@madnoble
|
"Peki bunu beğendin mi güzelim?" Küt saçlı kadın bir görevlinin tuttuğu gelinliği göstermesi ile şöyle bir inceledim. Kalp yakası mütevazi bir dekolte ile son bulurken sıkı korsesi hafif kabarık fransız tipi bir etekle birleşiyordu. İşlemesiz sade tok kumaşın eteklerinin üstüne uçuş uçuş bir tül eklenmiş ve o ağır başlı havasını bir nebze yumuşatarak gelinliğe masalsı bir hava katmıştı. "Bilemiyorum. Uzun kollu bir model bakabilir miyiz?" İsteksizliğimi fark eden Baysal bir el işareti vermiş ve üç görevli kadın hızlı adımlarla odayı terk etmişti. Daha dün sadece bir senelik ömrüm kaldığını öğrenmiş ve bunu evleneceğim adama söylememişken, düğünümüz için gelinlik bakıyordum. Ne iki yüzlülük ama. "Cenneten bir armağan gibi parlarken neden bu kadar endişelisin? Geldiğimizden beri gerginsin. Bir sorun mu var? Düğünle mi alakalı?" Bana güven vermek istercesine ellerimi avuçlarına hapseden adamın gözlerine bakmakta zorlanıyordum. Hastane dönüşümde Semra Hanım hasta doktor gizliliğini ihlal etmiş ve durumu babama anlatmıştı bile. Ona olan saygım ve güvenimden dolayı davacı olmayacağımı bilen kadın yüzünden babamla okkalı bir kavga etmiştim. Sonuç; Annen gibi seni de kaybetmek istemiyorum! Tek bir cümlesi ile ikimizde yıkılmıştık. O kendini alkole verirken ben ise karanlık odamın gölgelerinde saklanmıştım. Tek bir konuda anlaşabilmiştik. O ise Baysal'la durumu benim anlatmamdı. Anlatabilmiş miydim? Pek sayılmaz. Onun düğünümüz için olan heyecanı gördüğümde boğazım düğümlenmişti. İki saattir ipek ve inciler arasında gömülmüş kalmıştım. "Düğünle alakalı değil. Dün doktor kontrolüm vardı..." Aynı his tekrar göğsüme otururken nefes almakta zorlanıyordum. Babam kadar hatta belki de ondan bile fazla sarsılacak tek kişi Baysal'dı. Ona bu durumu yaşatmak istemiyordum. "Sonuçların iyi çıkmadı mı? Korkmanı anlıyorum güzelim ama hala şansımız var. Babanın anlaştığı doktoru unuttun mu? Umudumuzu kaybedemeyiz, umut seni ayakta tutan şey. Moralin ne kadar yüksek olursa o kadar hızlı iyileşirsin." Yüzümü seven parmakları ile yanağımı avucuna bastırdım. Onun nazik şefkatiyle sarmalanırken tüm cesaretimi toparlamaya çalıştım. Bilmeye hakkı vardı. Benim kadar onun da kendini hazırlaması gerekiyordu. Kurşun yemiş gibi yığılsın istemezdim. "Beni ayakta tutan şey umut değil Baysal. Damarlarımda kandan çok bulunan kimyasallar. Ve artık onlarda işe yaramıyor. Semra Hanım eğer... eğer şanslıysam bir senemin kaldığını söyledi. Ama çabalıyorum. Kullandığım ilaçları tekrar listeleyeceğim. Babamın bahsettiği doktorla konuşup onun sunduğu tedaviyi inceleyerek günlük dozlarımı tekrar ayarlayacağım. Şu an durumu yavaşlatma adına yapabileceğim sadece bu. Daha fazla ilaç alırsan karaciğerim ve böbreklerim çok dayanmaz. Ama korkma olur mu? Kendimi gayet iyi hissediyorum. Hem organlarım henüz iflas sınırına yaklaşmadı bile. Daha fazlasını kaldırabilirim. Dayanabilirim." "Lavinya!" Baysal'ın keskin çıkan sesiyle yerimde sıçrayıp gözlerimi gözlerine çevirdim. Yüzümü seven eli kaskatı kesilmiş, ela gözleri dolu dolu olmuştu. "Sadece telaşlandığında aynı sözleri tekrarladığını ve biri uyarana kadar da susmadığını biliyor muydun?" Tabi ki de biliyordum. Ama durdurmak elimde olan bir seçenek değildi. Şu an ağlamamak adına tüm irademi kullanıyordum. Tıpkı karşımda ki adam gibi. "Kim ne derse desin ben sana inanıyorum, yalnız değilsin. Sen istemediğin sürece sana hastaneye yat da demeyeceğim. Sadece kararını iyice düşünmeni istiyorum. Seninle evlenmek istiyorum Lavinya. Senin ellerinle düzenlenmiş evimizde seninle yaşamak istiyorum. Şiş karnınla söylene söylene bitirdiğin okuluna eğitmen olarak gidişini görmek istiyorum. Çocuklarımız olsun, onların ayak sesleriyle huzur bulalım istiyorum. Seninle yaşlanmak istiyorum Lavinya. Ben senden vaz geçmiyorum, lütfen sen de hayattan vaz geçme. Bizim için. Geleceğimiz için." Sözleri ile kendimi ne kadar sıksam da firar eden göz yaşlarımın arasında gülümsedim. Böyle anlarda Baysal'ın karşısında çırılçıplak hissediyordum. O ise tüm korumacılığıyla beni sarmalıyordu. Sözlerinde ki yalvarış kalbimi sızlatırken anlıma bir öpücük kondurdu. "Hiç kusura bakmayın hanım efendi ama bana kız evlat verip, torunlarımızı görmeden gidemezsin. İzin vermiyorum. Konu kapanmıştır." Konuyu tatlı bir şekilde değiştirmesiyle gülüşümü tutamadım. Nazik bir şekilde göz yaşlarımı siliyordu. "Belki erkek olur. Sonuçta bunu ben ayarlayamıyorum." Sonunda onun da yüzüne gülümseme yerleşmişti. "Ne olursa olsun şükredeceğim tek şey zekasını senden alacak olması. Düşünsene zekasını benden aldığını, Allah korusun. Yok, dünya ikinci bir Baysal'a hazır değil. İsrafil'in sura erken üflemesini istemem. Tüp bebekle kız olmasını garantilesek mi?" Sözleri ile kahkahayı saldım. Baysal'ın annesi Nurgül Hanım ne zaman denk gelsek Baysal'ın çocukluğundan bahseder dururdu. Ve bebekliğinden ergenliğinin bitimine kadar annesinin sabrını sınayan Baysal'ın yola gelmesi için çok çabalamıştı. Bende öyle bir sabır olmadığına emindim. Bu yüzden çocuk mevzusu ne zaman açılsa bu konunun makarası dönerdi. "Kalıtsal hastalıkların geçmemesi için zaten tüp bebek yapmalıyız. Ama bunlara karar vermek için önümüzde daha çok zaman var. Değil mi?" Kendimi kandırarak sorduğum soru karşımda ki adamın gülümsemesini ısıtırken her şey önemsizdi. Eğer o mutlu olacaksa biraz daha rol yapabilirdim. Zamanla zaten kabullenecekti. Zorunda kalacaktı. En azından o gün gelene kadar güzel anılar biriktirebilirdik. Baysal'la yaşadığımız duygusal anın sonunda silkelenerek kendimize gelmiş ve gelinlik bakmaktan vaz geçerek dışarı çıkmıştık. Güzel bir öğle yemeğinin ardından beni arabasıyla eve bırakırken başımı cama yaslamıştım. Radyoda çalan slow müzik, şarkıya mırıldanarak eşlik eden Baysal ve güzel hava ile sanki normal bir gün gibiydi. Normal, sıradan ve basit. Böyle bir hayat için canımı bile verirdim. Zaten vereceksin. -Araçtan in ve sana attığım adrese gel. Elimdekileri görmek isteyeceğine eminim.- Önce emrivaki mesajına ardından attığı konuma baktım. Bulunduğumuz yerden çok da uzak olmayan bir butik kafeydi. Konumun hemen ardından attığı fotoğrafla bedenimde ki tüm kanın çekildiğini hissettim. Tuttuğu evraklar... "Güzelim?" Baysal'ın sorgular sesiyle dikkat çekmeden sakince telefonu kapatarak çantama geri attım. İlerimizde ki trafik ışıklarını görmem ile hızlı düşünmeye başladım. "Bahar... onu uzun zamandır aramıyorum diye manas destanı yazmış da. Beni şurada bıraksana, kendimi affettirmek için hediye alsam iyi olacak." Baysal sinyal verip ışıklardan önceki cebe girerken göz ucuyla bana baktı. "İstersen seni alış veriş merkezine bırakabilirim. Oradan da Bahar'a." Emniyet kemerimi çıkartıp uzanarak yanağına bir öpücük kondurdum. "Kendim halledebilirim. Benim için başka bir toplantını iptal etmene gerek yok. Yorgun hissedersem Bahar yerine taksiye binip eve gidebilirim." Baysal elimin üstüne öpücük bırakıp gitmeme istemese de müsaade etmişti. "Tamam ama işin bittiğinde Rıdvan'ı ara o seni alsın. Eve geçince de bana haber ver." Onu başımla onaylayıp araçtan inerek gidene kadar arkasından el sallamıştım. Yeterince normal davrandığımı düşünerek kendimi kaldırıma attım. Gördüğüm ilk bijütericiye girerek siperli bir şapka satın aldım. Bileğimde ki tokayla saçlarımı ensemde topuz yaparak şapkayı da başıma geçirdikten sonra gözlüklerimi taktım. Takip edilme ihtimalime karşı da çift taraflı montumu tersine çevirerek renginin değişmesini sağladım. Neden bu kadar önlem aldığımı ya da neden Baysal'a o adamla görüşeceğimi sakladığımı bilmiyordum. Ama içimde ki ses tek bir cümleyle resmen çığlık atıyordu. Dikkatli Ol. Hızlı adımlarla attığı konuma doğru ilerlerken göğsüm sıkışıyordu. Uzun zamandır bu kadar çok yürümediğim için başım dönse de dişimi sıktım. O evrakların neden onda olduğunu öğrenmeliydim. Sonunda görüş açıma giren kafeyle adımlarımı yavaşlatıp soluklarımı düzene koydum. Ahşap kapıyı itip içeri girdiğimde taze öğütülmüş kahve kokusu burnuma doldu. Otantik döşenmiş, ahşap bezeli kafenin arka masalarında boyu yüzünden kolayca fark ettiğim adamın başında dikildim. Duvar dibinde, gözlerden bir nebze uzak olan adam bana bakmadan eliyle karşısını işaret etti. Bağırıp çağırmak istesem de çenemi kapatarak karşısına oturdum. Onu gördüğüm o günden beri fikrim değişmemişti. Baş belası, serseri, piç. "Sen... Kim... Ne hak..." Kelimelerimi toparlamak adına duraksayıp yumruklarımı sıktım. Alaz ise sakince fotoğrafını attığı evrakların düzenli olduğu saman rengi dosyayı, masanın üstünden bana doğru itti. "Sakin ol Lavinia. Ne sana zarar vermeye ne de şantaj yapmaya gelmedim. Sadece konuşmak istiyorum ve bilmen gereken şeyler olduğunu düşündüm." Önümde ki dosyanın kapağını açmamla fotoğrafı görmem bir olmuştu. İlk sayfanın sol üst köşesinde annemin fotoğrafı, yanında ise kişisel bilgileri yer alıyordu. Ben diğer sayfalara bakarken tepemize gelen garsona sipariş vermesi umurumda bile değildi. Önümde ki evraklar annemin hastane belgeleriydi. "Bunların sende ne işi var?" Alaz arkasına yaslanıp bir kolunu oturduğu koltuğun sırt kısmına attığında kayıtsız ifadesi canımı sıkmıştı. "Ben bir iş adamıyım Lavinia. Babanla olan tartışmamızda yürüttüğüm işten kaynaklıydı. Maalesef kendisi anlaşmamızın dışına çıktı ve bende ufak bir araştırma yaptım. Kendisinin bu güveni nereden geliyordu öğrenmem lazımdı ve karşıma senin ismin çıktı." Duruşunu bozmadan garsonun getirdiği içecekler için ufak bir teşekkür mırıldanmış ve devam etmişti. "Prensipleri olan bir adamım. Bu yüzden masum kişilerin zarar görmesini istemem. Durumumuza masum kişi sen oluyorsun. Baban anlaşmayı bozduğu için bunun karşılığını alacak. Tüm bunlar olurken geride durmanı istiyorum." Durup soğuk kahvesinden yudum alan adamla bir bok anlamış değildim. Babamın bunun gibi bir adamla ne işi olabilirdi ki? Sözleri hala elimde tuttuğum dosyayı açıklamıyordu. "Beni tehdit mi ediyorsun? Ne için Vargın? Para mı? Avucunu yalarsın." Bardağını dudaklarından çekip masaya bıraktığında bir çift kuyuyu andıran gözleri sert bir ifadeyle beni buldu. Aynı şekilde karşılık verdim. Korkacağımı düşünüyorsa çok beklerdi. Babamın statüsü ve mal varlığı yüzünden ilk defa tehdit edilmiyordum. Ve kaybedecek bir şeyi kalmamış bir kadını tehdit etmek tamamen komediydi. "İnatçı ve dik kafalı olduğunu duymuştum. Her neyse. Sana dil dökecek vaktim yok. Son sayfada ki adli tıp raporunu ve resmiyete geçen diğer raporu oku. Buraya seni tehdit etmeye değil uyarmaya geldim. Elinde kanıt görmedikçe geri durmayacağından sana kanıt bırakıyorum. Oku ve bir süre buralardan uzaklaş. Her şey bittiğinde, umarım bir daha görüşmeyiz." Son sözlerini söyleyip ayağa kalkan adam ufak bir baş selamı vermiş ve çekip gitmişti. Ben ise titreyen parmaklarımla bir süre önümde ki sayfaları inceledim. İlk okuduğum rapor annemin ölümüyle bize sunulan ölüm belgesiydi. İkincisi ise daha önce görmediğim bir belgeydi. Tüm bedenim baştan ayağa donarken aynı satırları defalarca okudum. Mühründen imzasına kadar gerçekti. Ama ne elime ne de kayıtlara geçmemişti. Bu... Bu. Patoloji Negatif.
YN: Patoloji negatif; biyopsi yapıla dokuda kanser bulgusuna rastlanmadığı anlamına gelir. İmmün yetmezlik ise, bağışıklık sisteminin çökmesidir. Bağışıklık sisteminin çökmesi durumunda eğer sebebi bilinmez ve doğru tedavi uygulanmazsa kişiyi ölüme götüren acı verici bir olaydır. Bağışıklık sistemi zayıfladığında ya da çöktüğünde uygulanan doğru tedaviler ile bu durumdan kurtulmak mümkündür. |
0% |