüğe kilitlemek isterdi ki? Pardon ahıra demeliydim değil mi? Benim hırsıza benzeyen bir yanım mı vardı Allah aşkına? Etrafta gezinen bakışlarım yansımamla buluştuğunda iç sesim soruma karşılık gözlerini devirdi. Dünden beri koşuşturmaktan perişan olmuştum resmen. Soğuktan kuruyup makyajı akmış cildim ve saçlarım su diye kan ağlıyordu. Kapının ağzına bıraktığım çantadan kendime birkaç parça eşya çıkarıp yatağın üzerine bıraktıktan sonra telefonu da alarak odadan çıktım. Cihangir mutfaktaki camın pervazına yaslanmış sigarasını içiyordu. Varlığımı hissetmiş olmalı ki koyu yeşil hareleri saniyeler içinde beni bulunca yanına gidip gitmemek konusunda kararsız kalsam da birkaç adımda karşısına dikilmiştim. "Telefonun..." dedim telefonunu uzatarak "... sağ ol." "Mühim değil." Sigarasından yeni bir nefes çekip özgür bırakırken dudaklarım yeniden aralandı. "Ben... Öz-" Kaşları havalanıp devam et dercesine başını salladığında bu durumdan keyif alıyor gibiydi. İşte o anda yeniden attı benim şarteller. "Özür falan dilemeyeceğim. Sende en az benim kadar suçlusun. Eğer başıma silah dayayıp aklımı başımdan almasaydın, tepeme akbaba gibi çöküp beni o bok çukuruna kilitlemeye kalkmasaydın, bunların hiçbirini yaşamazdık." "Yani bütün suç benim." dedi beyaz dişleri gözler önüne sererken. "Hepsi olmasa da yüzde yetmiş beşi senin." "Peki. Aklınızı başınızdan aldığım için özür dilerim Defne Hanım." İma ettiği şeyi anladığımda dişlerimi sıkarak gülümseyen yüzüne ters bir bakış attım. "Ukala." "Senin burada olduğunu bilmiyordum, bilsem böyle hırsız gibi gelmezdim." Dedim. "Şevval geleceğini söyleseydi bu evde aynı zaman zarfında bulunmazdık zaten Defne. Ben çoktan gitmiş olurdum. Ama gel gör ki hala buradayım. Sebebini merak ediyorsan bana değil bulduğum yerde ellerini kelepçeleyip boğazın serin sularına sallandıracağım arkadaşına sor."
🎊✨️İşte geldiik!✨️🎊
Yorum yapıp oy vermeyi unutmayın olur mu? 🐥
Ne diyorsunuz bu Cihangir Defne arasındaki ilişkiye olur mu bunlardan?
Çöpçatan Şevval bi işler peşinde sanki aldınız mı kokuyu? 😄😶🌫️ |
0% |