10. Bölüm

9. Bilinmeyen Gerçekler

Mosiella
madamosiella

 

Sonunda dediğinizi duyar gibiyim.

Yaşanan gecikmeden dolayı hepinizden özür diliyorum.

Keyifli okumalar.

Yorum yapmayı ve beğenmeyi lütfen unutmayın olur mu? 🐣

 

DOKUZUNCU BÖLÜM

"Bilinmeyen Gerçekler"

🔥

 

 

Alev alev yanıyordum. Tüm bedenim sıcak su dolu biz kazanın içinde fokur fokur kaynıyordu sanki. Bacağımda nefesimi kesen bir sancı vardı.

Göğsüm şiddetle inip kalkarken yataktan hızlıca doğruldum. Tek bir ışık dahi yoktu etrafta. Usulca indirdim bacaklarımı yataktan aşağı, ufacıkta olsa bir ışık bulmaya ihtiyacım vardı. Duvara tutuna tutuna kapıyı bulduğumda parmaklarım hızlıca duvarın üzerindeki düğmeye uzandı. Mandala defalarca basmayı denesem de karanlık bir türlü aydınlanmadı.

Ayağımı yere bastığım an derin bir ağrı yayıldı tüm baldırıma yine de durmadan yürümeye devam ettim, Cihangir’in odasının kapısını araladığımda ise derin bir nefes verdim. Gitmemişti.

Usulca yatağının ondan birkaç santim ötesine kıvrılıp uyumaktan başka bir derdim yoktu. Karanlıkta yalnız kalmak istemiyordum. Yorganı yavaşça kaldırıp uyanmamasına dikkat ederek yatağın en uç noktasına kıvrıldığımda bacağım yüzünden yüzümü ona dönmek zorunda kalmıştım. Üzerine yatamayacağım kadar çok ağrım vardı.

Saniyeler geçti, dakikalar geçti. Gözümü dahi kırpamadım. Yerimde rahatsızca dönerken “Kıpırdanmayı bırak da uyu artık.” ikazını duyduğum an irkilerek çekilebilirmişim gibi daha da geri çekildim. Yere kapaklanmama santimetreler kaldığına emindim.

“Seni ben mi uyandırdım?”

Yerinde kıpırdandıktan sonra üzerindeki örtüyü kaldırarak doğruldu. “Uyumuyordum.” Aralık perdeden vuran ay ışığı çıplak vücudunu aşikar ederken yüzüme yayılan kanın yanaklarıma hücum ettiğini hissettim. Aptal Defne.

“Niyetim seni rahatsız etmek değildi. Kusura bakma.”

Alnına düşmüş dağınık saçları yüzüne daha da karanlık bir hava katmış uykusuz gözleri iyice kısılmıştı. Bakışları üzerimdeki tişörtüne düştüğünde adem elması usulca yerinde hareketlendi. “Sessizce yatağıma kıvrıldığın için mi?”

Beni görmeyeceğini bilsem de başımı sallayarak onu onayladım. “İçerisi çok karanlık, amacım seni rahatsız etmek değildi ama ışıklar gitmiş, ben...”

“Senin ağrın mı var?”

Bunu anlamış olmasına şaşırarak uzun uzun baktım yeşillerine.

“Yok.” Dedim bana acıyıp huyuma gitmeye çalışmasındansa her zaman ki tavrını tercih ederdim.

Ağzında bir şeyler geveledikten sonra kalktı yataktan bir süre aynalı çekmecenin yanındaki dolabı karıştırdı. Yüzü çakmağın ateşiyle aydınlanırken elindeki fanusun içindeki fitili tutuşturarak odanın içerisini daha görünür kıldı. Duvara vuran yansıması tavana dek uzandığında elindeki lambayı aynalı komodinin üzerine koyarak ayak ucuma gelişi güzel atılmış tişörtünü başından geçirdi.

Karanlığın beni rahatsız ettiğinin o da farkındaydı artık.

Dakikalar sonra çıktığı kapıdan elinde küçük bir tepsiyle odaya geri girdi. Örtünün üzerine bıraktığı tepside bir bardak su bir ilaç kutusu ve üzerine reçel sürülmüş bir dilim ekmek duruyordu.

“Önce ekmeği ye. Mideni tutsun.”

İlaca uzanan parmaklarım sözleri üzerine yön değiştirdiğinde reçelini neli olup olmadığını anlamak için Cihangir’e çaktırmadan kokusunu içime çektim. Bugün ben al dediğim için bir değil iki kavanoz aldığı böğürtlen reçelini sürmüştü ekmeğe.

Bakışlarım camın önünde dikilen bedenini buldu. Araladığı perdeden dışarıyı izliyordu. Hissetmiş gibi yeşilleri bana döndüğünde usulca ısırdım elimdeki ekmeği.

“Safa nerede?”

“Öldürmek için soruyorsan çok uzakta. Merak etme ölmekten beter durumda.”

Merakımı tetikleyen cevabı üzerine yeni bir soru daha sordum.

“Nereye gitti ki?”

“Bilmen gereken bir yer değil Defne.”

“Ne bu gizemli tavırlar MİT ajanı mısınız siz?”

Ekmekten büyük bir ısırık alıp onu taklit ederek sözlerini tekrar ettim. Ağzım dolu olduğu için sesim boğuk çıkmıştı.

“Ağrı yerinde kıvrandırıyor ama bir tek çenene vurmuyor maşallah.”

“Bu halde olmamın tek sebebi senin o yenge meraklısı arkadaşın. Şikayetçi olmamam için yalvaracağına durmuş bir de alay mı ediyorsun?”

“Ol. Beni de şahit yazdır.”

Şikayetçi olamayacağımı bildiği için böyle konuştuğunu düşündüm. Safa ile sürekli atışsa da onun içeri girmesine razı olmayacağını düşündüğüm tuhaf bir ilişki vardı.

Ekmeğin son parçasını da yiyip kutudan bir kapsül çıkardıktan sonra suyla birlikte yuttum ve yeniden yorganın içine gömüldüm. O aşinası olduğum koku başımı yasladığım yastık hariç yatağın her bir zerresini sarmıştı. Başımın altındaki yastık benim gibi kokuyordu hala.

Uyku göz kapaklarımın üzerine çökerken yerimde daha rahat bir pozisyona geçmek için hareketlenmiştim ki hissettiğim ıslaklıkla yerimde rahatsızca kıpırdandım. Çarşafın neden ıslak olduğunu anlamaya çalıştım bir süre. Aklıma gelenin başıma gelmesinden korkarak elimle bedenimi usulca yokladım. Her şey normal gibiydi.

Bakışlarım Cihangir’i bulduğunda yok canım daha neler dercesine gözlerimi devirdim. Kocaman adam yatağını ıslatacak değil ya.

Yorganı karşılaşacağım şeyden korkarak usulca kaldırdım.

Ne olur altına işemiş olan ben olmayayım Allah’ım.

Bacağımdan baldırıma oradan da çarşafa süzülen kanı gördüğüm de titrek bir nefes verdim.

Kanıyordum.

“Babaannen eşyalarına çok kıymet verir mi?” Parmaklarımı baldırıma daha çok bastırarak kanın çarşafa bulaşmasını engellemeye çalıştım. Cihangir pencerenin üzerindeki bakışlarını bana çevirdiğinde anlamsızca yüzüme baktı.
“Eğer öyleyse çarşafını ve yatağını kana buladığım için beni paralayabilir.”

“Dikişlerini mi patlattın?”

Adımları birkaç saniye içinde başımda bittiğinde avuçlarımın arasındaki yorganı alıp uzak bir köşeye itti. Islanmış bandajı kontrol etmek için düğümünü çözerken iyice yukarı doğru sıyrılmış olan tişörtü olabildiğince aşağı çekmeye çalıştım.

“Bilmiyorum!” dedim korkuyla sızlanırcasına. “Böyle çabucak patlayabilen bir şey olduğunu daha önce söylemeliydin bana.”

“Akıl edebilecek yaşta olduğunu düşünmüştüm.”

“Bunun yaşla ne ilgisi var. Her gün vurulmuyorum ben nereden bilebilirim. Kendi beceriksizliğinin suçunu bana atma lütfen.”

“Elini çek.” Parmaklarım bandajı çözmesine engel oluyordu. Ama bıraktığım an elime bulaşan tüm kan yatağa da bulaşacaktı. “Yatak-”

“Bırak şimdi yatağı. Bulaşırsa bulaşsın.”

Sargıyı titizlikle çözdükten sonra lambayı biraz daha yakına getirip dikişlerimi kontrol etti. Sıcak parmakları tüylerimi diken diken etmişti. Mum ışığının vurduğu kirpiklerinin gölgesi yanağına doğru uzanırken zorlukla yutkundum. İrisleri karanlıkta yine yeşilin en koyu tonuna bulanmıştı.

Kalemle çizilmiş gibi duran dudaklarının altında ufak ama sert yüz hatlarının aksine onu sevimli göstereceğine emin olduğum belirli belirsiz bir gamzesi vardı. Kirli sakallarıyla perdelediği yüzüne dağılmış benleri fark ettiğimde teninde kaç tane daha olduğunu anlamsızca merak ettim o an. Hafif eğri ama yüzüne karakteristik bir hava katan burnunu usulca çektikten sonra bacağımdaki kanı nazik hareketlerle temizledi. Sıcak nefesi tenime daha yakından vuruyordu artık. Bacaklarımdaki tüm güç çekildi ve ayakta olup yere yıkılmadığım için binlerce kez şükrettim.

“Dikişler hala yerli yerinde.”

Bacağıma dönen bakışlarım mum ışığının vurduğu dikişlerimi bulurken gözlerim yaşadığım şok dalgasıyla olabildiğince açıldı ve çığlık atıp tüm köye kendimi açık etmemek için elini zorlukla dudaklarıma bastırdım.“Adi herif...” Bir fısıltı gibi çıkan sesimi bu kadar yakınımda olmasa asla duyamazdı. “Rüya gördüğümü söyle bana.”

“Maalesef. Oldukça gerçek. Saatler önce sen dik dedin ben de seni diktim hatırladın mı?”

“Dik dedim bacağıma baş harfini işle demedim.”

“Nereden baktığına göre değişir. Ben bakınca yıldızı olmayan bir hilal görüyorum. Sen baş harfimi.” Bandajı değiştirdikten sonra kanlı bezleri bir poşete doldurup yatağın kenarına bıraktı.

Benimle bu yüzden alay ediyordu. Birkaç saat öncesini hatırlayarak yeniden öfkeyle doldum. Sağıma soluma bakıp ona fırlattığımda canını yakacak sert bir şey aradım ve bulduğum tek şeyi -yastığını- alıp öfkeyle ona fırlattım. “Adi!”

Yine tüm çevikliğini kullanarak yastığı yüzüne çarpmadan yakaladı ve burnunun kanatlarını genişletecek derin bir nefes aldı. “Hastaneye gidemem ne olur beni dik diye yalvaran sendin. Doktor değilim ben.”

Yatağın yanındaki tepsiyi almadan önce yastığı soluma doğru fırlatarak komodinin üzerindeki tepsiyi aldı. “Sızlanma da yat dinlen. Ağrı kesici birazdan etki eder. Yara kavuşana kadar da kalkma ayağa.”

*** 

Uyandığımda saat neredeyse öğle vaktiydi. Mesanem kasıklarımı yoklamasa uyanacağım yoktu. Bacağıma dikkat etmeye çalışarak çıktım yataktan. Üzerimdeki bacaklarımı çıplak bırakan tişört yüzünden üşüyeceğimi düşünsem de odanın soğuğu büyük oranda kırılmış ılık diyeceği kadarda ısınmıştı. Odanın kapısı sonuna kadar açıktı, içeriden gelen odun çıtırtısını duyabiliyordu. Belli ki Cihangir oda ısınsın diye kapısını bilerek aralık bırakmıştı. Tam ayaklanmıştım ki mutfağın kapısından yükselen Cihangir’in sesiyle yerime mıhlandım.

“Kalkma ayağa!”

Lanet olası yine hangi gözüyle görmüştü onu, görünürde yoktu bile. Olduğum yerde kıvranarak “Tuvalete gideceğim.” diye sızlandım.

“Bekle beni.”

“Kendim giderim. Sağ ayağım tutmasa da sol ayağım tutuyor çok şükür.”

“İyi. Dikişlerin patlarsa kılımı kıpırdatmam.”

Pislik herif. Sağ ayağıma yüklenmeden sol ayağımın üzerinde durarak komodine tutundum ve sol ayağımın üzerinde sektim. Anında vuran sızı nefesimi keserken iç çekmemek için kendimi zor tutuyordum.

Lanet olası dikişler azıcık gurur yapmama bari izin verin.

Kapının pervazına sıkı sıkıya tutunmuştum ki mutfağın kapısından Cihangir göründü. Yine tüm bedeniyle pervazın önünü geçit vermezcesine kapatmıştı. Kaşının birini kaldırarak yüzüme baktı. Ona inat birkaç adım daha ilerleyip banyonun kapısına ulaşmıştım ki bedenim yerden havalandı ve kendimi bir anda Cihangir’in kucağında buldum. Bedeniyle bedenimi desteklerken tek eliyle kapıyı açıp içeri girdi.

“Kendim yürüyebilirim.”

“Sekebilirim diyecektin sanırım. Tahammül edebileceğim bir görüntü değildi.”

Zıplamam mı?

Kaşlarım usulca çatıldı.

“Beni izlemek yerine hangi zıkkımla ilgileniyorsan ona dönseydin o zaman.”

Mutfaktan yükselen telefonunun sesi irislerime kilitlenmiş yeşillerinin odağını değiştirirken beni tek ayağımın üzerine indirerek klozetin kapağını açtı. “Kapının önündeyim, işin bitince çağırırsın.”

Kapıyı örtüp çıktığında utançtan yerin dibine girmek istedim. Düştüğün hale bak Defne?

İşimi halledip ellerimi yıkarken Cihangir’in içeriden gelen kısık sesini zorda olsa duyabiliyordum. Telefonla konuşuyordu.

“Sen böyle karım gibi her gün arayacak mısın beni?” dedi. Sesi bıkkın geliyordu. Lavaboya yaslanıp kabaran saçlarımı yatıştırıp başımın üzerinde dağınık bir topuz yapacaktım ki tişörtün altından bariz bir şekilde belli olan göğüslerimi gördüğümde saçlarımı yeniden omuzlarıma saldım. Üzerimde hala Cihangir’in giydirdiği tişört duruyordu.

“Bilmiyorum. Soruşturma bitene kadar buradayım... Safa döndü mü?”

Cihangir’in neden burada olduğunu şimdi anlaşılıyordu işte. Şevval’in bile haberi olmadığına göre kimseye söylememişti açığa alındığını.

“Ne kızı?... Destina kim lan?...Defne, adı Defne. O çenesi düşük geri zekalı mı anlattı sana bunları? Gırtlağını sıkıp atmadığıma dua etmiyor bir de karargahda dedikodumu mu yapıyor o pezevenk”

Çenesi düşük diye bahsettiği kişinin Safa olduğuna yemin edebilirdim ama kanıtlayamazdım.

Sulak yerde yetişmiş fasulye sırığı. Kim bilir neler anlatmıştı hakkımda.

“Kendi kendinize yazıp oynamayın a**na koyayım. Turan nasıl oldu? Çıktı mı hastaneden?”

Bileklerime kayan çorapları üşüyen dizlerime doğru çekip yüzümü yıkadıktan sonra suyu kapattım. Suyu kapatmamla Cihangir’in sesinin kesilmesi aynı anda olmuştu. Bi kulağı hala bendeydi.

Kapıyı aralayıp arkasından çıktım ve birkaç adımlık koridoru yavaş adımlarla tamamladım. Salonda, pencerenin önünde dikiliyordu. Bakışları üzerime dönüp kısaca bacaklarıma düştüğünde elini ensesine atıp sıkıntılı bir nefes verdi sonra yeniden pencereye dönüp telefondaki her kimse kısa bir cevap vererek görüşmeyi sonlandırdı.

“Üşümüyor musun sen?”

“Biraz.”

Bedenimi yeniden kucakladığında bu kez itiraz etmedim. Hali hazırda sızlayan dikişlerim bu teklife itiraz edemeyecek kadar zorluyordu beni. “Umarım adam akıllı bir şeyler almışsındır.”

“Adam akıllı şeyler derken?” dedim göğsüne yaslı bedenimi ondan ayırarak. Üzerimdeki eksik birkaç parça yüzünden daha yakından hissettiğim sıcaklığı tüylerimin diken diken olmasına sebep olmuştu.

Benim bedenim her an buz keserken o her daim alev alev yanıyordu sanki.

“Bi taraflarını kapatıp seni sıcak tutacak şeylerden bahsediyorum Defne.”

Kıyafetlerine ortak çıkıp dönüşümlü giyindiğimizi fark ettiğimden beri haklı olduğunu düşünmeye başlamıştım. Dün İlknur geldikten sonra bir şey alma fırsatı bulamasam da bir iki parça almıştım evet.

Ama Cihangir’in adam akıllı şeyler derken üç beş bin liralık topuklu botlarım ve aynı renk rugan çantamdan bahsettiğini hiç sanmıyordum.

Beni yatağın üzerine bıraktığında sıcak ellerinin bacaklarımdan ayrılmış olmasına neredeyse şükredecektim. Burnu burnumun birkaç santim ilerisinde nefesi yüzümü yalayıp geçerken sakallarına tutunan saçlarımı nazikçe yüzünden ayırdı

Zehir yeşili irisleri yüzümde kısa bir süre gezinip dudaklarıma düştüğünde kirpikleri gözlerinin üzerine düşerek yeşillerini gölgeledi. Çok yakındı. Fazla yakın.

Boğazını temizleyerek geri çekildiğinde cigerlerimi feraha kavuşturacak derin bir soluk aldım.

Oda neydi öyle?

“Dün buluştuğun şu geveze arkadaşın aradı sabah.”

Konuyu değiştiriş hızına adepte olmaya çalışarak kirpiklerimi kırpıştırdım.

“Nur mu? Seni mi aradı?”

“Seni aradı susmak bilmeyince ben açtım telefonu.”

“Ne söyledi?”

“Uyanır uyanmaz onu aramanı. Acil bir durum muymuş neymiş. Bir sürü şey zırvaladı ama özellikle haberlere bakmanı söyledi.”

“Bunu şimdi mi söylüyorsun sahiden?”

“Aklımdan çıkmış.”

Hayal kırıklığı ile yüzüne bakıp telefonu vermesi için elimi uzattım. Affan ile ilgili bir durumdu belli ki. Yerimi bulmuş olmasının korkusuyla titreyen ellerime mani olmaya çalışarak “Nerede telefon?” dedim.

Masanın üzerindeki telefonu ve gazeteyi alıp parmaklarımın arasına bırakırken ima kokan sesine karşılık tüm dikkatinin yeniden üzerimde olduğunu fark ettim. “Ben senin yerine baktım. Hatta gidip bayiden tam boyunu aldım. Belki saklarsın.”

Kahretsin! Gazeteye ilan mı vermişlerdi?

Telefonu bir kenara bırakıp dörde katlanmış gazeteyi hızlıca açtım. Gördüğüm korktuğumdan çok daha fazlasıydı; Koca koca puntolarla atılmış tüm sayfayı kaplayan bir manşet, dudak uçuklatan bir mebla.

 

 

 

“MİLYON DOLARLIK GELİN ARANIYOR.”

Düğün günü kaçırıldığı iddia edilen Defne Karahanlı’nın babasından büyük teklif! Kenan Karahanlı kızını bulan şanslı kişiye yirmi milyon dolar hediye edeceğini açıkladı.”

 

 

 

✨️

 

 

Bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle...

 

 

O zamana kadar kendinize iyi bakin ve yıldızımızı parlatmayı unutmayın. Yorumlarınızı bekliyorum pamuk şekerlerim 🖤🪽

 

 

Bölüm : 24.11.2024 20:40 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...