Yeni Üyelik
34.
Bölüm

34.Bölüm

@madrabazbiryazar

Gözleri açık arkadaşının anlattıklarını dinleyen kız duyduklarına inanamadı. Masal'ın bugün neden üzüldüğünü şimdi daha iyi anlamıştı.

"Gökay'ın başkasıyla olmasına kızdın."

"Hayır, ben başkasıyla birlikte olmasına değil, aksine beni kandırıp boşuna vaktimi harcadığı için kızdım."

"Sen çoğu zaman insanlara kızarsın ama başını alıp böyle yerlere de gitmezsin. Belli ki onları sarmaş dolaş görmek canını sıktı."

"Düşündükçe fena oluyorum. Söyleme şöyle şeyler Alisa."

Kapının önünden traktör gürültüyle geçerken ev hafif sallanmaya başladı. Köy çocuklarından birkaçı bağıra çağıra traktörün peşinden gidiyorlardı. Ne oluyor diye cama çıkan Masal, küçük çocukların alaylarına maruz kaldı:"Aa, Masal Abla gelmiş..."

Çocuklar anlaşmış gibi hep bir ağızdan bağırarak "Hoş geldin." dediler.

Onların bağırmalarına kulaklarını tıkayan Masal, çocuklara kaşlarını çatıp susmalarını söyledi. Alisa da diğer cama çıkıp gürültüyü selamladı. Masal çocuklara kızmaya devam ediyordu. İnadına çocuklar daha çok ses çıkarıyorlardı. Bir tanesi arkadaşımla dalga geçiyordu. Ötekiler çocuğun ağzını tıkarken dalga geçen çocuk arada söylenmeye devam etti.

"Bak getirme beni oraya yoksa..."

Öteki gülerek sağa sola sallanıp "Hiçbir şey yapamaz ki." Dedi zevkle.

"Geliyorum ulan bekleyin sakın kaçmayın!"

Masal pencereyi kapatmış aşağı iniyordu ki Alisa gülmeyi bırakıp arkadaşına gitmemesini söyledi: "Ne yapıyorsun Masal, çocuk onlar daha ne dediklerini kendileri de bilmiyorlar. Hiç küçücük çocuğun söylediklerine kızılır mı?"

"Hakaretlere sessiz mi kalayım?"

"Otur kahvaltını et." Dedi Alisa. Dışarıdan Masal'a seslenen çocuklar gülerek alay ediyorlardı. Masal kaşla göz arasında soluğu küçük çocukların yanında almıştı. Hemen aşağı inip ona engel oldum. Alay eden çocuk korkmuştu. Masal, sözleriyle çocuğun gözünü yeteri kadar korkutmuştu çocuk daha fazla dayanamayıp ağlayarak özür diledi.

"Ne yapıyorsun ağlattın çocuğu Masal, küçücük çocuğu korkutmakla ona yaptığının yanlış olduğunu böyle mi öğreteceksin?"

"O bana hakaret ederken hiç küçük çocuk gibi değildi."

Çocuk merhametimden cesaret alıp arkama saklanarak yan tarafımdan gizlice Masal'a bakıyordu. Çocuğa dönüp ağlamaması için küçükken bana sorulan saçma sapan soruları çocuğun ellerini tutup dizlerimin üstüne çöktükten sonra sordum: "Bir daha yapmayacaksın değil mi?"

Gözleri yaşla dolan çocuk başını salladı. Pişman olduğu belliydi. Masal, çocuğu affetmemiş gibi bakınca dayanamadım: "Şunun masum bakışlarına bak Masal, nasıl da sevimli öyle değil mi?"

Arkadaşım bilirim ben o masum bakışları der gibi başını salladı: "Buradan öyle görünmüyor." Deyince kaşlarımı çatarak Masal'a bakıp nedenini sordum. O da nedenini açıklamaya çalışarak, "Peki, bu çocuğa sor bakalım annesini mi daha çok seviyor yoksa babasını mı diye bakalım ne cevap verecek?

Anlamamış gibi baktığımı fark edince sormamda ısrar etti. Çocuğa dönüp gülümseyerek "Söyle bakalım anneni mi daha çok seviyorsun yoksa babanı mı?"

Çocuk sevimli ellerini birbirine vura vura "Yunus Emre'yi." Diye cevap verince şaşırmıştım.

Masal'a dönüp yanımdakini haklı çıkarmak için övmeye başladım: "Bak çocuktaki zekayı görüyor musun? Bu yaşta Yunus Emre'nin kim olduğunu biliyor. Sen de böyle ilim aşkıyla tutuşan çocuğu azarlıyorsun."

"Peki, şu ilim aşkıyla tutuşan çocuğa sor bakalım neden Yunus Emre'yi daha çok seviyor?"

Tekrar çocuğa dönüp sorunca cevap olarak şöyle dedi: "Ben Yunus Emre'yi iki yüz lirada resmi olduğu için seviyorum."

Çocuğun cevabına gülünce elimden kurtulup kaçarak köyün içine doğru gitti. Diğerleri de peşinden onu takip edince biz de eve girip kahvaltımıza geri döndük.

"Burada ne kadar kalacağız?"

"Bir hafta kalırız hem hazır sınavlarım da yeni bitti."

"Bir hafta biraz fazla değil mi?" diye cevap verdim.

Aklına çocuklar gelmiş gibi kısa bir süre düşündükten sonra "Doğru söylüyorsun, üç gün yeter. Burada bir hafta kalırsam deliririm." Dedi.

"Canım sıkıldı, sen sıkılmadın mı?"

"Hadi kalk, Nesrin Teyze'nin yanına gidelim."

Diğer odaya gitmeden önce seslendi: "Tamam hemen telefonumu alıp geliyorum."

Masal odaya gidip telefonunu alırken ben de kapıda onu bekliyordum. Gelince beraber Nesrin Teyze'nin evine doğru yola koyulduk. Yoldaki ağaçlar ve çiçeklerin güzelliğiyle göz göze geldik. Her biri renk renk açmıştı. İnsan ister istemez doğanın güzelliğine karşı mutlu oluyordu. Masal koluma girince sorunun ne olduğunu öğrenmek istedim: "Sana köy havası yaramadı, içine kapanık biri olup çıktın. Sen böyle davranmazdın."

Masal derin bir nefes alıp içinden geçenleri anlatmaya başladı. Yolda yürümeye devam ediyorduk ama yavaşlamıştık. Bitirdikten sonra bir ân için sessiz kaldı. Sonunda, "Teşekkür ederim, Alisa. Seninle konuşmak istediğimde, yanımda hep sen varsın." dedi.

Tam ağzımı aralamış konuşacakken gelen bildirimle dikkatim dalmıştı. Cebimdeki telefonu çıkarıp mesajın üzerine tıkladım.

Gökay: Masal yanında mı?

Gökay: Kendisine ulaşamıyorum. Mesaj ve aramalarıma cevap vermiyor.

"Gökay mesaj atmış 'Masal yanında mı?' diyor. Telefonun hep yanındaydı, hiç çaldığını duymadık ki. Sana nasıl ulaşamıyor?"

"Ulaşamaz çünkü kendisini engelledim." Sesinde oh iyi yaptım, der gibi bir ifade vardı.

Gökay'a mesaj yazarken yavaşlamıştım. Masal beni geride bırakıp önden yürümeye başladı. Hızla cevap yazıp ona yetişmeliyim.

Siz: Yanımda ama seni görmek istemiyor.

Gökay: Neredeyse söyle yerini çünkü şu an onunla konuşmam gerek.

Siz: Kusura bakma ama söyleyemem.

Gökay: Alisa!

Siz: Gitmem gerek üzgünüm.

Telefonu cebime koyup hızlı adımlarla Masal'a yetiştim.

Masal derin bir nefes aldı ve gözlerini bana çevirdi. Sanki hiç konuşmamız bölünmemiş gibi dert yanmaya devam etti: "Şu günlerde kendimi kaybolmuş hissediyorum. İçimde bir karmaşa var. Bir şeylerin değiştiğini hissediyorum, ama ne olduğunu tam olarak anlayamıyorum." dedi.

Masal'ı dinlemek istiyordum ama aklım başka bir yerdeydi. En son ne demişti? Kulaklarım duyuyor ama anlamıyordu. Dinlemediğimi fark edince sinirlenerek "Alisa beni dinlemiyorsun." Dedi.


Hâlâ dinleyemiyordum ancak kızmasına karşılık dalgınlıkla "Gökay mesaj atmış seni soruyor. Nerede olduğunu merak ediyormuş." Dedim.

Masal şaşırmamış, ilgilenmiyormuş gibi konuştu: "Sen ne dedin?"

"Söyleyemem dedim."

"İyi demişsin."

Yürümeye devam ettik. Nesrin Teyze'nin evinin önüne gelince kapıyı çalıp içeri girdiğimizde evden gelen hoş yemek kokuları mutlu olmama yetmişti. Sarılma faslından sonra Nesrin Teyze'nin ısrarı üzerine öğle yemeğine kaldık. Masada pilav ve sarmayı görünce düşüncelere dalıp gitmeden edemedim. Bir sarma yüzünden ne azarlar işitmiştim, şimdi ise tüm ihtişamıyla karşımda duruyordu.

Masal sarmadan bir tane alıp bana göstere göstere, "Sarma görünce dalıp giden bir sensin herhalde! Yesene kız, çok lezzetli olmuş. Ellerine Sağlık Nesrin Teyzem."

"Ne? Ha! Evet, sarma çok güzel olmuş. Ellerinize sağlık."

Nesrin Teyze gülerek bana, "Daha bir tane bile yemedin ki kızım. Hadi afiyet olsun. Yiyin bakalım o kadar yoldan geldiniz."

Masal neşesini az da olsa bulmuştu. Bu sefer benim içime bir sıkıntı doğmuştu. En sevdiğim yemeklerden biri önümde duruyordu ama iştahım kaçmıştı. Yemeklerimiz bittiğinde Masal: "Her şey harikaydı Nesrin Teyze, tekrardan ellerine sağlık. Ben şu bulaşıkları yıkarken Alisa da bana yardım eder. Sen otur biz bulaşıkları hallederiz."

Ben kalkmayınca ayağıma hafifçe basarak uyaran Masal'a kaşlarımı çattım. Ardından kalkıp mutfağa gittim: "Ne oluyor ya, niye ayağıma basıyorsun?"

"Hemen şunları yıkayıp buradan tüyelim birazdan altın günü başlar."

"Bugün altın günü olduğunu nereden biliyorsun?"

"Şuraya baksana sarma, kısır, börek, makarna salatası, pastalar, çörekler..."

"Kalalım ne olacak ki?" dedim.

Masal kafasını gülerek salladı: "Neden bu yaşına kadar evlenmediğini teyzelere açıklamak hoşuna gidiyorsa tamam o zaman kalalım. "

"Kalalım, ben onlara ne cevap vereceğimi iyi biliyorum."

Masal gülmekten elinde tuttuğu köpüklü tabağı yıkamaya çalışırken telefon çaldı. Islak elleriyle gelen aramayı cevaplayıp sol kulağına götürdü.

"Alo anneciğim... Nerede miyiz? Evde nerede olacağız anne sen de ya... Evet, anne, Alisa da yanımda... Siz ne yapıyorsunuz? Gerçekten mi? Tamam anne, kapat şu ân işim var. Ben sonra seni ararım."

Merakla sordum: "Ne olmuş?"

"Annemler köye geliyor. Bizim buradan hemen gitmemiz gerek. Onlara evde olduğumuzu söyledim. Bizi burada görmemeliler."

"Buraya mı geliyorlar şimdi?"

"Yürü gidelim hemen eşyaları toplayalım. Evi eski haline getirip yola çıkmamız gerekiyor. Kahvaltı masasını toplamadık. Bir saate gelirler."

"E, Nesrin Teyze bizi gördü. Ya kızınız az önce buradaydı derse? Hem Dayın da bizi gördü."

"Annem, Nesrin Teyze'yi pek sevmez. Yıllardır görüşmüyorlar. Konuşturma beni hemen şunları yıkayıp eve gidelim. Mehmet Dayım çok yalan söylemekten adı çıktığı için annem onun hiçbir dediğine inanmaz."

Masal'ın söylediklerine mi şaşırsaydım yoksa hemen buradan gitmemize mi?

Hızla bulaşıkları yıkayıp oradan ayrıldık. Eve geldiğimizde eşyaları topladık, eve hiç gelmemişiz gibi eski hâline geri getirdikten sonra köyden ayrıldık. Bilet alıp yola çıktık. Akşam olmak üzereyken otobüs geldi. Yol boyunca uyuyan Masal, uyanınca gözlerini ovuşturup gelip hâlâ gelmediğimizi sordu. Henüz gelmemiştik daha çok yolumuz vardı. Masal geri uyudu.

Telefona gelen mesajlara göz gezdirdim. Umurumda dahi olmayan indirim mesajlarından başka bir şey yoktu.

Hayal kırıklığıyla telefonu bırakıp yolu seyretmeye başladım. Gelen bildirimi bu sefer umursamadım. Kulaklığı takıp yol boyunca müzik dinlerken gözlerimi kapattım.

Üstteki bildirimin Gökay'dan geldiğini görünce tekrar hayal kırıklığına uğradım.

Gökay: Masal'la konuşmama yardım et Alisa. Gerçekten düşündüğü gibi bir şey olmadı.

Ne demek düşündüğü gibi bir şey olmadı? Dalga mı geçiyor yoksa beni saf mı zannediyor?

Gökay: Masal'ı ikna eder misin? Sana atacağım konuma getirmen gerekiyor.

Gökay: Çok önemli.

Sürekli gelen bildirime sinirle uyanan Masal, "Noluyor ya, kıs şu bildirimlerini Alisa."

Gökay: Alisa orada mısın?

Gökay: Masal'ı buraya getirirsen gerisini ben halledeceğim.

Masal artık uyumayı bırakıp bana bakınca ne yapacağımı bilemedim.

"Kimle yazışıyorsun, Araf'la mı?"

"Yok canım, ne Araf'ı, o hiç mesaj atar mı? O egoyla biraz zor!"

"Reklam şirketleri mi?"

"Evet, aynen reklam şirketleri! Yakamızı bırakmıyorlar ya, şu mesajı illâ gönderecekler."

"Beni de çok rahatsız etmeye başladı. Yok kasım ayı indirimi yok, yok fırsat indirimi..."

Gökay: Alisa görüldü atmayı bırakıp cevap yaz!

Tekrar bildirim gelince Masal şüphelendi. Yüzüme sorgular gibi bakarak konuştu: "Bana doğru söylediğine emin misin, pek indirim reklamına benzemiyor gibi."

"Sen uykuna devam et. Ben hemen bildirimleri kapatıyorum. Bak kapattım bile.."

Otobüs mola verirken Masal dışarı çıktı. Bu ânı fırsat bilip hemen Gökay'ın mesajlarına cevap yazdım.

Siz: Masal tam yanımdayken cevaplayamadım.

Siz: Tamam, sen merak etme ben halledeceğim. Sürekli bana mesaj atma, varınca ben sana mesaj yazarım.

Gökay: Varınca mı? Siz neredesiniz ki?

Siz: Boş ver şimdi sen dediğimi yap yeter. Gerisine karışma.

Gökay: Öyle olsun bakalım.

Masal elinde tost ve çikolatayla geri döndü. Anlamamış gibi yüzüne bakıp sordum: "Tostu anladım da çikolata niye?"

"Otobüs mola vermeyecekmiş ben de aldım. Çikolatasız yapamam biliyorsun."

... 

Sabahtan beri Masal'ı aramadığım yer kalmamıştı. Bir günde ortadan kaybolmuş gibi hiçbir yerde yoktu. Yanımda Funda ile uyuyor numarası yaparken gerçekten uyuyakalmıştım. Masal aşağıdaysa bizi bu hâlde mutlaka görmeliydi. Ne hissettiğini öğrenirsem ne yapmam gerektiğine de karar veririm. Hemen yataktan kalkıp Funda'yı gönderdikten sonra aşağı indim. Dün Masal televizyon izlerken uyuyakalmıştı. Koltuk boştu, bu kız nereye gitmişti?

Evdeki çalışanlardan birine sordum: "Masal nerede gördünüz mü?"

"Gitti efendim."

"Haber vermeden nereye gitti? Yukarı çıktı mı?"

"Evet efendim."

"Neden gitmesine izin verdiniz?"

"Efendim, ağlamak üzereydi.."

"Üzülmüştü demek bu da güzel. Hiçbir tepki vermeseydi o zaman işim çok daha zor olacaktı. Yine de gitmesi iyi olmadı."

Uyuyakaldığım için gidişini hesaba katmamıştım. Şimdi onu bulmam gerekiyordu. Odama gidip telefonumu aldım. Merdivenleri hızla inip evden çıktım. Son sürat Masal'ın evine giderken telefonunu aradım açmadı. Tekrar aradım yine açmadı.

Eve vardığımda yukarı çıkıp zile bastım. Bekledim ama açan olmadı. Şansımı bir daha denedim. Yine açılmamıştı. Bugün okulu yoktu nereye gitmiş olabilir düşün Gökay, düşün!

Son kez zili çaldım yine açılmayınca kütüphaneye gittim. Arkadaşlarından birine Masal'ı sordum. Bugün buraya hiç gelmediğini söyledi. Aklıma Alisa geldi. Hemen mesaj atıp Masal'ın yerini öğrenmek istedim.

Alisa bana yardım edeceğini söylemişti. Evi terk etmeye çalışacağını tahmin etmiştim ama şehirden uzaklaşmasına anlam veremedim. Onu ikna etmem zor olmayacaktı ama önce onu yüz yüze gelmeliydim. Belki bir akşam yemeği ayarlayabilirdim ya da karşısına çıkmalıydım.

... 

Eve geri döndüğümde sinir krizi geçiren Carly, etrafı yine dağıtmıştı. Beni görünce deliye dönerek bağırıp çağırmaya başladı:

"Onu seviyorsun değil mi, Alisa'yı seviyorsun. Bana cevap ver Araf!"

"Carly, ses tonuna dikkat et! Sen bana hesap soramazsın karşında ben olduğunu unutma!"

"Onu seviyorsun hem de başından beri... Bunu anlamam gerekirdi. O sinsi kadın, seni kandırıp kendine aşık etti! Bunların hepsi bir oyun, bunu Gökay'la beraber planladılar neden bana inanmak istemiyorsun?!"

"Alisa'nın bir suçu yok o masum biri, Carly!"

Sinirle gülen kadın bağırmaya devam ederek, "Masum öyle mi? Gökay'la iş birliği yapıp seni kandırmayı planlayan o kız mı masum? Sen onu tanıyamamışsın Araf! O öyle biri değil."

"Sen ne saçmalıyorsun? Kıskançlıklarına daha fazla dayanamıyorum. Bu ilişki bitti artık neden anlamamakta bu kadar ısrarcısın?"

"O seni kandırmayı başardı. İnanmıyorsan git Gökay'a sor, yaptığını itiraf eder mi bilmiyorum sonuçta beni senden ayırmak için her şeyi yaptı ve bunu başardı!"

"Söylediklerin eğer gerçekse..."

"Ben doğruyu söylüyorum. Sana onlar yalancı diyorum. Birlik olup seni kandırıyorlar. Bizi ayırmayı başardılar. O ikisi, bizim üzerimizden bir anlaşma yaptı anla artık! Alisa masum değil, o tam bir şeytan!"

"Bu çok büyük bir suçlama. Kanıtın var mı?"

Delirmiş gibi bana baktıktan sonra, "Tanrı şahidim olsun ki doğruyu söylüyorum, birlikte onları görüp duyanlardan öğrendim!"

Carly elindekini camı fırlatıp sinirle tekrar konuştu: "Her şey onun yüzünden oldu! Nefret ediyorum ondan, nefret ediyorum Gökay'dan ve artık senden de nefret ediyorum!"

Carly kontrolden çıkmış gibi bağırıp çağırıyordu. Etrafı dağınık gördüğüm için sinirden deliye dönmüştüm. Zihnimde hep aynı ses yankılanıyordu. O ikisini bulup hesap sormak. Alisa ve Gökay arkamdan iş çevirmişlerdi. Aralarında ne konuşuldu bunu öğrenmeliyim. O ikisini bulursam dünyayı başlarına yıkacaktım. Çalışma odama gidip öfkemin yatışmasını bekledim. Ben ne yapacağıma karar verirken kapıyı çarpıp çıkan Carly sonunda evimden gitmişti.

Bu hareketler Gökay'dan beklenirdi çünkü Carly'e yaptıklarında haklılık payı vardı ama Alisa'nın bunu yapmasındaki amaç neydi? Bu işten çıkarı nedir ki Gökay'a yardım etsin? O kız gerçekten beni kandırabileceğini mi düşünmüştü? Bunu bana yapma cesaretini ona kim vermişti?

Tabii ki Gökay!

Düşündükçe deliriyorum. Beklemenin bir anlamı yok. İkisinden de hesabımı sormak için artık yarını beklemem şart değil!

Hızla evden çıkıp arabasına bindi. Alisa'nın evine gelince arabadan inip apartmana girdi. Kapıyı sürekli çalmasına rağmen kimse açmadı. Öğrenmiş olma ihtimalini sezmiş kaçıp gitmiş miydi, diye düşündü.

Yerin dibine de girseler, ikisini de bulup arkamdan iş çevirmek neymiş gösterecektim.

Alisa'nın evde olmadığına emin olduktan sonra bir mekana gidip kendini yatıştırmak istedi. Yarın ikisi için de hayatlarının en büyük şokunu yaşayacaktı.

..

Uzun yolculuğumuzun ardından nihayet eve adımımızı atmıştık. Gelmiştik gelmesine ama Masal'ı Gökay'la nasıl buluşturacaktım? Ona gerçeği söylesem asla gitmeyeceğini biliyorum. Gökay'a yardım edeceğimi de söylemiştim. Keşke söz vermeseydim, şimdi ne bahane bulsam diye düşünüyorken "Dışarı çıkalım mı, temiz hava alırız." dedim. Masal gözlerini kısarak bana baktı: "Bugün sende bir haller var. Hiç normal davranmıyorsun."

"Yok canım, ne olacak ki?" diye geçiştirmeye çalıştım.

"Dışarı çıkmak istemenin nedeni temiz hava almak mı, yoksa..." Devamını getirmesine izin vermeden "Alt tarafı hava güzelken dışarı çıkıp biraz eğlenmek istedim, hepsi bu!"

"Tamam, sakin ol. Hiçbir şey demedim sadece dışarı çıkmak istiyorsan çıkalım."

"Gerçekten mi?"

"Sen benimle nerelere kadar geldin, ben seninle dışarıya mı çıkmayacağım, hadi çıkalım."

Canım arkadaşım deyip sarılacakken Masal abartılı tepkimden şüphelenecek diye korktum. Hemen kendimi toparlayıp kollarımı geri çektim. Eşyaları odaya bırakıp dışarı çıktık.

Masal'a telefonunu içeride unuttuğunu söyleyip eve yolladım. Ona fark ettirmeden daha önce telefonunu yanıma almıştım. Biraz zaman kazanmak için bu yalanı buldum. Telefonumun kilidini açıp Gökay'a mesaj attım.

Siz: Onu dışarı çıkartmayı başardım. Attığın konuma Masal'ı göndereceğim ama onu üzecek herhangi bir şey söylemeyeceksin.

Gökay: Tamam sorun yok.

Masal nefes nefese yanıma geldi: "Telefonumu mu düşürdüm, evi aradım her yere baktım yok."

Yalanım ortaya çıkmasın diye "Belki bendedir. Dur bir çantama bakalım, aaa buradaymış..." dedim.

Masal derin bir nefes verdi: "Aslında evde benim aklıma gelmişti ama neyse telefonum bulunduğuna göre artık sorun kalmadı. Şimdi nereye gidiyoruz?"

Gerçekten bu saçma oyunuma inanmasına şaşırıyordum. Sorusuna cevap olarak, "Çok güzel bir yer biliyorum. Yeni keşfettim, bayılacaksın."

.... 

Gökay yarım saatten fazla mekanda oturmuş gelmelerini bekliyordu. Dakikalar geçtikçe ne söyleyeceğini bilemez hâle geliyordu. Kızı kandırıp ikna edeceğini düşünmüştü ama bir ânda kendinde bunu yapamaya cesareti kalmamıştı. Masal'ın karşısına çıkmaya hazır olduğumu zannediyordu ama yanılmıştı. O yokken Araf'la konuştukları konuyu halledeceğine emindi ama şimdi neden korkuyordu?

Onlar gelmeden hemen buradan gitmeliyim diye düşündü. Araf'ı arayıp yanına gitmek istedi. Gökay hesabı ödeyip dışarı çıktı. Bir süre arabada durup Alisa ve Masal'ın gelişini izledi. Tam zamanında dışarı çıkmıştı. Yoksa karşılaşmaları ân meselesiydi.

Araf aranıyor..

Gürültüyle karışık bir ses geliyordu. "Kardeşim neredesin sen ya, bu sesler ne?"

"Bizim mekandayım, birazdan kalkacağım niye sordun?"

"Yanına geliyorum, bir yere ayrılma."

"İyi, gel bekliyorum kardeşim!"

Telefonu kapatan Gökay, son sürat Araf'ın olduğu mekana gitti.

... 

Araf, kafa dinlemeye geldiği yerde oturup bir şeyler içerken mekandaki gürültüyü duymuyormuş gibi davranıyordu. İnsanları izlemeyi bırakıp bara doğru gidip oturdu. Tam yeni içecek isterken yanına gelen kadının biri "Selam, oturabilir miyim?" Diye sordu.

Soğuk ve emredici ses tonuyla "Otur!" Diye karşılık verdi Araf.

Aralarındaki mesafe uzak olduğu için Araf'la konuşmak isteyen kadın, ayağa kalkıp taburesini adama yaklaştırdı. Adam, yoğun bir parfüm kokusu alınca kadına başını çevirip yüzüne baktı.

Gülümseyip yanına oturan kadın, gürültüyü bastırmaya çalışarak yüksek sesle barmene "Her zamankinden iki tane lütfen!" Dedi.

Barmen gürültüde söyleneni bir çırpıda anladığını belirterek başıyla onayladı. İçecekler hazırlanırken Araf itiraz etti: "Hanımefendininki kalsın, ben içmiyorum!"

Kadın hiç bozuntuya vermeyip gülümseyerek, "Başka bir şey istiyorsan onu da ısmarlayabilirim. Sorun yok."

Kadının gülüşüne karşılık ilgilenmediğimi belli edercesine başımı diğer tarafa çevirdim. Bu hareketime sinirlenmişti. Hemen tavrını değiştirip "Güzel vakit geçireceğimize inanmıştım, ama yine de sen bilirsin. İyi eğlenceler!" Dedikten sonra içkisini alıp yanımdan uzaklaştı. Tam o ân da Gökay geldi.

Selamlaştıktan sonra durumu çözmeye çalışan bir dedektif gibi kadına bakarak konuştu: "Az önce giden kadın sana mı trip attı yoksa bana mı öyle geldi? Güzel kızmış niye reddettin, ne güzel vakit geçirirdiniz."

"Dalga geçmeyi kes! Her kadın ilgimi çekmiyor!"

"İlgini çeken kadınları bir tarif etsene merak ettim. Carly gibi olmadığı kesin!"

Utanmadan gülüyor! Ben bu gülüşü soldurmasını da bilirim ama yarına kadar sabretmem gerekiyor. Alisa'yla beraber planladığınız oyunun hesabını birlikte soracaktım.

"Sen buralara pek gelmezdin ne oldu Carly'le mi bozuştunuz? İnşallah ayrılırsınız... Yani umarım aranız düzelir demek istemiştim."

"Carly konusu kapandı. Bu sefer bittiğine kendisi de emin oldu."

"Oh be sonunda! Ne buluyordun o kadında ben anlamıyorum, senin adına çok sevindim kardeşim... Darısı Carly'i aldattığın kadının başına... Gerçi böylece Carly ile ödeşmiş oldunuz ama neyse..."

Ayrıldığımı söyleyince nasıl sevindiğinin farkındaydım.

"Gökay ağzını yüzünü dağıtırım!"

"Tamam sustum. Buraya eğlenmeye geldik kavga etmeye değil."

Kızlar Gökay'ın gönderdiği konuma gelmişti. Yarım saatten fazla mekanda oturmuş gelmesini bekliyorlardı. Vakit geçtikçe Alisa'nın eli ayağı birbirine dolaştı. Makyajını tazelemek bahanesiyle tuvalete gitti. Gökay'ı defalarca aramasına rağmen açmıyordu. Başına bir şey mi geldi, diye düşünmeden edemedi.

Mesaj atıp arkadaşının yanına döndü. Gökay'ı beklerken bir şeyler içmek iyi olabilirdi. Böylece Masal da şüphelenmemiş olurdu.

Menüye göz atarken garson gelip siparişimizi vermemiz için bekliyordu.

"Ben sütlü bir kahve alayım. Köpüksüz ve şekersiz olsun." dedi Masal.

Garson not alırken bir ân arkadaşımın Masal'ın dediğini doğrulamak istercesine yüzüne bakıyordu. Ardından bana sıra geldi:

"Ben de bir tane bol köpüklü Türk kahvesi alayım."

Garson siparişlerimizi aldıktan sonra uzaklaşırken masaya eğilerek "Beraber dışarı çıkıp gezip tozmayalı hayli zaman oldu."

Yalandan bir sohbet başlattım.

2 saat sonra

Mekanda bizden başka kimse kalmamıştı. Gökay'ın gelmeyeceğine kesin emin olmuştum. Gelemeyecekti o zaman neden beni boş yere uğraştırmıştı? Masal her ân yalanımı yakalayacak diye ödüm koparken o ise telefonlarıma cevap dahi vermemişti. Gökay'ı elime bir geçirirsem Masal'dan önce ben pişman edecektim!

Eve dönerken yolda kaldığımız sohbete devam ediyorduk. Masal'ın bitmez dedikodu kilidini açmıştım.

Eve vardığımızda ise pijamalarımızı giyip kendimizi yatağa attık. Çok geçmeden uykuya daldım.

Sabah uyandığımda yatağımda değil de sanki yerde uyuyakalmışım gibi bir ağrıyla gözlerimi araladım. Kendime geldiğimde ise bilmediğim bir yerdeydim. Gerçekten buz gibi bir zeminin üzerinde buraya nasıl geldiğimi anlamaya çalışıyordum. Karşımda siyahlar giymiş beşten fazla adam duruyordu. Uyandığımı fark edince ne yapacaklarını şaşırır gibi yüz yüze baktılar. Korkudan geri çekilerek, "Siz kimsiniz, ben buraya nasıl geldim?" Biri bile ağzını açıp soruma cevap vermedi. Korkum daha da arttı. Bunlar Araf'ın bahsettiği peşimde olan adamlar olmasın? Ama bu olamaz. Acaba rüyada mıyım? Ellerim buz gibi zemini hissediyor. Hayır, burası öyle soğuk ki rüya olmayacak kadar gerçek.

"Benden ne istiyorsunuz, arkadaşım nerede?"

Konuşurken titremem engel olamadım. Üşüyordum, sanki biri burayı özellikle soğuk olmasını istemiş gibiydi. Çok geçmeden kapıdan biri geldi. Yaklaşınca kim olduğunu anca görebildim. Gözlerime inanamıyorum. Ağzımdan istemsizce kaçırarak sesli söyledim: "Araf senin burada ne işin var?"

İşaret parmağını dudaklarına değdirmeden susmamı söyledi. Hiç umurunda değilmişim gibi adamlardan birine, "Gökay'ı da getirmenizi istemiştim, o nerede?" Diye sordu.

Hepsi başlarını yere eğmişti. Cevap vermeye korkuyorlardı. İçlerinden biri konuşmaya çekinir gibi bir sesle, "Efendim, Gökay Bey'i getirmek biraz zor..."

Araf kaşlarını çatarak karşısındaki adama sinirle, "Nedenmiş o?" diye sordu.

"Siz de biliyorsunuz ki Gökay Bey çok iyi dövüşüyor."

Olanları ağzı açık dinliyorum. Ne olduğunu anlamamıştım ama burada kötü şeyler olduğu kesin.

Araf'ın bakışlarından sonra karşısındaki adamlardan biri diğerlerine Gökay'ı getirmelerini emretti. Birkaçı depodan dışarı çıkıp gittiler.

Araf, kalan adamlara dönüp "Siz ne güne duruyorsunuz, belinizdekiler süs olsun diye mi var?" Dedi.

"Efendim yani Gökay Bey'e silah mı çekelim?"

Gözlerim dehşetle açıldı. Kendime engel olmayıp söze karıştım: "Sen delirdin mi, arkadaşını öldürmeyi mi planlıyorsun?"

Yüzüme alay ve sinirle karışık bir gülümseyişle, "Gökay'la bir olup arkamdan iş çevirdiğinizi öğrenemeyeceğimi mi sandın?" Deyince kalakaldım. Bütün bunların sebebini geç olsa bile sonunda anladım. Araf burnundan soluyordu. İşte şimdi bitmiştim. Keşke elimi biraz çabuk tutsaydım da Gökay'a gidip vazgeçtiğimi söyleseydim. Anlaşmamızı Masal ve bizden başka kimse bilmiyordu. Bunu Masal'ın yapmadığına emindim. Gökay'da söylemiş olmazdı. O hâlde bu sırrı kim söylemişti? Bir süre sessizce bekledim ama hiç kimseden ses soluk çıkmıyor. Gökay'ın gelmesini beklerken burada donacaktım.

"Ben tam olarak ne için buradayım? Çok soğuk burası, üşüdüm."

"O zaman daha sıkı giyinseydin!"

Benimle dalga geçer gibi konuşuyor. Titremeyi bırakıp cevap verdim: "Buraya gelirken fikrim alınmadı maalesef kışlıkları yazın giymek gibi bir fantezim yok."

"Her şeye de bir cevabın var!"

"Beni buraya ne hakla kapatırsın?"

"Peki sen ne hakla beni Carly'den ayırmayı düşündün!"

Sözlerini daha fazla dinlemedim: "Eve gitmek istiyorum."

"Gökay gelmeden hiçbir yere gidemezsin."

"Gökay gelene kadar ben burada buz kütlesine dönüşeceğim. Eve gitmek istiyorum."

Araf ellerini açıp etrafına bakarak "Abartma burası o kadar da soğuk değil."

"Burası soğuk değilse adamlarının üzerindeki kabanlar ne oluyor, aksesuar mı? Basbayağı soğuk burası!"

"Sus artık!" Sesi depoda yankılandı.

"Azıcık centilmen ol, dünya senin zannettiğin gibi düz değil!"

"Bu kadar korkmana gerek yok merak etme burada donarak ölmezsin."

"Parmaklarımı hissetmiyorum. Burada donarak ölmemi seyretmeye gelmediysen o zaman ısınmam için bir şeyler yap."

"Gördüğün gibi bende de kaban yok. Üzerimdeki gömleği istiyorsan bu sana büyük gelir. Bununla ısınacağını hiç zannetmiyorum."

"Senden gömleğini falan istemedim sadece eve gitmek istiyorum."

"Eve gidemezsin diyorum! Yoruldum sana laf anlatmaktan!"

"Ne duymak istiyorsun ki, her şeyi öğrenmişsin işte! Beni buraya hesap sormak için mi getirdin? Tamam o zaman madem çok duymak istiyorsan birde benden duy, Gökay'ın teklifini başta kabul ettim ama sonra pişman olup vazgeçtim. Benim seninle ya da Carly'le bir derdim yok! Bırak beni lütfen, ben evime gitmek istiyorum!"

"Bu lafları sana Gökay'ı ezberletti?"

"Ben ezbere konuşmuyorum içimden ne geçerse onu söylüyorum!"

Araf, söylediklerimi hiç duymamış gibi sinirle konuştu: "Ne zannettin, seninle sevgili olacağımı falan mı? Gerçekten kendine bu kadar güveniyor musun, yoksa Gökay'ın teklif ettiği para çok mu cazip geldi!"

Üzerime kara bir leke gibi yapıştırmak istediği bu imalarına tahammülüm kalmamıştı. Gözlerim dolsa da ağlamayacaktım. Ağlarsam duygu sömürüsü yaptığımı düşünecekti.

Beni böyle aşağılayamazdı. İçimden geçenleri söylemeliyim. Ona olan sevgim bir ân nefrete dönüştü. Tüm cesaretimi topladım: "Gökay'ın verdiği miktardan çok, bu dünyayı sana dar etmek daha cazip geldiği için kabul ettim, anladın mı?!"

Bana acır gibi bakarak "Şu hâlinle bile bana meydan okuyorsun öyle mi, bravo! Oynadığın oyunla seni seveceğimi düşünmüşsün. Yazık sana, hem de çok yazık!"

Ben de yaptığımla övünmüyorum ama o karşımda böyle konuştukça da kendime engel olamıyorum. Beni küçük düşürmeye çalışıyor. Ona bir hatırlatma yapmanın zamanı gelmişti: "Carly'e yardım ettiğim günün akşamı peşimden gelen de bendim zaten! Hatta izin verseydim sevdiğini bile söylerdin."

"O gün sana söylemek istediğimi anladın demek... Ben o gün senin bir aptal olduğunu düşünmüştüm."

"Ne oldu Araf aşkına karşılık bulamayınca üzüldün mü?"

"Eğer seni gerçekten sevseydim o gün eve gitmene müsaade etmezdim. Yani sadece bir ânlık boşluğuma gelmiş oldun."

"Yakında benden başka bir şey düşünemez olacaksın Araf. Bu sözümü unutma."

"Unuttum bile."

"Ziyanı yok, nasıl olsa her şeyin bir vakti var."

"Bence sen kendini kandırmaya devam et çünkü sen anca bunu yapabilirsin."

"O gün yediğin sarmalar var ya... İçine zehir olsun inşallah!" Tabii bunları içimden değil de yüzüne haykırmak isterdim.

"Yüzüme bakacağına kendini savunacak başka yalanlar bulsana hadi!"

Dikkatini dağıtacak bir şeyler mi söylesem yoksa kaderime razı mı gelsem? Tercihi düşünmeme gerek yoktu. Tabii ki dikkatini dağıtacak bir şeyler söylemeliydim.

Araf diz kapağının birini yere koymadan üzerinde durarak yüzüme bakıp konuştu: "Gökay gelene kadar senin hesabını görelim bakalım."

Kendimi savunmaya devam ettim: "Gökay'ın teklifini kabul etmiş olsaydım. Seni sevdiğime inandırıp Carly'den ayırmış olurdum. Kendin o kadından ayrılmak istediğinde ben sana ne söylemiştim hatırlasana!"

Araf bir şey söylemedi bir süre düşündü. Çatılan kaşları düzelir gibi olunca doğru yolda olduğumu anladım. Devam edecektim ki adamlardan biri Araf'a yaklaşarak, "Efendim, Gökay Bey'i getirdik." Dedi.

Araf az önce söylediklerimin etkisini kaybetmiş gibi yüzüme küçümseyici bir bakış attıktan sonra ayağa kalkıp Gökay'a doğru gitti.

Adamların ağzı yüzü kan içindeyken tam aksine Gökay'ın yüzünde bir çizik bile yoktu. Gömleğinin kollarını geri katlarken konuştu: "Adam dövmek için saat sekizi mi seçtin?" dedi.

"Ne lan bu adamların hâli, ben sizi kaç kişi yolladım?" diye sordu siyah giyen adamlardan biri.

Gökay'ın kendinden emin gülüşüyle, "Benim kim olduğunu unuttun sanırım. Bu konuda mütevazı olamayacağım. Bu arada içlerinden bazılarını ortopediye yolladım. Birkaçında ciddi hasar oluştu, artık bir ara hastane ziyaretlerine giderim."

Araf, arkadaşının söylediklerine takılmadı. Ciddi ses tonuyla konuştu: "Alisa ile yaptığın plandan haberim var Gökay."

"Olanları zaten biliyordun. Yine niye sinirlendin ki? Her şey şu kızcağızın dediği gibi oldu. Tekrar mı anlatayım? Alisa başta kabul etti fakat ne oldu bilmiyorum ama sonra teklifimi reddetti. Kızın bir suçu yok. Burada suçlu biri varsa da, o Alisa değil, benim!" Dedi Gökay.

Yerden kalkıp ellerimdeki tozları temizlemek için birbirine sürttüm. Yanlarına gittim. "Madem benim bir suçum olmadığı ortaya çıktı, o zaman ben eve gideyim. Size iyi boğuşmalar..." deyip gidecekken Araf'ın sesiyle irkildim.

"Sana gidebilirsin diyen olmadı!"

"Bir de senden izin mi alacağım, duydun işte benim suçum yok! Şimdi mahvettiğin uykumu tamamlamaya gidiyorum."

Kapıya geldiğimde korumalar çıkmama izin vermediler. Gerisin geriye dönmek zorunda kaldım. Aynı yere geldiğimi gören Araf, gülerek alayla karışık, "Noldu, gidemiyor musun?"

Araf'ın söyledikleriyle ilgilenmiyormuşum gibi "Gökay şu kapıdakileri de halleder misin, şu yanındaki şeyle muhatap olmak istemiyorum!"

Araf, gözlerini bana dikerek Gökay'a "Şey diye bana mı dedi o?"

Gökay'da anlamamış olacak ki tekrar etti: "Şey derken?"

"Yani hem her şey hem de hiçbir şey!"

Gökay alayla bana bakarak, "Yani, şu mistik ortamda felsefe yapmanın sırası mıydı?"

"Gökay hadi, bizi buradan çıkart dondum!"

"Hakikatten çok soğukmuş burası, gidelim."

Gökay'ı gören korumalar kapıyı açıp bize yol verdiler. Depodaki soğuğun aksine dışarıda güneş vardı. Soğuktan donmak üzereyken bu iyi gelmişti. Depo önünde Gökay'a teşekkür etmeyi ihmal etmedim.

"Biliyor musun, senin şu sevdiğin adamı ikna etmek çok zor."

Kaşlarımı çatıp söylediklerine itiraz ettim: "Nerden benim sevdiğim oluyormuş, ayrıca ne ikna etmesi, ne diyorsun anlamıyorum?"

"Ben dün her şeyi anlattım. Hem de yalansız. Dürüstçe... Bana kızmasına alışığım ama işin içinde sen de olunca sinirden deliye döndü. Akşam sakindi sabah yine niye sinirlenmiş anlamadım?"

"Ne demek her şeyi anlattım, delirdin mi sen! Nasıl yaparsın ya böyle bir şeyi? Ya beni öldürseydi?!"

Ellerini cebine koymuş rahat rahat konuşuyordu: "Merak etme o sana bir şey yapamaz. Kıyamaz. Nerden biliyorsun diye de sorma."

Son söylediğine takılmadım: "Ondan her şey beklenir, baksana bizi buraya kadar getirtti. Hesap sordu!"

"Onunda huyu bu, ne yaparsın?"

Depodan çıkan Araf'ı gördüğümde kendime engel olamayıp sinirle o tarafa gittim: "Bana baksana sen kendini ne sanıyorsun? Ben, senin canın istediği zaman hırsını çıkaracağın oyuncağın değilim! Gökay'la bir olup benimle oyun oynadın."

"Oyunu beğenmeyene de bakın, aynı adamla bir olup beni kandırmak isteyen kim acaba?"

"Ben seni kandırmadım, neden açıklama yapıyorum ki? Senin için değmez!"

Gökay araya girerek,"Ne kırk yıllık evli çiftler gibi sürekli didişiyorsunuz! Dır dır dır! Yeter be, kafam şişti!"

"Sen sus, arkadaşımı ekip Araf'la mekana gitmişsin, boşuna iki saat seni bekledik!"

"Şimdi şöyle oldu, ben tam kendimi affettirmek için her şeyi hazırlamışken-"

"Bir de açıklama yapıyor!"

"Her şeyi berbat ettiğimin farkındayım ama maalesef zamanı geri alamıyorum!"

"Zamanı geri alabilsen ne değişecek sanki Gökay?" diye cevap verdim.

"Bilmem belki ona sevdiğimi söylerdim."

Araf, Gökay'a şok olmuş gibi baktı: "Hani sevmiyordun sen o kızı? Hani o senin için basit biriydi?"

"Kimse dış görüntüsünden ibaret değildir. Hiç umurunda dahi olmayan birine aşık olabilir insan..."

"Yani sen şimdi Masal'dan hoşlanıyor musun, doğru duydum değil mi?"

Tekrar söylemeye gerek duymadı: "Kabul et çok inatçı bir arkadaşın var." Diyerek geçiştirdi.

"Masal'ın karşına bir daha çıkmayacaksın, onu üzmeye hakkın yok Gökay."

"Nerede karşılaşabiliriz ki? Karşısına çıkmayacağıma söz verdim işte!"

"Çok güzel sözünde durmaya devam et." Dedim.

Söyleyeceklerim bitmişti, bir ân önce eve gitmek istiyordum.

Kitabıma ilginizden ötürü hepinize teşekkür ediyorum. Giderek okunma sayımız artıyor. Güzel yorumlarınızı okudukça çok mutlu oluyorum.

Loading...
0%