Yeni Üyelik
38.
Bölüm

38.Bölüm

@madrabazbiryazar

Kız sabah kalktığında acele ile giyinip dışarı çıktı. Masal okuldayken eve gelen Araf kapıyı çaldı. Kimse açmayınca telefonu cebinden çıkarıp Alisa'yı aradı. Uzun süre açılmasını bekledi nihayet Alisa'nın sesi duyulmuştu: "Sabah sabah bir şey mi oldu, yoksa beni mi özlediğin için mi aradın?"

Araf kızın ironisine cevap verdi: "Seni özleyecek kadar aklımı kaybetmedim. Neredesin sen, iki saattir kapıda seni bekliyorum?"

"Ben evde değilim."

"Tamam o zaman neredeysen oraya geliyorum, hemen bana konum at."

"İyi gelince görüşürüz." Deyip telefonu yüzüne kapattı.

Yarım saat sonra Araf'ın geldiğini görünce adamın yanına doğru gitti. "Neden geldin?" Deyince Araf kaşlarını çattı: "Ne biçim soru bu, yanına gelmem için izin mi almam gerekiyor?"

Alisa rüzgardan uçuşan saçlarını kulağının arkasına atıp cevapladı: "Hayır, neden geldin derken niye geldin manasında söyledim."

Gözü Alisa'nın yüzük parmağına takılınca kızın elini tutup dikkatle baktı: "Senin yüzüğün nerede?"

Alisa bilmiyormuş gibi yaparak sağına soluna bakınıp "Ne yüzüğü?" dedi.

Araf, kızın bu tavrına tahammülsüzce konuştu: "Nişan yüzüğü! Dün nişanlandık ya hani, hatırladın mı onu soruyorum, niye takmadan dışarı çıkıyorsun?"

Kız, adamın sinirlenmesiyle ilgilenmeden sakince cevap verdi: "Daha öncede dışarı çıktığım oldu ve hiçbirinde parmağımda nişan yüzüğü yoktu. Sanki takmazsam bütün felaketler beni bulacakmış gibi konuşuyorsun!"

Araf, kızın elini tutarak konuştu: "Yüzüğünü tak, hemen."

Kız elini kurtarıp "Yüzük yanımda değil. Komodinin üstündeydi yanılmıyorsam en son onu orada gördüm." Dedi.

"Ne demek komodinin üstündeydi daha dün nişanlandık bugün çıkardın mı?"

"Evet ne olmuş ki?" Dedi Alisa.

"Yüzüğü görmene rağmen takmadın öyle mi?"

"Evet, canım onu takmak istemiyor." Dedi kız.

"Alisa, sinirlendirme beni, bir daha yüzüğünü çıkarmayacaksın!"

Alisa, Araf'ın elini tutup azarlar gibi konuştu: "Peki, senin yüzüğün nerede bay çok bilmiş? Kıymetli yüzüğünü sen neden takmadın?"

Araf bir bahane bulup söylendi: "Yüzük bana dar geldi, yenisini almaya gelmiştim ama buraya kadar geldiğime göre artık beraber gideriz değil mi?"

Alisa alayla konuştu: "Gelmek isterdim ama benim çok önemli bir işim var. Sen git, kendi yüzüğünü kendin al."

"Neymiş önemli olan işin?"

"Halide Teyze'nin bukalemunu hastalanmış, ona baş sağlığına gideceğim."

"Bir bukalemuna baş sağlığı dilemeye gidiyorsun öyle mi, önemli olan işin bu muydu?"

"Bunda sinirlenecek ne var sen Halide Teyze'nin bukalemunu mu kıskanıyorsun yoksa? Bu sabah neden bu kadar kızgınsın anlamış değilim."

"Bukalemuna başka zaman sağlık dilersin şimdi benimle geliyorsun yürü!"

Emredince yine sinirlenmiştim. Artık bana istediğini öyle kolay kolay yaptıramaz. Gitmemek için şöyle dedim: "Yüzüğün dar geldiyse at gitsin niye takıyorsun ki zaten hiçbir anlamı yok."

Cevap vermeyip susmayı tercih edince bana bir güven gelmiş gibi tekrar konuştum: "Senin bilinçaltına Halide Teyze nasıl yerleşti bilmiyorum ama o şu an da burada yok. Merak etme yüzük çok anlamlı bir şey olsaydı ben parmağımdan çıkarmazdım."

Acımasız sözlerime kırılıp kırılmadığını yüzüne bakınca anlayamamıştım. Şu sözler bana söylense bin parçaya bölünmüş olurdum ama karşımda Araf olunca hiç düşünmeden konuşabiliyordum. Acaba şu ân bunları söyleyince ne hissetti? Gözlerinin içine bakınca ne hissettiğini anlayamıyordum ki.

Araf "Haklısın değerli vaktimi bir gümüş halka için harcamamalıyım. Sen öyle söyleyince bana da bir önemsiz geldi zaten değersiz olan her şey fazlalıktır. Tıpkı bu yüzük gibi. "dedi ve yüzüğü çıkarıp attı.

"Ne yaptığını zannediyorsun şimdi yüzüğünü neden yere attın? Sen bunun anlamı ne demek biliyor musun?"

"Yüzüğün bir anlamı olmadığını söyleyen sendin öyle değil mi?"

Kız kaşlarının birini yukarı kaldırıp alayla konuştu: "Sanırım dilediğin zaman bitireceğin oyununu burada sona erdiriyorsun. Pekâlâ şimdi o yüzüğü alıyorsun ve bir daha çıkarmamak üzere parmağına takıyorsun!"

Hep o mu emir verecek, birazda ben emir vererek konuşayım.

Araf attığı yüzüğün üzerine basıp ezerek meydan okur gibi "Ben henüz bir şeyi sonlandırmadım. Gün gelecek o zaman bu oyunu bitirmemem için bana yalvaracaksın. Benim bir yüzüğe ihtiyacım yok ama senin o yüzüğe daima ihtiyacın olacak. İstesem tüm yüzükler benim ama takmayacağım. Sen ise bundan sonra o yüzüğünü parmağından hiç çıkarmayacaksın."

Elimi kaldırıp gözüne sokarcasına yaklaştırıp parmaklarımı oynatarak cevap verdim: "Sen şu an parmağımda bir yüzük görüyor musun? Bak hiçbir şey yok!"

"Evdekini nereye bıraktıysan bir ân önce bul ve tak!"

"Ah, belki ben onu çöpe atmış olabilirim. Tüh bak görüyor musun, yine sakarlığım tuttu. Ne yazık ki ben de artık yüzük takamayacağım."

"Sana bir yüzük almak şart oldu o zaman şimdi beraber yüzük almaya gidiyoruz."

"Sen beni anlamıyor musun Araf, sana gelemem diyorum. Halide Teyze'nin bukalemunu-"

"Şimdi küfür ettireceksin beni Halide Teyze'nin bukalemununa! Çok konuşma yürü gidiyoruz!"

"Yüzüğe falan hiç gerek yok." Diye itiraz ettim. Elimden tutup gözlerime dikkatle bakarak cevap verdi: "Gerek var çünkü cezalı olduğun için o yüzüğü takacaksın."

Delirmek üzereydim ama asıl delirtmem gereken adam karşımdayken sakin kalıp sordum: "Ben neden cezalıymışım pardon?"

"Cezalısın çünkü yüzüğünü bilerek çöpe attın ve şimdi gidip yeni bir tane daha alacağız. O yüzden şimdi benimle gelmek zorundasın."

Elimi geri çekip cevapladım: "Tamam geleceğim ama sonra beni rahat bırakacaksın." Dedikten sonra arabaya bindim.

Yol boyunca konuşmayıp önüme bakmıştım. Gideceğimiz yere geldiğimizde arabadan inip içeri girdim. Etrafıma bakınca normal bir yere gelmediğimizi anladım. Her yüzük ayrı ayrı camlarda ayrı ayrı ışıklandırılmış kutuların içinde parlıyordu. Buranın büyüsüne kapılamazdım arabadaki tavrımı aynen sürdürdüm.

Adam Araf'ı görünce her günkü müşterisiymiş gibi selam verdikten sonra geliş nedenimizi anlatınca bir sürü yüzük göstermeye başladı ama ben hiçbirine bakmıyordum. Ta ki sol tarafta ışıl ışıl parlayan yüzüğü görene kadar. Bir süre kıpırdamadan baktığım yöne dikkat kesilen adam yüzüğü getirip bakmamı istedi.

"Efendim bu çok değerli bir yüzüktür. En nadide parçalardan biri elinizdekidir."

Hayran hayran yüzüğün ışıltısına bakarken bir ara boş bulup "Ne kadar?" Diye sordum.

"Yirmi altı milyon yedi yüz seksen üç bin efendim." Deyince az kalsın elimdeki yüzüğü düşürecektim.

"Nerden çıkardınız bu yüzüğü magmadan mı? Uranüs'ten mi getirdiniz ne yaptınız, bu yüzük niye bu kadar pahalı? Alt tarafı bir taş parçası!"

"Çok şakacısınız hanımefendi." Adam şaka yaptığımı zannetti ama ben hâlâ yüzüğün fiyatını düşünüyordum. Elimde servet değerinde bir taş parçası duruyordu.

Araf elimdeki yüzükten gözlerini çekip bana baktı: "Az önce yüzüğe büyülenmiş gibi bakıyordun da fiyatını duyunca niye kızıyorsun?"

"Kim ben mi hiçte bile alt tarafı bir yüzüktü. Yani sence bir yüzüğe yirmi altı milyon yedi yüz seksen üç bin lira vermek akıl kârı mı?"

Araf sayıyı kuruşu kuruşuna aklımda tutmama şaşırmıştı. Alayla devam etti: "Kendini yirmi altı milyon yedi yüz seksen üç bin liraya layık görmüyor musun?"

"Neyse boş verelim biz zaten normal nişan yüzüğü almaya gelmiştik. Bununla işimiz yok."

Yüzüğü adama verip normal nişan yüzüklerini incelemeye başladım. Adam dikkatle yüzüğü kutusuna geri götürdü. Araf dibime kadar gelip elimde tuttuğum yüzüğe bakıyormuş gibi yapıyordu. Önümdeki dev ışıltılı aynadan yüzüğe değil bana baktığını gördüğümde Araf, ona baktığımı fark etmiş olacak ki o da gözlerini aynaya çevirdi. Aynadaki görüntümüze baktıktan sonra kulağıma doğru eğilip "Çok beğendiysen biraz önceki yüzüğü sana hediye edebilirim." Dedi.

"Evlenme teklifi etmeyeceğini söylemiştin yoksa kararından vaz mı geçtin?"

Gözlerini kısarak gülümsedi: "Sana hediye edeceğimi söyledim, evlenme teklifi edeceğimi değil."

Araf, adama doğru gidince yüzüğü almak istediğini anladım. Gitmesine engel olmak ister gibi kolundan tuttum.

"Biz buraya onun için gelmemiştik. Böyle konuşmamıştık. Sakın öyle bir şey yapma. Ben yüzük falan istemiyorum."

"Tamam madem istemiyorsun o zaman almaya gerek yok." Deyince rahat bir nefes aldım. Önümde duranlardan birine karar verdim.

"Şunu istiyorum."

Hızlı kararıma ağzı açık seyreden adam sanki ona zarar vermeyeyim diye gülümseyerek yüzüme baktı. Yüzüğü alıp oradan ayrıldık. Arabaya bindiğimizde alyansı parmağıma takıp nasıl durduğuna bir kez daha baktım. Tekrar çıkaracaktım ki Araf'ın bakışlarıyla karşılaşınca vazgeçtim.

"Şimdi bir yere uğramamız gerekiyor. Oradan çıkınca güzel bir yerde yemek yeriz. Akşam olunca da evine gidersin."

Ona fikirlerine katılmadığımı söylemek için: "Bütün günümü sana ayırmadım Araf. Ben gelmiyorum. Nereye gideceksen tek başına git."

"Biz de zaten gezmeye gitmiyoruz. Meral'e gelinliğini diktirebilmek için beden ölçülerin lazım. Ama yok ben sade bir nikah istiyorum dersen o da olur. Hemen haftaya nikah günü alabiliriz."

"Bu kadar büyük oynamaya gerek yok. Farkındaysan bu iş evliliğe doğru gidiyor. Yani iş oyun olmaktan çıkmaya başlıyor. Benimle gerçekten evlenmek üzeresin. Sen istiyorsun diye bütün bunlara evet dememi beklemiyorsun herhalde!" Diyerek çıkıştım.

"Sen farkında olmasan bile o yüzüğü taktığın gün bütün bunlara evet demiş oldun."

Yüzükle oynarken Araf'a bakıyordum. Gözleri yine ellerime takılmıştı: "Bana evlenme teklifi etmezsen seninle evlenmeyeceğim."

"Boşuna uğraşıyorsun. Ben kabul etmeyeceğini çok iyi biliyorum. Teklifimi reddedip beni üzeceğini zannediyorsun ama inan umurumda dahi olmaz. Şunu bil ki senin kararlarının hiçbir önemi yok."

Sanki bilerek sinirlenmemi istiyor gibi konuşuyor. Bunu o kadar iyi yapıyor ki şu an tüm dengemi kaybetmiştim: "Diyelim ki evlendik sonra ne olacak beyefendi? Dur ben sana söyleyeyim. Sen her gün başka kızlarla takılmaya devam edeceksin. Benimse evden dışarı adımımı atmama dahi izin vermeyeceksin ve böylece günlerimi aylarımı hatta belki yıllarımı geçireceğim. Ta ki benden sıkılıncaya kadar sürüp gidecek bu saçmalık! Böyle bir şeyi kabul etmiyorum, asla da etmeyeceğim!"

"Gerçekten sana öyle şeyler yapacağımı mı düşündün?"

"Niye yapmayasın ki sonuçta Carly ile sevgiliyken de başka kadınlarla onu aldatıyordun. Benimleyken de başkalarıyla beraber olmayacağın ne belli?"

"Carly meselesi zannettiğin gibi değil. Neyse bu konuyu açıp sinirlerimin bozulmasını istemiyorum."

"Benden gizlediğin bir şey mi var? Neden evlenmekte bu kadar ısrarcısın?"

Araf gözlerini kaçırınca gizlediği bir şey olduğunu anladım. Sakladığı şey her neyse bunu mutlaka öğrenmeliydim. Gökay'la ilk tanıştığım gün bir şeyler gizlediğini ağzından kaçırmıştı.

"Peki gidelim hatta evlenelim Allah'ta belamızı versin. Hep ben mi mutsuz olacağım, biraz da sen üzül, biraz da sen ağla! Kabul ediyorum."

"Şunu bil ki kabul etmeseydin bile sonuç değişmeyecekti."

"Sana öyle şeyler yapacağım ki Araf, Hades mezarından kalıp elimi öpmeye gelecek! Sen bile ne yaşayacağını bilemeyeceksin!"

"Bu zamana kadar bana hiçbir şey yapamadın ki bundan sonra yapasın. Tek yapabildiğin şekerli kahveydi. Güçsüz olduğunu kabul et."

"İstesem sana her şeyi yaparım ama ben senin kadar acımasız ve duygusuz biri değilim. Bana yaşattıklarını unutmuş değilim ama bu sana düşman olduğum anlamına gelmez. Sana bir şey yapmamış gibi görünüyor olabilirim ama ben intikamımı karşımdakine hissettirmeden alırım."

Susmuş beni dinliyordu. Araf'a bakıyordum ama o önüne bakıp arabayı kullanıyordu. Ona baktığımın farkında ama umurunda değilmiş gibi davranıyordu. Bir süre sessizce yolumuza devam ettik.

Tekrar ben konuştum: "Seni üzdüğüm için özür dilerim. Bunların hiçbirini hak etmedin. Sana kendimi affettirmek istiyorum, desen ne kadar mutlu bir ilişkimiz olur. Sadece pişman olduğunu söylemene ihtiyacım var Araf. Bana yüzük almana da gerek yoktu."

Başını çevirmeden kısa bir süreliğine yüzüme bakmıştı. Alayla gülümsedi: "Pişman olduğumu söylesem ne değişecek? Çok mu mutlu olacağız! Mutlu evliliklerden nefret ederim. Mutlu çiftlerden de!"

"Ben de herhalde seninle evlenip çoluğa çocuğa karışmayı planlamıyorum!" Deyince aniden frene basıp arabayı durdurdu. Merakla yüzüme baktı: "Nasıl yani sen şimdi benimle evlenmek istiyor musun, istemiyor musun?"

"Benimle evlenmeden önce şartlarımı kabul etmen gerekiyor. Yoksa değil sen, alayı gelse kimse beni seninle evlendirmeye zorlayamaz!"

"Neymiş şartın?"

"Önce şartımı kabul et sonra söyleyeceğim."

"Tamam kabul ediyorum neymiş şartın söyle bakalım?"

Hemen kabul eden Araf'a küçük bir uyarıda bulunmak istedim: "Bu senin asla kabul etmeyeceğin bir şey emin misin, bir daha düşün."

"Alisa sinirlenmeye başlıyorum, neymiş kabul etmeyeceğim şey söyle artık!"

"Şimdi söylersem kabul etmeyeceksin. O yüzden nikahtan sonra açıklayacağım. Artık kabul ettin asla sözünden geri dönemezsin. Yoksa o dakika boşarım seni haberin olsun!"

"Tamam madem nikahtan sonra söyleyeceksin istediğin gibi olsun."

"Ayrıca gelinliğe falan hiç gerek yok sade bir nikah yeterli. Hatta mümkün olduğu kadar çabuk evlenmemiz gerekiyor."

Kaşlarını çatan Araf gerçekten ne düşündüğümü merak ediyor gibi konuştu: "Anlamadım neden hemen evlenmemiz gerekiyormuş?"

"Bunu nikahtan sonra açıklayacağımı söyledim daha fazla bir şey sorma."

Tekrar arabayı çalıştırıp yolumuza devam ettik. Araf şüphelenmiş gibiydi: "Aşırı mutlusun bugün bunun sebebini bilmek istiyorum?"

"Üzgünüm bunu sana söyleyemem çünkü bu da az önceki söylediğimle alakalı. Eğer söylersem işin sürprizi kaçar."

Gözlerini kısarak "Benden ne sakladığını merak etmeye başladım. Sırf ne sakladığını öğrenmek için yarın nikah günü alabilirim."

"Gerçekten mi, bunu benim için yapar mısın?" Dedim sevinçle. Araf kısa bir gülümsemeden sonra tekrar ciddiyete bürünerek "Ben bu zamana kadar neler yaptım bunu mu yapamayacağım?"

"Sen mi konuşuyorsun yoksa bunları sana söyleten kibrin mi!"

Aklı bir konuya takılı kalmış olan Araf mümkün mertebe sakin görünmeye çalışarak ikna edici bir ses tonuyla konuştu: "Alisa tamam bak kızmayacağım şimdi söyle. Bak şu an gayet sakinim görüyor musun? Söz veriyorum kızmayacağım."

"Hayır dedim şimdi söyleyemeyeceğim."

Varacakları yere geldiklerinde Araf durmak yerine gaza basınca Alisa şaşırmıştı: "Nereye gidiyoruz?"

"Önce nikah dairesine gideceğiz hemen yarın için gün almalıyız. Benden ne sakladığını öğrenmek istiyorum."

İtiraz etmedim. "Peki gidelim."

Yol boyunca türlü tahminlerde bulunan Araf işin içinden bir türlü çıkamamıştı. Alisa şartını söylememekte kararlı gibiydi. Gerekli tüm işlemleri halledip oradan çıktılar. Ertesi gün nikahta giyecekleri kıyafet için şık bir mağazaya girdiler.

Alisa kendine nikah elbisesi seçerken Araf'ta düşünmeye devam ediyor, bir yandan da kızın giydiklerine bakıyordu: "Bu nasıl güzel oldu mu?"

Onu duymayacak kadar düşünceli görünen Araf, kızın sorusunu duymamıştı. Alisa boy aynasında kendine bakarken Araf'ın düşünceli halini görüp bir süre aynadan adama bakmayı sürdürdü.

Araf aklına gelen fikirle ayağı kalkıp kıza doğru gitti: "Buldum kesin daha önce evlendin ve bunu bana söylemek istemediğin için kızacağımdan korkuyorsun."

Alisa sinirle Araf'a bakarak "Yarına kadar sabredersen öğreneceksin. Ama çok merak ediyorsan söyleyeyim hayır, daha önce hiç evlenmedim. Zaten evlensem bile bunu herkesten önce sen bilirdin! Nasıl olsa hakkımda her şeyi biliyorsun!"

"Yarın çok geç ben bugün öğrenmek istiyorum. "

Kız sustu. Adam, Alisa'nın üzerindeki elbiseye bakıp karar vermiş gibi konuştu: " Üzerindeki sana fazla yakışmış o yüzden bunu nikahta giyemezsin!"

"Nedenmiş?"

"Çünkü ben öyle istiyorum!"

Ortalığı birbirine katmak varken sakinliğimi sürdürüp kabine doğru gittim. Elbiseyi çıkarıp kendi kıyafetlerimi giydim.

Alisa Araf'ı umursamayıp yanından hızla ayrıldı ve arabaya doğru giderek sakin olmaya çalıştı. Sonunda dayanamayıp arabanın içinde kendi kendine konuşmaya başladı: "Seçtiğim elbiseyi giyemezmişim! Ama yarın ben seni nasıl şoka uğratacağım, bak, gör o zaman nasıl sinirden kendini parçalıyorsun!

Kız, telefonunu çıkarıp bir bilet ayarlamak için internete girdi. Araf gelmeden bu işi bir ân önce halletti. Artık yapması gereken tek şey bugün kimseyi şüphelendirmemekti.

Araf biraz sonra gelip sürücü koltuğuna geçtiğinde Alisa siniri geçmiş gibi rahat davrandı. Kızdaki tuhaf haller Araf'ın dikkatini çekmişti ama Alisa'nın nikah günü yurt dışına kaçacağını aklının ucuna bile getirmemişti.

"Sen çok değiştin eski Alisa olsa kıyameti koparır yine de ne yapar eder o elbiseyi nikah günü giyerdi. Şimdi ise hiçbir şey söylemeden söylediklerimi harfiyen yerine getiriyorsun."

Susuyordum. Çünkü konuşursam sinirlerime hakim olamayacağımı biliyorum.

Araf'ın şüpheleri giderek artmıştı: "Yarın benim de sana bir sürprizim olacak."

Alisa, Araf'ın yapacağı sürprizin güzel bir şey olmadığını önceden biliyormuş gibi alayla gülümseyerek baktı: "Senin sürprizlerin nedense beni pek mutlu etmiyor aksine korkutuyor!"Araf söylenen bu sözlere üzülmüştü ama belli etmedi: "Bana biraz zaman tanısan o zaman nasıl biri olduğumu anlarsın."

"Neden elbisenin yakıştığını söyleyip sonra vazgeçtin?"

"O konuda ben haklıyım. Giydiğin elbise hem çok güzel hem de seni olduğundan da güzel göstermişti."

"Elbise ne kadar güzel olursa olsun içindeki çirkin olduktan sonra bir önemi yok diyen sendin. Şimdi seni kararından vazgeçiren ne?"

"Benim sana çirkin dememe alındıysan büyük aptallık etmişsin. Çünkü güzelliğinin farkında olan bir kadın asla bu sözlere inanmaz."

Kafam karışmıştı: "Şimdi beni güzel mi bulmaya başladın yoksa tüm bu iltifatlar yarın evleneceğimiz için mi?"

"Ben sana güzelsin demedim ki elbise seni güzel göstermiş dedim. Bu bir iltifat değildi."

"Yani ben güzel değilim, elbise güzel olduğu için güzel olmuştum öyle mi? Bana zamanla tanıtmak istediğin tarafın bu mu Araf? Biliyor musun sana söylemek istediğim şeyden vazgeçtim. Çünkü buna değmeyecek bir adamsın. Bu da benim salaklığım zaten seninle neden böyle bir şey düşündüm ki?"

"Ne düşünmüştün söyle, madem vazgeçtin o zaman kızmakta anlamsız olur öyle değil mi?"

Alisa aklındakini Araf'a söylerse ne tepki vereceğini bilmiyordu. Dalga mı geçecek yoksa sinirlenip bağıracak mı diye düşünmekten kararsız kalıp susmayı tercih etti. Araf ısrar edince söylemek zorunda kalacaktı:"Söylersem benimle ya dalga geçip tüm gün buna güleceksin ya da sinirlenip bana kızacaksın."

"Sen önce söyle nasıl tepki vereceğime ben karar veririm!"

"O zaman mümkün değil söylemem! Bir de akşama kadar benimle dalga geçmeni istemem!"

"Demek o kadar felaket ha, bak şimdi daha çok merak ettim. Söyle hemen!" Dedi emrederek.

"Söylemiyorum. Zorla söyletemezsin!"

"O kadar emin olma."

"Araf seni sevmesem şu an suratına bir tane tokat atmak isterdim ama biraz düşündükten sonra bundan vazgeçiyorum."

"Bir saniye bir saniye ne dedin bir daha söyle?"

"Seni sevmesem ağzının ortasına bir tane çarpardım diyorum."

"Beni seviyor musun gerçekten?"

"Bilmiyormuş gibi davranıyorsun."

"Sen beni seviyorsun ama ne yazık ki ben sana karşı aynı şeyleri hissedemiyorum. Üzülme belki bir gün ben de seni severim ha ne diyorsun?" Alayla gülümseyerek söylediklerine üzülmüştüm ama belli etmemeye çalıştım. Yüzündeki o rahat ve alaycı ifade beni felaketlere sürüklüyor gibiydi.

"Olurda bir gün beni kaybedersen ne hissedeceksin? Üzülür müsün yoksa bu hâllerini devam mı ettirirsin?"

"Senin için neden üzülecekmişim, ayrıca her ân gözümün önünde olacaksın nereye kaybolmayı planlıyorsun ki?"

Alisa'nın yüzü ağlamak üzere olduğu için kızarır gibi olunca Araf bir şey anlamasın diye alakasız bir soru sordu: "Beni sevdiğini adım gibi biliyorum ama bunu nedense bana söylemek istemiyorsun. Benden ne sakladığını merak ediyorum?"

"Benim bir şey gizlediğim yok. Kafanda kuruyorsun. Ayrıca bir gün seni kaybetmekten korkacağımı hatta üzüleceğimi bile sanmıyorum. Çünkü benim için bir değer arz etmiyorsun."

"Öyle olsun nasıl olsa bir gün bana karşı ne hissettiğini öğrenirsin. Ya da yaşarsın kim bilir?"

"Kaybolmak ister gibisin. Beni bırakıp bir yere gitmeyi mi planlıyorsun?"

"Ne alakası var ayrıca kaçmaya kalksam anında beni yakalarsın. Yorulduğuma bile değmez!"

"Eğer kaçıp gitmek gibi bir planın varsa gidebilirsin. Şimdiden yolun açık olsun."

"Nasıl yani kal demeyecek misin? Yarın nikah için gün almıştın bensiz ne yapacaksın?"

Araba giderek yavaşlamış en sonundaysa durmuştu. Araf aynı duygudan yoksun tavrıyla cevap verdi: "İptal ederim olur biter."

"Tamam evlenmeyelim zaten başlı başına mutsuz ve anlamsız bir evlilikten kimseye hayır gelmez. Yarın nikah için yurt dışına kaçmayı planlamıştım biraz olsun seni üzmek hatta gururunu incitmek istemiştim ama şu an anladım ki yine yanılmışım. Bundan sonra hiçbir şeyin ehemmiyeti yok benim için, belki çok üzüleceğim ama sen daha çok pişman olacaksın. Şunu iyi bil ki o zaman yanında Alisa olmayacak, bunu şimdi değil üzerinden vakit geçtiğinde anlayacaksın. Gözden ırak olan gönülden de ırak olur sözü senin içinde bir yara gibi sızlayıp durdukça beni hatırlayacaksın. Biliyorum sen çok konuşanları sevmesin ama bu benim sana son cümlelerim olarak kalacak. Artık bir daha karşılamamak dileğiyle sonsuza kadar hoşça kal Araf..."

"Beni terk edip gidemezsin anladın mı? Sana daha önce de söylediğim gibi bu oyun ben istediğim zaman bitecek!"

"Söylediklerinin hiçbir değeri yok. Benim için artık bir hiçsin Araf. "

Alisa yüzüğü çıkarıp Araf'ın eline tutuşturdu. Arabadan inip ağlayarak oradan uzaklaştı. Elinde yüzükle neye uğradığını şaşıran Araf, Alisa'nın bindiği taksiyi takip etti. Kızın eve geldiğini görünce yanına gitmeyip onu bir süreliğine uzaktan seyretti. Araf gidip gitmemekte bir ân tereddüt etmişti ama sonra kararından vazgeçip arabadan indi.

Apartmana girip merdivenleri hızla çıktı sonuncu kata geldiğinde kapıyı çalmak için duraksadı. Masal'ın düşürdüğü anahtarın kendisinde olduğunu hatırlayınca ceplerini yokladı. Anahtarı bulamadı. Zili çalıp bir süre açılmasını bekledi. Alisa'nın zilin sesini duyup inat ederek açmayacağını bildiğinden kapıya bir kez daha vurarak: "Aç şu kapıyı Alisa yoksa kırarım. İçerde olduğunu biliyorum!"

İçerden hiçbir ses gelmiyordu. Biraz daha bekledi. Tam kapıyı kırmak için hazırlanırken Alisa kapıyı açtı. Elinde bavulla aşağı inmek üzere olduğunu gören Araf, kızın gitmesine izin vermeyerek kolundan tuttu.

Alisa sinirlenmişti öfkesin adamdan çıkararak "Çek o elini yoksa seni merdivenlerden aşağı atarım, yaparım bunu inan hiç acımam!"

"Benden böyle kaçamazsın. Gitmene izin vermiyorum!"

"Araf çekil yolumdan yüzünü görmek istemiyorum. İşimi zorlaştırma bak ne güzel kurtulacaksın benden daha ne istiyorsun? Bırak gideyim."

"Ben senden kurtulmak istemiyorum. Hayatımda olmana ihtiyacım var."

"Ama benim artık sana ihtiyacım yok. Çekil şurdan!"

"Nereye gidiyorsun Alisa söyle bırakmam yoksa!"

"Niye merak ediyorsun oraya da mı geleceksin?"

"Beni bırakıp gidiyor musun?" Öyle bir söylenmişti ki neredeyse elimdeki bavulu bırakıp gitmekten vazgeçecektim. Tekrar daldığım hayalden sıyrılıp aynı sert tavırla konuştum: "Senin için önemli olmayan biri için bu kadar üzülme."

Yolumdan çekilince arkamı dönüp tam gitmeye hazırlanıyordum ki buz gibi sesiyle irkildim. Burnundan soluyarak eliyle merdivenleri gösterip emreder gibi "Tek bir adım daha atma, o bavulu hemen eve bırakıyorsun Alisa!"

"Ben artık senin sözlerini ciddiye almıyorum!"

"Sana hiçbir yere gidemezsin diyorum!"

"Seni hiç özlemeyeceğime şu an emin oldum. Hoşça kal Araf!" Diyerek merdivenlerden inecekken Araf kızı kolundan tutmasıyla dengesini kaybeden kız az kalsın merdivenlerden aşağı düşecekti. Son anda tutmasıyla kazayı önleyen Araf rahat bir nefes verdi. Alisa kaşlarını çatmış Araf'ı azarlar gibi, "Az kalsın merdivenlerden düşüyordum Araf."

"Tamam özür dilerim sadece bir kazaydı. Bilerek yapmadım. "

Hâlâ elleri kızın belinden tutmakta olduğu için Alisa sinirlenerek, Araf'a bakıp ellerini belimden çek, der gibi baktı. Araf bu bakışı görmüş yine de ellerini kızın belinden çekmemişti. Alisa burnundan solurken Halide Hanım sesleri duyup yukarı kata çıkmıştı. Bunları o hâlde görünce önce sinirlendi: "Yavrucuğum sesiniz aşağıya kadar geliyor. Yine ne için kavga etmeye gelmiş bu kara oğlan?!"

Alisa, Araf'a kara oğlan denilmesine gülünce Halide Hanım yumuşak bir ses tonuyla Araf'ı uyardı: "Daha evlenmeden sen böyle kapılara dayanırsan işimiz var seninle damat!"

Araf kadınla dalga geçer gibi "Nasıl olsa yarın evleniyoruz. Bende Alisa'yı götürmeye gelmiştim. Eşyalarını aldığına göre artık gidebiliriz. Size iyi akşamlar."

Alisa bu kurnazlığa bir çare bulamamış gibi söyleneni yapıp merdivenleri indi. Halide Hanım, Araf'a manalı bir bakış atıp içeri girdi.

Apartmandan aşağı inince Alisa başka yöne gitmek istedi fakat buna engel olan Araf'tan kurtulamayacağını biliyordu.

"Ne istiyorsun Araf, beni ne zaman rahat bırakacaksın?"

"Korkup kaçıyor musun yani?"

"Ben korktuğum için değil artık sana tahammül edemediğim için gidiyorum."

"Kalman için ne yapmam gerekiyor?"

"Hiçbir şey yapman gerekmiyor çünkü ziyadesiyle doluyum."

"Neden kendi isteğinle gelip bana zorluk çıkartmak istemiyorsun?"

"Zorla hiçbir şey yapamazsın. Burası dağ başı değil ağzımın çıktığı kadar bağırır tüm mahalleyi başına toplarım!"

"İstediğin kadar bağır ama bu işten en çok sen zararlı çıkarsın."

"Sen beni tehdit mi ediyorsun? Gidiyorum artık seni yeterince dinlediğimi düşünüyorum. Son bir şey söylemek ister misin?"

Daha önce hiç rastlamadığım bir ifadeyle yüzüme bakıyordu. Sustuğunu görünce gidecekken konuştu: "Bir dakika dur. Beni dinle eğer istemezsen yine gidesin ama önce beni dinlemeni istiyorum."

Alisa durmuş Araf'ın açıklamasını dinliyordu. Gözleri umutla kızın yüzünde gezdiren adam konuşmakta güçlük çekiyormuş gibiydi: "Özür dilerim... Yaptığım ve söylediğim her şey için..."

"Zamanlaman çok kötü Araf, çünkü ben kararımı verdim artık pişman olmanın bir anlamı yok. "

"Hayır Alisa lütfen gitme. Beni bırakma."

"Kalırsam ne değişecek ki bundan iki gün sonra tekrar eski Araf benimle alay ederek yaşamaya devam edecek ve ben de burada kaldığım her gün için pişman olacağım."

"Seni hayal kırıklığına uğratmayacağım Alisa. Sen böyle çekip gidene kadar ne yaptığımın farkında değildim. Şu ân bunu fark ediyorum ve benden uzaklaşmanı istemiyorum. Bana kızdığını biliyorum. Kızmakta çok haklısın. Söz veriyorum, seni üzmeyeceğim. lütfen beni böyle cezalandırma..."

Kız, adamı dinlemeyip yoluna devam etti. Son sözleri "Hoşça kal." Oldu.

... 

Araf dışarıdan gelen sese aniden uyanıp direksiyondan başını kaldırınca uyuşmuş olan boynundaki ağrıyı hissetti ve rüya gördüğünü anladı. Alisa gerçekten gitmemişti sadece onu izlerken uyuyakalmıştı. Buna sevinmişti. Başındaki ağrıyı dindirmek ister gibi sağa sola hareket ettirdikten sonra arabadan gelen sese kulak verdi.

Biri gerçekten de araba camına vuruyordu. Tuşa basıp camı açınca karşısında Alisa'yı gördü.

Kız hırkasını kendine sararak konuştu: "Burada sabahlamayı düşünmüyorsun değil mi?"

"Sen gitmemiş miydin?" Diye mırıldandı. Gördüklerinin rüya olmasına bir kez daha sevindi. Arabadan inip Alisa'ya yaklaştı.

Kızı kollarından tutup yüzüne bakarak tekrar sayıklar gibiydi: "Buradasın gitmemişsin."

Alisa hiç oralı olmayarak Araf'a baktı: "Akşam vakti evimin önünde ne yapıyorsun? Sana söylüyorum Araf ne zamandan beri buradasın?"

Adam onu dinlemeyip konuştu:"Beni terk etme."

"Ne?"

"Seni seviyorum Alisa lütfen beni bırakma."

"Araf ne diyorsun Allah aşkına? Alkolde kokmuyorsun ki sarhoş olasın."

"Gitme." Diyerek Alisa'ya sarıldı.

Kız şaşkınlıktan sarılmaya karşılık veremedi. Araf'a ne olduğunu merak ediyordu. Nihayet birbirlerinden ayrılınca tekrar sorgulayan gözlerle Araf'ı süzerek, "Sen bugün hiç iyi görünmüyorsun. Ne olduğunu anlatacak mısın?"

"Yarın beni bırakıp gitmeyeceğine söz ver."

"Yanlış hatırlamıyorsam gidişime üzülmeyeceğini söylemiştin. Dört saatte seni kararından döndüren ne oldu çok merak ettim."

"Sadece hatamın farkına vardım ve yaptıklarım için pişmanım, beni affedebilecek misin?"

"Sanki başkası konuşuyor gibi bu konuşan sen olamazsın."

"Neden?"

"Çünkü sen böyle konuşmazsın Araf. Biraz acı çekiyor gibisin. Bana bir günde aşık mı oldun diğer günler aklın neredeydi?"

"Güzelim hâlimden görmüyor musun neler çektiğimi?"

Kız, adamın bu hâline zerre acımamıştı: "Tamam gel yukarı bir şekerli kahve iç sonra kaldığın yerden konuşmana devam edersin." Şekerli kahve deyince Araf'ın uyumakta olduğu intikam hırsı tekrar alev aldı.

"Tamam gidelim ama unuttum sanma o gün bana şekerli kahve içirmenin hesabını daha sonra soracağım."

Alisa cevap vermeyip apartmana doğru giderken Araf'ın koluna girip merdivenleri çıktılar. Dördüncü kata geldiklerinde içeri girip salona geçtiler.

Alisa koltuğa oturunca direkt Araf'ı sorguya çeker gibi nefes almadan konuştu: "Gece vakti evimin önünde ne işin vardı? Ayrıca beni bırakma deyip sarılmakta ne oluyor? Bu olanlara bir açıklama yap hemen!"

Araf, Alisa'nın sert ses tonundan etkilenmiş olsa da sakin kalmaya çalışarak oturduğu koltuğa yerleşti. Derin bir nefes aldıktan sonra konuşmaya başladı: "Gece vakti evinin önünde olmamın sebebi, seni bir an önce görmek istememdi. Beni terk etme diye söylememin nedeniyse, seni kaybetmek istememem."

Alisa, Araf'ın samimi sözlerine karşı şaşkın bir şekilde ona bakıyordu. Bu beklenmedik itiraflar karşısında ne yapacağını bilemiyordu. Bir süre sessizce düşündükten sonra konuşmaya karar verdi: "Sana güvenmiyorum Araf, bu söylediklerin bana hiç inandırıcı gelmiyor."

"Seni inandırmam için ne yapmam gerekiyor?"

"Gözümle bazı şeylere şahit olduğum için maalesef senin sözlerinin benim nazarımda bir hükmü kalmıyor Araf. "

"Beni sevdiğini biliyorum Alisa. Böyle şeyler söyleyerek kendini de beni de üzme olur mu?"

Alisa susup tek kelime etmedi. Araf kıza yaklaşarak konuştu: "Sustuğuna göre söylediklerimde haklıyım öyle değil mi?"

"Halide Teyze gelmeden artık evine gitsen iyi edersin Araf yoksa Halide Teyze bu sefer seni oklavayla değil merdaneyle döver."

"İsterse tüm kemiklerimi kırsın ben vazgeçmeyeceğim."

"Çağırıyorum o zaman... Halide Te-" diye bağıracakken susturmak için hızla kızın ağzını eliyle kapatan Araf, son anda yetişmişti. Adam kızın sessizliğine keyifle baktı. Nefes alamayıp balık gibi çırpınan kız Araf'ın ellerini yüzünden çekmesi için uğraştı. Bunda başarısız olunca ayağıyla adama vurdu. Araf yediği tekmeden sonra canı acıdığı için ellerini kızdan çekmişti: "Sen az önce bana mı vurdun?"

"Boğuluyordum ellerini çekmen için o kadar çırpındım ki bana başka çare bırakmadın. Saat geç oldu evine git artık Araf."

"Tamam bu sensiz geçireceğim son gece olacak yarından sonra hep benimle olacaksın." Alayla söylemişti sözlerini. Beni sinirlendirmek için böyle konuşuyordu.

"Sana bekar günlerini mumla aratacağımdan şüphen olmasın Araf."

"Kim kime bekarlığını aratır orası hiç belli olmaz. Hadi sana iyi geceler yarın sabah ben seni gelip alırım."

"Sana da iyi geceler Araf." Dedikten sonra adamı uğurladı ve odasına gidip uyudu. Alisa sabah uyandığında saatin erken olduğunu düşünüp tekrar uyumaya devam etti. Çalan zil sesi uykusunu bölmüş bu saatte kimin geldiğini öğrenmek için gidip kapıyı açmıştı. Elinde büyük bir kutuyla duran adamı görünce kutunun içinde ne olduğunu tahmin etmesine gerek yoktu. Gelinliği adamdan teslim alıp kutuyu yere bıraktıktan sonra dışarı çıktı. Bir saat sonra eve döndü. Duş aldıktan sonra kahvaltı yapamayacağını anlayıp saç ve makyajı için güzel bir kuaföre gitti. Masal erkenden uyanmıştı ve nikah günün bugün olduğunu öğrendiğinde kıyafet almak için dışarı çıkmıştı.

Araf damatlığını giymişti. Evdeki küçük büyük herkes hazırdı. Dedesi torunun işi aceleye getirmesine çok kızmıştı. Araf dün eve gelip haberi verdiğinde ev halkı şaşırmıştı.

Gökay:

"Damatlık sana pek yakıştı kardeşim. Alisa seninle evlendiği için çok şanslı."

Handan boy aynasından elbisesine göz atarken bir yandan da söyleniyordu: "Kız bir yere mi kaçıyor? Ayol ne bu acele yangından mal mı kaçırıyorsun? Bismillah daha dün nişanlandın bugün evleniyorsun. Bize de önceden söyleseydin böyle aceleye gelmezdi. Ben bir küpeyi bile kaç mağaza gezip karar veriyorum sen biliyor musun? Böyle evlilik mi olur, herşey çok özensiz oldu! En azından bir düğün, hiç olmazsa bir kına gecesi yapılsaydı kızcağıza yazık her şey içinde kalacak. "

Araf bugün kimseyi kırmamak için herkese gülümsüyordu. Handan'ın sözlerine karşılık cevap verdi: "Biz düğün istemiyoruz sadece bir nikah kıyılacak hepsi bu kadar."

"O kızın ailesi izin vermez hele o yaşlı kadın büyük olay çıkarır. Bunları bana kimse söylemedi deme diye söylüyorum."

"Şimdilik nikahı kıyalım sonra gerekirse düğünü de yaparız." Dedi Araf.

Dede kuşkulu gözlerle torununu süzdükten sonra konuştu: "Evladım sen bu kızla niye böyle alelacele evlenmek istiyorsun yoksa kız hamile mi?"

Araf tam itiraz edecekken Gökay, Hamdi Dede'nin koluna girip alay eder gibi söze karıştı: "Dedeciğim normalde Araf Alisa'yla evlenmek istemez ama kızdan alacağı çok değerli bir şeyi var. İşini hallettikten sonra boşanmasına gerek kalmadan kızı öldürmek istediği için böyle alelacele evlenecek hâli yok ya dedeciğim içiniz rahat olsun."

Hamdi Dede elini kalbine götürmüş nefes alamıyordu. Gökay'ın söylediklerinden sonra fenalaşmıştı. Telaşla toruna doğru gitti: "Gökay'ın söyledikleri doğru mu evladım sen bu yüzden mi evleniyorsun?"

"Dede sen Gökay'ın sözüne neden inanıyorsun hiç öyle şey olur mu? Hem niçin evleneceğim kıza kötülük yapacakmışım ki boş boş konuşuyor."

Handan bir kahkaha atıp Gökay'ın söylediklerini ciddiye almadığını göstererek dedenin yanına gidip Gökay'ın şaka yaptığına ikna etmeye çalıştı. Yaşlı adamla birlikte aşağı inen Handan'ın sesi uzaklaştıkça duyulmaz oldu. Onların gittiklerinden emin olan Araf, arkadaşına uyarıcı bir bakış atmıştı.

Adam kol saatine bakıp konuştu: "Biraz daha geç kalırsak nikaha yetişemeyeceğiz. Ben evdekileri oraya götürürüm sen gidip Alisa'yı al, şimdi geç kalırsan seni merak eder sonra kavga edersiniz falan tam nikah günü ayrılmaya karar verirsiniz aman Allah korusun. "

Araf kıyafetine aynadan baktıktan sonra arkadaşına dönüp sinirle kaşlarını çattı: "Çok konuşuyorsun Gökay, çok! Tamam sen bizimkileri götürürsün biz de çok geçmeden zaten orada oluruz."

Adam, evden hızla çıkıp kızın evine doğru ilerlerken yaptığı onca plana rağmen uzun zaman sonra amacına bu kadar kolay ulaşabildiği için mutlu oldu. Onunla evlenmek istemiyordu ama, bu plan için gerekli bir şeydi. Bundan sonrası artık çok daha kolay olacaktı. Nihayet Alisa'nın kapısına geldiğinde nefretini bir kenara bıraktı. Kıyafetini düzeltip kapıyı çalmadan önce içeriden gelen seslere dikkat kesildi. Yaşlı bir kadın itiraz ediyordu bu Halide Hanım'ın sesiydi: "İven kız ere varmaz, varsa da baht bulmaz."

İçeride derin bir sessizlik oluştu. Sanırım Halide Hanım'ın söylediği sözü kızlar anlamamışlardı. Alisa'nın sesi duyuldu: "Ne söylediğini anlamadım teyzeciğim?"

Çok geçmeden başka biri daha konuştu. Bu da Masal'ın sesiydi: "Yani demek istiyor ki acele eden kız eşini iyi seçemeyeceği için mutlu olamaz."

"Kızım siz daha yeni nişanlandınız. Hemen evlenilir mi arada biraz zaman olsaydı. Sen genç kızsın tamam ailen yok ama burada ben varım. Hemen öyle evlenilmez. Bunun çeyizi var, gelin hamamı var, damat bohçası var, kına gecesi var, sabah gelin çıkarması var, düğün günü var... Var oğlu var."

Kapının ardında sessizce dinlemekte olan Araf, yaşlı kadının bu sözlerinden sonra planın erteleneceğinden şüphe duydu. Derin düşüncelere dalmıştı, Halide Hanım'ın söylediği geleneksel şeylerin kendi üzerinde bir yansıma hayal edince neredeyse evlenmekten vazgeçecekti.

Alisa ise içeride Halide Hanım'ın ifade ettiği geleneklere kayıtsız kalamazdı. Eski zaman adetleri ile bugünün hızlı yaşam tarzı arasında sıkışıp kalan Alisa, duyguları arasında gidip gelirken, Masal, çeyizden, gelin hamamından ve diğer geleneksel düğün alışkanlıklarından bahsetti. Alisa ne yapacağını bilemez oluştu. Genç kız ne istediğine karar vermeliydi; aile geleneğine bağlı mı kalacak, yoksa bunların hiçbirini yapmayıp kendi bildiğini mi okuyacak?

"Bu adetlerin hepsini tamamlamamız aylar sürer Masal."

"O kara oğlan senin gibi güzel kızı bulunca işin kolayına kaçmak istiyor."

"Teyzeciğim lütfen sakin ol. Araf kötü bir şey yapmıyor." Alisa'nın kendisini savunduğunu duyan Araf, içinden kızı tebrik etti.

"Ben nikahlanmanıza bir şey demiyorum evladım. Tabii ki evlenip yuvanı kuracaksın bu senin en doğal hakkın ama evlilik ciddi bir karardır. Böyle aceleye getirilmez."

"Teyzeciğim söz veriyorum nikah kıyıldıktan sonra mutlaka düğünü de yapacağız. Hem de senin istediğin gibi eksiksiz."

Masal da arkadaşına destek olarak "Tabii ya şimdilik sade bir nikah kıyılsın sonra anlı şanlı, dillere destan, mükemmel bir düğün yaparız."

Halide Teyze ikna olmuştu artık içeriden ses gelmiyordu. Araf, kapıda geniş bir soluk aldıktan sonra kararını verdi. Kapıyı nazikçe çaldı ve içeriden gelen o telaşlı adımlar, heyecanlı sesleri duydu.

Masal ve Alisa birbirlerine şaşkın bakışlar atarken, Halide Hanım, kıza kapıyı açmasını söyledi. Alisa sevgiyle gülümseyerek karşıladı onu.

"Hoş geldin Araf."

Adam, karşındaki kadını gelinlikle değil o gün giymesine izin vermediği elbiseyle görünce neye uğradığını şaşırdı. Bugün gönderdiği gelinlik ise koltuğun üzerinde duruyordu. Bu duruma sinirlenmişti ama kızın yanında Halide Hanım ve Masal olduğundan ağzını açıp bir şey söyleyemedi. Alisa, adamdaki yüz ifadenin değiştiğini görüp ona yaklaşırken konuştu: "Beni gelinlikle görmeyi bekliyordun öyle değil mi?"

Araf, gözlerinin içi parlayarak gülümseye çalıştı. Bugün hiçbir aksilik çıkmaması gerekiyordu. Kendini zorlayarak anlayışlı bir ses tonuyla "Sorun değil bu elbiseyle de güzel görünüyorsun." Dedi.

Alisa karşısındaki adamı baştan ayağa süzüp ona kızmadığını belirten sözlerine inanmadığı için tekrar sordu: "Kızmadın yani öyle mi?"

"Hayır kızmadım."

Kız mutlulukla gülümsedi: "Bugün gerçekten nazik biri olmuşsun Araf. Yeni seni çok sevdim lütfen eski hâline bir daha geri dönme."

"Her şey istediğin gibi olsun bugün seni kırmayacağım."

Alisa sevinçle Araf'ın elini tutarak "Emin olabilirsin, seninle olmak benim için en büyük mutluluk." dedi kız ve heyecanla adama sarıldı.

Araf'ın arkası dönük olduğundan Halide Hanım ve Masal aslında adamın kıza sarılmasına karşılık vermediğini göremiyorlardı. Onlar bu buz dağının görünen kısmına gülümseyerek baktılar. O sırada onların gülümsesini fark eden kız hemen kendini geri çekti. Konuyu değiştirmek için Masal'a dönerek "Az kalsın unutuyordum ayakkabımın altına isimlerinizi yazmadık." Dedi telaşla.

"Sen elbiseni giyinirken ben ayakkabının altına isimlerimizi yazdım sen merak etme. En başa da adı batasıca Gökay'ın adını yazdım." Masal ellerini iki yana açarak "Allah'ım şuna birini ver de evlensin milletin yakasını bıraksın nolur amin."

"O kadar içten dua etme canım arkadaşım, tutar falan Allah korusun sonra çok üzülürsün." Diyerek göz kırptı.

"Bölmek istemem ama nikah memuru gelmeden oraya gitmemiz gerekiyor. Vaktimiz azaldı, yolda konuşursunuz."

Nikah törenine geç kalmamak için hemen yola çıktılar. Aracı park yerine bırakıp içeri girdiler. Şahitler çoktan yerini almıştı bunlar Masal ve Gökay'dı. Araf ortadan kısa bir süreliğine kaybolmuştu. Ardından nikah memuru geldi. Kız, Araf'ın gelmesini bekliyordu. Aradan on dakika geçmesine rağmen adam hâlâ ortada yoktu. Alisa terk edilme ihtimalini düşünmek istemiyordu. Strese girmiş, ritim tutar gibi hafif hafif parmaklarının ucuyla masaya vuruyordu.

Nikah memuru her dakika kol saatine bakıp başını salladığından o da sinirlenmeye başlamıştı. Yaşlı memur dayanamayıp ortada olmayan damatı sordu. Alisa cevap olarak biraz daha beklemelerini rica etti. Birlikte beklemeye başladılar ama adam hâlâ ortada yoktu.

Gökay hızla nikah töreninden ayrılıp Araf'ı aramaya başladı. Odaların hepsine teker teker baktı. Bir yandan da telefonuyla arkadaşını arıyordu. Zil sesi çok yakınından hatta yandaki odadan gelmeye başlayınca Gökay o tarafa doğru gitti. Odaya girince koltukta oturan Araf'ı gördü. Kapıyı kapatıp sinirle adama çıkıştı: "Herkes seni bekliyor. Nikah memuru bile geldi. Sen burada oturmuş neyi bekliyorsun?"

"Söyle onlara boşuna beklemesinler ben Alisa'yla evlenmekten vazgeçtim."

"Her şeyi mahvedeceksin biz seninle böyle mi konuştuk?"

"Ben o paradan umudumu kestim, kararımı verdim onunla evlenmeyeceğim."

"Buna şimdi mi karar veriyorsun?"

"Evet amacım o kızı rezil etmekti. Ben de nikah günü onu terk edeceğim. Bundan büyük rezillik olur mu?"

"Alisa'nın başka biriyle evlenmemesi gerekiyor. Elini çabuk tutarsan bir aya kalmaz kızı söyletmenin bir yolunu bulursun sonrasını biliyorsun zaten... "

"Biliyorum Gökay ama bunu o kadar basit bir şey gibi söyleme!"

"Kardeşim, evet demenin sana neresi zor geliyor? Her gün kağıda attığın imzaların bir tanesini de bugün önündeki deftere atacaksın hepsi bu kadar basit!"

"Ya paralar onda değilse Gökay o zaman bu yaptığın plan hiçbir işe yaramaz."

"Paralar onda bundan adım gibi eminim."

"Öyle olsa çoktan kaçıp gitmesi gerekirdi. Sen Alisa olsan milyonlarını çaldığın kişiyle evlenir miydin?"

Heyecanla anlatmaya başladı: "Daha önce de dediğin gibi bu kız aptal olduğu için gözünün önündeki tehlikeyi göremiyor. Kim olduğunu bilmeden böyle bir riski alıp seninle evlenmek istiyor. Eski bir apartmanda oturarak şüphe çekmemeye çalışıyor. Kız zaten kimin parasını çaldığını bile bilmiyor. O para eline nasıl geçtiyse öyle de geri alacağız ve sen eski hayatına kaldığın devam edeceksin."

Araf şüphe eder gibi Gökay'ı süzdükten sonra sordu: "Peki sence bu yaptığımız plan işe yarayacak mı?"

"Denemeden nereden bileceğiz kardeşim delirtme beni!"

"Bu iş iyice kumara döndü Gökay, artık ya o, ya ben!"

"Sen kazanacaksın kardeşim. Söz veriyorum ben sana yardım edeceğim. İkimizin de ortadan kaybolması iyi değil, kimseyi şüphelendirmemiz gerekiyor. Hadi nikah memurunu daha fazla bekletmeyelim."

Araf, arkadaşının sözlerinden sonrs ayağa kalkmıştı ama yürümedi. Gökay acele etmesini söylemesine rağmen o ise inadına yavaş hareket ediyordu.

"Hadi ne düşünüyorsun kardeşim, nikah memuru seni bekliyor diyorum hâlâ olduğun yerde duruyorsun. Yoksa sen evlenmekten mi korkuyorsun?"

"Zamanında Alisa'ya kötü davrandım, şimdi beni bir kaşık suda boğmak isteyen kız ne oldu da birden benimle evlenmeye karar verdi?"

"Sen şimdi nikah memurunun sorusuna evet de gerisini düşünme."

"Ondan başıma açtığı belaların hesabını soracağım. Bir hatam yüzünden her şeyimi kaybetmek üzereyim. Beni gören çaresiz biri zanneder. İstesem şimdi bile gider o kızı konuşturur ondan paraları geri alırım ama bana sürekli engel olup işimi zorlaştırıyorsun Gökay."

"Ben seni düşünüyorum. Bu kız her şeyi anlayıp kaçamaya kalkarsa işte o zaman her şey daha da zorlaşır."

"Yani böyle hiçbir şey anlamamış mi olacak Gökay, bu kızın aklı o kadarını kesmiyor mu?"

Bir süre daha tartıştılar. Gökay sonunda arkadaşını ikna etmeyi başardı. Gökay ve Araf hiçbir şey olmamış gibi odadan çıkıp nikah salonun olduğu yere yaklaştılar.

Herkes telaşla damadın gelmesini bekliyordu. Araf gidip gelinin yanına oturdu. Gökay da gelince her şey tamam olmuştu. Nikah töreni başladığında yaşanan gerilim unutulmuş gibi herkesin yüzünde bir tebessüm vardı. Salondakilerin gözleri Alisa ve Araf'ın üzerindeydi. Gökay etrafı incelerken yanındakinin kulağına eğilip fısıldadı: "Her ân bir yerlerden Carly çıkacak diye bekliyorum etrafta görünmediğine göre bu sefer gerçekten gitmiş."

Nikah memurunun uyarıcı bakışlarıyla karşılaşan adam sustu. Araf ve Alisa, hayatlarındaki yeni bir başlangıça adım attılar. Nikahları kıyıldıktan sonra herkes ayağa kalkmıştı. Nikah memuru, geline mutluluklar dileyerek aile cüzdanını uzattı.

Araf, kızın yüzündeki mutluluğa hayret ediyordu. Birbirlerinin yüzüne bakarken Alisa gülümseyerek sordu: "Bana niçin öyle bakıyorsun?"

"Yüzündeki mutluluğa bir anlam veremiyorum da ondan böyle bakıyorum. Benimle hiçbir zaman mutlu olamayacaksın Alisa."

"Sen de şunu iyi bil ki ben seninle mutlu olmak için evlenmedim aksine seni mutsuz etmek için evlendim. Üzdüğün kadar üzeceğim ve sana hiç acımayacağım Araf."

Araf kızın söylediklerine gülümsemekle yetindi. "Herkes bize bakıyor uzatmadan anlımdan öp."

Araf, kızı alnından öptü. Herkes heyecanla alkışlarken Gökay, yeni evlenen çiftin konuşmalarını duymuştu ama umursamaz bir edayla söze karışmıştı: "Nikahta keramet vardır derlerdi de inanmazdım."

Bu yorum salonda gülüşmelere sebep oldu.

Nikah töreni sona erdikten sonra, konuklar alkışlar arasında genç çifte mutlu dileklerini iletti. Alisa'nın yüzünde içten bir tebessüm vardı. Salondaki coşku devam ederken, Gökay sessizce Masal'ın yanına yaklaştı ama kız hemen oradan uzaklaştı.

Araf ile Alisa el ele tutuşup nikah salonundan ayrılarak mutlu bir şekilde oradan çıktılar. Kız arabaya binmeden önce herkesle vedalaştı. Oradan uzaklaştıklarında gülümsemeyi bıraktılar.

Burada yalnızlardı ve artık rol yapmalarına gerek yoktu. Birlikte evlerine doğru yol aldılar. Oraya vardıklarında, Alisa ve Araf evlerinin önündeki kapıya gelmişlerdi. Birlikte yaşayacakları anılar, sevinçler ve zorluklarla dolu bir yolculuk onları bekliyordu. İçeri adım atıp salonun ortasına geldiler.

"Artık gerçekten evlendiğimize göre..." deyip susan Araf ceketini çıkarıp koltuğa bıraktı. Alisa bu sözlerden sonra bir iki adım gerilemişti. Tedirgin olduğunu belli etmemeye çalıştı: "Evet evlendik ama..." biraz düşündü ama gerisini getiremedi.

Araf koltuğun başına oturup kızın telaşlandığını fark edince sözünün devamını getirdi: "Artık evlendiğimize göre bana söyleyeceğin sırrı söyleyebilirsin öyle değil mi?"

Alisa derin bir nefes verdikten sonra rahatlamıştı. Araf'ın sözlerini yanlış anladığı için kendine kızmayı ihmal etmedi. Adam, kadının suskunluğunu görünce sorusunu tekrarladı. Alisa, karşısındaki adamla göz teması kurarak konuştu: "Çok da önemli bir şey değildi, unut gitsin."

Araf, kadının bu hâlinden şüphelenmiş ve Alisa'yı konuşurken zorlandığını fark etmişti. Söyleyeceği her neyse bu gerçekten Alisa'yı zor durumda bırakıyor gibiydi. Adam aniden ayağa kalkıp kıza yavaş yavaş yaklaşırken konuştu: "O gün bana söylemediğin şey neydi, evlenmeden söylemeyeceğim, dedin. Şimdi evlendik artık mazeretin kalmadı."

Alisa'nın yüzünde endişe belirtileri belirmeye başlamıştı. Araf'ın kararlı bakışları altında, sırrını saklamak istemesine rağmen kaçamayacağını hissetti. O an, geçmişle gelecek arasında bir tercih yapması gerektiğini biliyordu.

Alisa derin bir iç çekti ve kararını verdi. "Tamam," dedi titreyen bir sesle, "O gün sana söylemek istediğim şey..." Ancak cümlesini tamamlayamadan kapının zili çaldı.

Araf, Alisa'nın ifadesindeki değişikliği fark etti. "Bu konuyu daha sonra konuşuruz," dedi nazikçe ve kapıya doğru ilerledi.

Kapıyı açtığında karşılarında Gökay gülümseyerek duruyordu. Adam konuşmaya başladı: "Selam ben geldim, biliyorum yeni evli çiftler rahatsız edilmez ama sonuçta siz bu kurala tabi değilsiniz. Ben de o yüzden seni dışarıda güzel bir mekana götürmeye geldim."

Alisa, Gökay'ın sesini duyunca kapıya kadar geldi. Gülümseyerek kararlılıkla konuştu: "Hayır, onu hiçbir yere götüremezsin Gökay. O artık evli bir adam."

Gökay, alaycı bir bakışla Alisa'ya ve Araf'a baktıktan sonra "Araf kimseden izin almaz. İstiyorsa kendi gelir." diyerek ısrarcı bir tavırla konuştu. Alisa ise kararlılıkla Gökay'a yanıt vererek, "Biz evleneli daha iki saat bile olmadı. Lütfen bizi biraz yalnız bırakır mısın?" dedi.

Araf ise Alisa'nın konuşmasına izin vermeden Gökay'a nazikçe yaklaşarak, "İyi ki geldin, hadi gidelim Gökay." dedi. Gökay'ın yüzündeki zafer gülüşüyle karşısındaki kadına baktı.

Alisa hiçbir şey demeden salona geri gitti. Kapının kapanma sesini duyunca Araf'ın gerçekten gittiğini anlamıştı. Kız, oturduğu koltuğun rahatlığında düşüncelere daldı.

Yukarıda sanki biri sinir bozucu bir sesle ayaklarını yere süre süre geziniyordu. Kızın kalbi hızla atmaya başladı. Yalnız olmadığına emin olmasına rağmen, bu ses onu tedirgin etti. Ayak sesleri artık duyulmuyordu. Kızın gözleri tavana kaydı. Yukarı çıkmaya asla cesaret edemezdi. Olduğu yere büzülüp kaldı. İçinde öyle bir tedirginlik vardı ki gözlerini bir an bile merdivenlerin oradan ayıramıyordu. Hemen evden dışarı çıktı. Bahçede sakin görünüyordu burada korkunç düşünceler onu rahat bırakmıştı.

Bahçedeki koltuğa doğru gidip oturacakken yerde yaralı bir karga gördü. Kanadının birini açarak kızdan uzaklaşmaya çalışıyordu. Karganın acı içinde kıvrandığını gören Alisa, hemen eğilip kargayı eline aldı. Kanadını incelerken canını acıtmamaya özen gösterdi. Onu koltuğa bırakıp içeri girdi. İlk yardım dolabından gerekenleri alıp karganın yanına gitti. Yarayı temizlemeye çalıştı. Karga gaklamaya başladı, sanki minnettarlığını ifade ediyordu.

Evin içindeki bir sepete yumuşak bir örtü yerleştirdi. Karganın gözleri hala korkuyla parlıyordu. Alisa, ona su ve biraz ekmek verdi. Karga susuzluktan hızla suyu içti ve ekmek parçalarını gagaladı.

Alisa, karganın yarayı iyileştirmek için elinden geleni yapmıştı. Yavaşça onu sepete yerleştirdi. Karga da saatler geçtikçe kıza alışmış, güven duymaya başlamıştı.

Alisa gülümseyerek onu izledi. Sepeti eline alıp yatak odasındaki pencere kenarına yakın duran küçük yerin üzerine bıraktı. Karga artık acıyla gaklamıyordu. Akşam olup hava kararınca rüzgar esmeye başladı. Dışarıda yağmurlu bir gökyüzü vardı. Penceredeki görüntüye bakınca üşümeye başlayan kız sırtına bir hırka geçirdi. O sırada Araf anahtarıyla eve girmişti. Kız, adamın yukarı çıkmaya hazırlanan sesini duydu. Araf'ın odasının kapısı önünde karşılaştılar.

"Alisa geldiğimden beri sana sesleniyorum neden duymuyorsun?"

Eliyle arka tarafında kalan odayı göstererek konuştu: "Burada yaralı bir kargayla uğraşıyordum geldiğini duymamışım."

"Karga mı?" Diye sordu adam, kızın şaka yaptığını düşündü. Alisa'nın yüzündeki ifade tam tersini söylüyordu. Adam söyleneni gözüyle görmeden inanmadı. Hızla odasına gitti. Alisa odanın dışında kalıp Araf'ın ne tepki vereceğini görmek istemedi.

"Hemen buraya gel Alisa!"

Alisa odaya girip yavaş adımlarla adama yaklaştı. Adam eliyle kargayı işaret ederek sinirle konuştu: "Bu karganın odamda ne işi var?"

"Yaralıydı ben de onu iyileştirmek istedim. Bizimle kalabilir mi?"

"Hayır kalamaz. Bu kargayı evden çıkar."

"Sana ne zararı var Araf hem görmüyor musun hava çok kötü, bu haldeki zavallı bir hayvanı nasıl bırakabilirim?"

"Bu beni hiç ilgilendirmez. O kargayı göndermezsen ben gönderirim."

Alisa bu adamın kimseye acımadığını iyi biliyordu. Kız çaresizce yaralı kargayı eline alıp aşağı indi. Dışarı çıkıp bahçeye kadar karganın ıslanmasına eliyle siper oldu. Dışarıda sert esen rüzgar kızın saçlarını savuruyordu. Karga tekrar gaklamaya başladı. Onu bırakmak istemiyordu. Kargayı nazikçe yere bırakıp eve doğru gidecekken gözünden akan yaşa engel olamadı. Bahçe kapısını kapatıp karganın yağmurda ıslanışını seyretti.

Alisa aklına gelen fikirle hemen yukarı çıkıp yatak odasına gitti. Adam, kızı sırılsıklam görünce karganın dışarı bıraktığına emin olmak için sordu: "Ne yapıyorsun?"

"Araf lütfen izin ver onu gidip geri getireyim. Hava o kadar kötü ki yağmurdan gözümün önünü zor görüyorum o yaralı hayvan bu havaya daha fazla dayanamaz. Söz veriyorum her istediğini yapacağım."

"Senden hiçbir şey istemiyorum ve hayır o hayvanı buraya getiremezsin. Bu konu burada kapandı." Dedi.

Alisa bu kötülük abidesine laf yetiştirmeyi bırakıp hemen aşağı indi. Büyük bir sepet bulmak için etrafı aradı. Bulduğu şey bir sepet değildi ama bu onu yağmurdan koruyabilirdi. Hemen bahçe kapısını açıp yaralı kargayı aramaya başladı. Soğuktan bütün hücreleri ürperdi. Kız ıslanmaktan nefret ediyordu. Araf'ın sözünü dinlediği için kendine kızıyordu. Cama doğru yaklaşan Araf, kızın ne yaptığına dikkatle bakıyordu.

Alisa, yaralı kargaya güzel bir yer hazırlamak isterdi ama elinden sadece bu geliyordu. Araf'a evde kalması için adeta yalvarmıştı ama o bunu kesinlikle kabul etmemişti. Kızın elindeki şey onu yağmurdan ve soğuktan koruyabilirdi. Alisa yerlere dikkatle bakıp zavallı hayvanı ezmekten korkar gibi adımlarını dikkatle atarak ilerliyordu. Alisa en sonunda yaralı kargayı bulmayı başarmıştı.

Karga Alisa'yı görünce tekrar acıyla gakladı ama bu sefer kızdan uzaklaştı. Kız, bahçedeki masanın altına doğru giden karganın canını acıtmamaya çalışarak yakaladı. Hemen yanındaki büyük kutuyu açıp yaralı kargayı sıcak tutmaya çalıştı ve etrafını yumuşak bir hırkayla sardı. Karga artık masanın altında ıslanmıyordu. Alisa ekmek ve suyu yanına bırakıp daha fazla ıslanmamak için hızla içeri geçti.

Araf kızın içeri doğru geldiğini gördüğünde aşağı inmişti. Bahçe kapısının önünde Alisa'nın gelmesini bekliyordu. İçeri mahzun bir hâlde giren kız, Araf'ı görmezden gelerek odasına gitmek istedi fakat Araf önce davranıp buna engel oldu: "Nereye gidiyorsun?"

Hâlâ üzgün olan kız, karşındakiyle göz teması kurmadan cevap verdi: "Odama gidiyorum."

"Üzerindekileri çıkar."

"Ne?"

"Sana üzerindekileri çıkar dedim aynı şekilde hırkanı ve bluzunu da!"

Alisa artık sabrının son demlerindeydi. Buna daha fazla tahammül etmek istemiyordu.

"Niye sen mi giyeceksin?"

Araf bu sözlere önce alayla güldü sonra sinirle kıza bakıp kesin bir ses tonuyla emretti.

"Bir dakika bekle lütfen hemen geliyorum."

Kız yukarı çıkıp en az bir saat oyalandı. Üzerindekileri çıkarmış yeni pijamalarını giymiş hatta duş bile almıştı.

Elindeki ıslak hırka ve bluzla Araf'ın yanına çıkageldi. Bunları ne yapacağını merak eden kız, adamın peşinden giderek kıyafetleri çöpe attığını görünce deliye döndü.

Alisa kulağında derin bir çınlama sesi duydu. Karşısındaki adamı öldürmek ister gibi baktı. Olduğu yerde kalan Alisa, Araf'ın sözleriyle tekrar kendine geldi.

"Kuş hasta olabilir önlem için kıyafetlerini çöpe attım."

"Beni de çöpe atabiliyor muyuz peki?"

"Sen bir canlısın."

"Kargada bir canlıydı!"

"Unuttuğun bir şey var Alisa, o bir karga ve o hayvan sen olmadan da hayatta kalabilir. Bu doğanın kanunudur. Hayatında karşılaştığı her zorluğa sen yardım edemezsin."

"Senin de unuttuğun şey ki o da merhamet!"

"Olaya duygusal açıdan baktığın için gerçeği göremiyorsun. O karga hastaydı ve sana da hastalık bulaştıracaktı neden anlamamakta bu kadar ısrarcısın?"

"Hastalanacağımdan mı korkuyorsun?"

"Evet."

"O karga hasta değildi, sadece kanadı kırıktı."

"Seninle bir karga yüzünden tartıştığımıza inanamıyorum!"

"Eğer biraz düşünürsen konunun kargayla değil aslında iyilikle olduğunu çok daha iyi anlardın. İyi geceler Araf!"

"Suçlu yine ben oldum öyle mi? Sen aptal birisin Alisa, bu saflığınla başına gelecek her kötülüğü hak ediyorsun!"

Kız, adamın söylediklerini umursamayıp odasın gitti. Yatağına girip uyuyacakken Araf odaya girdi.

"Pijamalarını al ve odadan çık çünkü artık burası bana ait." Dedi Alisa.

Araf'ı odadan çıkarınca ortalığa dağınık hâlde bıraktığım topuklu ayakkabılarımı yatağımın yanından alıp dolaba koyarken altındaki isimleri merak edip bakmak istedim. Masal, ayakkabımın altına Gökay'ın adını da yazdığını söylemişti. Ayakkabımı çevirip bakınca gözlerime inanamadım. Masal, Gökay'ın adını ayakkabımın her yerine yazmıştı. Birkaç harfi silinmişti ama onun adından başka kimseyi yazmamıştı. Ah, Masal gerçekten Gökay'dan kurtulmak istiyor musun yoksa ona kızdığı için mi böyle yapıyorsun?

O gece Masal artık evde hep tek kalacağını bildiği için mutsuzdu. Masal, telefonunda Alisa ile birlikte geçirdiği mutlu anları hatırlayınca gözleri doldu. Bir zamanlar her şeyin farklı olduğu günlere dair özlem duydu. O an, odanın içine hüzün dolmuştu. Tek başına olmanın verdiği yalnızlık hissi, onu iyice sarıp sarmalıyordu.

Bir süre düşündükten sonra, kendini toparladı. Alisa artık evlendiği adamla yaşayacaktı. Kendisi de okulundan mezun olana kadar yalnız yaşayacaktı.

Masal, bir karar verdi. Geleceğe umutla bakacaktı. Arkadaşının mutluluğu onun için önemliydi ve onun yanında olmaktan mutluluk duyacaktı.

Bu düşüncelerle, masanın üstündeki defteri aldı ve bir kalem kaparak sayfalara dökmeye başladı. İçinden geçen duygularını yazıp bitirdiğinde buruşturup çöpe attı.

Gecenin ilerleyen saatlerinde, Masal odasına çekilip sessizliğin ortasında uyumayı denedi. O gün ilk defa erken uyudu.

Ertesi sabah güne güler yüzle uyanan Masal, kahvaltı hazırlarken dalgınlıkla masaya koyduğu tabağı oturunca fark etmişti. Alisa'yla beraber tarifine bakarak yapmaya çalışılan yemekleri gülerek yemeyecek, artık kitap okuma saatleri olmayacak, pijama partisi yapmayacak, şarkı söyleyip dans etmeyeceklerini düşününce üzülmüştü.

Tek olunca kahvaltı yapma isteği bile gitmişti. Evde daha fazla duramadı ve hazırlanıp dövüş klübüne gitti. Masal dövüş klübüne vardığında, tempolu mücadeleler ve güçlü rakiplerle dolu bir antrenmanın kendisine iyi geleceğini biliyordu. Dövüş sporlarına duyduğu tutku ona güç veriyor ve başka şeyler düşünmemesini sağlıyordu.

Telefonuna gelen cevapsız aramaları çıkışta fark etmişti. Aramaya geri dönünce Halide Teyze'nin hastaneye kaldırılmış olduğunu öğrenince soluğu hastanede almıştı. Poliklinik girişinden girip Halide Teyze'nin hangi serviste olduğunu öğrendi. Yukarı kata merdivenleri çıkarak hasta odasının önüne gelmişti. Yanlış gördüğü düşündüğü adam Gökay'a o kadar benziyordu ki bir an her şeyi hayal zannetmişti. Yan odadan sesini duyunca yanılmadığını anlamıştı. Halide Teyze'nin olduğu odadan çıkıp sesin geldiği yere doğru gitti. Gerçekten Gökay, tanımadığı bir adamın yanına çiçekle gelmişti. Buraya hasta ziyaretine geldiği belli oluyordu.

"Hadi bakalım aslanım ben artık gideyim. Hasta ziyareti kısası makbul olurmuş. Sen de kendine iyi bak, ilaçlarını sakın ihmal etme."

Neredeyse sağ kemiği kalmamış olan adam korkuyla dinleyip Gökay'ın söylediklerini başıyla onaylıyordu. O sırada telefonu çalan Gökay vedalaştıktan sonra uzaklaşmak için odadan çıktı. Kız yakalanmamak için Halide Hanım'ın odasına geri döndü. Masal, yaşlı kadına hemen geri geleceğini söyleyip odadan çıktı. Gökay'ın peşine düştü. Telefonla konuşan adam, hastane otoparkında durmuştu. Gökay o tarafa doğru bakınca Masal'ı görmüştü. Uzaktan el sallamakla yetinen adam telefonu kapatıp kızın yanına gitti.

Güneş gözlüklerini çıkarıp Masal'a bakarak konuştu: "Sen beni mi takip ediyorsun?"

"İşim gücüm yok seni mi takip edeceğim. Hava almaya bahçeye çıkmış olamaz mıyım?"

"O yaşlı kadın Halide Hanım mıydı?"

"Evet."

"Bir rahatsızlığı mı var?"

"Düşmüş birkaç kemiği kırılmış kimi kimsesi yok yanında refakatçi olarak kalmak için ben geldim. Senin hastanede ne işin vardı?"

"Ben de bir yakınımı ziyarete gelmiştim tesadüfe bak ki seninle aynı serviste karşılaştık."

"Benim eve uğrayıp ders kitaplarımı almam gerek sana iyi günler."

"Okulun hâlâ kapanmadı mı?"

Masal, Gökay yüzünden bütünleme sınavına kaldığını söylemek istemedi. "Kapanmadı sınavlar bitmedi." Diyerek cevap verdi kız.

"Yoksa sen bütünlemeye mi kaldın ha?" Dedi alay ederek.

"Evet hani senin yüzünden iptal olan sınavım vardı ya onun için ders çalışmak zorundayım!"

"İstersen ben sana ders çalıştırabilirim. Madem benim yüzümden sınavın iptal oldu o zaman telafi etmem için bana izin ver."

"Tamam kabul ediyorum ama Halide Teyze'nin yanında kim kalacak?"

"Bu işi zevkle yapacak birini tanıyorum. İyilik yapmaya pek meraklı biri..."

"Kimden bahsediyorsun Gökay?"

"Kimden olacak tabii ki Alisa'dan bahsediyorum." Dedi Gökay. Telefonunu çıkarıp Alisa'yı arayacakken Masal, çalan telefonu kapattı. Gökay'ın kaşları çatılmıştı: "Ne yapıyorsun?"

"Hatırlarsan eğer o kız daha yeni evlendi Gökay. Çok ayıp!"

"Ya sen zannediyorsun ki onlar yeni evliler gibi takılıyorlar ama gerçek öyle değil. İki dünya bir araya gelse onlar bir yatağa asla giremezler. Bari gelsin de bir işe yarayıp Halide Teyze'ciğine baksın." Gökay çoktan telefonunda Alisa'yı bulup aramıştı. Masal, Gökay'ı engellemek için telefonu almaya çalıştı. Telefon açılmıştı ama onlar Alisa'nın sesini duymuyordu.

"Alo Gökay... Beni duyuyor musun? Alo..."

"Saçmalama Gökay sakın arama. Ver şu telefonunu bana!"

"Masal bir saniye izin ver be! Alisa'yla konuşursam kesin kabul edecek ben biliyorum."

"Alo... Gökay? O Masal'ın sesi miydi?"

Masal ve Gökay telefon için tartışıyorlardı. Masal telefonu almak için uğraşırken Gökay elindekini arkasına saklayarak kıza engel oluyordu: "Onu böyle rahatsız edemezsin Gökay. Kapat o telefonu!"

"Gel tepeme çık Masal! Ya bir dakika rahat dur, kıza bir şey soracağım!"

Alisa kapatıp Gökay'ı aradı. Telefonu çalan adam aramayı zar zor cevaplayabildi.

"Yanında Masal mı var?"

Gökay, telefonu kulağına götürmüş başıyla düşmesine engel oluyordu bir yandan da kızın ellerini tutmuş telefonla konuşuyordu: "Alisa sana atacağım hastaneye gelebilir misin? Masal'la önemli bir işimiz var o yüzden Halide Teyze'ciğin yanında refakatçi olarak kalacak biri lazım. Rica etsem gelir misin?"

"Parçalara ayıracağım seni Gökay, geleceğin ölüsüsün artık hemen kapat o telefonu..."

"Halide Teyze iyi mi Gökay?"

"Durumu iyi fakat dediğim gibi refakatçi olarak biri lazım. Kabul et nolur bak ben burada şiddet görüyorum."

"Hangi hastane?"

".... Hastanesi."

"Tamam yarım saate gelirim."

"Teşekkürler bu iyiliğini unutmayacağım Alisa."

"Önemli değil." Deyip kapattı. Telefonu cebine koyan Gökay isyan eder gibi söylendi: "Hastaneye bir yatış da bana gerekecek kemiklerimi kırdın Masal. Sana kabul edecek demiştim."

"Yanlış yaptın Gökay."

Alisa taksiye binip hastaneye gitti. Yolda Araf'ı aradı ama her zaman ki gibi telefonunu açmamıştı. Nerede olduğuna dair kısa bir mesaj çekip telefonunu çantasına koymuştu. Hastanenin önüne geldiğinde hâlâ tartışmakta olan Masal ve Gökay'ı görmüş o tarafa doğru gitmişti.

"Selam arkadaşlar."

Masal arkadaşını görünce Gökay'ı bırakıp sımsıkı Alisa'ya sarılmıştı.

"İyi ki geldin Alisa. Sen geldiğine göre biz de gidelim artık Masal hadi yürü!"

"Masal neden sinirli Gökay?"

"Seni muhteşem balayından ayırdığım için sabahtan beri bana etmediğini bırakmadı. Sahi siz bir yerlere gitmeyi planlamadınız mı? Araf, Carly ile barıştığı gün bir aylığına Viyana'ya gitmişti. Sana hiçbir şey yapmadı mı yani?"

Masal kolunu Gökay'ın karnına vurup susmasını söyledi.

Alisa adamın sözlerini hiç umursamadı. Cevap olarak şöyle dedi: "Merak etme Gökay, ben muhteşem balayının en hasını Araf yaşayatacağım."

Masal ve Gökay birbirine baktılar. İkisi de aynı şeyi düşünmüş gibi "Nasıl yani?" Diye sordular.

"Araf'la bir aylık Hindistan tatili yapacağız." Dedi göz kırparak.

Gökay şaşırmış aynı zamanda takdir eder gibi baktıktan sonra konuştu: "Güzel plan ama Araf gelmez ki boşuna hayal kurmuş olursun."

"Ben de onu bir şekilde buna mecbur ettiririm."

"Çok güzel demek sen bir şeyler planlıyorsun eğer yardım gerekirse söyle bana ben seve seve yaparım." Dedi Gökay.

"Bunu tek başıma yapacağım yine de eksik olma Gökay. Hadi siz nereye gidecekseniz gecikmeyin ben de artık Halide Teyze'nin yanına gideyim."

"Teşekkürler Alisa." Diyerek oradan ayrıldılar.

Arabaya binip emniyet kemerlerini taktılar. Nerede ders çalışacaklarına kararlaştırdılar.

... 

Araf, saatlerdir telefonu kapalı olan Alisa'ya ulaşamayınca sinirlendi. Toplantıdayken gelen aramaya cevap verememişti ama şimdi de Alisa telefona cevap vermiyordu. Akşam olunca eve gitti. Anahtarıyla içeri girip mutfağa doğru yürüdü. Işıklar kapalıydı ve ortada Alisa yoktu.

O sırada Alisa, hastanede Halide Teyze’yi ikna etmeye çalışırken yaşlı kadının tansiyonu sürekli artıyordu. Gözlerini kısarak Alisa’ya baktı ve sesi titreyerek, "Kızım, ne demek düğün yapmak istemiyoruz! Delirdin mi? Hiç düğünsüz evlilik olur mu? Oğlanın maddi durumu yerinde, şükür!" dedi.

Alisa derin bir nefes aldı, sabırlı olmaya çalışıyordu. "Halide Teyze, ben sadece bazı şeylerin aceleye gelmesini istemiyorum. Düğün elbette önemli fakat bazen aşkla başlayan bir hikaye, ihtişamlı bir kutlama olmadan da güzel olabilir."

Halide Teyze, Alisa’nın gözlerinin içindeki kararlılığı görerek biraz yumuşadı fakat hâlâ hoşnutsuz görünüyordu. "Peki ya aileler? Onlar ne düşünür? Bunu nasıl açıklayacaksın?” diye sordu.

Kız başını eğip gözlerinin dolduğunu göstermek istemedi: "Benim ailem yok ki onlara bir açıklama yapayım."

"Özür dilerim kızım, öyle demek istemedim. Yaşlılık işte seni de üzdüm yok yere.."

O gece, Alisa hastanede sabahlamıştı. Gözlerini açtığında, telefonunun kapalı olduğunu fark etti; güç düğmesine basıp açılmasını bekledi. Bir an için, Araf'ın dün gece onu evde bulamayınca ne yaptığını da merak etti.

Telefon ekranı açılır açılmaz birkaç saniye oldu. Tahmin ettiği gibi, Araf'dan hiçbir mesaj yoktu. Cevapsız aramalardan çoğu ona aitti ama Alisa, bunu umursamadı.

Araf, dün gece Gökay’ı aramıştı ve Alisa’nın nerede olduğunu öğrenmişti. Alisa’yı aramaktan vazgeçip odasına döndü ve çalışmaya gitti. Sabah çalışma masasında uyanınca, hemen banyoya geçti. Duş alıp giyinmeden önce, Alisa’nın gelip gelmediğini kontrol etmek için odaları dolaştı. Ancak evde sadece kendisi vardı. Her yerde Alisa’yı ararken, onu özlediğini fark etti ve duraksadı. Yine de, en iyisi hiçbir şey olmamış gibi devam etmekti. Hızla banyoya gidip duş aldı ve giyindikten sonra evden çıktı. Yolda, Alisa'yı aradı fakat kız telefona cevap vermedi.

O sırada, Alisa hastane odasında Halide Hanım’a dönünce yaşlı kadın konuştu: "Galiba yokluğun, kara oğlanın aklına yeni geldi! Seni şimdi nasıl merak etmiştir, kim bilir? E hadi aç merakta bırakma çocuğu..." dedi.

Alisa, "Arasın dursun dünden beri beni sadece bir kere aramış! İnsan hiç mi merak etmez, bu kadın nereye kayboldu diye!" diyerek sinirle yanıtladı. Halide Teyze, başında nöbet tutan Alisa'nın içindeki öfkeyi dindirmek yerine, onu dışarı çıkmaya teşvik etmek istedi.

Hastanenin bahçesine çıktığında, hafif bir esinti hissetti. Gözleri, güneşin parıltısıyla aydınlanan ağaçlara ve rengarenk çiçeklere takıldı. Bu güzel manzara, Alisa'nın kafasını dağıtmasına yardımcı olmaya çalışıyordu. O sırada, telefon çaldı ve Araf’ın ismini görünce kalbi hızlandı. Telefona cevap verdi, sesi titreyerek “Alo?” dedi.

Araf’ın sesi mutlulukla doluydu. Alisa bu sıcak tonu duyduğunda içi kelebeklerle doldu. “Alisa! Neden aradığımda telefona cevap vermiyorsun?” diye sordu.

"Hastanedeyim Araf, ne oldu, neden beni merak ettin?"

"Neden mi merak ettim! Haber vermeden ortadan kaybolduğun için olabilir belki!" dedi Araf, sesinde hafif bir gerginlik var.

"Aradığımda telefonu açmayan sendin Araf! Bilerek açmadığını biliyorum!"

"Eve ne zaman dönmeyi düşünüyorsun, hanımefendi?"

Alay ederek cevap verdi: “Üzgünüm ama bir süre Halide Teyze’nin yanındayım. Tek refakatçi benim, bu yüzden görüşemeyeceğiz!”

"Ne zaman taburcu olacak?"

"Bilmiyorum, yorgunum, zaten bütün geceyi sabahlayarak geçirdim."

"Tamam o zaman yarım saate oraya geliyorum. Seni eve bırakırım, oradan da işe giderim." dedi Araf kararlı bir sesle.

"Halide Teyze ne olacak?" diye sordu Alisa.

"Ben ona başka bir refakatçi ayarlayacağım."

"Sakın hastaneye gelmeyi düşünme Araf, Halide Teyze düğün için ısrar ediyor. Üstüne seni görürse hiç iyi olmaz!"

"Düğün mü? Tamam, madem çok istiyorlar, o zaman yapalım."

"Gerçekten mi? Benimle dalga geçmiyorsun değil mi?"

Araf, ciddi bir ses tonuyla, “Tabii ki şaka yapıyorum! Düğünlerden nefret ederim. Bunu bana sorman bile saçmalık!" dedi.

Alisa, bu yanıt karşısında sinirle bağırdı: "Hayır efendim! Düğün de yapılacak, balayına da gidilecek! Buna sen değil, ben karar veriyorum. Şimdi Halide Teyze'ye gidip Araf'ın düğün yapmak için ne kadar sabırsızlandığını söyleyeceğim."

"Alisa, sakın öyle bir şey yapma, oraya gelirsem çok kötü olur, söylemedi deme!"

"Çok kibarsın, ben de seni öpüyorum canım. Hadi görüşürüz!" diyerek telefonu yüzüne kapattı.

Önce şu balayı işini hallettim. Dünya'da bir ilki gerçekleştirip balayına Araf'ı tek göndereceğim! Koşarak hastaneye girdim.

Loading...
0%