@madrabazbiryazar
|
Sesin geldiği yöne doğru ilerleyince Araf'ı orman yolunda koşarken görmüştüm. Ona yetişmek için hızlanmaya başlarken sesimi duyurmaya çalışıyordum. Sonunda fark edip koşmayı bıraktı. Yaklaşınca selam sabahı geçip şaşkın bir ifadeyle yüzüme baktı: "Mesajıma sinirlenip gelmezsin diye düşündüm. Buraya geldiğine göre mesaj doğru bir etki oluşturmuş." Kaybedecek zamanım olmadığı için neden geldiğimi açıkladım: "Üzerimde olumsuz bir etki oluşturduğun doğru ama ben buraya emrini yerine getirmeye gelmedim. O gün bana önemli bir şey söyleyecektin. Bu saatte buradaysam sırf ne söyleyeceğini merak ettiğim için geldim." Uzatmadan direkt konuya girdi: "Carly bugün geliyor. Eskisi kadar olmasa da onunla iyi bir arkadaşlığımız var." Bahsettiği kadının kim olduğunu bile bilmiyorken benden ne istediğini anlayamadım. Sessiz kalarak sözlerine devam etmesini bekledim. Geçmişe duyduğu bir özlemi varmış gibi uzaklara daldı: "Eskiden hatrı sayılan önemli biriydi benim için... Onunla iyi geçin. Senden şimdilik tek isteğim bu." Böyle bir açıklamada bulunup onunla anlaşmamı istemesi gerçekten tuhaftı. Carly, dün Gökay'ı telefonda arayan kadın olmalıydı. Tanımadığım biriyle neden iyi geçinmem gerektiğini düşünürken durumun ciddiyeti üzerine tekrarladı: "Bu o kadar basit bir şey değil. Senden ona karşı çıkmamanı istiyorum ayrıca, ben ne dersem..." Kadının nasıl biri olduğunu merak ettim. Eve bir an önce gidip onu görmek istiyordum. Sözünü bitirmesine müsaade etmedim: "Doksan dokuzuncu madde yürürlüğe giriyor demek. O günün yakın olduğunu biliyordum ama bu kadar yakın olacağını hiç tahmin etmemiştim. Reddetme şansım yüzde kaç?" Uyarılarını bitirmiş olduğundan rahat bir ses tonuyla cevap verdi: "Erdal tarafından her ân kaçırılma ihtimalini düşünürsek reddetmekte tamamen özgürsün." "Yani dediklerimi yapmazsan ölürsün demek istiyorsun." Bu acı gerçeğin farkında olmak bile yeterince can sıkıcıyken tercihimi ona yardım etmekten yana kullanmaya mecburdum. Benden istediği şey kabul edilebilir görünüyordu. Karar vermekte özgür olduğunu söylerken Erdal'ı hesaba katmıyormuş gibi konuşuyordu. Hatta istersem aramızdaki sözleşmeleri iptal edip evime geri dönebileceğimden bile bahsetti. Şayet başıma bir şey gelirse pişman olup buraya geri dönme şansım olmayacaktı. Onu ormanda bıraktığım günün akşamında yaşadıklarım gözümün önünden geçince çabucak kararımı verdim. Carly'le iyi geçinme fikrini kabul ettiğimi söyledim. Koşunun bir kısmını tamamlandığı için kalan yarısında da koşmak isteyince durdurdum: "Eve beraber döneceksek koşarak değil, yürüyerek gidelim. Dün eve gittiğimde ayaklarımı hissetmedim. O yüzden dün kendime bir daha asla koşmayacağıma dair söz verdim." "Bunu öğrendiğim iyi oldu. Bundan sonra her sabah benimle koşuya geleceksin!" Derken ciddi olup olmadığını sordum. Koşusuna katıldığım için sürekli ara vermek zorunda kaldığını söylemeseydi gerçekten bunu yapacağını düşünecektim. Önümüzdeki uzun yolu susarak bitirmek yerine, sık ağaçların gövdelerine göz gezdirirken ona dönüp bu ormandan hiç hoşlanmadığımı söyledim. Nedenini sorunca her an bir yerden bir şey çıkacağını ve güvenli olmadığına dair örnekler sıraladım. Sabırla dinledi: "Ben bu ormana yıllardır koşmak için gelirim . Şu âna kadar anormal bir olaya denk gelmedim." "İnsanlar birbirlerini öldürüp ormana gömüyorlar ve burası da bir orman..." Gözlerini açıp söyledi: "Belki bastığın yerde bir ceset vardır. Belki köpekler bütün gece onun için havlıyorlardır." Hızla bir iki adım atıp cevap verdim: "Ortamı germe zaten ormanda olduğumuz için ayrı bir gerginim. Bunun şakası olmaz." Alayla gülümsedi: "Seni korumayı üstlenmekle hayatımın en doğru kararını vermişim de haberim yokmuş!" Karşılık vermekten geri durmadım: "Böyle bir ormanda oturup, gece başını yastığa hiçbir şeyi umursamadan koyman gerçekten takdire şayan bir hareket." Kaşlarını çatıp "Sen benimle alay mı ediyorsun?" Diye sorduğunda başımı iki yana sallayıp ne kadar cesur biri olduğundan bahsettim. Bu sözleri benden duymak hoşuna gitti. Övgülerime son verdiğimde ormanda hayli yol katetmiştik. "Aslında iyi kızsın ama işte biraz fazla konuşuyorsun." Diyerek bir itirafta bulurken aynı zamanda çok konuştuğum için şikayet etti. Sanki sussam kıymetimi bileceğini söylediğimde yürümeye devam ederek bir adım gerisindeyken alayla cevap verdi: "Daha önce susmayı denemediğin için olabilir." Konuşurken Carly meselesini tamamen unutmuştum. Bu konu hakkında soru sormak dikkatini üzerime çekeceğinden eve kadar sabretmem gerekiyordu. Bir süre daha yürümeye devam ederken yüzüme baktı: "Az da olsa seni sevmeye başladım." "O zaman hayat az da olsa çekilir olacak desenize!" Hakkımda konuşmaya başlarken susup onu dinledim: "Kimseden lafını esirgemiyorsun. Arada sana bir cesaret geliyor sonra tekrar eski hâline geri dönüyorsun." Cesaret demişken Rus ruletinin intikamını almadığımı hatırladım. Bir şey arıyormuş gibi durup, adımlarını çalıların arasında gezdirmeye başladığında ne yapmaya çalıştığını anlamadım. Elleriyle çalıları iki yana açıp siyah bir çöp poşeti çıkardı. İçinde ne olduğunu tahmin etmem zor değildi çünkü, poşetin silaha aceleyle sarıldığı belliydi. Poşeti yırtıp içindekini çıkardığında yeni gibi parlıyordu. Bunu neden ormanda sakladığını sorduğum zaman yeni aldığını ve koşarken rahatsız etmemesi için buraya bıraktığını söyledi. Erdal'a karşı aldığı tedbirin bu kadar olmasına şaşırmadım. Elindeki silahı uzattığında dalgınlığımdan eser kalmadı. Almakta tereddüt yaşadığımı görünce yüzüme baktı. Bu silahla belki biri vurulmuş olabilirdi ama yeni olduğunu söylediğinde ona güvenmiştim. Aynı çalının olduğu yerden sekiz boş şişe çıkarıp hepsini sırasıyla yan yana dizdikten sonra yanıma geldi. Gidiş yoluna bakarak "Carly çoktan gelmiştir. O biraz dinlensin. Biz de o zamana kadar atış denemesi yapalım." Deyince henüz buna hazır değildim. Başımı iki yana sallayıp atış yapmak istemediğimi kesin bir ifadeyle belirtmeme rağmen alay eder gibi silahı elime tutuşturdu. "Ben silah kullanmasını öğrenmek istemiyorum sonra yanlışlıkla seni falan vururum. Maazallah, dirin çekilmiyor yaralı hâlin hiç çekilmez!" Sözlerime en ufak bir alınganlık belirtisi göstermedi. Her zamanki alaycı tavrıyla "Doğru söylüyorsun sakar biri olduğun acı bir gerçek. Bunu da hesaba katmalıyım. Bak, senin için hayatımı riske atıyorum." Derken oldukça keyifliydi. Eğer elimdeki yalancı bir silah olsaydı bu sözlerinden ötürü topuklarına bir iki tane sıkardım. "Sen aklına koyduğun her şeyi gerçekleştirmek zorunda mısın? Ben istesem senin söylemene gerek kalmadan silah kullanmasını öğrenirim." "Benimle inatlaşma Alisa. Her şeye itiraz ediyorsun. Bir bildiğim var ki sana bunu öğretiyorum." Bence bir çıkarı olduğu için silah kullanmasını öğretiyordu ama bunu ona söylemedim. Farkında olmadan elimdeki silahı ona doğrulttuğum için namluyu şişelerin olduğu tarafa çevirip, nasıl kullanacağını en ince ayrıntısına kadar gösterirken silahı değil de onu izlediğim için sözleri bir uğultuya benzemeye başladığından ne dediğini pek anlamamıştım. Elime silahı verip sol tarafıma geçtiğinde beni kendi halime bıraktı. Ateş etmemi bekliyordu. Onu dinlemediğim için silahı indirdim: "Bence sen kendine her dediğini yapan bir robot alsan işin daha çok kolaylaşır. Böylece beni de rahat bırakmış olursun!" "Çok konuşma nişan al ve ateş et!" Askerdeki bir ere emir verir gibi söyleyince delice bir fikir aklımdan geçip gitti: "Rastgele mi?" Eliyle şişelerin olduğu yeri gösterip kızarak cevap verdi: "Deli misin rastgele nişan alınmaz! Şu ilerdeki şişeleri vuracaksın!" Ustasını kızdıran çırak misali tartışmaya devam ettim: "Orası çok uzak. Ben bu mesafeden o küçücük şişeyi nasıl vurayım?" Elimden silahı alıp anlatmaya baştan başlarken tam ortadaki şişeye ateş almıştı. Tekrar silahı bana bıraktığında tetiği çekip ateş etmiştim fakat mermi şişeye değil yere isabet edince sabrı tükenmeye başlamıştı. Hedefe odaklanıp nişan almamı söylerken dediğini yapıp bir el ateş ettim. Bu sefer kurşunun nereye gittiğini bile göremediğimden o da bu işi yapamayacağıma kanaat getirdi. Pes etmeden önce derin bir nefes alıp beceriksizliğimi itiraf ettiğimde kaşlarını çatıp tekrar denememi istedi. Silahı şişelere doğru sallayıp karşılık verdim: "Çok kolaysa gel sen yap!" İlerdeki şişeleri vurabildiği için zaten onun bana silah kullanmasını öğrettiğini söylerken bir kez daha denemek istedim. Hepsini vurmam şartı koşulmamıştı. Bir tane vurabilsem hemen Carly'nin yanına gidecektik. Benim aksime Araf, misafirini görmek konusunda pek aceleci davranmıyordu. Şişeyi vurmak için süre uğraştım ama henüz olumlu bir sonuç alamadım. Tekrar nasıl ateş edeceğimi anlatırken giderek daha çok sinirleniyordu: "Bir tanesini bile vuramadın Alisa, bu son şansın!" Hedefe odaklanıp son bir kez daha deneyince en baştaki şişeyi vurmayı başardım. Sevinçten olduğum yerde kutlamalarıma devam ederken son dakika gol atmış futbolcu coşkusuyla yola çıkıp eve doğru yürümeye başladık. Araf bir şişeyi yarım saatte vurduğum için söylenirken evin önünde kırmızı bir araba duruyordu. Memduh bize doğru yürürdu. Carly'le tanışmam için artık bir engel kalmamıştı. Adam, başıyla Araf'ı selamladıktan sonra, önemli bir şey söylemek için önümüzde durdu. Yüzü hastalanmış gibi sapsarıyken, gözleri kaygı ve endişe doluydu. Bakışlarımız merakla ona odaklandı; ikisi de, gözlerinin kenarından beni süzerek, bir şeyin peşinde olduklarını hissettirdi. O an, Memduh'un durumu fark etmesiyle birlikte konuyu başka bir tarafa çevirdiler. "Abi, Carly Hanım geldi.." dedi Memduh, her şeye rağmen normal görünmeye çalışarak. Araf hızla bahçeye girip Memduh'la beni yalnız bıraktı. Ona merak ettiğim bir şeyi sormak istiyordum ama o omuzları düşük mutsuz hâline geri döndü. Hızla yanımdan uzaklaşırken bu fikirden vazgeçtim. Dışarıda beklemek yerine Araf'ın yanına giderek onu bulmaya çalıştım. Salonda her biri başka bir yere bırakılmış büyük bavulların dağınık hâllerini görünce çok şaşırdım. Kadın temelli Araf'a taşınacak kadar bavul getirdiğini düşünürken bir kısmı hâlâ içeri taşınmaya devam ediyordu. Gözüm Carly'i arıyordu nihayet onu koltukta arkası dönük otururken gördüm. Pek arkadaş canlısı gibi görünmesem de o birkaç adım ötemdeyken öylece durup beklemek istemedim. Tam ona doğru gidecekken Araf dikkatimi çekmek için boğazını temizler gibi ses çıkarınca arkamı döndüm. Eliyle mutfağa gelmemi işaret ediyordu. Önemli bir şey söyleyeceğini düşündüğümden, kadını bırakıp sessizce yanına gittim. "Ne oluyor hani ben de onunla tanışacaktım? Bir an önce tanışalım, çok fazla vaktim yok daha eve dönüp çevirilerimi tamamlamam lazım. Kaç gündür seninle uğraşmaktan tek kelime yol katedemedim." Eve dönme meselesini hiç duymamış gibi yaparak sessiz olmam için parmağıyla sus işareti yaptıktan sonra kısık sesle söyledi: "Seni onunla ben tanıştıracağım! Şimdi lütfen bizi birkaç saniye yalnız bırak ve yanımıza gelme." Deyip hızla mutfaktan çıkınca içimde bir huzursuzluk peydah oldu. Mutfak kapısına kadar gidip kadının arkası dönük altın rengi saçlarına bakarken Araf, Carly'nin karşısına geçip samimi bir şekilde sarılmaya hazırlandığında yine beni görmüştü. Sırtı bana dönük olduğu için varlığımdan haberdar değildi ama Araf, mutfağa git der gibi Carly'nin arkasından elini salladı. Birbirlerinden ayrıldıkları zaman hızla içeri kaçıp son anda fark edilmeme engel oldum. Mutfaktayken ne olduğunu tam olarak çözemediğim bir his, ruhuma yayılmaya devam ediyordu. Kadın hakkında düşüncelere daldığım için kendimde değildim. Carly oldukça güzel biriydi ve Araf, onu gördüğü anda çok mutlu olmuştu. Tekrar sarıldıkları anı hatırlarken yere düşen bardak evin içinde büyük bir gürültü kopardı. O sıra hayalini kurduğum kabustan uyanmış gibi irkildim. İçeride sesler duyulmaya başladığında Carly mutfakta biri olduğunu anladı. Ayaklanıp buraya gelmek üzereyken, Araf bir yalan bulup yeni aşçının bir şey düşürdüğünü söyleyerek vazgeçirmeye çalıştı. Carly, aşçının kovulduğunu Memduh'tan duyduğunu açıklarken Araf'ın bir haftası bile dolmamış aşçıyı da bugün kovduğunu öğrenmiştim. Hızla yerdeki cam kırıklarını toplarken kadının, yaklaşmakta olduğunu hissediyordum. Mutfağa girdiği anda ayak sesleri iyice azalmıştı. Kapının önünde durup, kaşlarını çatarak kaçamak bir bakış atan Carly ile sonunda yüz yüze gelebilmiştik. Araf aramızdaki tuhaf anlaşmazlığa bir son vererek yanımıza geldi. Carly küçümseyici bakışlarını elimdeki cam kırıklarına yönelterek kim olduğumu sordu. Tam cevap vermek üzereydim ki Araf, konuşmama engel olup boğazını temizleyerek bir şey söylememem konusunda beni uyardı. Bunu neden yaptığına bir anlam verememekle birlikte Carly'i belinden tutarak mutfaktan çıkarmaya ikna eden Araf, vereceğim cevabın bilinmesini istemiyor gibiydi. Carly aramızdaki sessiz anlaşmazlığı çözemediğinden baştan ayağı süzerek bakmayı bırakıp, kendisi bir tahminde bulunmayı denedi: "Sen yeni aşçı olamazsın çünkü saçların toplu değil. Pek hizmetli gibi de görünmüyorsun öyleyse sen burada ne arıyorsun?" Carly'nin sözlerinden ilham alan Araf, oldukça sakin göründü: "Alisa benim yeni aşçım. Kuralları henüz öğrenemediği için böyle, öyle değil mi?" Diye sorunca onu parçalamamak için kendimi zor tutuyordum. Bu yalana inanan kadın, dudaklarındaki küçümseyici gülüşü yüzüne yayıldığında Araf'ı yalancı çıkarıp gerçekten kim olduğumu söylemek için konuşacaktım. Ancak beni durduran yine o olmuştu. Özel bir şey konuşması gerektiğini söyleyip Carly'den özür dileyen Araf, zorla koluma girerek bizi bahçe kapısından dışarı çıkardı. Kadından uzaklaşınca sakinliğimi bir kenara bıraktım. Durduk yere böyle bir yalan söyleyerek beni zor bir duruma sokmuştu: “Az ye de kendine uşak tut! Ben ses çıkarmadıkça sen tepeme çıkıyorsun şimdi niye öyle dedin kadına?" O da söylediği yalana sinirleneceğimi bildiği için hatanın benden kaynaklandığını söylemeye çalıştı. O bardağı kırmasaydım böyle bir yalan söylemesine gerek kalmayacağını bahane ederek suçu bana attı: "Burada olmanı başka neyle açıklayabilirim söyler misin?" Diye sorunca bir sürü şey sıraladım: "Arkadaşım de, misafir de... Bir şey de yani.. aşçı olduğumu sana düşündüren şey ne oldu gerçekten çok merak ediyorum!" O an bu fikirlerin aklına gelmediğini söyledikten sonra neden bu yalanı devam ettirmem gerektiği hakkında bir hatırlatmada bulundu: "Unutma, seninle aramızda özel bir sözleşme var! Ben ne dersem onu yapmak zorundasın." Sağıra konuşur gibi sesini yükseltmesine ayrı bir sinir olmuştum. İmzaladığım sözleşme yüzünden onun isteklerini yerine getirmek zorundaydım. En kısa sürede o sözleşmeden kurtulacağımı söyleyen iç sesim birazcık olsun motivasyonumu yükseltmişti: "Bir gün sana bunun hesabını çok kötü ödeteceğim o zaman göreceksin sözleşmeyi, ateşkesi!" Ses tonum onunla aynı düzeyde olmamıştı ama bahçeden gelen sesleri duyan Carly, yanımıza gelip aramızdaki tartışmaya bir son verdi. Araf, kadına içeri gitmesini rica ettikten sonra bana dönerek eve ancak Carly’i ağırladıktan sonra gidebileceğimi söyledi. Şartını yerine getirmezsem yine sözleşmeden bahsedecekti. Yine de bu durumu kabullenmekte zorlanarak "Kendi misafirini ağırlayamıyor musun?" Diye sordum. "Sen geleneklerine bağlı bir kızsın. Eve gelen misafiri böyle mi karşılıyorsun?" Diyerek aramızdaki tartışmayı yumuşatmaya çalışmıştı. "Beni böyle gaza getireceğini düşünüyorsan daha çok beklersin! Ben evime gelen her misafiri iyi ağırlarım ama, ne burası benim evim ne de o kadın benim misafirim." Tartışmak yerine uzlaşmaya varmak istiyor gibiydi: "Tamam burası senin evin olsun. Carly'i de evine gelen bir misafir olarak düşün ve onun için güzel bir kahvaltı hazırla!" Derken başta alay edip, son sözünü de ciddi bir edayla söylemişti. “Aşçıyı gerçekten kovdun mu?" Kaşlarını çatıp az önceki tavrını bırakarak tartışmayı devam ettirmek istedi: "Keyfimin kahyası mısın? Bir de sana hesap mı vereceğim!" Ses tonu tekrar yükseldiğinde içimde ona karşı beslediğim sevgi kırıntısı da tuzla buz olmuştu. Başlatmış olduğu oyunu bu sefer ben kazanacaktım. Sinirlerimi yatıştırmaya çalışırken bir süre bahçede kalmak istedim. O, Carly'nin yanına giderken, kaybedeceği savaşı kazanacağından emin olmuş gibiydi. Mutfağa gittiğimde evde kalan çevirilerimi buraya getirmek için görevlendirilen Memduh, hazır bir vaziyette beni beklediğini söylediğinde bile ona olan sinirim henüz geçmemişti. Memduh'a dönüp getireceği kitapları sayarken dikkatle dinliyordu. "Bunların adını bana küçük bir kağıda yaz ver. Ne dediğini pek anlaşılmıyor." Dedi, ceketinin cebinden çıkardığı küçük not defteriyle, kalemi uzattı. Kitapların adlarını yazıp, not defterini de ona vermeden önce, evin anahtarını uzattım. Kapıyı iyi kilitlemesini sıkı sıkı tembilediğimde sözlerimi başıyla onayladı. Hepsini cebine koydu ve mutfaktan çıkıp gitti. Kahvaltıyı hazırlayacakken sabahki aşçının bıraktığı yiyeceklerin hâla durduğunu fark ettiğimde işe tezgahı temizlemekle başladım. Kurallara uyulmazsa hazırlanan hiçbir şeyin yenmeyeceğini yazan maddeyi aklımın bir köşesine atıp temizliğe devam ettim. Yarım saat sonra kapı zili çalınmaya başladığında kahvaltının bir kısmını halletmiştim. Mutfakta kalarak kahvaltıyla ilgilendim. Gelenin kim olduğunu merak dahi etmiyordum. Birkaç dakika sonra Gökay, mutfak kapısından başını uzattı: "Sen niye kahvaltı hazırlıyorsun? Araf nerede?" Birbiriyle alakasız olan bu sorulara cevap vermeye üşendim. Yeterince mutsuzken bir de onun nereye gittiğiyle ilgilenmiyordum ama mutsuzluğumun nedeni Gökay değildi. Bu yüzden ruh hâlimi ona yansıtmak istemedim: "Misafiriyle ilgileniyor." Misafirin kim olduğunu bilmek isteyecekti. Bu yüzden o sormadan ben söyledim: "Carly Hanım. Bu sabah yurt dışından geldi. Onun yanındadır." Carly adını duyunca gülümsemeyi bırakıp kendi kendine söylenmeye başlayarak salona doğru gittiğinde, ondan hoşlanmadığını bir kez daha fark ettim. Carly belli etmeden laf vurmaya çalışıp buraya geliş amacını öğrenmek istediğinde tartışmaya dünden razı olan adam, lafı kadının ağzına tıkadıktan sonra su içme bahanesiyle tekrar mutfağa geldi. Kahvaltı için dolaptan malzemeleri çıkarmakla uğraşırken, o ise öylece durup ne yaptığıma bakıyordu. Yukarıdaki dolaptan tavaya uzandığım sırada, ocaktaki yağın çıkardığı sese yetişip ateşin altını kıstım. Gökay tavayı indirip tezgahın üzerine bıraktığında, yardım ettiğini göstermeye çalıştı. Bir şeylerle meşgulken hâlâ karşımda durmaya devam ediyordu ama ona bakmıyordum. "Bazen bir şeyleri düşünmekten kaçmak için sadece meşgul olmak gerekiyor öyle değil mi?" Diye sorduğunda bu sözleri ondan beklemiyordum. Derdi su içmek olan biri için fazla düşünceli görünüyordu. Benden bir şey isteyecekti. Bunu anlamam zor olamamıştı. Elimdeki tavayı tezgaha bıraktıktan sonra sordum: "Ne istediğini söylersen sana yardımcı olabilirim, düşünceli görünüyorsun. Bir sorun yok değil mi?" Ses tonunu kısmış, birinin bizi duymasını istemeyerek tezgaha yaklaştıktan sonra bile tereddüt ettiğini fark ettim: "Onu Araf'tan ayırmam gerek hem de hemen, ama bunu tek başıma yapamam. Yardımın gerekiyor. Carly'i en kısa sürede göndermeni istiyorum." Gözlerimi açıp merakla sordum: "Ayırmak mı? Onlar beraberler mi?" Şimdi, Carly’nin neden hatrı sayılır biri olduğunu daha net anladıım. Onları neden ayırmam gerektiğini sorunca acelesi olduğunu söyleyip mutfaktan gidecekken buna itiraz ettim. Kafam karışmıştı. Gökay, neden böyle bir şeyi istiyor? Ben onlara ne yapabilirdim ki? "Elinden ne geliyorsa denemekten çekinme ve onu bir ân önce buradan gönder!” Gökay o kadar hırsla doluydu ki bir şey sormaya çekiniyordum. Onu göndermek istemesinde mutlaka önemli bir neden olmalıydı. Mutfaktan çıkıp gitmeden önce evdekilere onun hakkında bir şey sorarsa görmediğimi söylememi istedi. Bahçe kapısından çıkıp giden Gökay, acelesi varmış gibi arabasına binip gitti. Mutfakta koşturmaya devam ederken salona gidip kahvaltıda ne yemek istediğini soracaktım ama Araf’ın azarlayacağını bildiğimden bu fikirden çabuk vazgeçtim. Kahveleri hazırlarken salondan Araf'ın ricasını işittim: "Alisa, bir dakika buraya gelir misin?" Gerçekten rica etmişti hatta tekrar nazikçe seslendi. Ne dalavere çevirecek merak ettiğim için hızla salona gittim. Carly elini Araf'ın omzuna koymuştu ve sol taraftaki koltukta yan yana oturuyorlardı. Konuşurken gülümsemesi yüzünden eksik olmadı: "Bugün kahvaltıyı yine bahçeye hazırlar mısın?" Muhakkak bir şeytanlık peşindeydi. Aşçı olduğumu söylediği için bir aşçı gibi davranarak sordum: "Hanımefendi de kahvaltıya eşlik edecek mi?" Alayıma karşılık normal davranarak bozuntuya vermedi: “Evet, kendisi bir hafta misafirimiz olacak!" Bu misafirliğin bir hafta olmayacağını ikimiz de çok iyi biliyorduk ama o da bu yalana inanmak istiyordu. Arkasında beş büyük bavul duruyorken bunu söylemesi komiğime gitmişti. Yalancı bir gülüşle sinirlendiğini belli etmemeye çalışarak tekrar ricada bulundu: "Lütfen kahvaltıya çilek reçeli ve krep hazırlar mısın? Carly çok sever." Engel olamadığım bir tiksintiyle bakarken Araf tekrar söyledi: “Acele et Alisa, Carly yorgun!” Gözlerim bir noktaya kitlenip kalmış gibi donakaldım. Anormal davrandığımı Araf'ın bakışlarıyla karşılaşınca anlamıştım. Kendimi toparlayarak olduğunca normal bir ses tonuyla, "Tabii Araf Bey hemen hazırlıyorum!" diyerek mutfağa gidip krep yapmak için malzemeleri hazırlarken bir yandan da Gökay'ın söylediklerini düşünüyordum. Her şey tamamlandığında masadaki düzeni tekrar kontrol ettim. Araf ve Carly kahvaltı için bahçeye geldiklerinde, ben de onları büyük bir gülümsemeyle karşıladım. Gökay’ın nereye gittiğini soran Carly’e kimseyi görmediğimi ve nereye gittiği hakkında bir şey bilmediğimi söyledim. Mutluluktan ağzı kulaklarına varan kadın gülümseyerek önce masaya sonra Araf'a baktı: "Eski günler aklıma geldi. Krep sevdiğimi unutmamışsın." Gözümün içine bakarak nispet yaparcasına Araf'a sarıldı. Carly’nin beni düşman bellemiş gibi davranması tuhafıma gitmişti. "Unutmam için bir neden yok ki. Seni ilk günkü gibi hatırlıyorum." O iltifatlar bu adama mı aitti? Kahvaltı boyunca gülümsemesi yüzünden hiç solmadı. Onunla sürekli eski hatıralarından bahsedip sohbet etti. Carly'nin söylediği her şeye olumlu cevaplar verirken asla sorularını cevapsız bırakmadı. Bana her zamanki takındığı tavrın aksine Carly'i kırmamak için özel bir çaba göstermesine hâlâ alışamamıştım. İçimdeki kıskançlık hissine rağmen, her şeyin normal görünmesi için elimden geleni yapıyordum. Mutfak oldukça sessizdi. Yemek tarifine bakarken duymaya başladığım sesler dikkatimi dağıttı. Onların bahçedeki konuşmaları buradan çok net duyuluyordu. Umursamamayı denedim fakat benden bahsedildiğini fark ettim. "Yanıma geldiğinde arkadan gelen o kadın içerideki kız değil mi Araf? Sabah koşunda neden seninle beraberdi?" Ne cevap verecek diye sabırsızlıkla bekledim: "Önemsiz bir şey konuşuyorduk." Diyerek geçiştirmeye çalıştı. "Sizi pencereden gördüm. Yan yanaydınız. Ne zamandan beri çalışanlarınla konuşur oldun? O kızın o saatte senin yanında ne işi vardı hem de ormanda!" "Bu konuyla neden ilgileniyorsun? Boş ver." "Hiç sevmedim o kızı Araf. Sana olan bakışlarını gördüm." Hislerimde yanılmamıştım. Bu kadın benden hiç hoşlanmamıştı benim de ondan pek hoşlandığım söylemezdi. "Aramızda öyle bir şey olamaz Carly, saçmalıyorsun. Lütfen bu konuyu kapatalım." "Haklısın sevgilin. Basit bir aşçı kızla aranda bir şey olacağını düşünmem benim hatamdı. Affet!" Diyerek sustu. Araf ne diyecek merak etmiştim. Ona sevgilim diye hitap etmesine bir şey dememişti. Bu da içimdeki şüpheyi kesinleştiren bir cevap oldu. Sohbetlerinin bu noktasına takılı kaldığım için huzursuz olmuştum. Telefonumu elime alıp arkadaşımı arayacaktım fakat derste olacağını düşünüp vazgeçtim. Dışarıdaki adamlardan biri elinde bir sürü poşetle mutfağa gelince başımı çevirip ne oluyor diye baktım. Paketleri tezgahın üzerine bırakıp hiçbir şey demeden gitmeye hazırlandı. Adama yaklaşarak sordum: "Bunlar neden alındı?" "Bu pakettekiler Carly Hanım'ın özel siparişleri.." Dediği anda zihnim bulanmış gibi bakışlarımı karşımdakine yönelttim. Açıklamasını yeterli bulduğu için mutfaktan çıkıp gitti. Poşetlerin içindekilere bakarken Carly’i birden karşımda görünce az kalsın brokoliyi elimden düşürüyordum. "Merhaba!" Diyerek yüzüme baktı. Bunu öyle bir kibirle bakarak söylemişti ki gözlerindeki nefreti iliklerime kadar hissettim. Brokoliyi poşete bırakıp elimi uzatarak selamına karşılık vermek isterken kocaman gülümseyip ona karşı sevgi duymayı denedim. O ise birkaç saniye yüzüme bakıp dinlemediğini belli ederek arkasını dönüp aceleyle mutfaktan çıktı. Bu tavrına hem çok kırılmış hem de huzursuz oldum. Bu kadından çekeceğim vardı. Neden tanımadığım bir kadını kıskanıyordum? Araf'a yakın olduğu için mi yoksa sadece bir his miydi? |
0% |