Yeni Üyelik
30.
Bölüm

30.Bölüm

@madrabazbiryazar

Sabah erken kalktım, işe gitmeden önce Araf'ın evine gidip Carly'nin hâlâ orada olup olmadığına bakacaktım. Gökay, Carly'nin yurt dışına gideceğini söylemişti eğer Araf'la barışmadıysalar evde olmaması yüksek bir ihtimaldi.

Eve doğru yaklaştığımda zili çalıp kapının açılmasını bekledim. Carly kapıyı açınca sorumun cevabını almış oldum. Şimdi bir bahane bulmam gerekiyordu, ne söyleyeceğimi bilmiyorum, ilk aklıma gelen yalanı söyledim: "Günaydın Carly, Araf Bey çıktı mı?"

Beni görünce yüzü düşen Carly yaşanan her şeyi unutmuş gibi dert yandı: "Maalesef Araf dünden beri eve gelmedi. Aramız hâlâ bozuk." Araf'ın eve gelmemesinin nedenini az çok tahmin edebiliyorum. Carly'nin başka bir şey söylemesine gerek yoktu. Ne de olsa Masal bana her şeyi anlatmıştı.

Burada daha fazla oyalanmadan şirkete giden Alisa, hızla Araf'ın odasına girdi. Koltuğu boştu, buraya da gelmediğine göre bu adam neredeydi? "O gün Masal'ın gördüğü kadının yanında olmasın. Carly ile araları bozulduğu için o kadına gitmiş olabilir." Diye düşünmeye başladı.

Masanın üzerindeki kağıtlar dikkatini çekti. Oraya doğru yaklaşarak kağıtları eline alıp göz geçirince duraksadı: "Bunlar benim bilgilerim. Bu burada ne arıyor?"

Alisa şaşırmıştı elindeki kağıtların içinde yazanlar kendisine aitti. Burada onun hakkında çok fazla şey vardı. Odaya Araf girdiğinde hızla kağıtları masanın üzerine bırakmayıp arkasına sakladı. Suçüstü yakalanmış bir hırsız gibiydi. Kalbi heyecanla atmaya başlamıştı.

... 

Hocanın anlattığı dersi zerre anlamıyordum, gözlerim kapanmak üzereydi. Duvar kenarındaki arkadaşım bile uykuya dalmıştı. Hocanın sakince ders anlatmasından mıdır nedir bilmem, benim de uykum gelmeye başlamıştı. Kendimle verdiğim savaşta galip düşmek üzereyken hoca dersi bitirmişti. Herkesin ayaklanmasıyla beraber dersin bittiğine şükredip başımı sıraya koydum ve gözlerimi kapattım.

Yanıma biri oturduğunu hissederek kafamı kaldırdım ve gelenin kim olduğuna baktım: "Bana baksana sen, neden sürekli buraya gelip gidiyorsun, senin benden başka işin gücün yok mu?"

Ellerini iki yana açıp teslim olmuş gibi "Sakin ol, gerçekten kötü bir niyetim yok."

"Niyetinin ne olduğuyla ilgilenmiyorum."

"Emin misin?"

Onu dinlemeden ayağı kalkıp gitmek üzereydim ki Gökay kılını kıpırdatmadığı için geçemiyordum. Yüzüne bakıp rica ettim: "Çıkmam gerekiyor, müsaade eder misin?"

Gökay sözlere karşı tepki vermeyip kızı kolundan tutarak sıraya oturttu. "Önce beni dinlemen gerekiyor." dedi. Yüzüne bakarak sakince açıklamasını dinlemeye çalıştım. Lafa nereden gireceğini bilmiyormuş gibi direkt mevzuya girdi: "Dün sen aniden sinirlenince ne yapacağımı bilemedim, sözlerimle seni gücendirdiğimin farkındayım. Dün konuştuklarımızı düşününce haksız olduğuma karar verdim. Hem ne olursa olsun seni orada bırakmamam gerekiyordu. Bütün gece evine sağ salim gidebildin mi diye düşündüm durdum. Bir türlü uykum gelmedi. Ben de sabah dersin olabileceğini düşünüp erkenden buraya geldim."

"Benim için uykularının kaçmasına gerek yok. Sen benim için endişelenme."

"Seni oraya ben götürmüştüm, o mekanın evine uzak bir yerde kaldığını biliyorum ve sen gecenin bir vakti, tek başına, yolunu bilmeden evine gitmeye çalıştın."

"Ben kendimi korurum. Hem sen neden kafanda felaket senaryoları kurdun ki, yani şimdi sen olmasan ben başımın çaresine bakamayacak mıyım? Benim korumaya ihtiyacım yok Gökay."

Gökay, Masal'ın söylediğine alayla gülümsedi. "Yine de iyi olmana sevindim, benim yüzümden başına bir şey gelmesini istemem."

"Gelmedi zaten bak sapasağlamım görüyor musun?" Diyerek tekrar ayağı kalktım.

"Görüyorum, oldukça güzelsin."

"Gökay kalk şu sıradan, yoksa..."

Kızın söylediklerine karşılık zevk alır gibi konuştu: "Yoksa ne... Ne yaparsın bana, gerçekten şu an çok merak ettim. "

"Ne yapacağımı görecek kadar bilincinin açık olacağını zannetmiyorum Gökay."

Adamın gülümsemesi soldu: "Nereden geliyor sendeki bu özgüven, bir sana bak, bir de bana bak! Sence ben, senden dayak yiyecek kadar güçsüz müyüm?"

Masal sıkıntıyla nefes aldı ve konuştu: "Gökay sen gerçekten buraya neden geldin? Bana sakın seni merak ettim yalanlarını devam ettirme çünkü hiç inandırıcı değilsin!"

Gökay ezberlemiş gibi bir çırpıda nefes almadan konuştu: "Dün sen, 'Dua et burası çok kalabalık, insanların önünde uysal davrandığıma bakma, hayatını cehenneme çevirmem çok vaktimi almaz' demiştin ya hani, hah işte ben de onu merak ettiğim için geldim."

"Şu sınav haftası bitsin göreceksin sen cehennemin dibini!"

"Alisa dün polisi arayıp peşinde olan iki sarhoş adamı ihbar ettiğinizi söyledi. Seni rahatsız etmediler değil mi?"

"Hayır rahatsız etmediler. Eğer Alisa gelmeseydi o ikisini birbirine vura vura döverdim."

"Alisa geldiğinde adamlar yerde kan içindeymiş, sen de tam tepelerindeymişsin. Onlara bir şey yapmadın değil mi?"

"Ben onlara bir şey yapmadım. Peşime takıldılar zaten zil zurna sarhoşlardı. Baktım ki beni takip ediyorlar ikisini de yakasından tuttuktan sonra birden onları bırakınca birbirlerine çarptılar. Birinin burnu kanadı, öteki bilerek yanındaki ona vurdu zannedip birbirlerini döverlerken ötekinin da kafası kanadı. Kısaca belalarını birbirlerinden bulmuş oldular." Ben olayı anlatırken Gökay alayla gülümsemeye devam ediyordu. Ders başlamadan dışarı çıkıp biraz hava alsam iyi olur diye düşündüm ama Gökay yerinden kalkmamakta ısrarcıydı. Mecburen uyuyan kızın olduğu taraftan geçecektim zaten kız bizim konuşmalarımıza uyanmıştı, oturduğu yerden kalkıp ayaklanarak eşyalarını toplamaya başladığını kafamı çevirince görmüştüm. Çantamı alıp hızla Gökay'ın yanından ayrıldım.

... 

"Ne yapıyorsun sen orada?" diye soran Araf'a dönünce ne söyleyeceğimi bilmiyordum. Refleksle arkama sakladığım kağıtları gizlemeye çalıştım. Heyecanlandığımın farkındaydı ama sakin kalmaya devam etti.

Saçları dağılmış üzerindeki ceketini çıkarmış elinde tutuyordu. Gömleğinin birkaç düğmesi açıktı, ilk defa onu böyle dağınık görüyordum. Bu hâliyle bile güzeldi. Yorgun ama keyifli yerindeydi. Onun bu hali sinirlerimi bozmuştu. Açıklama yapmamı bekler gibi bana bakmayı sürdürüyordu.

Bir şeyler söylemezsem buradan çıkamayacaktım. Masanın üzerindeki dosyayı görünce aklıma bir fikir gelmişti: "Dosyaları bırakmaya gelmiştim. Ben, sizi ofiste görmeyince odanızda olacağınızı düşündüğümden-"

Sözümü bitirmeme izin vermeden "Tamam, çık!" dedi buz gibi bir sesle.

Şeytan diyor, "Al şu dosyayı kafasında kır!" Ama bir şey beni bundan alıkoyuyor. Odadan çıkınca kendimi işe verdim. Bugün yapılması gerekenlerin listesini çıkardım.

Aklım hâlâ bana sürekli emirler veren Araf'taydı. Onu düşünmek istemiyordum, hatta ondan en kısa sürede kurtulmam gerekiyordu.

İstifa etsem, tekrar iş bulabilir miydim? Hayır. Bu işten de kovulursam aylarca iş aramak zorunda kalacaktım.

Araf'ı odasından çıkınca görmüştüm. Belki başka bir yere gidecekti. O yüzden umursamayıp işime geri döndüm. Çok geçmeden odama gelmişti ve bana seslenerek pardon emir vererek konuştu: "Al şu dosyayı genel müdüre götür. O da imzaladıktan sonra bana getir hemen!" Başımı uğraştığım işten kaldırmış karşımdaki adama bakarken yine sinirli olduğunu görmüştüm. Ceketini çıkarmış, gömleğinin kollarını katlamıştı. Elindeki dosyayı masama bırakmış gitmek üzereydi ki ona bu güzel haberi vermekte gecikmedim: "Genel müdür az önce çıktı Araf Bey."

Gitmekten vazgeçerek masama kadar geldi. Tekrar emir verir gibi konuştu: “Genel müdürü odama çağır, hemen!"

Masamdan kalkıp yanına gittim: "Çıktı diyorum Araf Bey, kendileri burada değil."

Söylediklerimi duymasına rağmen aynı tavırla konuştu: "Git, ara bul, on dakikan var."

Emrivakisine karşılık olarak cevap verdim: "Özür dilerim genel müdürümüze GPS takılı değil, nerede olduğu hakkında bir bilgim yok."

Gözlerini üzerime dikmişti ve öyle bir bakışı vardı ki bir ân bağırıp çağıracak zannettim. Bana doğru hızla yaklaşınca refleksle geri adım attım. Ondan korkmamalıydım bakışlarımı Araf'ın yüzüne çevirdim. Sinirlenmiş ve zorla gülümseyerek "Sana söyleneni yap ve onu on dakika içinde buraya getir."

İsyan eder gibi bir tavırla konuştum: "Ben şimdi bu adamı nereden bulayım?"

"O senin sorunun, benim değil."

"Benim de sorunum değil. Bana on dakika vererek onu bulamayacağımı biliyorsunuz buna rağmen git ara diyorsunuz! Bence siz Faruk Bey'in nerede olduğunu benden daha iyi biliyor gibisiniz!"

Sert çıkışıma şaşırmamıştı ama sinirlenmişti. Söyleyecek laf bulamayıp odasına geri döndü. Kapıyı çarpma sesi zaferimin gülüşüne eklendi.

"Alisa!"

Dönüp bakınca Sevil'in bana söylediğini anladım. Ne oldu der gibi bir hareket yaptıktan sonra işaret parmağıyla Araf'ın odasını göstererek "Seni çağırıyor." Dedi.

Kim bilir yine ne için bağırıp çağıracaktı, sanki adamın stres çarkıyım! Bütün hırsını benden çıkarıyor. Ah dünya bir günlüğüne tersine dönse o çalışan, ben patron olsam ne güzel olurdu! Geç kalmadan tekrar oraya gidip oda kapısını tıklattım ve içeri girdim. Masasına doğru yaklaştığımda gözlerini üzerime dikmiş kötü kötü bakıyordu.

"Eğer ikiniz de on dakika sonra odamda olmazsanız, buraya hiç gelmeyin, direkt muhasebeye inin! Söylediklerimi işitiyor musun?!" Sesini herkesin duyduğuna yemin edebilirim. Faruk Bey'in şirkette olmamasına bu kadar sinirlenmiş olamaz.

Gelirken pek mutluydu şimdi neden esip gürlüyor? Kesin Carly araları bozulduğu içindir. Nilay denen kadının bu işte bir etkisi var mı acaba?

Sessizliğime bir tepki olarak ters bakmaya devam edip konuşmalarını sürdürdü. Hep böyle susmak onu daha çok cesaretlendiriyordu. Ama ne desem anlamayacaktı, o yüzden tamam diyerek oradan çıktım. Uysallığım onu şaşırtmışa benziyordu. Kapıdan çıkmadan önce elindeki kalemle ardımdan bakakaldı. Ha gayret ben bunu iki güne delirtirim!

Odadan çıktığımda herkesin bana baktığını hissediyordum. Gamsızlığımı takınarak gülümsedim. Şirketteki çalışanlara bir şey belli etmeden genel müdürü aramaya çıktım. Dedikoducu biri yok ki şu şirkette onlardan Faruk Bey'in nereye gittiğini sorup öğreneyim. Daha yeni başladığım işte bana genel müdürü her yerde arattırmasını unutmayacaktım!

Çok az vaktim kalmıştı. Faruk Bey'i nerede arayacağımı bilmiyordum, telefon numarasını bulursam işim daha kolay olacaktı. Böylece yanına gitmeme gerek kalmazdı. Hemen aceleyle yerime gittim, telaş içinde bir şeyler aradığımı gören Sevil Hanım merak edip sordu:

"Ne arıyorsun Alisa?"

"Genel müdürün telefon numarasına ulaşmam gerekiyor. On dakika sonra o adam bu kapıdan içeri girmezse ikimizde kovacak."

"Çıkmadan önce Gökay Bey'in yanına gideceğini söylemişti." Bu bilgi bana yeterdi. "Tamam teşekkürler." Dedikten sonra hemen Gökay'ı aradım ve genel müdürün yanında olup olmadığını sordum.

"Faruk yanımda değil Alisa. Ben okuldayım. Çok acilse sana numarasını gönderebilirim."

Gökay'a hızlıca bir özet geçtikten sonra numarayı göndermişti.

Az sonra Faruk Bey'i aradım ve acilen şirkete gelmesi gerektiğini söyledim. Geleceğini söyledikten sonra kapattı. Fazla uzakta olmadığını söylemişti ama on dakikayı çoktan geçmesine rağmen Faruk Bey ortalarda görünmüyordu. Odamda telaşla bir aşağı bir yukarı dolaşarak genel müdürün gelmesini bekliyordum.

On dakika çok az bir zaman dilimiydi, gelmesi en az yarım saat süreceğini söylemişti. Ben bir aşağı bir yukarı dolaşırken Sevil Hanım yanıma geldi.

"Araf Bey seni çağırıyor Alisa. Hemen gelsin dedi. Çok sinirli... Ne oldu bu adama kimseye böyle davranmazdı. Bugün sinirleri bozuk galiba."

O sadece bana öyle davranıyordu. Belki biraz da bundan Gökay da nasipleniyordu ama günün sonunda her şeyin sorumlusu yine ben oluyorum.

Ayaklarım geri geri gidiyordu, çok kısa bir süre sonra odasının önündeydim. İçeri girmeye hazır değildim, güçle nefes alıp geri verdikten sonra kapıyı çaldım ve içeri girdim. Kaşlarının birini kaldırarak

"Niye yalnızsın, Faruk nerede? Niye yanında değil?" Diye sordu.

Mahcup bir ses tonuyla cevap verdim: "Yarım saat sonra geleceğini söyledi Araf Bey."

"Peki ben sana ne söyledim?"

"On dakika içinde ikiniz de odamda olun diye emrettiniz, şey.. yani söylediniz!"

Aptal tutamadın şu dilini, yine sinirlendireceksin adamı, zaten bağırıp çağırmak için bahane bulmasına gerek yok. Bunun normali böyle! Azıcık kibar olsa bizden ne çift olurdu, ama öyle bir şey olmayacağı için boşa hayal kurmuş olurum. Saçmalamayı kesip Araf'a baktım. Sanki bana hiç bağırmıyormuş gibi onu inceliyordum. Ceketini giymiş yine eski hâline geri dönmüştü. Bu kadar özenli olmaya hiç üşenmiyor mu? Umursamaz tavrım hoşuma gitmişti. Gülümsememe engel olamadım. Kendime saygımı yitirdiğimi hissetmeye başladım. Şerefsiz insanların sevmekten ve sevilmekten anlayamayacağını biliyorum. Araf'ın söylediklerinin birçoğunu dinlemediğimden onu duymuyordum. Son söylediklerini anlamaya çalıştım.

"Ne duruyorsun, hadi!"

"Ne hadi, anlamadım?" Dedim. Onu dinlemediğim çok barizdi. Koltuğuna başını yaslayıp sakin olmaya çalışıyordu. Araf'ı o kadar sinirlendirmiştim ki artık bunun bir tık üstü yaşanamazdı.

"Dosyaları diyorum."

Bazı dosyaların arşivlenmesi gerekiyordu. Tarihlerine bakıp eski olan diğer dosyaları da yanıma alarak arşiv odasına doğru gittim. Işığı yakıp içeri girdiğimde dosyaları bıraktım, tam dönecekken gelen sesler dikkatimi çekmişti. Biri ağlıyor gibiydi. O tarafa doğru gitmeye çekindiğimden seslenmekle yetindim:

"Kimse var mı?"

Ağlama sesi ben konuşunca durmuştu. Bir süre sessizliği dinledim. Ses gelmeyince cesaretimi toplayıp o tarafa doğru gittim. Gerçekten bir kadın yere oturmuş ağlıyordu. Yanına gittiğimde gözleri şişmişti ona neden ağladığını sordum. Anlatmak istemediği belliydi ama ısrar ettim.

"Araf Bey, bugün beni işten kovdu. Bu aralar oğlum hasta olduğu için hastaneye uğramak zorunda kalıyorum. Bugün de biraz geç kalmıştım ama o beni dinlemedi."

Ağlamaya devam ediyordu. İnsanlara, özellikle de tanımadığım insanlara temas etmekten korkuyorum, ama karşımdaki kadının ağlamalarına dayanamayarak ona sarıldım.

Kadının ağlamaları, içimi burktu. Onu teselli etmeye çalıştım, "Sakin olun, her şey düzelecek." dedim. Kadın gözyaşlarını silerek bana baktı, gözlerinde derin bir acı vardı.

"Benim adım Leyla." diye kendini tanıttı. "Araf Bey, bugün bana acımasızca işten kovulduğumu söyledi. Öylece kalakaldım. Üç çocuğum var onlara kim bakacak? Tekrar iş bulmam zamanımı alacak. Eşim iki sene önce vefat etti. Oğlum da hasta şimdi ben ne yapacağım?"

Çekinerek "Geçmiş olsun oğlunuzun nesi var?" Diye sordum.

"Geçen hafta kanser olduğunu öğrendik. Tedavilerine yeni başlandı, daha yeni izinlerimi kullandığım için oğlumun yanında olamıyorum. Bugün geç kalmasaydım Araf Bey'den izin alacaktım ama artık gerek kalmadı." Dedi tekrar ağlayarak. Nedense onun bu tavrına hiç şaşırmadım. Az önce Faruk Bey'i on dakika içinde şirkete getirmezsem beni kovacağını söyleyen adamın, birini kovmak için bahane bulmasına hiç gerek yoktu. Hiçbir şey bulamazsa bunu kendi üretirdi.

Leyla'nın yaşadıklarını düşününce üzülmüştüm. Kadının bu halini gördükçe Araf'a karşı öfkem giderek artıyordu. Benim için Leyla gibi zor durumda olan bir kadına bu şekilde davranması kabul edilemez bir şeydi. Araf herkesi kırıp geçiyordu anlaşılan bugün ters tarafından kalkmıştı!

"Leyla, sana yardım etmek istiyorum." dedim kararlı bir şekilde. "Sen şimdi bunları düşünme olur mu? Her şeyi düzelteceğim sana söz veriyorum, lütfen artık ağlama."

Leyla gözlerinde umut dolu bir ışık yakaladı. "Gerçekten mi?" diye sordu. "Ama biz ne yapabiliriz ki? Onun tek doğru bildiği şeyin iş. Ben hata yapmadım."

"Ona kendini ispat etmek zorunda değilsin, Leyla. Bugün bana da pek iyi davrandığı söylenemez. Sen merak etme şimdi onunla gidip konuşacağım ve bu durumu düzelteceğim." dedim. Ağlamayı bırakıp gülümsedi.

Kadın çantasını alıp beraber dışarı çıktık. Onu bir taksiyle evine gönderdim. Araf'ı ikna edersem tekrar işe geri dönmesini haber vermek için kadının numarasını almayı ihmal etmemiştim. Giden aracın arkasından bakarken Araf'ı nasıl ikna edeceğimi düşündüm. Yağmur yağacakmış gibi kara bulutlar gökyüzünde toplanmıştı. Islanmaktan nefret ettiğim için içeri gidip arşiv odasındaki dağınık olarak bıraktıklarımı yerine koyduktan sonra arşiv odasından çıkıp hızla asansöre doğru yöneldim. İneceğim kata geldiğimde masamın yanındaki koltuğa oturup dinlenirken Leyla konuştuklarımızın etkisinden çıkamamıştım.

Loading...
0%