10. Bölüm

10. Bölüm

madrabazbiryazar
madrabazbiryazar

Karanlık ormanın aksine burası oldukça aydınlık ve sıcaktı. Hâlâ ormanda olmadığım için şükrettim. Odalardan birinin kapısını açıp içeri girdim. Yatağa girip hemen uymak istiyordum. O kadar yorgundum ki karanlıkta beliren hortlakları düşünmeye fırsatım yoktu.

Işığı açmadan da burası aydınlık sayılırdı. Odaya bir iki adım atmıştım ki üstümdeki ceketin varlığından rahatsızlık duydum. Yanlarından tutup ceketimi çıkarmaya çalışırken duyduğum sesle birlikte korkuyla irkilip ceketi çıkarmayı bıraktım. Hayalini kurduğum hortlakları fazla boş vermemem gerektiğini o zaman anladığımda hortlak dile gelip sordu:

"Evde o kadar boş yer varken seni benim odama getiren şey ne?"

Bu ses hortlağa değil, Araf'a aitti. Onu odanın içinde yatağında otururken görünce neye uğradığımı şaşırdım: "Senin burada ne işin var?" Onun sorması gereken soruyu ben ona sormuştum.

Sabır dilercesine başını tavana kaldırdı, derin bir nefes aldıktan sonra sakinleşti: "Sen bugün gerçekten iyi değilsin.. Burası benim odam!"

Etrafıma göz gezdirince onun odası olduğunu anlamıştım, ama iş işten geçtikten sonra aklım başıma gelmişti. Hemen özür dileyip hızla odama gidecekken yine bir şeye sinirlendi: "Bilerek yapıyorsun beni delirtmeye çalışıyorsun."

Sözlerinden hiçbir şey anlamayıp neyi bilerek yaptığımı sordum. İyice sinirlendi: "Ben sana ne demiştim Alisa?" Hatırlamak için düşünüyordum ki tekrar söyledi: "Sürekli özür dileme demedim mi? Niye aynı şeyleri tekrarlayıp beni sinirlendiriyorsun?" Özür dilediğim için sinirlenmişti. Böyle saçma bir nedenle kızmasına izin vermeyerek hemen savunmaya geçtim: "Ne dememi bekliyorsun? Yanlışlıkla odana girdiğim için özür diledim, bunda sinirlenecek ne var?" Sonlara doğru ses tonum yükselmişti. Araf sert çıkışımdan etkilenerek gece gece tartışmamak için alttan almaya başladı: "Sürekli özür diliyorsun. Sen neden böylesin Alisa?"

Ses tonu yumuşamaya başlamıştı. Araf'a sinirlenmekten vazgeçerek orta yolu bulmaya çalıştım: "Hatamı telafi etmenin başka bir yolu varsa söyle de yapayım. Elimden sadece özür dilemek geliyor."

Yatağın yanındaki ışıklardan yüzünü ancak görebiliyordum. Emanet gibi yatağının kenarında oturup bir uyarıda bulundu: "Sözleşmeyi unutma. Sürekli anlaşmamızın dışına çıkıyorsun."

Sözleşmenin dışına çıkacak ne yaptığımı düşündüm. Bir şey söylemeyip yatağından ayaklanırken onu izledim. Yarı karanlık odada bir şey arıyordu. Bana doğru yaklaşınca ne yapacağımı bilmedim. Korkuyla geri adım atıp arkamdaki parfüm şişesini yere düşürünce, bana biraz daha yaklaştı. Tam arkamda duran telefonunu aldı. Odanın karanlık taraflarına doğru gittiğinde nefes almayı unuttuğumun farkında bile değildim. Hızla atan kalbimin ritimlerini hissettiğimden acelem varmış gibi odadan çıkıp gitmek istedim: "Sanırım gitsem iyi olacak..."

Telaşla arkamı dönünce az kalsın ona çarpıyordum. Gitmek üzereyken önüme geçip odadan çıkmama engel oldu. Alayla yüzüme bakıp aceleci tavırlarımdan zevk aldığını iyice belli etti: "Beni görünce niye elin ayağın birbirine giriyor? Başkalarının yanında böyle değilsin. Hatalarının sürekli bana denk gelmesi tesadüf olamaz değil mi?" Sanki hatalarımı bilerek yaptığımı söylemişti. Sessiz ve karanlık odada ikimizden başka kimsenin olmadığını bilmek bende gerginliğe sebep oluyordu. Onunla göz teması kurmaktan kaçınarak az önce ne demek istediğini sordum.

"Neden korkuyorsun sadece telefonumu alacaktım?" Yüzüne baktım. Şu ân karşımda neden sırıttığına bir anlam veremiyordum.

Uykum geliyordu ve şu an biriyle tartışmak en son isteyeceğim şeylerden biriydi. Odadan gitmeden önce son sözümü söyledim: "Benimle uğraşma lütfen."

Karanlıkta mutlulukla ışıldayan gözleriyle cevap verdi: "Böyle kaçıp giderek benden kurtulamazsın. Henüz sözlerimi bitirmedim."

Onu umursamayıp arkamı dönüp gidecekken "Sabah söylersin." Deyip kapıya yöneldim. Odadan çıkmak için kapı kolunu tutmuştum ki aklıma sözleşme maddeleri gelince gitmekten vazgeçip yanına geri döndüm. Ellerimi göğsümde birleştirdim: "Seni dinliyorum."

Başını anlamlı bir ifadeyle sallayıp gülümsedi: "Unutmamışsın demek, bu iyi işte.."

Bu gece çabuk bitsin diye bir hatırlatmada bulunarak "Madde on ikiydi değil mi?" Diye sordum.

Odadaki ışığı yakınca aydınlığa kavuşmuştuk. Yanıma hızla geri döndü: "Evet, madde on iki... Yüzündeki ifadeye bakılırsa sözleşmeyi imzaladığın için kendine kızıyorsun." Sebepsiz mutluluğuna anlam veremedim. Bu şekilde konuşarak beni sinirlendirmeye çalışıyordu, ama kaybeden o olacaktı.

İçime keşiş kaçmış gibi yüzüme huzurlu bir ifade yerleştirdim: "Hayatımdaki pişmanlıklarımdan bir tanesi de bu. Olan oldu artık yapacak bir şey yok. Mecburen seni dinleyeceğim."

Alay etti: "Mecburen mi, kırıcı oluyorsun."

Karşısında esnememek için kendimi zor tutuyordum. Alaylarına son vermeye niyetlenerek acımasız bir ifadeyle yüzüne baktım: "Senin kırılacak bir kalbinin olduğunu düşünmüyorum."

Gözlerini açıp şaşırdı ama alay etmeyi bırakmadı: "Bak şimdi üzülmeye başladım. Ben insan değil miyim, bir kalbim yok mu? Kırılamaz mıyım?" Sabrımın son demlerindeydim, o ise çok rahattı. Gitmekten vazgeçip ağzının payını vermeden bana rahat yoktu: "Bu konuda tartışmayalım istersen çünkü benden duyacağın şeyler seni pek memnun etmeyecek."

"Bana karşı neden bu kadar acımasızsın?" Diye sorunca yakasından tutup artık uyumak istediğimi haykırmak istiyordum: "Sadece sana senin gibi davranmaya çalışıyorum. Her neyse, böyle tartışmaya devam mı edeceğiz? Yoksa konuşacak mısın?" Ben konuşurken o küçük koltuğa doğru gitti. Oturup bardağına su doldurunca konuştu: "Burada olmaktan mutlu değilsin biliyorum. Çünkü bana güvenmiyorsun ve bu yüzden korkuyorsun." Haksız sayılmazdı ama gözlemlediği tahlillerini, gecenin bu saatine ayırmasına şaşırmıyordum. Sabırla dinledim ama ondan korktuğumu söylemişti. Bu söz sinirlenmem için yetti de arttı bile. Dişlerimi sıkmadan konuştum: "Ben ne sana inanıyorum ne de sözüne güveniyorum. Kimseden de korkmuyorum."

Bardağı eline alıp gülümsedi: "O yüzden mi koşarak buraya geri geldin? Sana o kadar şey sordum, nedense hepsini geçiştirmeye çalıştın." Suyundan bir yudum almasına fırsat vermeden, "Dikkatinizden de bir şey kaçmıyor." dedim.

Dışarıda yağmur sesi duyulmaya başlamıştı. Hava oldukça serindi. Biz konuşurken ara sıra gök gürültüleri duyuluyordu. Işıklar bir ânda gidince ne yapacağımı bilemedim. Her yer bir anda karanlığa gömüldü. Araf telefonunun ışığını açıp avizeye doğru kaldırdı. Yanımdan ayrılıp duvardaki ışığın düğmesini açıp kapattı fakat, yarı aydınlık odada hiçbir değişiklik olmadı.

Telefonu ışığıyla parlayan kristal avizeye odaklanmıştı. Bir anda oda içerisinde garip hissettim. Yatağın yanında duran ışıklar hâlâ yanmaya devam edince elektriklerin gitmediğini anlamıştık.

Ev, ara sıra çakan şimşekle aydınlanıp bir ânda kararıyordu. Işığın düğmesiyle uğraşmayı bıraktı ve yanıma geldi. Gökyüzünde belirip sönen yıldırımlara bakıp pencere önüne gitti: "İnşallah gök gürültüsünden de korkmuyorsundur."

Karanlıktan korktuğumu daha önce de söylemiştim ama yine benimle alay edince gururum korkuma galip geldi. Ona bir cevap dahi vermedim. Odanın ortasında öylece durmak yerine kendi yerime gitmek istedim, ama tam çıkacakken aklıma gelen şeyle durup söyledim: "Bu arada, bu sana üçüncü iyi geceler deyişim.. iyi geceler!"

Kapıyı çarpıp odadan dışarı çıktım. Fazla sert bir hareket olunca Araf, kapıyı çarpmamın hesabını soracak zannettim. Ama öyle olmadı. Birkaç saniye içeriye kulak verip durumu kontrol ettim. Sessizlik iyi bir şey mi yoksa birazdan çıkacak kavganın işareti miydi?

Bir süre ses çıkmayınca umursamaz hâlimi takınıp yandaki odaya gittim. Yalnız başıma kalınca yaptığım saçmalığın farkına yeni varmıştım. İç sesim adama rezil olduğumu haykırıyordu. İyice berbat hissetmeme neden olan can sıkıntısı tekrar baş göstermişti. Ceketimin cebindeki telefonu yatağımın yanına bıraktıktan sonra üstümdekini çıkarıp sandalyenin üzerine attım.

Yatağa uzanıp gözlerini kaparken uyumaya çalışıyordum ama düşüncelerim bir türlü son bulmadı. O adamı gördüğüm ilk anı gözlerimin önüne getirirdim. Olaylar sırasıyla yerine oturdu. Aklımda hâlâ Araf'taydı ve zihnimi bir türlü toparlayamıyordum. Odanın sessizliğinde yalnızca nefes alıp verişimi duyabildim. Gözlerimi kapatıp havuzun kenarında gördüğüm adamı zihnimde tekrar canlandırmaya çalıştım.

İntikam almak için yıllardır bekleyen Erdal, iki kişinin ölümüne sebep olduktan sonra bile rahat durmayıp peşime adam takmıştı. Birkaç gün geriye gidip o gün neler olduğunu hatırlamaya çalışırken yorgun düştüm.

Kısa sürede dalmış olduğum kabustan irkilerek uyandım. Sessizce oturduğum yerde bir süre soluklandım. Gördüğüm rüyanın etkisi azalmaya başlamıştı.

O sıra ev çok sessizdi; sadece dışarıdan gelen rüzgarın uğultusunu duyuyordum. Yataktan kalkıp pencerenin önüne gittim. Karanlık orman geceleri daha ürkütücü görünüyordu.

Odadan çıkıp koridorda sessizce yürürken çalışma odasının altındaki ışığı görünce o tarafa doğru gittim. Kapıyı çalıp içeri girmekte tereddüt ediyordum, ama sorularımın yanıtını ancak o verebilirdi. Derin bir nefes alıp kapıyı tıklattım ve "gel" sesini duyunca içeri süzüldüm.

Kabusun etkisi tamamen kaybolduğunda, pencere önünde duran masaya biraz daha yaklaştım. Masada bilgisayar, düzenlenmiş iki dosya ve birkaç kağıt duruyordu. Odanın serinliğine aldırış etmeyip önündeki bilgisayarla meşgul olan Araf'ı ancak sorularıma cevap aldıktan sonra rahat bırakacaktım.

Bu saatte odasına gelişimin nedenini açıklamadan önce, onu çalışırken rahatsız ettiğim için özür dileyerek lafa başladım.

Merak eden bakışlarını üzerimde gezdirdi: "Neden hâlâ uyumadın?" Az önceki kabusu tekrar görür gibi oldum. Onun Erdal'la el sıkıştığı anı gözlerimin önünden silip atmaya çalışırken cevap verdim: "Uykum var ama aklımdaki soru işaretleri buna izin vermiyor."

Dinlediğini belli ederek önündeki bilgisayardan başını kaldırdı. Kağıtları ileri sürüp ellerini masanın üzerinde serbest bıraktığında direkt konuya girip sordum: "Erdal ortadan bir ânda neden kayboldu?" Bu kadarını yeterli bulmayıp başka bir şeyler daha ekledim: "Buraya gelip beni tehdit ettiği günden sonra peşimde gezen adamlar bir ânda sırra kadem bastı."

Gözlerinin içine bakarak anlatmaya devam ediyordum. Ayakta durmak yerine yandaki koltuğa oturmamı söylemişti. Sakinleşip oturduğumu görünce benden önce söze başladı: "Seni takip eden adamlardan birini bulduk. Yine birilerinden kaçarken avucumuzun içine düştüler. Havuzun başında seni izleyen adamın adı Ferruh ve bil bakalım kimin adına çalışıyor?"

"Erdal!" Dedim bir çırpıda ve tahminim doğru olduğuna hiç şüphem kalmadı: "Araf lütfen onunla konuşmama yardımcı ol."

Başını olumsuz anlamda salladı: "Bu mümkün değil. Onunla konuşman imkansız. Bunu hiç söylememişsin kabul ediyorum." Onları koruyarak kimin tarafında olduğunu belli ediyordu ama onları benden gizlemesi şüphelerimde haklı olduğumu göstermişti.

Ferruh denen adamla konuşmak için ısrar edince, adamın kendinde olmadığını sinirle ağzından kaçırdı. Panikle oturduğum koltukta ayaklandım: "Ne demek kendinde değil ne yaptın ona, dövdün mü?"

Arkasındaki koltuğuna yaslanırken sorduğum soru hoşuna gitmedi: "Yok liyakat madalyası taktım! Adama bir tokat dahi atmadım sadece birazcık korkuttum o kadar." Sözüne inanmadığımı belli ederek şüpheyle yüzüne baktım.

Onunla ne konuştuklarını merak ediyordum ama sorsam söylemezdi çünkü karşımdaki adam tam bir sır küpüydü. Onu Ferruh'u döverek öldürmekle suçladığımda kendini savunmak için birkaç şey söyledi: "Sana adama bir şey yapmadım diyorum. Birilerini dövmek gibi bir huyum yok. Sadece biraz sohbet ettik o da delirmeye başlayınca sakinleşmesi için doktor çağırmak zorunda kaldık. Dinlenmesi için ilaç verildi. Şimdi rahat bırakırsan uyuyacak." Bu kadar ayrıntılı yalan söyleyemeyeceğine göre sözlerine inanmaktan başka çarem yoktu. Beni inandırdığına sevinirken göz ucuyla bir şey ima eder gibi baktı:

"Onun için neden bu kadar endişelendiğinin farkındayım. Herkesin ortaya çıkmasından korktuğu bir sırrı vardır öyle değil mi?" Bir soruyla yıllar öncesine dalıp gittim. Erdal gibi belalı birinin peşimde olduğu için böyle bir şey söylemiş olabilirdi. Konuyu değiştirip Ferruh'un ayılacağı zaman konuşmak istediğimi söyledim.

Onunla görüştürmemeye kararlı bir tavırla söyledi: "Ben ne dersem o olacak, yaşamak istiyorsan söylediklerimi yapmak zorundasın."

"Neden anlamak istemiyorsun? Canım tehlikede. Gece uykularım kaçıyor. Erdal'ın sebep olacağı felaketleri düşünmekten uyuyamıyorum."

"İşi daha fazla zorlaştırma Alisa. O adamla görüşemezsin. Şimdi git ve güzelce uyu. Ortada korkulacak bir şey yok. Ben varken Erdal sana yaklaşamaz."

"Beni koruyarak Erdal'ı karşına almış oluyorsun. O adamdan hiç korkmuyor musun?"

"Ben düşmandan korkmam."

"Ben korkuyorum."

Bilgisayarı kapatıp kalemini eline aldı. Yarım bıraktığı şeyi yazmaya devam etmeden önce durup yüzüme baktı: "Sen zaten her şeyden korkuyorsun!" Derin bir nefes aldım. Ferruh'u nereye götürmüş olabilir diye düşündüğümde aklımdaki ihtimalle gözlerim fal taşı gibi açıldı. Araf hızlı hızlı bir şeyler yazmaya başlamıştı. Şeytanın içime düşürdüğü şüpheyi ona da söyledim: "O adamları burada bir yerde tutmuyorsun değil mi?"

Gözlerini yüzüme dikerek sakin bir ifadeyle baktı: "Yan odayı onlara ayırdım. Otel ya burası zaten her kaçırdığımı bir odaya kapatmışım, her gün bir tanesine işkence ediyorum!" Sözlerinden sonra istemsizce bağırdım. Kaşlarını çattı: "Bağırma sadece şaka yapıyorum. Yani belki..."

Beni korkutmaya çalıştığı için tersledim: "Niye sırıtıyorsun komik bir şey var da ben mi göremiyorum?" Sürekli dalga geçtiği için onunla ciddi bir şey konuşamayacağımızı anladım. Ayaklanıp gitmek üzereydim ki son bir şey daha sormak istediğimde konuşmama fırsat vermeden kaşlarıyla olduğum yeri gösterip "Arkanda.." dedi. Erdal'ın buraya geldiğini hissetmiş gibi ışık hızıyla masanın olduğu tarafa gittim.

Koltuğunun arkasına saklanarak ondan kaçabileceğimi düşünüyordum. Araf ise hiç bozuntuya vermeyip Erdal'lla konuştu: "Al bunu götür. Valla ben artık uğraşamayacağım."

Gözlerim kocaman açılmıştı. Çökmüş olduğum dizlerimin üzerinden hızla kalkarak ayaklandım. Erdal'ı boş verip önce yapmış olduğu hainliğinden ötürü ondan hesap sormak istedim. Yüzünü yandan görebiliyordum. Sinirden elime koluma sahip çıkamadım: "Hani beni koruyacaktın? Bu mu senin sözünde duruşun! Beni göz göre göre Erdal-"

Benim konuşmamı saymazsak oda fazla sessizdi. Kafamı odanın ortasına çevirince kimseyi göremeyip şaşırdım: "Adam nerede ya?"

Önündeki kağıtlarla uğraşmayı bırakmış gülümseyerek söylenmelerimi dinlediğinde, kandırıldığımı anladım. Gülmesine ayrı bir sinir olup öfkeyle çıkıştım: "Sen beni koruyor musun, yoksa öldürmeye mi çalışıyorsun?"

Dirseğini masaya koymuş parmaklarının ucuyla başını sağa çevirdi. Ses tonunu sinsi bir yılan gibi imayla doluydu: "Seni kandırmak ne kadar kolaymış hemen inandın.."

Hemen inanmışmışım! Zaten onun sözüne güvenende kabahat! Yaptığına karşılık tehdit eder gibi başımı yavaşça salladım: "Borcum olsun, bir gün bir şaka da ben sana yaparım o zaman ödeşiriz."

Küçümseyerek şöyle bir baştan ayağa hâlime baktı: "Sanmıyorum."

Ukala, kendine ne kadar güveniyor! Şimdi ben bu korkuyla odama nasıl gideceğim? Aklıma olmadık fikirler sokmasa olmazdı sanki.

Ses tonumu uysallaştırarak odaya gitmemekte kararlı olduğumu gösterdim: "Ben de yanında duracağım. Uykum kaçtı."

"Neden?" diye sorunca artık tahammülüm kalmadı: "Seni görmeden yapamıyorum... Yahu deli misin sen neden olacak korkuyorum çünkü!"

Tavsiye verir gibi söyledi: "Sürekli korkuyorum deme, biraz cesur ol. Kendini öyle şartlama!"

"Yapamıyorum elimde değil. Yapabilsem burada bir saniye durmaz evime giderdim."

Korkmamam için birkaç şey daha söylemişti, ama bunlar rahatlamama yetmeyince gitmemekte ısrar ettim: "Kusura bakma gidemem, benim odam ormana doğru bakıyor. Orası hiç güvenli değil. Aşağıda sadece iki koruma var ve eminim onlarda uyuyorlardır. Düşmanların bu denli artmışken iki koruma ile güvende olduğunu nasıl düşünüyorsun? Ve tuhaf olan şu ki; korumasız gezmene rağmen Erdal gelip de seni öldürmeye çalışmıyor."

Gözlerini üzerimde bir süre gezdirdikten sonra ciddileşti: "Erdal da esas belanın kim olduğunu biliyor. Bize bir şey yapmaya kalkarsa başına gelecekleri daha önce çok tecrübe etmişliği var."

"Kendine fazla güveniyorsun ama bir yolunu bulup bizi öldürmek isterlerse o zaman ne yapacaksın?"

"Elimiz armut toplamıyor ya, bizde onlara karşılık veririz."

Ses tonundaki güvenin nedenini bir türlü anlayamıyordum. Söyleyeceklerini merak ettiğim için yüzüne baktım: "Kim o, biz dediğin insanlar? Sen ve alt kattaki iki koruman mı?"

Hiç istifini bozmadan sözlerime alay ederek karşılık verdi: "Bir de seni sayarsak toplam dört kişiyiz." Ben burada ciddi bir şey soruyorum adamın umrunda bile değil.

Ciddi bir ses tonuyla uyardım: "Dalganın sırası değil. Onun adamı çoktur. Biz hepsiyle baş edemeyiz. Ayrıca ben silah kullanmasını bilmiyorum. Öğrensem bile birini vuramam."

"O zaman yarınki koşudan sonra sana silah kullanmasını öğretsem iyi olacak." Sabah koşusunu tamamen unutmuştum. Bir de başıma silah kullanmayı çıkardı. Derhal itiraz ettim: "Hayatta olmaz. Ben kimseye zarar vermem."

"Ben de sana git birilerini vur demiyorum. Kendini koruman için lazım olacak.."

"Hani hep yanımda olacaktın şimdi niye öyle söyledin?"

"Seni korumaları için bir sürü kişi görevlendirdim. Daha ne istiyorsun? Bir de özel korumalığını mı yapacağım? Yapılacak bir sürü işim gücüm var ve sana vakit ayıramam."

O, yanımdayken hem güvende hem de tehlikedeymiş gibi hissediyordum. Artık yanımda olmayacağını söylediğinde nedensiz bir üzüntü duymuştum. Böylesinin daha iyi olacağını söyleyen iç sesime hak vermeye başladım.

"Erdal'ın beni öldürmeye çalıştığını biliyorsun. Bunu yapmalarına izin verirsen zahmet çekmek zorunda kalmayacaksın. Tanımadığın birine bu iyiliği neden yapıyorsun?" Diye sordum.

Duymazlıktan gelerek saatine göz atıp yorgun gözlerini dinlendirdi. Odadaki varlığımı hâlâ hissettiği için derin bir nefes aldı: "Saat geç oldu artık uyumaya git ve beni birazcık olsun rahat bırak."

Soruma cevap vermesini bekliyordum ve hâlâ gitmediğim için gözlerini açıp koltuğunda dik bir vaziyet alarak sinirle kaşlarını çattı: "Alisa sana son kez söylüyorum. Odana git!"

Gitmemi beklemeden önündeki kağıtlarla meşgul olmaya çalışıyordu ama o kadar sinirlenmişti ki bir an hepsini buruşturup çöpe atacağını zannettim.

Onu taklit eder gibi yaptım: "Tamam gidiyorum. Sen de bütün gece çalış ve yarın bana mantıklı bir açıklama yap!"

Araf'a son kez baktığımda donakalmıştı. Odadan çıkıp koridora geldiğimde birkaç adım atmıştım ki gelen sesle birlikte arkamı dönünce Memduh'un da odaya girdiğini gördüm. Aceleci tavırlarından önemli bir şey olduğu belli oluyordu. Odama gelip dağınık hâldeki yatağıma oturdum. Memduh'un gecenin bir vakti neden Araf'ın yanına gittiğini merak etmeye başlamıştım.

Sessizlik içinde olan odada oturmuş düşünmekteydim ki birden telefonum çalınca korkuyla irkildim. Elimi kalbime götürüp sakinleşmeyi bekledim. Komodinin üzerinden kapanmadan elime alıp gelen aramayı cevapladım.

"Alo... Niye telefonlarımı açmıyorsun Alisa, saat kaç oldu eve gelmeyecek misin?" Arayan Masal'dı. Eve gelmediğim için endişelenmiş ve gerçekten beni merak etmişti.

"Duymamışım kusura bakma.. bugün ben gelemeyeceğim Masal."

"Ne demek gelmeyeceğim, nerede kalıyorsun?"

Çekinerek de olsa söyledim: "Sen beni merak etme. Ben gayet iyiyim." Son söylediklerim tamamen yalandı. Kendimi iyi falan hissetmiyordum.

"Bu sabah erkenden çıkıp gitmişsin orada bu saate kadar ne yapıyorsun Allah aşkına?"

"Buzdolabının üzerine yazdığım notu okumadın mı?"

Kısa bir sessizlik olunca iki günlük tanıdığın adamın evinde neye güvenerek kalıyorsun diye sormaması için dua ediyordum.

Bir anlık gaza gelip "Ben çok yanlış bir şey yaptım Masal." Dediğimde söylememem gereken bir şeyi yanlışlıkla ağzımdan kaçırmıştım. Umarım sesim ona gitmemiştir.

"Anladık iş buldun çalışıyorsun da in midir cin midir kim olduğu belli olmayan birine nasıl güveniyorsun?" Az önce söylediğim şeyi duymamış olmasına sevinip olayı unutturmaya çalıştım: "Orası uzun mesele gelince konuşuruz."

"İyi tamam sen mutluysan sorun yok. Onu bunu boş ver de esas bugün ne oldu tahmin et?" Bu onun klasik dedikodu için kullandığı giriş cümlesiydi.

"Bilmiyorum Masal, noldu?"

"Şükriye'nin kızı Meliha var ya hani bizim alt komşumuzdu. İşte o Meliha düğün sabahı kimseye haber vermeden kaçmış gitmiş. Kimse kızın nereye gittiğini bilmiyor. Düğünde ortalık birbirine girdi. Her kafadan bir ses çıkıyor. E haliyle damat tarafı olay çıkardı kızı kaçırmışlar diye. Oysaki kız kendi isteğiyle kaçmış ama tabii damat tarafı bunu bilmiyor."

"Meliha niye kaçmış düğünden onu anlamadım?"

"Bilmiyorum kaçmış işte, her yerde arıyorlar kızı. Ben zaten onların evlenmeyeceklerini biliyordum. Meliha bizim arka sokakta oturan dul kadın var ya işte. O gün onun oğluyla el ele gördüm. Belki ailesi o çocukla evlenmesine izin vermediler diye kaçmıştır. Ailesi kızdan kurtulmak için direkt sevmediği birine vererek başından atmaya çalışmış. Kız da dayanamadı demek ki kaçtı.."

Çok yorgundum ve eski komşularımızın dedikodularını dinleyecek hâlim yoktu. Uzun süre sessiz kalınca uykumun geldiğini anlayıp iyi geceler diledikten sonra telefonu kapattı.

Oda karanlıkken kapının açılma sesini duyduğumda bakışlarımı o tarafa yöneltirken kalbim hızla atmaya başladı. Işık bir ânda bütün odayı sarınca gözlerim istemsizce kapandığında Araf'ı karşımda görüp buraya neden geldiğini merak ettim.

Bölüm : 31.07.2024 16:18 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...