@madrabazbiryazar
|
Karanlık bir orman ve kasvetli bir hava. Gökte tabak gibi bir inci tanesi parıldıyor. Issız bir yerde kapalı bir oda ve birkaç adam. Yarı aydınlık yüzlerinde hep aynı ifade taşıyorlar... Bir adam odaya girdi, kapıyı usulca kapatıp, masanın yanındaki sandalyeye oturdu. Masada oturan kişi, merakla sordu: "Neden tek geldin, kız nerede?" "Onu bulamadık, abi." diye yanıtladı. Elindeki kalemi masanın üzerine ritmik bir şekilde vurmakta olan adam, oturduğu koltukta sakin kalmaya çalışıyordu. Ayaktaki adamlardan biri, utana sıkıla devam etti: "Peki, şimdi ne yapalım abi?" Oturduğu masada yüzü karanlıkta kalan genç adam cevap verdi: "Aramaya devam edin. Onu bulduğunuz zaman ne yapacağınızı biliyorsunuz." "Tamam abi..." dedi ve dağıldılar. Yalnız, masada oturan adam odada tek kaldı. ... Soğuk bir sabah, gri bulutlar gökyüzünü kaplamıştı. Derin bir uykunun ardından gözlerimi araladığımda, odanın aydınlığına kendimi alıştırmaya çalıştım. Gözlerimi ovuşturup yatağımdan doğruldum ve derin nefes aldıktan sonra odamı incelemeye başladım. Yorgun gözlerimle etrafa bakarken, boş vermişliği üzerimden atmam gerektiğini fark ettim; hızlıca yataktan kalkıp banyoya yöneldim. İşlerimi bitirdiğimde odama geri döndüm ve dolaptan uygun bir kıyafet seçip giyindim. Aynadaki görüntüme baktığımda hazır olduğuma karar verip odadan çıktım. İşe gitmek için hazırlanırken çok aç olduğumu hissettim. Birkaç dakika bir şeyler atıştırmakla geç kalmayacağımı düşünüp aceleyle mutfağa gittim. Masal benden bir saat önce kalkmıştı. Kahvaltı alışkanlığı olmayan arkadaşım, kahvaltımı hazırlarken yardım etmek istediğini belirtir gibi kollarını sıvadı. Birlikte masaya oturduğumuzda komik bir ifadeyle yüzüme baktı. "Gerçekten, sabahları böyle kahvaltı yapacak kadar seviyor musun bu hayatı?" Masal'la beraber, kahvaltımızın tadı daha da keyifli hâle gelmişti. Gülümseyerek ona baktım ve hızlıca bir bardak çay doldurdum. Yorgun sesiyle konuştu: "Keşke senin gibi sebepsiz yere mutlu olabilsem ama sınavlar buna izin vermiyor." "Bütün gece ders mi çalıştın, yine uykusuz görünüyorsun?" Sorumu sorarken aynı zamanda ekmeğimin üzerine peynir sürdüm. Bir yandan da sohbet ediyorduk. "Bugün dersim çok, beni bekleme yemeğini ye sen." Saate baktıktan sonra bir açıklama da ben yaptım: "Bugün, Kubilay'ın ailesi dışarı çıkacaklarmış. Onunla vakit geçirmem gerek o yüzden ben de geç gelebilirim." Masal garip bir şey söylemişim gibi yüzüme bakıp konuştu: "Kubilay'ı yanlarında neden götürmüyorlar?" "Durmuyor ki, her yere koşturuyor ama çok şirin bir görsen Masal! Annesi üvey falan ama kötü bir kadın değil, ilgisiz biri olsaydı eğer, küçücük bir çocuğa Fransızca dersi için özel hoca tutmazdı." Alaylı bir bakışla süzdükten sonra sandalyesine doğru yayılarak "O yaştaki çocuğun Fransızca öğrenmesi çok mu önemli, İngilizce olsa neyse diyeceğim. İşin zor valla...Zengin çocukları biraz şımarık oluyor be, nasıl katlanıyorsun anlamıyorum. Çocukları severim ama her gün yanımda olmalarını istemem." "Biliyorsun ki sınavın sonuçlarını bekliyorum. Öylece durup beklemek yerine boş vakitlerimde çalışıyorum. Hem Kubilay'la vakit geçirmeyi seviyorum, boş vakitlerimizde oyun oynuyoruz." Kahvaltıyı toplayıp evden çıktığımda kendimi şanslı hissettim. Çünkü Kubilay gibi bir çocuğun hayatına dokunma fırsatına sahiptim. Onun büyümesine tanıklık ediyordum. Beni ara sıra sinir ediyordu ama çok sevimliydi. Ya da ona gerçekten alışmaya başlıyordum. Kapı önünde ev sahibimi görünce 'günaydın' deyip yanından geçip gitmek istedim ama ne yazık ki böyle bir fırsatım olmamıştı. "Bu ay kiraya zam yapacağım, haberiniz olsun." diyerek sabah sabah bütün enerjimi tüketmişti. Sakinliğimi korumakta zorlanıyordum: "Geçen ay yapmıştınız Kâmil Bey.." deyince her zamanki asabi tavrıyla azarladı: "Ben anlamam ödeyemiyorsanız boşaltın evi!" Güzel haber verdiğini bir gün bile görmediğim bu adamı görmek istemiyordum. Uzatmanın alemi yoktu. Samimiyetsiz bir gülüşle uzlaşmaya çalıştım: "Anladım. İyi günler Kâmil Bey!" Yol boyunca söve saya otobüsü bekledim. İş yerine vardığımda, evin emektarı olan Nezaket Hanım kapıyı açtı. Bana salona kadar eşlik ettikten sonra işine geri döndü. Ben de bizimkini arıyordum. Büyük ihtimalle odasında olmalıydı. Odaya girmeden önce dertlerimi bir kenara bıraktım ve yüzüme sahte bir gülücük yerleştirdim. Yaşı küçük olabilir ama hissettiklerimi kolayca anlıyordu. Kendi dertlerimle Kubilay'ı üzmek istemedim. Bir süre onu yalnız başına oyun oynarken izledim. Beni fark edince, yanına yaklaştım ve gülümseyerek sordum: "Günaydın, bugün nasılsın bakalım?" Küçük çocuk gözlerini bile kıpırdatmadan oyuncağıyla meşguldü. Açıkça seni umursamıyorum mesajı veriyordu sanki. Moral motivasyon sıfır! Sakin bir ses tonuyla onu ikna etmeye çalıştım: "Bugün dersimiz bittikten sonra seninle birlikte güzel bir gün geçireceğiz. Dışarıda ne yapmak istersin?" diye sorunca cevap vermek bir yana yüzüme bile bakmamıştı. Beni duymuyormuş gibi yapıyordu. Hay Allah ne oldu bu çocuğa, her gün beni görünce koşarak gelip sarılırdı. Bugün yüzüme bile bakmıyordu. Karşısına geçip yüzüne baktım. Ailesiyle beraber gitmediği için kızgın gibiydi. Gözlerini kırpıp başını önüne eğince ağlamak üzere olduğunu fark ettim. Ağlarsa susturamayacağımdan şüphe ederek tatlı sözlerle onu kandırayı denedim. Kubilay ağlamaklı sesiyle bana söylediklerimi unutturmuştu: "Sence çok mu yaramazlık yapıyorum? Bu yüzden mi beni evde bırakıp gittiler?" diye sorunca ne cevap vereceğimi bilmiyordum. Evet desem çok üzülecekti. Hayır desem inkâr edecekti. Ben de ona, şaka yoluyla anlatmaya çalıştım: "Hiç öyle şey olur mu canım... Onlar, seni götürürlerse ben kiminle ders yapıp oyun oynayacaktım, söyler misin?" Ağlamamaya çalışarak konuştu: "Ama sen akşam gideceksin ve ben evde tek kalacağım." "Yalnız olmayacaksın ki Nezaket Hanım var." Elindeki topu yerde sektirip kaşlarını çattı: "Ama o benimle saklambaç oynamıyor ayrıca futbol oynamasını da bilmiyor. Hem sürekli işi var!" Canının futbol oynamak istediğini anladım ancak şimdi olmazdı. Lafımı yuvarlayıp "Tamam o zaman saklambaç ya da futbolu benimle oynarsın." diyerek anlaşmaya çalıştım. Kubilay tutmakta olduğu gözyaşlarını serbest bırakmıştı. "Ben oyun oynamak istemiyorum. Sen annem ne derse onu yapıyorsun, artık seni de sevmiyorum! Git buradan!" dedi ve ayağa kalkıp elimi tuttu. Bu sözlerden sonra ne yapacağını merak ederken beni odadan çıkardı. Küçücük çocuk ancak bu kadar kötüleşebiliyordu. Kapıyı kapatıp içeride ağlarken kalbim acıyla dolmuştu. Sesleri duyan Nezaket Hanım yanıma gelip Kubilay'ın da duyması için bağırarak konuştu: "Bugün küçük beyin heyheyleri üstünde, kimseye pas vermiyor! Dört çeşit kurabiye yaptırdı hiçbirine dokunmadı! Şimdi ben kurabiye canavarını arayım gelsin de bütün kurabiyelerini yesin! E artık Kubilay'da kırıntılarını yer!" Nezaket Hanım susunca Kubilay içeriden bağırdı: "Kurabiye canavarı diye bir şey yok!" Zeki çocuktu doğrusu. Onu kandırmak zordu. Nezaket Hanım, Kurabiye canavarını gördüğünü söylemeseydi Kubilay'ın inanacağı yoktu. "Var ayol o gün gözlerimle gördüm. Bizim bahçede geziyordu. Kıllı tüylü bir şeydi. Dişleri kocamandı. İki gözüm önüme aksın ki..." Odadan ses gelmeyince ağlamayı bıraktığını düşünmüştüm. Galiba inanmıştı ama Kubilay hâlâ daha odadan çıkmamıştı. Nezaket Hanım, Kubilay'ı odadan çıkarmak için konuşmaya devam etti: "Koskocaman bir göbeği vardı, adımlarını zor atıyordu. Kubilay da yok ki bu canavarı kovalasın! İnsan da yiyormuş bu canavar aman Yarabbi, evlerden ırak! Ya mutfağa girerse o zaman ben ne yaparım?" Kilit sesi duyulunca birbirimize bakıp güldük. Kubilay kapıyı aralayıp ikimize birden kurumuş gözyaşlarıyla baktı: "Kurabiye canavarı gelirse ben onun önüne kimi atacağımı iyi biliyorum!" Gözlerimiz korkuyla açılmıştı. Önümüzdeki çocuğa merakla bakıyorduk. Kubilay odadan oyuncak bir maymun getirdi."İşte bunu o canavarın önüne atıp sizi kurtaracağım." Nezaket Hanım kahkaha atınca Kubilay'ın da siniri geçmişti. Aklındaki ihtimali söylerken bir yandan da gülüyordu: "İlahi, ben de bizi canavara atacaksın zannettim!" Ortam iyice yumuşamıştı. Nezaket Hanım olmasaydı kapının açılmasını daha çok beklerdim. Bana dönüp gülümsedikten sonra elimi tuttu: "Bugün dersten sonra piknik yapabilir miyiz?" Bu isteğe karşı koyamadım. Hem onun neşesinin yeniden yerine gelmesi, hem de dışarıda biraz eğlenmek için hazırlıkları hızlandırarak, dersten sonra dışarı çıkmaya karar verdik. .... Altı adam, önünü ilikler gibi saygı duruşuna geçerek sırayla içeri girdiler. Seyrek saçlı olanı endişeli gözlerle masadaki adamın arkası dönük olan koltuğuna bakıyordu. Cam tarafından adamın sesi yükseldi: “Kızı buldunuz mu?” Ayakta duran adam, cevap vermekten korkar gibi başını önüne eğip konuştu: “Henüz değil abi.” Aynı ciddi ve soğuk ses tonu tekrar duyuldu: “Bulmanıza gerek yok, kız zaten burnumuzun dibine kadar gelmiş de biz görememişiz!” Altı adam anlamamış gibi yüz yüze baktılar. Adamlardan biri bu sözlere verecek bir yanıt buldu: “Kız sürekli ev değiştiriyor abi, tam bulacağız diyoruz tekrar izini kaybettirmeyi başarıyor.” “O sizin beceriksizliğiniz olmasın! Neyse yarın belli etmeden gidip bir ziyarette bulunacağız. Sakın kızı uyandıracak ters bir hareket yapmayın!” .... Bir süre sonra evin yakınlarındaki parka vardık ve güzel bir yer bulup piknik örtüsünü serdik. Nezaket Hanım, büyük bir sepet içinde sandviçleri ve atıştırmalıkları hazırlayıp bizimle beraber gelmişti. Kubilay, neşeyle sandviçini yemeye başladı. Birçok aile buraya piknik yapmaya gelmişti. Kubilay bir ısırık daha alıp karşı taraftaki aileyi gösterdi: "Alisa neden senin de onlar gibi erkek arkadaşın yok?" "Benim de erkek arkadaşlarım var." Deyince Kubilay tekrar neşe içinde koşturan çocuklara baktı: "Ama onların çocukları var ve sen onlar gibi değilsin. Hayatta ararsan çok şey bulursun Alisa." Bismillah çocuğun içinden Balzac çıktı iyi mi, şimdi ne cevap vereceğim diye düşünürken Nezaket Hanım da meraklı gözle bana bakıyordu. Neyse ki çocuğun biri yanımıza gelip imdadıma yetişti: "Senin adın ne? Oyun oynayalım mı?" Kubilay yüzüme bakarken gitmek için karar vermemi bekliyordu, gülümseyerek başımla onayladım. Az kalsın unutuyordum: "Çok uzaklaşmayın Kubilay, biliyorsun kurabiye canavarı hâlâ peşimizde..." Çocuğun elinden tutup gitmeden önce sandviçi bölüp yanındakine verdi, sonra bana döndü. "Merak etme Alisa, onu kovdum bir daha buraya gelemez!" Hadi biz biliyoruz kurabiye canavarının olmadığını ama bu çocuk olmayan birini nasıl kovdu da böyle konuşuyor? Aman benimki de laf sanki küçük çocuk ne anlasın! Gün boyunca Kubilay, Mert'le oyunlar oynadı, yorulup yanıma gelince beraber resim yaptık. Hiçbir şeyden sıkılmıyordu. Kendi gibi eğlenmesini bilen birkaç arkadaş daha bulup oyun oynamaya devam etti. Çocuklar hemen arkadaş olabiliyor oysa büyükler birini tanımadan selam bile vermekten çekiniyorlar. Keşke çocuklar kadar masum olunabilse Dünya daha güzel bir yer olurdu. Onlar kendi aralarında eğlenirken ben de defterimi çıkardım ve bu ayın masraflarını hesapladım. Beraber oyun oynadığı çocuğun ailesi, parktan erken ayrılmak zorunda kalınca yüzü düşen Kubilay da yanıma geldi. Biraz daha oturduktan sonra yediklerimizi toplayıp beraber evin yolunu tuttuk. Eve vardığımızda ailesi daha gelmemişti. Sabah olanlardan sonra bırakıp gitmek istemedim. Bu yüzden onunla kaldım. Kubilay ilk başta ailesinin gelmesini beklemek istediyse de sonra uykusuna yenik düştü ve daha fazla dayanamayıp gözlerini yumdu. Onu kucağıma alıp odasına götürdüm. Yatağına yatırmadan önce gözlerini açtı ve ailesinin gelip gelmediklerini sordu. Cevap vermedim çünkü çok geçmeden kalan uykusuna devam etti. Işığı kapattım ve aşağı indim. Salona geldiğimde saate baktım. On ikiye geliyordu. Oturup beklemek yerine ailesini arayıp geleceği saati öğrenebilirdim. Telefonumu koltuğun üzerinden alıp Handan Hanım'ı aradım. Kısa bir görüşmeden sonra telefonu kapatıp koltuğa otururken can sıkıntısı içimde biriktikçe büyüyor gibiydi. Yapacak bir şey bulamayıp evi incelemeye başladım. Çok güzel renkler ile dekor edilmişti. Evin birçok yerinde çerçeveli fotoğraflar vardı. Yalnız bunlar içinde Kubilay'ın ailesine ait mutlu bir fotoğraf yoktu. Ailesine ait tek fotoğrafı kendi odasındaki duvarda asılıydı. Kapı çalınca düşünmeyi bırakıp ciddiyetimi büründüm. Salondan ayrılırken etraf düzenli mi diye son bir kez baktım. Hızlı adımlarla gidip güler yüzle kapıyı açtım. "Hoşgeldiniz..." "Hoş bulduk Alisa. Umarım biz yokken Kubilay seni üzmemiştir." Diye söze başlayan Handan Hanım, kendinden emin bir gülümsemeyle içeri girdi. Arkasında eşi de vardı. "Yok, aksine çok eğlendik. Bugün dersten sonra dışarıda piknik yaptık." Handan Hanım, gülümsedi. Eşi minnettar bir ifadeyle söze başladı: "Elinden gelenin en iyisini yaptığına eminim, bugün Kubilay'ı yalnız bırakmayıp onunla kaldığın için teşekkür ederiz." Handan Hanım heyecanlandı: "Her şey için teşekkürler. Bu saatte taksiye binme lütfen, şoförümüz seni eve kadar bıraksın." İyi akşamlar deyip evden çıktım. Arabaya binip yola çıktık. Kubilay'ın koluma çizdiği saate bakıp gülümserken yağan yağmurun sesiyle huzur doldum. İçerisi sıcacıktı. Eve geldiğimde yağmur çoktan dinmiş, ıslak toprak kokusu her tarafı sarmıştı. Apartmana doğru yönelirken yine ev sahibiyle karşılaşınca bu sefer selam sabah vermeden yanından geçip gittim. Masal'a zam haberini verince ne yapacağını merak ediyordum. Geçen ay ev sahibinin yaptığı zama verdiği tepkiye gülmekten gözümden yaş gelmişti. Tabii olayın sonu iyi bitmeseydi burada olmazdık ya orası da ayrı mesele... O, benim gibi değildi. Haklarını bilen ve haksızlığa gelemeyen biriydi. Çoğu zaman yapmaya cesaret edemediğim şeyleri hep o yapardı. Mahalledeki çocuklar o geldiğinde oyun oynamayı bırakıp tişörtlerinin önlerini ilikler gibi yaparak ona saygı duyduklarını göstermeye çalışırlardı. Çocuklardan birine bunu neden yaptıklarını sorunca verdiği cevaba kahkahalarla gülmüştüm. Kısaca Masal, Polat Alemdar'ın kız versiyonu gibi bir şeydi. Ev sahibinin yine sabah kahvaltımızı şenlendirdiği bir gündü. Emreder gibi bir ses tonuyla "Bu sözleşmedeki kağıtta yazan ücreti vereceksiniz!" Deyince yüzümün aldığı renk anlatılmaz yaşanırdı. Ne yapacağız diye düşünürken benim aksime Masal alayla gülümsemişti. "Kâmil Bey, tebrik ederim gerçekten ben de tam 'bu adam ne zamandır gelip zam yapmıyordu' diyecektim ki şimdi zuhûr ettiniz!" Gözlerimi kısıp sinirle söylendim: "Sen ne dediğinin farkında mısın? Biz zaten o zamı geçen ay ödedik." "Niye öyle diyorsun arkadaşım gül gibi yer, aaa!" Zeytini çatala batırırken gözlerini süzerek söylemişti. Bu kız bir şeyler karıştırıyor ama kokusu yakında çıkardı. Kâmil Bey, Masal'dan cesaret almış gibiydi: "Bak, arkadaşın seninle aynı fikirde değil. Zam bu aydan itibaren geçerli olacak!" İlk defa cesaret edip bir kelime söyleyebildim: "Bu haksızlık Kamil Bey, siz kafanıza göre zam uyguluyorsunuz!" Masal kahkaha atınca daha çok sinirlendim. Arkadaşıma dönerek azarlar gibi konuştum: "Hani sen haksızlığı kendine yediremiyordun?" İşte şimdi onu can yerinden vurmuştum. Masal gülmeyi kesip sakinleşti. Yüzü ciddi bir hâl aldı ve ev sahibimize dönüp "Kâmil Bey, siz aşağı inin, ben de kira parasını hazırlayıp geliyorum. Görüyorsunuz ki şu an kahvaltı yapıyoruz, rahatsız etmezseniz sevinirim!" Diye cevap vermişti. Kamil Bey kirayı duyunca sevincinden gözlerine renk gelmişti. Az önceki sinirli tavrından eser kalmadı. Masal istifini bozmadan Kâmil Bey'e gülümsedi. "Çıkarken kapıyı kapatın size zahmet!" Kâmil Bey'in çıkmasını bekledim. Kapı kapanma sesini duyunca neredeyse sinirden Masal'ı parçalayacaktım."Çok merak ediyorum biz bu zamı neyle ödeyeceğiz? Senin bursunla mı!" Masal sinsice gülünce bir şeyler karıştırdığını anladım. "Biz zâm falan ödemeyeceğiz. Hatta belki kirayı ödemekten bile kurtulacağız!" Bir süre duraksadıktan sonra merakla sordum: "Taşınıcak mıyız? Eee, hani burası okuluna yakın diye taşınmıştık, ne karıştırıyorsun sen? Doğru düzgün anlat bakayım şunu! " Yüzüne çok iyi bildiğim bir ifadesini takınmıştı. Önemli bir şey söyleyecekmiş gibi elindeki çatalı bıraktı: "Bu Kâmil var yaa bu Kâmiiil..." "Ne olmuş Kâmil'e, anlat artık şunu meraktan çatlayacağım!" Yine aynı şeyleri tekrar ettirdi: "Bu Kâmil var ya bu Kâmil, karısını aldatıyor!" Duyduklarıma şaşırasım gelmemişti, zaten konumuzla alakalı olmadığı için umursamadım. "Bize ne bundan, biz boşanma avukatı mıyız?" Masal işaret parmağını kafasına vurarak "Aklını kullansana biraz, bana da yardımcı olmuş olursun ha!" Endişeyle söylenmeye devam ettim."Dalga geçmeyi bırak şurada ciddi bir şey konuşuyoruz, ne yapacağız sen onu söyle?" Kahvaltı masasından kalkıp terliklerini giydi. "Bunu sana şimdi anlatamam, aşağı inmem gerek. Malum, değerli ev sahibimiz beni bekliyor." Dur nereye gidiyorsun, demeye kalmadan kapıyı açıp gitti. Aradan dakikalar geçti. Ondan sonra apartmanda bir bağırış çağırış dahi olmadan Masal geri geldi. Kapı açık apartmanda onu bekliyordum. Gülerek merdivenleri çıkıyordu. "Bu ay bedava oturacağız, hadi yine iyisin!" "Nasıl yani anlamadım?" "Alık mısın kızım sen? Bunu Kubilay'a söylesem o bile anlardı. Gittim, söyledim işte.." "Nasıl oldu o?" "Yoruldum Alisa, geç içeri orada konuşalım. Ayaküstü ahiret sualleri soruyorsun." "Allah rızası için şunu bana baştan, gülmeden ve atlamadan anlat." Koltuğa yerleşirken önce gözlerini açtı ve hararetle konuşmaya başladı: "Kâmil'in suratının aldığı ifadeyi görseydin gülmekten yerlere serilirdin. Yüzü kıpkırmızı oldu. Neredeyse ayaklarıma kapanıp ağlayacaktı ama gözünün yaşına bakmadım." Olayı baştan sona anlatınca ağzım açık kalmıştı. "Sen, Kâmil Bey'in karısını aldattığını nereden öğrendin?" Diye sordum. Masadaki çekirdeği alıp zevkle kucağına yerleştirdi: "Bir mahallenin dedikodusu var ben de, bilmiyormuş gibi konuşuyorsun ya, bazen sana gerçekten hayret ediyorum!" "Allah Allah, ben seni okumuş, kültürlü, entelektüel biri olarak biliyordum. Ne bu milletin kirli çamaşırlarını öğrenme isteği?" Oturduğu koltukta rahat bir ses tonuyla kendini savundu: "Afedersin seni kasdetmiyorum ama, entelektüellik ne işe yarıyor ki?" "Peki dedikoducu olmak ne işine yarıyor?" Keyifle çekirdeğini yemeye devam etti. "Çok işime yarıyor canım hatta bak kira sorunumuzu bile kökünden çözdüm, görüyor musun?" Bir tutam çekirdek alıp ona hak verdim. Elimizdeki çekirdekle birkaç dakika öylece oturunca Masal hareketlendi. "Kalk kahvaltımıza devam edelim. Geldi yine murdar etti soframızı meymenetsiz!" ... O günü dün gibi hatırlıyorum. Merdivenleri çıkarken yorulmuştum. Dördüncü kata asansörsüz çıkmak hiç de kolay değil. Eve geldiğimde sessizce kapıyı açıp içeri girdim. Masal çoktan uyumuştu. Ben de odama gittim. Yatmadan önce kıyafetlerimi alıp banyoda ellerimi yıkadıktan sonra pijamalarımı giydim. Kendimi yatağa attım. Yorgunluğun vermiş olduğu o tatlı ve derin uykuya dalmadan önce sabah olanları düşündüm. |
0% |