Yeni Üyelik
4.
Bölüm

‧͙⁺˚*・༓☾Kurtuluş☽༓・*˚⁺‧͙

@madnoble

Hastanenin önüne gelene kadar sabrettim. Sonunda araç durduğunda Rıdvan'ı beklemeden arabadan indiğim gibi şapkamı iyice indirerek hastaneye girdim. Ön girişten devam edip arka kapıdan çıktığımda etraf daha sakindi. Sigara içen bir kaç kişiyi geçip hastanenin tek tük ağaçlarından birine yaslanıp mesaja cevap verdim.

-Ara beni.- Mesajın iletilmesi ile telefonumun çalması arasında sadece bir kaç saniye vardı. Karşı taraftan ses gelmeden hızlıca konuya girdim.

"Ne istediğini bilmiyorum ama çok yanlış kadına çattın. Sana tanımadığım insanlarla hoş beş etmediğimi söylemiştim. Beni dinlemediğine göre avukatlarımı dinleyebilirsin. Onlara iletmem adına şu adını tekrar söylesene." Soy adının Vargın olduğuna emindim ama adı silinmişti zihnimden. O olduğunu ise bana Lavinia diye hitap etmesinden anlamıştım. Karşı taraftan kısık bir gülme sesi geldiğinde tahminimin doğruluğu teyitlenmişti.

"Alaz Vargın. Bu ismi aklına kazımak isteyebilirsin, daha çok denk geleceğiz. Avukat meselesine gelirsek de bence ilk olarak doktorunu dava etmelisin. O hastaneden çık Lavinia." Ne? Sanki burada olacakmış gibi telaşla etrafıma baksam da görünürde yoktu. Ne salakça bir hareket. Dikkat çekmeme namına yüzümü duvardan yana döndüm.

"Sen ne zırvalıyorsun bilmiyorum ama eğer beni bir daha rahatsız edersen seni gerçekten dava ederim." Telefonu kapatmak istesem de bir şey beni engelliyordu. Bu histen nefret ettim.

"İstediğini yapabilirsin. Sana söyleyeceğim tek şey dikkatli olman olacak. Vakti geldiğinde o kasırgada yok olmanı istemiyorum. Geri çekilmen gereken zamanı iyi bil Lavinia." Telefon suratıma kapanırken bir süre siyah ekrana baktım. Bir bildirim düştüğünde ise parmaklarım benden önce tıklamıştı bile. Bir telefon numarası ve altında kısa bir mesaj.

-Yaşamaya karar verdiğinde ara.-
Bu adam benimle dalga mı geçiyordu? Kim ölmek üzere olan bir kanser hastasıyla dalga geçmekten zevk alırdı ki. Sorunlu piç!

Sinirle soluklanırken numarayı kaydedip attığı mesajları arşivledim. Randevum için çalan son alarmı kapatırken yaslandığım ağaçtan ayrılarak hastaneye geri girdim. Soluk gri duvarlar ruhumu emerken belki de yüzlerce kez aştığım merdivenlerden bir kez daha çıktım. Babam evden tedavi görmemi istese de biraz da olsun normal hissetmek adına geliyordum buraya. Onun yapmak istediği izolasyonu anlasam da ruhum daralıyordu.

Çünkü ne kadar kendini hazırlarsan hazırla, yaşamak istiyorsun.
İç sesiyle tartışan biri olmamıştım. Ölüm kavramı zordu ve tamamen kabullenmenin imkansızlığını biliyordum. İntihar için bileklerinde ki yaşam bağını kesen insanlar bile, kaderin onları bağladığı ilk iplik koptuğu anda korkuya kapılırdı. Onları anlayabiliyordum. Yani kısmen. Bir çok insan yaşadıkları zorluklardan ya da hak etmedikleri halde maruz kaldıkları hareketlerden dolayı intiharı seçiyordu. Ve bu hastalık sürecimde fark etmiştim ki kimse bir anda kendi yaşamına son vermiyordu. Hepsi aşama aşama, etrafta ki izleyen gözlerden ırak gerçekleşiyor, sadece neticeye ulaştığında bir şeyleri fark edebiliyorlardı.

İlk önce iğrenme duygusu sarıyordu bedeni, daha sonrasında inkar ve isyan. Neden ben? Bu soruyla devam eden isyan öfkeye dönüyordu. Çevrenin baskısıyla, el alem ne der korkusuyla bu öfkeyi yansıtacak tek yer kendi bedenleri oluyordu. Dışarıdan gülümser ve her şer normal gibi görünürken öfke bazen bir kesik oluyordu. Bazen bir sigara yanığı, bazen tırnaklarla kazınmış ufak bölgeler. Aşırı saç tarama, koparma, yolma. Obsesiflik derecesinde el yıkama, teni kazırcasına ovalama. Bunlar fark edilmeyecek kadar ufak, fark edilse bile stres adı altında saklanılabilecek kadar da basitti. Ama bu basit hareketler öfkeyi azaltıyor, bir nebze de olsa insana yaşadığını hissettiriyordu.

Bu yollardan geçmiş biri olarak asla sağlıklı bulmadığım bir buhran olarak görüyordum. Çünkü bir süre sonra insanın acı eşiği o kadar yükseliyordu ki, ufak tefek yaralar ya da etrafa atılan yumruklar yetersiz kalıyordu. Tıpkı bir uyuşturucu bağımlısı gibi her seferinde bir tık fazlasına ihtiyaç duyuyordunuz. Ve zaten tiksindiğiniz bedeniniz açtığınız yararla gözünüze daha da çirkin geliyordu. Bu depresyonu daha da kötülerken benim maske olarak tabir ettiğim son evre geliyordu. Birden gelen mutluluk ve iyileşme. Sonunda çevrende ki insanlar senin iyileştiğini düşünüp sevinirken sen aslında kendini son adıma hazırladığın için bu hale geliyordun. Kaldıramadığın yükleri, ruhunu serbest bırakarak yok etme huzuru. Ölüm.

Bu hastalığa yakalandıktan sonra psikiyatri bölümünü bırakmış bir birey olarak ilk adımları hissettiğim gibi hemen yardım almaya başlamıştım. Hala daha psikolojik destek alsam da son aşamaya geçmememin tek bir sebebi vardı. Ailem, ya da ondan geriye kalanlar. Önümde ki kapıya boş boş bakmayı bırakıp kapıyı iki kere tıklattım. İçeriden gelen onay sesiyle girdiğimde güler yüzlü doktorum Semra Hanım bana doğru döndü.

"Lavinya. Hoş geldin, otur lütfen. Bu gün kendini nasıl hissediyorsun?" Dudakları sıcak bir gülümseme için kıvrılsa da hiç bir parıltı taşımayan gözleriyle oturduğu masasının karşısında ki sandalyeye kuruldum. Bu bakışı biliyordum.

"Gayet iyiyim Doktor Hanım. Sonuçlarım çıktı sanırım." Semra Hanım sıkkın bir ifadeyle arkasına yaslandığında kendimi hazırladım. Tenime değen kumaş sabahtan beri ilk defa rahatsız hissettirmeye başlamıştı.

"Bunu yumuşatmanın bir yolu yok Lavinya. Kendini iyi hissetmediğini de biliyorum, o yüzden direkt konuya gireceğim. Maalesef ki son üç ay da bir adım bile ilerleyemedik. Tıpkı bir senelik sonuçlarında olduğu gibi. Tek yaptığımız şey kanserini yavaşlatmaya çalışmak ve deri lezyonlarının olabildiğince az yayılmasını sağlamak. Ama bunun da bir sınırı var, sende tıp eğitimi aldın biliyorsun ki sınırlı tedavi neredeyse bir hiç demektir. Sadece kaçınılmazı yavaşlatır, gücü yetmediğinde ise bu zamana kadar baskıladığımız her şey çığ gibi birikerek bizi altına alır. Kısaca, artık hastaneye yatma tam teşekküllü bir tedaviye başlama vaktin geldi. Aksi takdirde çok hayatta kalacağını düşünmüyorum." Semra Hanım her zaman sıcak ama dobra bir kadındı. Özellikle de durum ciddi olduğunda dost acı söyler mottosundan hiç çıkmazdı. Hastalarının hayatta kalması adına onların nefretini kazanmaya razı, kendini mesleğine adamış iyi bir doktordu. Ben onu ne kadar tanıyorsam o da benim ne kadar inatçı olduğumu bir o kadar biliyordu.

"Ne kadar zamanım var?" Semra Hanım bunu soracağımı bilerek, sabır dilercesine bir süre gözlerini kapatarak nefeslendi. Gözlerini açıp sözlerini bastırmak istercesine işaret parmağını masaya ard arda vurarak cevap verdi.

"En fazla bir yıl. Şanslıysan." Bir yıl... Gözlerim dolarken yüzüme buruk bir gülümseme oturdu.
"Senin için ilerleyeceğimiz tedavi için hazırlıkları başlattım. Bu süreç boyunca gözden uzak olacaksın. Sustuğum gibi red verip odadan çıkacağını bildiğim için beni iyi dinle. Eğer tedavi olmazsan sona yaklaştığında korkuyla buraya geri döneceksin ama çoktan iyileşme şansının yüzde doksanını kaybetmiş olacaksın ve ne yaparsak yapalım iyileşmeyeceksin. O yüzden lütfen Lavinya, inadını bir kenara bırak ve şu kağıtları imzala. İmzalamazsan ne olacağını ikimizde çok iyi biliyoruz. Pişman olacaksın. Bunu yapma." Semra Hanım'ın sözleri bittiğinde uzattığı bir yığın kağıda göz ucuyla bakıp geçiştirdim. Bunun benim için ne ifade ettiğini anlayamazdı. Anlamasını da beklemiyordum zaten. Sağ gözümden bir damla yaş akarak yüzümde süzülürken ayağa kalktım.

"Her şey için teşekkür ederim Doktor Hanım. Bu gün bana kurtuluş günümü müjdelediniz. Kolay gelsin." Kadının itirazlarını kulaklarımı tıkayarak odadan çıktım. Kapıyı ardımdan kapattığımda daha rahat nefes almaya başlamış gibiydim. Bir sene... Şanslıysam daha kısa sürede bu işkence son bulacaktı. Son aylarımın yatakta geçeceğini bilsem de elimde bir ilaç firması ve farmakoloji eğitimim vardı.

Annemden daha iyi bir şekilde bu dünyada son bulup, onun yanında yerimi alabilirdim.
Sonunda kavuşabileceğiz. Anne.

Loading...
0%