@madnoble
|
"O adam da kimdi öyle? Tartışıyor gibiydiniz." Seminerin bitimiyle kendimizi eve atmıştık ve tüm yorgunluğuma rağmen merakım ağır basıyordu. Babam Baysal'la kısa bir süre göz göze geldikten sonra bana sıcak bir gülümseme sundu. "Önemli biri değildi hayatım, sen bunları düşünme babanın yaptığı işlere karşı çıkan insanlar hep olacak. Asıl konumuza gelelim, sana güzel bir haberim olabilir." Yüzünde ki heyecan ile omuzlarımda ki şalı çıkartıp girişe astıktan sonra koltuklara yöneldim. Deri kumaşa kendimi bıraktığımda vücudumda ki tüm kemikler ağrıyordu. "Seminer sırasında yurt dışında ki bir araştırma laboratuvarında çalışan bir doktorla tanıştım. Kadının uzmanlık alanı kanser ve otoimmün hastalıklar. İmminoterapi de bir çığır açtığını düşünüyor. Yeni geliştirdiği ilacın insan deneylerine geçişine izin verilmiş ve yüzde kırk üçlük bir başarı elde etmiş. Deneklerin neredeyse yarısında kanserin gerilediği gözlemlenmiş. İlacını Türkiye'de tanıtmam karşılığında senin ön testlere katılmanı sağlayacak." Onun heyecanı bana geçmezken istemsizce tırnaklarım, ellerimin üstünde çıkmaya başlayan küçük yaralara gitmişti. "Yüzde kırk üç." Bir fısıltı gibi çıkan sesim güçsüzken Baysal'ın korumacı kanatları altına alınmıştım bile. Bana sarılmasını sevdiğim için kıyafeti yüzünden acıyan çıplak omuzlarımın sızısını yok saymaya çalıştım. Babam ise hala beni ikna etme çabasındaydı. "Böyle bir oranı yok göremezsin meleğim. Bu, bu zamana kadar önümüze çıkan en büyük oran. Yan etkileri ise bir antidepresan kadar. Denemeden başarısız olacağını bilemeyiz. Daha fazla ilaca maruz kalmak istemediğini biliyorum. O yüzden reçetenden benzer etken maddeye sahip olan ilaçlarını çıkartacağım. Bedeninde daha az baskı olmasını sağlayacaktır. Ne dersin?" Bana yalvarır gözlerle bakan adamı geri çeviremezdim. Böyle anlarda aynaya bakıyor gibiydim. Anneme ilaçlarını alması için yalvarırken eminim ki bende böyle görünüyordum. Direnişim çok sürmemişti o yüzden. "Pekala, testlere katılacağım. Müsaadenizle odama çıkıyorum, sizin konuşacaklarınız vardır. Fazlasıyla yorgunum." Baysal saçlarımın arasına bir öpücük bıraktığında kolları arasından çıkarak merdivenlere yöneldim. Böyle günlerin sonunda odamın üst katta olması bir işkenceden farksızdı. Trabzanlara tutunarak ağır ağır üst kata çıktığımda artık ağrım keskin bıçak darbelerine dönmüştü. Sızlayan bedenimle odama girdiğimde ışığı bile açmadan elbisemin askılarını salarak kıyafetin bir su misali yere düşmesine izin verdim. Yatağıma uzanıp sonunda rahat bir nefes almak istesem de ağrılarım buna bile müsaade etmiyordu. Sonunda yalnız kaldığımda tüm gün içimde tuttuğum göz yaşlarımın sessizce akmasına izin verdim. Babamın bahsettiği tedavi çöpten başka bir şey değildi. Böyle sayısız ne olduğunu bile bilmediğim sıvılara saatlerce maruz kalmıştım. İlaç sektörü hakkında biraz bile bilgim varsa o da, kadının çözüm bulmuş olsaydı hayatta olmayacağıydı. Umutlanmamayı çoktan öğrenmiştim. Bu tip ilaçlar tedavi değil ameliyatlar için bir ön hazırlıktı. Mevcut kanseri geriletmiyor sadece kısa bir süreliğine küçültüyor ya da baskılıyordu. Bu da doktorların daha az doku hasarı ile kanserli hücreleri daha rahat almalarını sağlıyordu. Bir yudum umut için aç olan hastalar ise en ufak ışık huzmesine kör sinekler gibi uçuşuyordu. Kazananlar ise ilaç firmaları oluyordu. Böyle büyük bir pazar dönerken hangisi gerçek hangisi sahte bir tedavi anlamak neredeyse imkansızdı. İşin içinde olan biri olarak bu gerçek gerçekten de acı vericiydi. Babamın da yavaş yavaş bu ümitsizliğe düştüğünü görmek canımı yakmıştı. Durumumun daha da ağırlaştığını zaten hissediyorken bunu onun gözlerinde görmek... Neyse. Yüzümü sırılsıklam etmiş göz yaşlarımı küçük bir iç çekiş ile ait oldukları yere hapsettim tekrar. Yaşama dair umudum olmazsa üzülmezdim. Her şey bu kadar basitti. Umut etme ve boyun eğ. Daha az acı verici olacaktı. Bu kadar basit. 🍁🍁🍁 Sabahın erken saatlerinde sızlayan bedenimle başladım güne. Dün gece düzenli olarak kullanmam gereken kremleri sürmediğim için tenim zımpara misali pütürlü ve cam kadar hassastı. Sızlanmadan kalktım yerimden. Bir hastane odası kadar soluk odamda ki banyoya ilerledim. Bilerek bu kadar basit ve renksizdi her şeyim. Gittiğimde ardımda bir iz bırakmak istemiyordum. İnsanların bir eşyaya bakıp beni hatırlayarak üzülmelerine gerek yoktu. Bu yüzden kullandığım, giydiğim her şey sade ve silikti. Duşa kabine girip suyu ayarlayarak gözlerimi kapattım bir süreliğine. Tenime değen su bile canımı yakıyordu. Buna da alışmıştım. Ilık suyun keyfini çıkartmamak canımı sıksa da hızla medikal ürünlerimi kullanarak duşumu almış ve çıkmıştım. İşim bitmiş miydi? Hayır. Bıkkın bir edayla sarındığım havlu ile tampon hareketlerle vücudumu kuruladım. Nemli saçlarımı tepede topladıktan sonra ilk önce krem, emildikten sonra da losyonlara geçerek tenimin bir nebze de olsa nefes almasını sağladım. Bu gün doktor randevum olduğu için hızlıca üstümü giyindim. Gri bir eşofman altı, beyaz bol bir tişört yeterliydi. Kumaşın ne kadar az teması olursa o kadar iyiydi. Saçlarımı kuruttuğum gibi ensemde bir topuz yapıp başıma eşofmanım ile aynı renk şapkamı geçirdim. Ben istesem de istemesem de ne zaman hastaneye gitsem fotoğraflarım ortalıkta geziyordu. Her seferinde ölmemi bekleyen acımasız medya ile karşılaşmaktansa ben onların canını sıkıyordum. Bütün doktor ziyaretlerimde aynı tip kıyafetler giyerek onların fotoğrafları satmasını engelliyordum. Basit ama etkili bir numaraydı. Sabah aç karnına içmem gereken bir avuç ilacımı da aldıktan sonra hazırdım. Tüm bu hengamede evden çıkmam gereken saat gelmişti bile. Odamdan çıkıp salona indiğimde ev her zaman ki gibi sessizdi. Bel çantama attığım telefonumu kontrol ettim. Baysal'ın günaydın mesajına cevap verip babamın randevumu hatırlatan mesajına da tamam emojisi yollayarak kapıdan dışarı çıktım. İki katlı evimizin küçük bahçesinde beni bekleyen arabaya ilerledim. "Günaydın Lavinya hanım." Babamın bana kabul ettirebildiği tek yardımcımız olan Rıdvan'a gülümsemeye çalıştım. Benim yaşlarımda şoförlüğümü üstlenen temiz bir adamdı. Evde hizmetli istemediğimde babam şart olarak Rıdvan'ı öne sürmüştü. En azından evden ayrıldığımda güvende olduğumu bilmek isteyen adama karşı çıkmamıştım. "Günaydın Rıdvan. Nişan hazırlıkları nasıl gidiyor?" Sorumla yüzünde güller açan adam aracın arka kapısını benim için araladı. "Gayet iyi Lavinya hanım." Yerime geçip oturduğumda Rıdvan ceketinin önünü tuta tuta çabuk adımlarla arabanın önünden dolaşarak sürücü koltuğuna geçti. Demir kapıyı uzaktan kumanda ile açıp yola çıktığımızda çekingen bir şekilde bana seslendiğinde bildirim gelen telefonumu kenara koydum. "Şey Lavinya hanım, size bir sorum olacak." Dikiz aynasından bana bakan adama başımla onay verdiğimde heyecanla devam etti. "Hülya'ya düğünden önce bir sürpriz yapmak istiyorum ama fazla mı kaçar emin değilim. O yüzden fikrinizi almak istedim. Bana hep küçükken çıktıkları aile gezilerinden bahseder. Geçen hafta babası konuşmalarımızı duyup bize katıldığında o gezilere çıktıkları arabasından bahsetti. Yetmiş model bir chevrolet. Hülya'nın ailesinin borca girdiği bir dönem satmak zorunda kalmışlar. Hem Hülya hem de babası için manevi değeri çok yüksek. Bende sürpriz yapmak amacıyla biraz araştırdıktan sonra arabaya ulaştım. Sevineceklerine eminim ama sizce kabul ederler mi?" Hmm. Zor soruydu. Zamanında biraz durumunuz iyiyse borç harç da olsa elde edilebilecek bir araba şu an bir klasikti ve eğer sağlam durumdaysa bir servet edebilirdi. "Aracın durumu nasıl?" Onca düğün masrafı arasında Rıdvan o arabaya göz diktiyse pek de sağlam olmadığına emindim. Ve düşündüğüm gibiydi de. "Pek iç açıcı değil. Ama düzgün bir pasta cila boya ile eskisi gibi görünebilir. Babası mekanikten anlayan biri belki üstünde çalışmak ister diye düşündüm." Düşüncesi o kadar ince ve güzeldi ki gülümsemeden edemedim. Hem eşini hem de ailesini düşünen adama yardım etmek artık şart olmuştu. "Şöyle yapabiliriz. Arabayı satın alıp Baysal'a teslim et, yürür hale getirmesi için profesyonel bir kaç kişi tutarız. Orijinalliği bozulmadan Hülya'nın çocukluk anılarını geri vermiş olursun. Benim size düğün hediyem olur. Bu sayede de itiraz edemezler." Rıdvan şaşkınlıkla dikiz aynasından bana bakmak istese de gözleri tekrar yola çevrildi. "Lavinya hanım öyle bir hurdanın masrafı benim boyumu aşar. Size borcumu geri ödeyemem. Çok naziksiniz ama kabul edemem." Uzanıp Rıdvan'ın omuzunu hafifçe patpatlayıp geri çekildim. "Düğün hediyemi ben seçerim. Borcun falan yok. Şimdi sus, hediyeyi kabul et ve beni hastaneye yetiştir. Ölüyorum burada." Ufak bir teşekkür fısıldayarak gaza bastığında telefonumu elime aldım. Rıdvan'ı severdim, evleneceği kız Hülya da dünya tatlısı biriydi. Sırf Rıdvan maddi olarak sıkışmasın diye düğün için elinden gelen her şeyi kendi yapıyor, yetmiyor evden ikinci bir işte bile çalışıyordu. Rıdvan'nın dilinden asla düşmeyen kadının fedakarlıkları ve Rıdvan'ın Hülya'dan bahsederken bile parlayan gözlerini görmek güzeldi. Dünya da hala güzel şeyler olduğunu düşünürken bilinmeyen bir numaradan gelen mesajla tüm keyfim kaçtı. -Sana yaşaman için bir yol sunuyorum. Kabul edip etmemek sana kalmış, ya yalanlarla gözlerini yum hayata. Ya da başını kaldır ve gerçekleri görmeye başla. Tek gerçek ölüm değil Lavinia.- |
0% |