@madnoble
|
Aynada ki bitik görüntüme dudaklarımın arasından bir küfür geçirerek omuzumda ki havluyu lavaboya atarak banyodan çıktım. Tüm gecem uykusuz ve düşüncelerle dolu geçmişti. Yorgunluktan başım dönüyor, ağlamaktan kuruyan gözlerim sızlıyordu. Makyaj masasına oturup çekmeceden göz damlası alarak acımı hafifletmeye çalıştım. Vargın'ın kurduğu cümleler çıkmıyordu aklımdan. Baban anlaşmayı bozduğu için bunun karşılığını alacak. Tüm bunlar olurken geride durmanı istiyorum. Babamla ne gibi bir anlaşması vardı? Konu nasıl bana ve anneme gelmişti? Sürekli beni koruduğunu söyleyen Vargın aklınca beni babamdan mı koruyordu? Annemi öldüren kansızı öldüreceğini ve bu olduktan sonra onu görmek istemeyeceğimi söyleyen adamla aklıma gelen ihtimallerle ellerimde yeni yaralar açmıştım bile. Farmakolog olan babamın annemin tedavisini kontrol etmeme imkanı yoktu. Biri onu öldürmek adına böyle bir işe girse bin bir test yaptırır elinde net bir kanıt olmadan aşık olduğu kadının bedenine tek bir damla enjekte edilmesine izin vermezdi. Tıpkı Sema Hanım bana kanser teşhisi koyduğunda emin olmak için sayısız yurt dışı seyahatlerimizde yaptığı gibi... Babam, annemin ölümü ve Vargın'ın intikam almak istediği kişi. Bu üçgende eğer Vargın'ın sözlerine güvenirsem tek şüpheli babam çıkıyordu. Ama bu imkansızdı. Babam her sabah annemin saçlarını kendi tarar, onca işe rağmen sabah kahvaltılarımızı o hazırlardı. Sırf annem ocak ayının on ikisinde doğdu diye, her ayın on ikisinde ona çiçek alırdı. Bir ortamda annem konuştuğunda lal olur sadece izler. Annem şarkı söylediğinde meleklerin çağrısı derdi. Küçüklüğümden beri annemin gözlerini aldığım için bana cennet gözlüm diye hitap ederdi. Karısına olan aşkını gözlerimle görmüşken, tanımadığım bir adamın içime ektiği şüphe tohumuyla hareket edemezdim. Emin olmalıydım. Ve bunun için Vargın'ın karşısına çıkıp benden sakladığı her bilgiyi söke söke almam gerekiyordu. Annemin katilini bilirken sana bu kadar yeter diyerek beni başından savamazdı. İstediğimde çok iyi bela olabiliyordum.
Babamla ettiğim kavgayı bahane ederek o işe gidene kadar odamdan çıkmadım. Emin olduktan sonra aşağıya inerken gece boyu beni defalarca aramış olan Baysal'a dönüş yaptım. Sanki bu anı bekliyormuş gibi ilk çalışta açtı. "Güzelim iyi misin? Baban olmasaydı kafayı yiyecektim, beni ne kadar meraklandırdın haberin var mı?" Endişe ve sitemle harmanlanmış sesi sonuna kadar haklıydı. Ne yaşadığımdan habersiz bana tatlı tatlı kızan sevgilime cevap verirken mutfağa geçerek iki dilim ekmeği kızartma makinesine attım. "İyiyim, sadece dün sen beni bıraktıktan sonra biraz yürümek istedim. Soğuk kaptım sanırım eve girdiğim gibi uyuya kalmışım." Ona yalan söylemek canımı acıtsa da sadece kısa bir süreliğineydi. Bahar'dan bir kaç saate haber gelirdi. Bende Baysal işten çıkmadan önce Vargın'dan istediklerimi öğrenir gelir hepsini düzgünce ona anlatırdım. Emin olmadan ortalığı ayağa kaldırmaya gerek yoktu. "Şimdi daha iyi misin? Bu gün işim biraz uzayacak ama bittiğinde sana o çok beğendiğin bitki çayından alıp gelebilirim ne dersin?" Sesi artık daha iyi gelirken kızartma makinesinin mandalı yukarı çıktığında dikkatlice ekmekleri aldım. Sıcak ekmeğin üstüne çok az tereyağı ve tuz gezdirip bir bardak laktozsuz süt doldurdum. "O zaman çayımı içip sıcak su torbası olarak seni kullanabilirim." Baysal'ın kansızlığı yüzünden teni buz gibi olsa da rahatsızlığımı belli etmiyordum. Soğuktan nefret ederdim ama temas bağımlısı sevgilim buz dağından farksız olunca gönlün katlandığına beden de katlanıyordu. "Yok öyle bedava hizmet, önce ödeme. Çabuk ol beni bekliyorlar." Tebessüm ederek telefonun mikrofonuna doğru havaya bir öpücük yolladım. "Ödeme tahsis edilmiş olup, gerekli hizmet akşam dokuzdan sonra verilecektir. Mutlu son isterseniz kusura bakmayın ben edepli bir adamım. Annem evlenmeden izin vermiyor." Onun bu liseli salak aşık tavırları ile sonunda gülebilmiştim. Ses tonumdan bir sıkıntı olduğunu anlayan adam amacına ulaşmıştı. "Hah sonunda be, sen gül ki güneşim doğsun güzelim benim. Hadi ben kaçtım." Yolladığı öpücüğü gizli saklı yaptığını bilmek gülüşümü bir süre daha dudaklarımda sallandırmıştı. Telefonu kapattıktan sonra ilaç almam gerektiği için kendimi yemeğe zorladım. Bir gözüm ise sürekli Bahar'dan gelecek haber için telefondaydı. 🍁🍁🍁 Üzerimde ki trençkotun içine gömülmüş yaklaşık yarım saattir demir parmaklıkların ardında ki adamla bakışıyordum. Bahar'dan beklediğim haber çok geç gelmişti. Sebebi ise Vargın ile alakalı o kadar az bilgiye ulaşmıştı ki bunun imkansızlığı ile emin olana kadar bakabileceği her yeri didik didik etmişti. Sonuç ise karşımda. Üç katlı bir villayı sanki topçu kulesi gibi çeviren büyük bir bahçe duvarı ve demir parmaklıklardan olma kapısı. Bahar'ın bulduğu adreslerden biri bu ev diğeri ise bir liman şirketiydi. Şirketi arayıp iş teklifi adı altında yokladığımda Vargın'ın çıktığını öğrendiğim gibi evine damlamıştım. Ama demir kapının arkasında ki dazlak adam beni içeri almamaya yemin etmişti. Hapishanenin iki yüzü gibi yarım saattir adamla parmaklıkların arasından bakışıyorduk. Gitmeyeceğimi fark eden koruma pes etmiş ve öylece durmaya karar vermişti. Benim kadar inatçı bir bünye gördüğüm için saygı duydum ama sabrım kalmamıştı. "Bana bak Jason Statham senle bir anlaşma yapalım. Kendini gizli tutmak için kıçını yırtan patronun, kapısının önünde magazin ordusu istemiyorsa eğer beni içeri alırsın. Yoksa tek bir aramamla buraya kameraları dizer ve hakkında aklının bile alamayacağı iftiralarda bulunurum. İyi bir oyuncuyumdur. Hm? Ne dersin?" Adamın yüzünde gram mimik oynamazken kapıdan bir kaç adım uzaklaştı. Cebinden telefonunu çıkarttığında ciddiyetimi kabul etmesi güzeldi. Yoksa gerçekten tüm gemileri yakarak en ala rezilliği çıkartacaktım. Kısa konuşmanın ardından adam geri dönmüş ve anahtar ile otomatik demir kapıyı açmıştı. Eve giden taşlı yola adım atmamla yalandan bir gülüş salıp ilerledim. Tek bir ağacın olmadığı dümdüz yeşil çimenlerle bezeli bahçeyi es geçerek hızlı adımlarla taş yolu bitirip evin verandasına çıktım. Ahşap zemine adım atmamla dış kapının bir kadın tarafından açılması bir oldu. Bir yetmiş boylarında, uzun beyaz saçları beline inen kadının gözleri mora çalan bir pembe tonuydu. Albino hastası kadının yüzünde ki sert ifade ile duraksadım. "Vargın Bey sizi çalışma odasına ağırlayacak. Ama ondan önce sizden telefonunuzu ve ceketinizi rica edeceğim." Tüm bu güvenlik ve gizlilik beynimde ki alarm zillerini çaldırırken karşı çıkmadım. Telefonumu küçük çantama atıp ceketimle beraber kadına teslim ettim. Kadın eşyaları aldıktan sonra tüm bedenimi resmen gözleriyle taramıştı. Tehlikeli olmadığıma kanaat getirmiş olsa gerek arkasını döndüğünde peşi sıra içeri girdim. Etrafa hiç bakmadan bir kaç odayı geçtikten sonra çift kapılı bir odanın önünde durduk. Kadın tek kelime etmeden robot gibi sağa geçip sırtını kapıya verdi. Gardiyan misali. Pekala. Kulbu indirip kapıyı açarak içeri girdiğim gibi ardımdan kapattım. Karşımda ki duvarı boydan boya kaplayan kitaplığa dayalı merdivende ki adamla göz göze geldik. İçeri doğru adımlayarak sanki normal bir misafir gibi odaya bakındım. Odanın bir kısmı kitaplıkken diğer duvarlar da devasa bir dünya haritası ve değerli tablolar vardı. Sol duvar cephesine dayalı bir masa çalışma masasından ziyade ağır bir yapıdaydı. Etrafta ki rustik havayla ellerimi arkamda birleştirerek merdivenlerden inmiş olan adama döndüm. "İstediğimi alana kadar gitmeyeceğim Vargın. Oturalım mı?" Yapmacık gülümsememle o onay vermeden çalışma masasının önünde karşılıklı konmuş ikili koltuklardan soldakine oturmuştum bile. Vargın başını iki yana sallayarak karşıma geçtiğinde beni gördüğü için hiç de mutlu değildi. "Bak Lavinia, biri sana her şeyi anlatmıyorsa bu seni korumak içindir." Bacak bacak üstüne atıp karşı çıktım. Buradan elim boş dönmeyecektim. "Senin korumana ihtiyacım yok Vargın. Gerçekleri bilmek benim de hakkım. Öylece hayatıma girip annemin öldürüldüğünü söyleyerek, bir de üstüne katilini bilerek çekip gidemezsin. Hem sen kimsin ki beni koruma hakkına sahip oluyorsun? Telefonda açık açık birinin canını alacağını söyleyen bir katil, kahramancılık mı oynuyor?" Amacım onu sinirlendirmek değildi. Ama tavrı yüzünden ben yavaş yavaş küplere biniyordum. Vargın sabır çekerek dirseklerini dizlerine dayayarak öne doğru eğildi.
"Alınma ama zaten ölecek birini ölümle tehdit etmek pek işe yaramıyor. İstediğimi ver bende çekip gideyim, bu kadar basit." Vargın alaycı bir tavırla arkasına yaslandığında sanki bir anlığına gülmüştü. Komik bir durum göremiyordum. "Alınma ama anlatacaklarımı kaldırabilecek olsaydın seni çoktan başımdan savmıştım. Ben pek sabırlı bir adam değilim Lavinia. O yüzden hadi git evine. Ben uyarımı yaptım bundan sonra yaşayacaklarından ben sorumlu değilim." Düşündüğüm şey miydi? Bunun olma ihtimali ile gerilerek istemsiz olarak sargılı elim, sağlam elimin üstünde ki yaraları kaşımaya başlamıştı bile. "Kim olduğumu bile bilmeyen bir adam için büyük laflar ediyorsun. Dökül Vargın. İkimizi de uğraştırma." Alaz ayağa kalkıp çalışma masasının arkasında ki kalan vitrine doğru ilerledi. Cam kapağı açarak kendine bir kadeh alıp viskisini açarken konuşmaya başladı. "Lavinia Gökmen. Yirmi altı yaşında Fatih Gökmen ve Aysima Gökmen'in kızı. Doksan sekiz, şubat bir doğumlu, altı yıllık tıp mezunu başarılı bir eğitimi olan, zengin ailenin tek çocuğu. Henüz üniversitedeyken annesi kansere yakalanır ve kızımız henüz ikinci sınıftayken vefat eder. Lavina Gökmen babasının ve biricik nişanlısının desteği ile okuluna devam eder ama kısa bir süre sonra kendisi de kansere yakalanır. Zor da olsa iyi bir dereceyle mezun olur ama hastalığı ağırlaştığı için hayali olan pskiyatri için dört yıllık uzmanlık okuluna devam edemez. Kış ayında doğmasına rağmen, annesi kendi doğum günü olan on iki ocakta vefat ettiği için soğuktan nefret eder. Adını aldığı çiçekten de aynı şekilde ölümü temsil ettiği için nefret eder. Depresyon sebepli kendine zarar verme eğilimi vardır. Vücudunda kandan çok kimyasal aktığı için dengesizdir. Dışarıdan görünen sakin kabuğu cam kadar narin ve her an patlamaya hazır bir bombadan farksızdır. Doktor Yücel Şahin." Doldurduğu içkisinden yudum alan adama karşı şaşkınlığımı gizledim. Yücel Bey benim psikiyatristimdi ve bu herif bir şekilde onun notlarına erişerek bütün özelimi ihlal etmişti. Bu durumdan iğrenerek kaşlarımı çattım. "Sen. İğrenç bir adamsın." Hakkımda öğrendiklerinin bunlarla sınırlı olduğundan şüpheliydim. Yücel Bey bu hayatta tam anlamıyla kendimi açabildiğim tek kişiyken aynı zamanda beni en iyi tanıyan kişiydi. Ve onun sahip olduğu bilgileri eline geçirmiş karşımda ki herif... kiminle dans ediyordum ben? "Seni senden daha iyi tanıyorum Lavinia. Merak etme istediğini sana vereceğim. Sonrasından ben sorumlu değilim, unutma seni çok uyardım." Kadehinde elinde çevirerek ağır adımlarla koltuğuna ilerleyen adamdan gözlerimi bir an olsun ayırmadım. "Ama söylemeden edemeyeceğim, bana düşmanınmışım gibi bakman hoşuma gitmedi." Ne? Ne olmasını bekliyordu ki? Bütün özelimi ihlal etmiş birine alkış mı tutmalıydım? Hele bildiğim her şeye karşı beni şüpheye düşürmüşken. Ortamızda ki masaya uzanıp camın ortasında ki pakete uzanarak bir sigara çıkartırken yaptıklarından pişman olmadığı belliydi. "Kusura bakma, kelimenin tam anlamıyla özel hayatımın içinden geçen bir adama sempati duyamıyorum." Rahat bir tavırla arkasına yaslandığında bir elinde kadeh diğer elinde sigara... her hareketi kafamda ki imajı daha da güçlendiriyordu. "Ya sana hayatının yalan olduğunu söylesem? Madem uyarılarımı görmezden geliyorsun bende sana istediğini son damlasına kadar vereceğim. Bir süre sonra istemesen bile." Kalbim telaş ve korkuyla hızlanmaya başladığında zorlukla yutkundum. Ağzından çıkan her kelime şüphelerimi körüklüyordu. Kanıt. Kanıt sunmadığı sürece inanmayacaktım ona. "Uzatma ve konuş. Senin hakkında ki şüphelerim gram azalmadı. Her sözünün destekçisi olarak yazılı ve görüntülü kanıt istiyorum." Benim ciddiyetimin arkasına gizlenmiş çaresizliğime karşı, onun alaycılığının ardında ki keskinlik. Ayağa kalkıp biten kadehini masaya bırakan Vargın ile kendimi gelebilecek her şeye hazırladım. "Hep böyle asık mıdır suratın? Gülüşü bu kadar güzel olan bir kadının, bunu saklaması günah sayılmaz mı?" Sigarasını dudaklarının arasına sıkıştırmış olan adamı süzdüm bir süre. Sanki normal bir sohbet içindeymişiz gibi rahattı. Ben ise öfke ve çaresizlik içinde yuvarlanıyordum. "Ancak canını aldığım gün gülümserim sana." Sözlerimin üzerinde zerre etkisi olmazken yüzüme doğru eğildi hafifçe. "Lavinia. İstediğin kadar nefret et benden. Ama gerçeklerden kaçamayacaksın. " |
0% |