Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5. Davetsiz Misafir

@madamosiella

 

 

BEŞİNCİ BÖLÜM

“Davetsiz Misafir”

🔥

 

Bedenim yeni titreme dalgasıyla sarsılırken olduğum yerde küçülerek kırılacakmış gibi takırdayan dişlerime hakim olmak istercesine sıktım çenemi. Yüzüme vuran sabah güneşini hissedebiliyordum. Ama vücudum öylesine kırgındı ki kirpiklerimi aralamak, yataktan kalkmak dünyanın en zor işiydi sanki.

Alnımın üzerinde hissettiğim kemikli soğuk parmaklar irkilmeme sebep olduğunda saç diplerimden boynuma süzülen o soğuk dokunuştan kurtulmaya çalışarak boynumu eğdim ve huysuzca homurdandım.

“Seni ilk gün polise verip kurtulacaktım.” Sıcak yorgan üzerimden çekildiğinde tenimi yalayıp geçen bir soğukla yüz yüze kaldım. Ev neden bu kadar soğuktu.

“Kalk hadi Defne.” Duyduğum sesin kime ait olduğunu seçmeye çalıştım. Bu sesi tanıyordum. Yerimde daha da küçülürken yorganın bir ucunu yakalayarak üzerime doğru çekecektim ki bileğime dolanan parmaklar tarafından durduruldum. “Uyumaya devam et demedim Defne. Kalk, ateşini düşürmemiz gerekiyor.”

“Rahat bırak beni.” Dedim takırdayan dişlerime inat, sızlanarak. Neredeyse ağlayacaktım.

Belime dolanan kollar beni aniden yataktan kaldırıp ayağa diktiğinde dengemi kaybettim. Düşmekten korkarak buram buram tarçın kokan o bedene tutunsam da dizlerim güçsüzce büküldüğü an belime daha sıkı dolanan kolları beni sıkıca sararak yerden havalandırdı.

Her yer neden bu kadar soğuktu? Sıyrılan kazağımın altında hissettiğim soğuk parmaklar tüylerimi diken diken ederken yeniden yere inmek için kıpırdandım.

“Kızım bir rahat dur! Ne huysuz bir şey çıktın sen ya.”

Parmaklarımın arasındaki kumaşı daha çok sıkarak taşımakta zorlandığım başımı dik tutmayı bırakırken Cihangir’in belime dolanan kolunu sıkıca tuttum.Tırnaklarımın tenine geçtiğine neredeyse emindim.

“Ellerin..." dedim. Sesim bir fısıltıdan farksızdı. “Çok soğuk.” Tenime dokunan sert parmaklarının kasıldığını hissettim. Gözlerim açmak istesem de ağrımı şiddetlendirecek olan ışığı görmeye cesaretim yoktu. Kalçamı usulca dizine yaslayıp beni oturur konuma getirdikten sonra sıyrılan kazağımı aynı yavaşlıkta düzelterek yeniden kucakladı bedenimi.

Başımı yasladığı göğsü bir yastıktan daha yumuşak geldi o an. Oysa ben hastalandığımda başımı yaslayacak bir omuz nazlanacak bir ebeveyn bile bulamadığımdan hiç tatmamıştım bu duyguyu. Hastalığımın ertesi günü kalkmam için dikilirdi annem kapıma. Maksadı bir an önce toparlanıp iyileşmem falan değildi, hayır. Tek bir istediği vardı oda benim için çizdiği plan programının aksamaması. Zira yıl içinde katılmam gereken onlarca kurs ve eğitim olurdu. Bu planın yıl sonuna kadar yetişmesi için her şeyi titizlikle günü gününe ayarlayıp planlardı. Her şey geleceğim içindi öyle değil mi? İnşa edilirken bana fikrimin dahi sorulmadığı o parlak geleceğim için...

Zihnimin puslu labirentine doğru usulca süzülürken direnmedim bu sefer. Her zayıf anımı pusudaki bir tilki gibi bekleyen kabuslarım yine oradaydı. Ardı arkasına kilitlediğim o zincirli kapının önünde tozundan kirinden silkinmiş öylece bekliyordu beni.

 

 

🕯🕯🕯

“Beni böyle cezalandıramazsın.”

“Babanı hiç tanımıyormuş gibi konuşuyorsun Defne. Söylediğim hangi lafı yuttum?" Dedi adam çattığı kaşlarıyla kızına sorarcasına. “Yarın o fakülteyle bütün ilişiğin kesilecek.”

“Bunu yapmaya hakkın yok. Mimarlık okumak istemediğimi defalarca söyledim sana niye anlamak istemiyorsun baba? Bırak bir kez de geleceğim hakkındaki kararları ben vereyim. Bu hayat benim hayatım senin ya da annemin değil.”

“O fakültede bir geleceğin yok senin! Bu konu hakkında tek kelime daha etmeni istemiyorum. Aylarca yüzümüze baka baka utanmadan ayakta uyutmuşsun zaten bizi. Bu saatten sonra sana iltimas falan yok. Oturup tüm sene sınava yeniden hazırlanacaksın. Duydun mu beni? Özel derslere gitmek dışında odandan dışarı adımını dahi atmayacaksın. Sena nerede bu odanın anahtarı?”

“Hayır, bu sefer beni cezalandırmana izin vermeyeceğim. Kendi hayatım için aldığım kararların bedelini bu şekilde ödetemeyeceksin bana! Bu sefer beni bu şekilde sindirmene, kuklan gibi kullanmana izin vermeyece-“ Yüzüne yediği tokatla birlikte dudakları şaşkınlıkla aralandı Defne'nin. Gözünden düşen yaş bir lav parçası olup göğsünün orta yerine düştüğünde başını iki yana sallayarak titreyen sesine inat konuştu. “İzin vermeyeceğim...”

Bedenim hissettiği soğukla birlikte kasılırken zihnim düştüğü bataklıktan çıkarak nefesimi kesen bir şokla aydınlandı. Suyun içinden çıkmak için hızlıca yerimden kalkarken omzumdaki kollarla birlikte kendimi yeniden küvetin içinde buldum. “Beni böyle cezalandıramazsın!” dedim omzumu tutan ellerden kurtulmaya çalışarak. Karşımda dikilen bedene sağ ayağımla sert bir tekme attıktan sonra yeniden çırpındım. "Bıraak!" Buz kesmiş bir gölün içine çırılçıplak atılmıştım sanki.

“Hay s*keyim. Seni cezalandırmaya falan çalıştığım yok. Kendine gel.” Küvetin içindeki su taşarak etrafa dağılırken çelik bir halat gibi omuzlarımı tutan parmaklarının arasından kurtuldum.

“Dokunma bana! Dokunma.” Çevik bedeni hızlıca suyun içine girip parmakları çenemi kavradığında dizine attığım tekmeyle dengesini kaybetti ve suyun içine gömüldük. Bedenim ağırlığı altında ezilirken ağzıma dolan sular nefesimi kesince daha çok çırpındım. Yüzümün etrafına dağılarak saçlarıma karışan siyah tutamlar, babamın kulaklarımı tırmalayan yüksek sesi, zehir yeşili gözler... Affan... Her şey fazla karışıktı. Zihnim sisli bir duman tarafından bertaraf edilmiş tüm kalelerim bir bir kuşatılmıştı.

O an bir fısıltı doldu kulaklarıma, boynuma dolanan sıcak eller bulunduğu yeri usul usul okşarken yüzüme değen sıcak nefesi hissettim. “Nefes al.” Hissettiğim parmaklar hedefini değiştirerek alnıma uzandığında tekrar duydum aynı fısıltıyı. “Her şey yolunda. Güvendesin. Sakin ol ve nefesini yavaşça serbest bırak. Hadi...”

Ciğerlerimdeki havayı serbest bıraktığım an usulca araladım kirpiklerimi. Sandığımın gibi suyun içinde değil aksine yüzeyindeydim. İrislerim zehir yeşili irislerle buluştuğu an titreyen çenemi parmaklarının arasına alarak fısıldadı. “İşte böyle...”

“Cihangir.” Dedim sorarcasına kendimin bile duymakta zorlandığı bir sesle. Neden buradaydık? Bedenim soğuk suyun varlığıyla tir tir titrerken derin bir iç çektim.“Beni boğmaya mı çalışıyordun?”

Suratındaki endişeli ifade usulca silinirken dik dik baktı yüzüme. Sonra gözlerini devirdi.

“Beni öldürmek istemiyorsan niye küvette kucak kucağayız?” dedim bitkince. “Burası çok soğuk.” Gözlerim kapanmamak için kıvranırken Cihangir’in tek hareketiyle küvetin içindeki bütün su büyük bir gürültüyle boşalmaya başladı. Başımdan aşağı inen ılık suyun varlığını hissettiğimde yeniden konuşmaya başlamıştı.

“Öyle fantazi olsun diye.” Derin bir soluk verdikten sonra iyi olup olmadığımı anlamak istercesine suratıma baktı. “Ateşin çok yüksekti. Seni soğuk suya sokmaktan başka çare bırakmadın bana.”

Kemiklerim feci şekilde sızlasa da biraz olsun kendine gelen bilincim ile birlikte uzattığı elini tutarak kalktım küvetten, hala tir tir titriyordum. Cihangir başlığı çevirerek suyun biraz daha ısınmasını sağladıktan sonra ıslak kıyafetleriyle birlikte küvetin içinden çıktı ve üzerindeki ıslak tişörtünü çıkararak suyunu sıktıktan sonra kirli sepetine doğru fırlattı.

Omzundan beline doğru uzanan yarasını gördüğüm de merakla kısıldı kirpiklerim. Sırtında birden fazla yara vardı. Birkaçının kurşun yarası olduğuna emin olsam da omzundan beline uzanan ince uzun yaranın kaynağının ne olduğunu merak etmiştim. Canı sandığımdan çok daha fazla yanmış olmalıydı. Yeşil irisler yeniden üzerime döndüğünde onu daha fazla dikizlemeyi bırakıp üzerimdeki ıslak eşofman ve kazağı baktım. Neyse ki hala üzerimdeydiler.

“Banyoda fazla kalma. Lavabonun yanındaki dolapta temiz havlular var. Kapının önüne temiz kıyafet de bırakırım senin için.”

Cihangir gittikten sonra saçlarımı şampuanlayıp bedenimi hızlıca temizleyerek suyun altından çıktım.Yorgun hissetsemde soğuk su zihnimdeki pusu arındırmıştı. Gevşeyen kaslarım bir pelteye dönüşmüş gibiydi. Cihangir’in bahsettiği dolaptan bulduğum havluyla iyice kurulanarak kapının önüne bırakılmış kıyafetleri aldım.

Siyah boğazlı bir kazak aynı renk paçaları yerlerde sürünen bir eşofman ve paketi bile açılmamış boxerı gördüğümde kaşlarım istemsizce çatıldı. Çantamı karıştırmak yerine bana kendi kıyafetlerini vermeyi mi tercih etmişti? Bu kadar kaba bir adamken nasıl böyle ince düşünebiliyordu? Belki de sadece başına bela olmayayım diye çabalıyordu. Zira benim bavulumdaki kıyafetlerin beni kollamaya hiç niyeti yok gibiydi. Hızlıca giyindikten sonra saçımın suyunu da havluyla alarak banyodan çıkıp kuzinenin yanındaki mindere kıvrıldım. Giyinene kadar bütün sıcaklığımı kaybetmiştim. Uyku yeniden beni abluka altına alırken gözlerim kapanana dek dinledim sobanın gümbürdeyen sesini. Belli ki yanmak konusundaki tek sorunu benimleydi.

“Saçlarını kurutmamışsın?”

Cihangir’in yaklaşan sesini duysam da gözlerimi açmadım. Başımdaki ağrı bilincimin açılmasını fırsat kolluyor gibi anında gözlerime vurmuştu.

“Mutfak masasının üzerindeki eskimiş radyo ve şu on tane kanalı olan tüplü televizyondan başka elektronik aletiniz yok sanıyordum.” Boğazımdaki acı suratımı buruştururken zorda olsa yutkunmaya çalıştım. Sesim kısılmaya yüz tutmuştu.

“Aksine kömürlükte oldukça keskin elektrikli bir testeremiz de var.”

Boğazımda oluşan yumruyu yutkunarak gidermeye çalışırken gözlerimi açıp ters ters baktım suratına. “Suda boğulmayı tercih ederim.”

“Beni suyun içine çeken sendin ukala. Sandığının aksine ben seni değil sen bizi boğmaya çalıştın.”

Elindeki tencereyi sobanın üzerine bırakarak bakışlarını bana çevirdi. Bu mesafeden çok daha uzun görünüyordu. Gözlerimi kapatarak onu yanıtsız bıraktım çünkü Cihangir’le dalaşamayacak kadar yorgun ve karmaşıktım. Saniyeler sonra üzerime örtülen battaniye ile birlikte olduğum yere iyice sinerken dün gece gördüğüm kâbusu düşündüm. Affan beni bir gün elbet bulacaktı. Fakat o beni bulmadan önce tüm ipliğini pazara çıkaracaktım.

***

Bir adam nasıl bu kadar güzel çorba yapar?

Önümdeki tarhana çorbasıyla bakışırken aklımdaki tek soru buydu. Zira yayla çorbasından başka çorbaya yan gözle bile bakamayan ben tarhana çorbasının daha önce bu kadar güzel olup olmadığını düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum.

Kıstığım kirpiklerimin arasından Cihangir’e attığım bakışlar sonunda onu rahatsız etmiş olmalı ki tabağındaki bakışlarını kaldırarak hayırdır dercesine başını iki yana salladı. Omzumu silksem de merakım ağır basınca çıkardım ağzımdaki baklayı.

“Kim yaptı bu çorbayı?”

“Beğenmedin mi?”

“Beğenmediğimi söylemedim.”

“Eee...” dedi umursamazca. Bakışları hala tabağındaydı. “Zıkkımlan gitsin o zaman.”

“İnsan gibi oturup iki çift laf edemeyeceğiz seninle anlaşıldı.” Dedim. Gıcıklanan boğazım yüzünden yeni bir öksürük krizine tutulurken önündeki bardağı parmaklarının ucuyla bana doğru itti. “Çene çalmak istiyorsan Şevval’i ara.”

Bitirdiğim tabağın içine kaşığımı koyup masadan kalktığımda telefonun ekranından uzaklaşan bakışları bana uğrasa da aldırış etmedim. Masaya oturduğundan beni yaptığı tek şey buydu. Konuşmak istemiyorsa konuş diye boğazına yapışacak değildim. Tabağı tezgahın üzerine bıraktıktan sonra üzerime iki beden büyük gelen Cihangir’in olduğunu düşündüğüm hırkaya sarılarak sobalı odaya geri döndüm. Dün evde gezindiğim sırada bulduğum ve birkaç sayfa okuyup sarmayınca cam kenarına bıraktığım kitapla göz göze geldiğimde yüzümü buruşturmadan edemedim. Kocası tarafından terkedilip iki çocuğuyla hayata tutunmaya çalışan bir kadının başarı hikayesini anlatsa da tüm detaylarıyla fazla depresif bir kitaptı. Televizyonu açıp yeniden kıvrıldım kuzinenin yanındaki mindere. TRT’de denk geldiğim ressam Bob’un oraya buraya kondurduğu ağaçları izlerken resim yapmayı ne kadar özlediğimi fark ettim.

Cihangir’in mutfaktan gelen sesleri yine birileriyle konuştuğunu gösteriyordu. Bugünde çıkacak mı çıkmayacak mı diye merakıma sesine kulak kesiliverdim anında. Evde bir başıma kalmak istemiyordum.

“Konuştuğumuz gibi sen iz sürmeye devam et.”

“Bu gece çıkamam. Yarın şafak vakti her zamanki yerde buluşuruz.” Dün gecenin aksine bu gece soğukta bir başıma korka korka uyumayacağım için içten içe sevinirken birkaç tabak çanak sesinden sonra Cihangir’in adım sesleri yaklaşarak durakladı. Kapının önünde gördüğüm gölgesinin ardından kapı aralandı ve iri cüssesi ile birlikte kuzinenin çaprazında yer alan yeşil berjere oturdu. Bakışları ara ara televizyona uğrasa da odaksız bakışlarından zihninin burada olmadığı anlaşılıyordu.

“Şevval’i aradın mı?”

Bakışlarım Bob amcanın üzerindeyken omuz silktim. Bir süre İstanbul’dan tek bir haber bile duymak istemiyordum. “Telefonum yok.”

"Komodindeki telefonu senin için bıraktım. İstediğin zaman kullanabilirsin."

Boğazımı dağlayan yeni bir öksürük krizine tutulduğumda yüzünü buruşturarak suratıma baktı. “Buranın kışı sert olur derken şaka yapmıyordum. Bu gidişle kışı çıkaramadan nalları dikersin sen."

"İyi ve iç açıcı dileklerin için teşekkür ederim. Şimdi rica etsem biraz susar mısın? Çünkü kendimi sana cevap vermemek için tutmaya calışsam da karşı koyamayıp ciğerlerimin sökülmesini istemiyorum."

"Senin gibi bir geveze için oldukça zor olsa gerek."

Suratına ters bir bakış attığımda oturduğu yerden kalkarak açık perdeden karanlık ormana doğru baktı bir süre. Perdeleri çekip kapıya doğru ilerlediği sırada "Bugün küçük odada yat.” dedi ve bana söz hakkı bile bırakmadan kapıyı çekip köşeli odaya doğru giderken arkasından öylece bakakaldım.

***

Ertesi sabah saat yedide gözlerimi açtığımda daha iyi hissediyordum. Gümbür gümbür yanan sobanın sıcaklığı odaya vururken bedenimi esneterek yataktan kalktım ve belimden kayan pijamayı yukarı doğru çekip paçalarıma basmamaya çalışarak banyoya doğru ilerledim. Cihangir’in İki metrelik boyuna kısa geldiğine emin olduğum pijamayı beş altı kez kıvırdığım paçalarıyla anca üzerime uyarlayabilmiştim.

Yüzümü yıkamadan önce karşılaştığım yansımam yüreğimi ağzıma getirirken derin bir nefes alarak damağımı kaldırdım. “Sakin ol kızım sakin. Sadece biraz bakıma ihtiyacın var o kadar.” Kabarmış saçlarımı tarayıp başımın üstünde sıkı hızlı bir topuz yaparken duşa kabine uzanıp saçlarımın katili olan o şampuana baktım. “Hacı Şakir mi?”

“Kiminle konuşuyorsun sen?”

“Saçlarımın katiliyle?” dedim elimdeki şampuanı yerine bırakmadan önce dönüp kapının ağzında dikilen Cihangir’e bakarak. Başındaki siyah kasketi çıkartırken montunun fermuarını indirdi. “Kafayı yedin sen iyice.”

Peşine takılıp onunla birlikte salona geçtim. Tam montunu çıkaracaktı ki bakışları üzerime takılınca mutfağa yöneldi. “Giyin hadi seni çarşıya götüreyim.”

“İstemez. İşlerimi çobansızda halledebiliyorum.”

Buz dolabına şöyle bir bakındıktan sonra arkasını dönüp masanın üzerindeki sepetten kırmızı taze bir elma seçti kendine. Çeşmenin altında bir güzel yıkadıktan sonra tutmam için bana doğru fırlattı. “Vitamin yapar.” Neyse ki zamanında tutup elmayı kafama yemekten son anda kurtulmuştum.

Cebindeki paketten bir dal sigara çıkarıp ateşlerken bana vitamin kendine ise bir dal zehri uygun görmüştü “Burada kurt çok olur ama kapmasınlar seni.”

Kollarımı göğsümün altında birleştirirken gözlerimi devirdim. “Üç beş kurda yem olacak aptal bir kuzuya mı benziyorum?”

“ Asi, laftan anlamaz biraz da kaçık bir kuzuya benziyorsun.”

“Asıl kaçık olan sensin.” Dedim arkamı dönüp salona girerken. Sabahın kör saatinde Tarzan gibi odun kıran o değil de benmişim gibi bakmıyor mu birde şeytan diyor git patlat bir tane suratının orta yerine. Dağılsın o yakışıklı yüzü.

“ Geleceksen hazırlanmak için on beş dakikan var. Duş alıp çıkacağım.”

Banyonun kapısı örtüldükten sonra bir süre öylece oturmaya devam ettim. Cihangir’e minnet etmek istemesem de merkeze bir şekilde inmek zorundaydım ve bilmediğim bu memlekette kaybolmak, istediğim son şey bile değildi. İstemeye istemeye yerimden kalkarken duyduğum zil sesiyle birlikte olduğum yerde kalakaldım. Kapı ısrarla tekrar çalınırken adımlarım gitmek ve gitmemek arasında kalmıştı. Kapıyı benim açmam doğru olur muydu? Cihangir ‘in ilk gün söyledikleri aklıma gelirken başımı hızla iki yana salladım.

Ya acil bir şeyse?

Israrla çalan kapıya daha fazla dayanamayarak kendimi çelik kapının önünde bulduğumda kilidi açarak kapının kolunu indirdim. Aynı anda boynumda hissettiğim sıcak nefes ve belime dolanan Cihangir’in sert kollarıyla kapının arkasına itildiğimde elinde gördüğüm silah ile birlikte boğazım düğümlendi. Saçlarından akan damlalar göğsüne düşerken belinde bir havlu ile öylece dikiliyordu karşımda.

Kapının üzerindeki perdeyi açıp gelenin kim olduğuna baktıktan sonra derin bir soluk verdi. Neydi onu bu derece endişelendiren? Zehir yeşili irisleri elalarımı delip geçerken kapının üzerindeki parmaklarımı kavrayarak “Sakın” dedi. “ Sakın bu kapıyı bir daha böyle pervasızca açma Defne. Duydun mu beni?”

Yüzüme vuran sıcak nefesi tüm bedenimi kör ateşe atılmışçasına kavuruyordu. Saçından inen damla yüzüme düşüp boynum boyunca ilerlediğinde ciğerlerime ulaşmayan derin bir nefes alarak zorlukla başımı salladım. Ciğerlerim oksijen için adeta yalvarıyordu. Onu göğsünden iterek aramızdaki mesafeyi açarken tenime değen teniyle bir kez daha küfrettim kendime. Parmaklarımın altındaki göğsü kaskatı kesildiğinde irislerine kara bir sis çökmüştü sanki. Teni tıpkı benim gibi alev alev yanıyordu.

“Komutanım”

Kapı yeniden çaldı, Cihangir’in uzaktan gelen telefonunun sesi de kapının sesiyle birlikte evde yankılanıyordu artık. Gözlerini öfkeyle kapatırken derin bir nefes alarak burnunda soludu. “Si*icem şimdi seni de komutanını da.”

Edepsiz.

Kapıyı sertçe araladığında kapının arasına sıkışmaktan son anda kurtulup geriye dogru adımladım fakat hesaba katmadığım bir şey oldu o an. Bacaklarıma dolanan pijamam beni hüsrana uğratarak dengemi kaybetmeme sebep olunca tıpkı Cihangir gibi edepsiz bir küfür savruldu ağzımdan. İşte tam buraya uygun duyunca Cihangir’in bile şaşıracağı bildiğim çok güzel bir deyim var.

Alışmadık totoda don durmazmış.

Cihangir bileğime doladığı sert elleriyle beni düşmekten kurtararak kendine çektiğinde sertçe çarptım bedenine. Duyduğu öksürük sesi ile bakışları benden uzaklaşıp kapının önündeki saçları kısacık kesilmiş bir doksan boylarındaki adama odaklanırken kapının önünde dikilen yabancıya döndüm.

Adamın kalın kavisli kaşları gördüğü manzara karşısında imayla havalanmıştı ki Cihangir’in ürkütücü bakışları üzerine döndüğünde dudakları düz bir çizgi halini aldı ve ciddiyetini koruyarak bakışlarını merdivenlere çevirip boğazını temizledi.

“ Kusura bakmayın komutanım yanlış bir zamanda geldim sanırım.”

 

 

🌙🌙🌙

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%