14. Bölüm

14. Bölüm

madrabazbiryazar
madrabazbiryazar

Bir ân kendi kendimi sorguladım, neden onları kıskanıyordum? Bana neydi onların arasındaki ilişkiden? Araf istediğinde nazik ve sabırlı bir adam olabiliyorsa o zaman bana neden kötü davranıyordu? Artık sorularıma bir cevap bulmalıydım.

Bahçedeki kahkaha sesleriyle düşüncelerimden dağılarak kimseye görünmeden mutfaktan çıktım.

İkisi de pek neşeliydi. Carly'nin bukle bukle altın saçları her güldüğünde ona daha çok yaklaşıyordu. Bir an gülmeyi bırakıp "Beraber basketbol oynayalım mı?" Diye sorduğunda hiç itiraz etmeden kabul etmiş ve birlikte yukarı çıkarak giyinmişlerdi.

Mutfağa geri dönüp kitaplarımı masanın üzerinde görünce evimin anahtarını yanlarında bulamadım.

Memduh'tan anahtarları alıp geldiğimde Carly ve Araf merdivenlerden inmekteydi. İkisi de hangi takıma ait olduğunu bilmediğim formalarla salona gelince umursamaz bir tavırla bahçeye çıktım.

Bir an ne yapacağımı şaşırarak kendimi Sardunyaların arasında solmak üzere olan çiçekleri sularken buldum. Carly elinde basketbol topuyla bahçeye geldi. Araf'ı da peşinden sürükleyerek tam karşıma geçti. Sanki nispet yapar gibi bir bakış atıp sordu: "Nasıl olmuşum?"

Araf'tan cevap gelmedi. Bozuntuya vermeyip gülümseyince Carly'le göz göze geldik. Yüzüne her şey yolundaymış gibi bir gülüş yerleştirdi.

Elimdeki boş sürahiyle mutfağa doğru giderek gülüşüne karşılık samimiyetsizce bir tebessüm ettim ve ilerledim. Carly arkamdan seslendi: “Bir yere kaybolma, sen de bizimle oynayacaksın."

Derin bir nefes alıp sabır diledim. Oyun oynamak istemediğimi söyleyerek mutfağa gitmek üzereydim ki duymamış gibi kendi bildiğini okudu: "Topu al ve arka bahçeye git. Biz de birazdan geliyoruz." Anlaşmamızın kusursuz işlemesi için, Carly'i delirtmeliydim.

Yine de söyleneni kabul ederek yanlarından ayrıldığımda sanki ben onları duymuyormuşum gibi şikayet etmeye başladı: "Bu kız beni çıldırtıyor Araf!" İç sesim kadının bağırışlarını duymazlıktan gelmemi söylerken içimdeki şeytan ise tam aksini söylüyordu.

"Beraber oynamayı sen teklif ettin." Araf, ilk defa ona karşı beni savunmuştu.

Hanımefendinin kararına itiraz etmek gibi cüretkâr bir işe kalkıştığım için Carly sinirden deliye döndü.

Hayatı boyunca her istediğinin yerine getirildiği şımarıklığından belliydi. Aralarındaki konuşmayı duymak istemediğimden adımlarımı hızlandırdım. Onlar da çok geçmeden arka bahçeye geldiler.

Carly’nin öfkesi geçmişti. Bana dönüp küçümseyerek baktı: "Top öyle tutulmaz. Daha önce hiç basketbol oynamadın galiba. Baksana Araf bu oyun pek zevkli olmayacak gibi... Galibiyeti ikimizden biri alacak. Onun kaybedeceği baştan belli oldu."

Planım gereği kadına aksi bir harekette bulunmayacaktım ancak bu ona cevap vermeme engel değildi. Basketbolun nasıl oynanacağını ondan iyi bildiğimi söylediğim an, yüzüme bakıp alay ederek gülümsemişti.

Zihnimde Carly’i top yapıp potaya fırlattığımı hayal ettiğim sırada kıyafetlerime gözünü dikerek yüzü buruşturdu: "Korkunç görünüyorsun sen bir kadınsın biraz giyimine önem ver." Parmaklarıyla kıyafetimi işaret etti. Neyden bahsettiğini bilmeme rağmen sakin kalarak korkunç olanın ne olduğunu sordum.

İçten bir gülüşten sonra keyfi yerine gelmişti. Üzerimdekilerden yola çıkarak modayı takip etmediğim hakkında, aldırış etmediğim yorumlarda bulundu.

Oyun oynamak yerine moda hakkında tartışıyorduk. Yeni olan her şeye ayak uydurmayı başarmış gibi beni eleştirmesine müsaade etmedim: "Üzgünüm ama ben modayı değil, moda beni takip etsin isterim." Ne demek istediğimi anlamadığı belliydi. Cevabıma kaşlarını çattı: "Belli oluyor. Biraz benden örnek al."

Carly'nin tuhaf bir tarzı vardı. Onda örnek almak isteyeceğim bir şey yokken bu şekilde konuşması canımı sıkmıştı.

Görüş alanıma gölge düşmeye başladığında serin bir rüzgar esmiş, sıcak havayı dağıtmıştı. Onu örnek almak istemediğimi anlatmaya çalışınca elleriyle kıyafetlerini gösterdi: "Sen şu giydiklerimi güzel bulmuyor musun?”

Onunla aynı fikirde olmadığımı belli ederek mırıldandım: "Alt tarafı bir forma.."

İltifat beklerken, sıradan olduğunu söylediğim için sesini yükseltti: "Ne dedin sen?"

Az önceki sözlerimi duymadığı için lafı çevirdim: "Harika olmuş diyorum bu renk sizi aşmış.." Araf, topu elimden alırken güldüğünü göstermemeye çalıştı. Atışmalarımıza engel olmadan kolunun altına yerleştirdiği topu tutarak bir an önce oyunun başlamasını bekliyordu.

Verdiğim cevaptan sonra yüzü kıpkırmızı oldu. Sessizlik olunca Araf oyunu başlatmaya hazırlanıyordu ki Carly buna engel olarak topu eline aldı. Oyunu onun başlatacağını zannederken yüzüme baktı.

“Hep birlikte basketbol oynamaktan vazgeçtim. Sen işine geri dönüp yemeklerle ilgilenmeye devam et! Öğle yemeğini eksiksiz istiyorum."

Araf bu fikre oldukça memnun olmuştu. Carly'e gülümseyerek baktığında, kararlarına itiraz etmedim. Üzüldüğümü belirterek mutlu olmalarını istemediğim için arkamı dönüp gittiğimde gözlerim dolmasına engel olamadım.

Carly’e kazanmanın ne demek olduğunu gösterme fırsatı yakalamışken onu kızdırdığım için daha oyun başlamadan çıkarılmıştım.

Bahçedeki masayı toplayıp çevirilerime geri dönmeyi düşündüm. Onlar bahçede yaklaşık bir saat kadar basketbol oynadı. Ben de çevirilerimin bir kısmını bitirdim.

Saatlerce aynı şeyi yapmaktan canım sıkılınca televizyon izlemek için kumandanın düğmesine bastım. Kanalları değiştirirken ne izleyeceğime karar veremiyordum.

Sabah programlarına çıkan bir adam, bağıra çağıra bir şeyler anlatıyordu. Yüzümü buruşturup kanalı değiştirdim. Bir kadın yemek tarifi veriyordu. Bendeki listeden başka yemek yapmam yasak olduğu için bu kanal da işime yaramazdı. Eski yeşil çam filmleri buldum diye sevinmiştim ki o da reklam olunca sinirlenip televizyonu kapattım.

Soğumuş çayımı çöpe döktükten sonra masamdaki kreplerin tadına bakmak aklıma geldi. Zoraki yapılmasına rağmen oldukça lezzetli olmuşlardı.

Tabağın hepsini bitirdiğimde aradan yarım saat daha geçmişti. Bulaşıkları makineye yerleştirdiğim sırada öğle yemeğini hazırlamaya karar verdim.

Bahçeden gelen bağırış seslerini duyunca aldırış etmedim, ama bu onları duymama engel değildi.

Basketbolun kazananı Araf olmuştu. Kötü patronum, Carly tarafından coşkuyla tebrik edildikten sonra duş almak için yukarı çıktı. Aynı şekilde Carly de ortadan kaybolmuştu.

Öğle yaklaşmak üzereydi. Yorgunluktan canım çıkmış bir vaziyette sunumları hazırlıyordum. Duşunu bitirmiş özene bezene hazırladığım masaya burun kıvıran Carly, Araf duştan çıkana kadar yarım saat daha beklemeyi tercih etti.

Araf’ın gelmeyeceğini anlayınca masa başında yalnız kalmıştı. Önüne biraz salata alıp yemeye başladığı sırada yanına küçük bir karga geldi.

Kargalar yemek masasına yaklaşmaya korktukları için yerde gezinir gibi yaparak Carly'e bakıyorlardı. Çok geçmeden cesur bir karga, ekmeği gagasına aldığı gibi uçup gitti. Bu o kadar hızlı olmuştu ki korkarak geri çekilmek istediğinde sandalyeden arka üstü yere düştü.

Müdahale etmediğimi görünce iri kahve gözlerini yüzüme dikip onu düştüğü yerden kaldırmamı söyledi. Dediğini yaparak hızla yanına gittim. Huysuzluğu üzerinde olan Carly kolundan tutup yardım ettiğim için, azarlamaya yer aradı: "Sana da eğlence çıktı. Şimdi içinden oh olsun diyorsundur!"

"Yoo eden bulur, diyorum."

Yüzünü buruşturup mırıltıyla söylediğim sözü tekrar dinlemek istiyormuş gibi tiksintiyle baktı: "Ne diyorsun be mırıl mırıl?"

Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Arka planda kargaların, masaya üşüşüp ekmekleri götürdüğünü görünce Carly aç kargalardan korktu: "Bir şey yap gitsinler!"

Herhalde beni tarlasında korkuluk zannediyordu. Kılımı bile kıpırdatmadım. Hafifçe öne iteleyerek kargaları gönderdi.

Masaya yaklaşan Araf, bir şey yapmama gerek kalmadan kargaları sesiyle ürkütüp kaçırarak "bu kepazeliğin ne olduğunu" sordu. Belki benim, özel olarak kargaları buraya musallat ettiğimi bile düşünüyorlardı.

Carly arkamdan çıkıp cevap verdi: "Araf bu kız ne yapıyor? Kargaları başımıza toplandı. Hayır bir de kaçmıyorlar da... Bu kız bize büyü mü yaptı nedir, yemek yiyecektim ki birden üzerime geldiler. Onları buraya hep bu getirdi. Söyle şuna saçma sapan işlerle uğraşmasın."

Kargaları Carly'i delirtmek için alıştırmadım. Araf'ın bunu bildiğini düşünerek müsterihtim, ama çok geçmeden onun da bana güvenmediğini öğrenmiştim.

"Yapma Alisa, Carly'i kızdırma. Şimdi lütfen yemeği salona hazırla." Araf gittiğinde Carly benimle beraber mutfağa geldi.

Sanki Araf'ın sözlerini duymamışım gibi bir de Carly gelip emretti: "Bahçeye hazırladığın yemeklerin hepsini çöpe at ve salona yemeğimizi hazırla!"

Bir başka yemek masası daha hazırladım. Çöpe atmamı söylediği yemekleri hayvanlara verdim. Daha doğrusu önlerine bırakıp kaçtım.

Eve döndüğümde Carly mutfaktaydı. Yine o mübarek kaşları çatılmıştı. Bir şeylere kızmış olduğunu düşünürken bana kızmak için bir sebebe ihtiyaç duymadı: "İki saattir sana sesleniyorum niye cevap vermiyorsun?"

"Tarif ettiğiniz işle meşguldüm." Saçlarını düzelterek yaptığım açıklamayla ilgilenmediğini söyledi. Kızmak için bahanesi kalmamıştı.

Eski defterleri karıştırıp sabahki yaptığım krepleri sordu. Durduk yere neden bunu sorduğunu merak ederken kafasını olumsuz anlamda salladı: "Bu hayatımda yediğim en kötü krepti! Bence sen krep yapmayı bilmiyorsun. Tanrım, mide bulandırıcı bir şeydi!"

Hiç oralı olmadığımı görünce konuyu değiştirdi: "Bize nasıl baktığını gördüm, buradaki son günlerindeki davranışlarına dikkat et ve bir daha krep yapmayı deneme!" Tezgaha yaslanarak benimle göz teması kurmaya çalışıyordu.

Mutfaktan gitmesini beklerken söylediği sözlerle kaşlarım çatıldı: "Demek kreplerin tadı kötüydü öyle mi?"

Başını olumlu anlamda salladı. Elini karnına götürerek yüzünü buruşturdu: "Benim midem bulanıyor. Sen sadece krepi değil, hiçbir işi düzgün yapmıyorsun. Araf'a söyleyeyim de senin yerine başka birini bulsun."

İyice saçmalamaya başlayınca sözlerine gülesim geldi. Onu mutfaktan göndermeden önce biraz sinirlendirmek istedim: "Ben de kovulmayı çok istedim ama Araf Bey buna izin vermedi."

Carly'nin yüzündeki ifade aniden değişti. Sözlerimden ne anladı bilmiyorum ama kıskandığını çok belli etmişti. Kaşlarını çatarak inkâr etti: "Yalan söylüyorsun. Araf birinin hatasını telafi etmesini beklemez direkt kovar!"

Sol elimi umursamazca kaldırıp yaptığım hatalara rağmen hâlâ burada olduğumu söylediğimde bozuk Türkçesi de kayarak saçmaladı: "Merak etme burada ben olduğum sürece kovulman uzun sürmeyecek... Artık ben varım sana gerek kalmadı. Geldiğin gün gibi tekrar geri döneceksin, o pis çöplüğüne!"

Araf'la aramızda bir şey olduğunu düşünmüştü. Bunu açıkça söylemese bile hissediyordum ama bu asla doğru değildi. Yanlış anlamasını istemedim: “Benim burada olma amacım sadece iş.”

Sözlerim, tam tersine onu daha da sinirlendirmiş olmalıydı, çünkü gözlerindeki öfke, kabullenemediği bir gerçek olduğunu gösterdi. Yine küçümseyerek konuşmaya başladığı sırada sabrım tükenmişti.

Mutfaktan çıkmak üzereyken arkamdan seslendi: "Sürekli ayak altında dolaşıp durma, hatta git şimdi bavullarımı Araf'ın odasına yerleştir. Yemek yapamıyorsun bari bir işe yara!" Bir şey söylemek üzereydim ki mutfak kapısında Araf'ı görünce ikimiz de sustuk.

Araf, bu sözleri duymuştu ama, sinsi kadın nedenini anlamadığım bir şekilde eliyle ağzını kapatıp hızla banyoya koşarak sabahki kreplerin midesini bozduğunu söyledi.

Mutfakta tek kalınca Carly'nin ne yapmaya çalıştığını anlamıştım. Gökay, bu kadını evden bir ân önce göndermemi, Araf ise Carly'i sinirlendirmememi, onunla iyi geçinmemi söylüyordu. Hangisini dinleyeceğimi şaşırdım. Bir karar vermem gerekiyordu.

Ben tabii ki Gökay'ın söylediklerini mantıklı bulmuştum. Neden öyle söylediğini az da olsa anlamaya başladım. Kim böyle biriyle iyi geçinebilir ki? Bunu sadece Gökay istediği için değil aynı zamanda akıl ve ruh sağlığım için de yapmalıydım.

Dalavereci kadının, yalanları ve entrikalarını Araf’ın gözünde ifşa etmeliydim. Hemen aklımda bir plan belirmişti. Söylediği yalanlar ve çevirdiği dolapları açığa çıkaracaktım. Onu Araf'ın gözünde tamamen bitirmek göründüğü kadar kolay olmayacaktı.

Oyununu bozmak için yanına gidip güya ilgileniyor numarası yapıp, yardım edeceğimi söyledim. Kapıyı kitleyerek içeri girmeme izin vermemesi bile şüpheleri üzerine çekmek için yeterliydi. Araf da bir şeylerin döndüğünü hissediyordu. Bakışları hâlâ üzerimdeydi.

Carly'nin midesini ben bozmuşum gibi bir suçlama hissine kapılmıştım. Bir türlü susmak bilmeyen su sesi ve sahte can çekişmeleriyle geçen yarım saatten sonra bile Carly banyodan çıkmamıştı.

Araf hırsla bana doğru gelmeye başlayınca elim ayağıma dolaştı. Suçu bende bulması uzun sürmedi:

"Sana ne söylemiştim Alisa?"

Kendimi savunmam gerekecek, ama ne diyecektim ki? Her konuda şüpheci ve dikkatli olan Araf, Carly'nin oyununa bir çırpıda inanıp, bana hesap sorarken elimden bir şey gelmiyordu.

“Ben bir şey yapmadım."

Sözlerime inanmadığını göstererek sordu: "O zaman Carly neden bu hâlde?"

"Bilmiyorum, çıkınca kendisine sor. Sana ihtiyacı olabilir misafirini yalnız bırakma." Yanından ayrıldım. Araf yanıtımdan memnun görünmese de, oradan ayrılışımı fırsat bilip Carly’nin yanına gitti.

Uzunca bir süre banyodan çıkışını bekledik ve içimde bir huzursuzluk büyüdü. Oradan çıksa belki gerçekten oyununu ortaya çıkarabilecektim ama o da bunu bildiğinden çıkamamakta ısrar ediyordu.

Ev telefonu çaldığında, hemen sesin geldiği yöne gittim. "Alo?"

Gökay'ın sesi duyuldu: "Alisa sen misin?

Banyo önünde duran Araf'a bakmayı bırakıp bahçeye doğru döndüğüm sırada cevap verdim: “Evet benim, Gökay Bey.”

"Bırak şimdi beyi ağayı... Carly ne alemde?"

Onu merak ettiği için değil gelişmelerden haberdar olmak için sormuştu.

"İyi.. iyi olacak."

"Ne demek iyi olacak, ne oldu orada?"

"Midesi bulandı.. galiba yaptığım krepten oldu."

Sesi acımasızca çıktı: "Boşuna kendini suçlama."

"Carly, benim yüzümden bu hâldeyken nasıl kendimi suçlamam? Yetmiyormuş gibi Araf Bey de bu durumdan beni sorumlu tutuyor."

"Bu yalana sen inandıysan Araf'ta inanmıştır. Lan yok bu adam akıllanmayacak!"

"Ne yapmamı bekliyorsunuz?"

"Korkma.. bir şey yapmana gerek kalmayacak. Carly mutlaka kendini ele verecek bir hata yapacaktır.”

"Tamam şimdi kapatmak zorundayım Gökay Bey.."

"Sen yine de üzülme halledeceğiz." Dedikten sonra kapattı.

Kimse bana inanmıyordu, ama Gökay'ın söyledikleri ilaç gibi geldi. Banyo kapısına baktım. Carly hâlâ çıkmamıştı. Sıkıntıyla nefes alarak salonun köşesine yaslandım.

Aşırı ilgi aşığı Carly'miz banyodan çıkmayı lütfedince Araf beni yanına çağırdı. Tabii ki yine azarlayacağını biliyordum. Artık bağışıklık kazanmıştım.

Yanına geldiğimde Carly’nin görünüşü, hasta rolüne o kadar uygun bir şekilde yerleşmişti ki, kendimi onu izlemekten alıkoyamamıştım.

Yüzündeki solgunluk, gözlerindeki anlamsız bakışla hasta numarasını oynamaya devam ediyordu. Kadına bakmayı bırakıp, Araf’a dönerken, ne istediğini sordum.

Sinirden gerilmiş yüzü, içimi dondursa da, artık alışmıştım bu duruma. "Neden hiçbir şeyi doğru dürüst yapamıyorsun? Midesini bozmuşsun..."

Lafı bölüp araya girdim: "Bence Carly yalan söylüyor, ben kreplerin tadına baktım, gayet lezzetliydiler.”

Carly bizi dinliyor olabilir diye resmi konuşmaya özen gösteriyordum. Savunmamı yeterli bulmayıp ekledim: “Siz de tadına baktınız. Kötüyse size neden bir şey olmadı?"

Araf sorgulayarak bakmayı bırakmamıştı. Biz tartışınca Carly koltuğa uzanarak konuşmamızı yarıda kesti: "Araf lütfen yanıma gel. Ben hiç iyi değilim." Sahte bir sayıklama hissi uyandırmaya çalışıyordu.

Araf, Carly'den başını çevirip bana döndü: "Hemen doktor çağır. Durumu hiç iyi görünmüyor."

Tabii ki ona inanmıştı. Biraz önce söylediğim onca şey nereye gitmişti? Burada boşuna mı dil döküyordum? Hemen itiraz ettim: "Doktor çağırılmaz, doktora gidilir. benim tanıdığım tek doktor var.. o da nöroloji uzmanı Fuat Bey! Hanımefendinin pek ihtiyacı var.. Baktıralım mı?"

Araf kötü bakışları üzerime çevrildiğinde, ona karşı durmaktan vazgeçmeyecektim. Carly, koltuğa uzanıp yalandan sayıklamaya başladı.

"Ne diyorsam onu yap Alisa."

"Boşuna doktoru zahmet etmeyelim çünkü rol yapıyor."

Duvara konuşuyormuşum gibi beni hiç dinlemedi zaten kararı kesindi: "Git ve doktor çağır." Onunla bu konuyu saatlerce tartışabilirdim ama bunu yapmaktan vazgeçtim.

Carly koltuğa uzanmış sayıklıyor gibi anlamsız şeyler söylüyordu. İkimiz de ona doğru bakışlarımızı çevirdik. Son kez Araf'a baktıktan sonra hiçbir şey söylemeden arkamı dönüp mutfağa gelmiştim. Ev telefonunu elime alıp 112'yi tuşladım. Çok geçmeden telefon açıldı.

“112 Acil danışma hattı, buyrun!”

“Durumu çok kötü olan bir hasta var. Midesi bulanıyor, başı dönüyor, sürekli sayıklıyor; bilinci tam olarak yerinde değil, lütfen yardım edin. Birden fenalaştı...”

Olayı iyice abartarak anlatıyordum. Doktor zaten Carly'nin hasta olmadığını anlayacaktı o yüzden içim rahattı. En son evi tarif ettikten sonra kapattım.

Ambulansın gelmesi uzun sürmeyecekti elbet. Mutfak masasından bir sandalye çekip oturdum, çevirilerime devam etmeye çalışıyordum. Elimdeki kağıt ve kalem beni oyalıyordu.

Bakalım, aynı numarayı doktora yaparken de bu kadar iyi oynayabilecek miydi? Hanımefendi, zor zamanlarında kendi maskesini ne kadar ustaca takıyordu?

Mutfakta oturmaya devam ediyordum ki beklediğim ambulans yarım saat sonra geldi. Sağlık ekiplerine eşlik edip Carly'nin yanına gitmiştik.

Araf sesleri duyup içeri girince odadaki kalabalığı gördü. Bu durumdan hoşlanmamıştı. Yanıma gelip hesap sordu: "Ben sana doktor çağır demedim mi?"

Yanlış bir şey yapmamıştım. Ters bir bakış atıp cevap verdim: "Doktor çağırmadım ama Carly'nin iyileşeceğine adım kadar eminim!"

Sağlık ekiplerine yardımcı olmaya çalıştığım sırada boğazını temizler gibi yaptı. Kendisine dikkat etmem gerektiğini vurgulayarak odadan çıktı. Ne diyeceğini merak ettiğimden yanına gittim.

Araf konuşmadan merdivenleri indi. Onu takip edip bahçeye adım atınca yüzündeki ifadeden azarlamaya başlayacağımı tahmin ettim.

Amacımın bir kısmına ulaştığım için sözlerine aldırış etmeyecektim. Kaşlarını çatıp "Sen beni delirtmeye mi çalışıyorsun Alisa? Böyle davranarak kovulacağını düşünüyorsan boşuna hayal kurma. Sana doktor çağır demiştim."

Amacım sadece Carly'nin numara yaptığını göstermekti. Normalde bu laflara üzülürdüm ama şimdi duygusallığın sırası değildi. Sakinliğimi korudum: "Benim amacım Carly'nin iyileşmesini sağlamak."

Sözlerimi düşündü ama inanmadı: "Amacın Carly'i iyileştirmek değil, ne yapmaya çalıştığını anlamadığımı zannetme. Ona kötü davranıyorsun çünkü onu kıskanıyorsun." Bu sözleri ondan duymayı beklemediğim için şaşırdım. Kötü davranan sadece ben değildim. Araf sürekli Carly'nin yaptıklarını görmezden gelerek sabrımı sınıyordu:

Sözlerine karşı çıktım. "Sana bunu düşündüren şey ne? Ben Carly'i kıskanmak için ortada bir neden göremiyorum."

Carly'i geldiği ilk günden itibaren sevmemiş olabilirdim, ama bu onu kıskandığım anlamına gelmiyordu.

Kollarını göğsünde bağlamış yaptığım açıklamayı dinliyordu. Alayla kaşlarını yukarı kaldırdı: "Umursamıyormuş gibi yaparak kendini daha çok ele veriyorsun."

Bakışlarından kaçmak için yere bakmak zorunda kaldım: "Sana arkadaşının hasta numarası yaptığını kanıtlardım, ama şu an tüm şevkim kaçtı. Hastaneye götürsünler bakalım nesi varmış? Benim haklı olduğumu sen de anlayacaksın ve o zaman bana bir özür borcun olacak." Sustum.

Onun soğuk duruşunu kırmak buzdağını eritmek kadar zordu. Yüzüme bakınca ne kadar üzgün olduğumu görüyor ama umursamıyordu. Konuyu değiştirdi: "Bugün tuhaf davrandığının farkında mısın?"

Kabahati yine bende bulmasına şaşırmadım: "Tuhaf olan ben miyim?"

Başını olumlu anlamda salladı: "Evet, kendinde değil gibisin. Aklın bir karış havada, topla kendini."

Carly'nin midesini ben bozmadım. Bunu ona da anlatmaya çalıştığımda kahvaltıdaki krepleri hazırladığım için suçu kabullenmemi bekledi.

Bana güvenmediğini bilmeme rağmen Carly'le aynı fikirde olmasına hâlâ inanamıyordum: "Onu bilerek zehirledim öyle mi?"

Yüzündeki ifade değişti ve ciddi bir hâl aldı: "Neden o kadın deyip duruyorsun. Onun adı Carly. Adını duymaya neden tahammül edemiyorsun?" Sözlerinden sonra cinlerim tepeme çıktı. O kadınla anlaşamadığımı söylediğimde sözleşmenin maddelerini tekrar hatırlattı.

Ağlamak üzereydim ki kendimi tutmayı başarıp, yapılan haksızlığa isyan ettim: "Hep ben zor durumda kalıyorum.."

Her şeyde olduğu gibi bunda da ilgisiz kaldı: "Yapmayabilirsin kimse seni buna zorlamıyor."

"Sen çok kötüsün. O da tıpkı senin gibi... Bravo, tam kendine layık birini bulmuşsun."

"Carly'nin söylediklerini yapmazsan olacakları biliyorsun değil mi?"

"Biliyorum, bilmez olur muyum?"

"İyi, o zaman sana kolay gelsin." Dedi alayla.

Vazgeçtiğimi ona asla göstermeyecektim: "Yaparım, ne var ki sonuçta o da bir insan, en fazla ne isteyebilir ki?"

"Kıyamam kendi kendini mi teselli ediyorsun?"

Yüzüne öyle dikkatle bakıyordum ki ondan nefret etmek istedim. Utanmadan bir de dalga geçiyordu: "Sen neden onun yanına gitmiyorsun? Git, sana ihtiyacı falan olur sonra yine gelir kaldığın yerden alay edersin."

Gözlerini kısıp gülümseyerek sordu: "Sen beni Carly'den mi kıskanıyorsun yoksa bana mı öyle geliyor?"

Ne diyeceğimi bilemeyerek öfkeyle yüzüne baktım: "Saçmalama, seni neden kıskanayım? Ne yaparsan yap umrumda değil."

"Her dakika bizi izleyip sonra hiçbir şey olmamış gibi 'umrumda değilsin' demen çok manidar."

Cevap vermedim. Ne diyeceğimi bilemediğim için gitmek istedim. İzin vermediğini belli eden bakışlarıyla karşılaşınca kendimi çok çaresiz kalmış gibi hissediyordum: "Fırındaki yemekle ilgilenmem gerek. Lütfen önümden çekilir misin?"

Yana çekilip gitmeme müsaade etti. O da arkamdan geliyordu zaten gelmese şaşırırdım. Belli ki mutfakta da peşimi bırakmayacaktı. Birden alarm sesini duyunca ne olduğunu anlamamış gibi yanımdaki adama baktım.

Araf "Bir şey mi yandı?" Diye sorunca yemeği hatırlamıştım.

Yandığını düşünüp hızla fırına doğru gittim. Düğmeye basıp küle dönmesini önleyecekmişim gibi kapağı açtım. Yüzüme dumanların gelmesine engel olmayınca gözlerim acımaya başlamıştı.

Hızla başımı yana çevirirken kömüre dönmüş yemeği tezgaha bıraktım. Gözlerimdeki acının etkisi geçmeden bir de elimi yakmıştım. Araf alarmı kapatıp yanıma geldiğinde çok kızmıştı: "Yok, sendeki bu şey sakarlık değil artık."

Hem ıslanmış hem de dumanlara maruz kalmam yetmiyormuş gibi bir de yapmadığım bir şey için suçlanıyordum: "Ben fırınj düşük sıcaklığa almıştım, yanması imkansız! 75 derecede hangi yemek yanar ki?"

Araf iğneleyerek cevap verdi: "Kendi kendine olmuştur hiç sorun değil."

"Ben doğruyu söylüyorum. Sen ister inan ister inanma. Hem toplasan on beş dakika mutfaktan ayrıldım. Fırının ayarlarıyla biri oynadı ve doğal olarak yemek yandı."

Tepeden tırnağa ıslandığı için ayrı bir sinirliydi: "Hemen burayı eski haline geri getir Alisa! Döndüğümde burayı böyle görmek istemiyorum."

Dumandan öksürmekten zar zor konuşabildim: "Önce dumanların dağılmasını beklesem. Çok kötü kokuyor.."

"Hayır. Kimse sana yardım etmeyecek. Nasıl yaktıysan öyle temizle." Mutfaktan çıktı.

İçimden ağlamak geliyordu. Her yerin eski haline dönmesi için çok çalıştım. Akşam yemeği de yanmıştı.

Başka bir yemek yapmak için yemek listesine göz attım. Hepsi çok uğraştırıcı sanki özenle seçilmiş gibi türlü türlü ayrıntılar verilmişti. Alacağın olsun ben sana bunun hesabını sonra soracağım diyerek kendimi avutuyordum.

Yemeğin hangisi olacağına karar verdikten sonra sıra pişirmeye geldi. Bu sefer yemeğin başından bir saniye bile ayrılmayacaktım.

İkinci yemeği hazırlamaya başladım. Aradan biraz zaman geçince yukarıdaki sağlık ekipleri aklıma gelmişti.

Yemeğin altını kapatıp önce bahçeye gittim. O da oradaydı. Kıyafetlerini değiştirmiş aşağı inmişti. Yemeği yakmadığımı kanıtlamak istiyordum.

Araf bana karşı o kadar ön yargılıydı ki ne desem inanmayacaktı. Mutfağa geldiğimde bir kez çalan zil sesi çok geçmeden ardı ardına tekrarlandı. Sonunda gelen kişiye kapı açıldığında mutfak kapısında Gökay'ı gördüm. Yüz ifademin aniden değiştiğini fark etti: "Bu ne hal, sen neden böyle ıslaksın?"

Henüz aynada kendime bakma fırsatım olmamıştı. Dağınık bir hâlde olduğumun farkındaydım. "Ufak bir kaza oldu." Demekle yetindim.

"Beni görünce yüzün asıldı anlaşılan burada kötü şeyler olmuş." Gökay içeri girip salona doğru gitti. Ben de aynaya bakmak istedim fakat sonra vazgeçip olduğum yere yığılıp dinlenmeyi tercih ettim. Kızarmış parmaklarımda tarifsiz bir sızı vardı.

Gökay, Araf'ı bulup selamlaştıktan sonra karşılıklı koltuklarda oturup havadan sudan muhabbete daldılar.

Araf, arkadaşının omzuna dostça bir şekilde dokundu. Güzel bir haber vermeye hazırlandı. Bu hafta kafa dinlemek için kamp yapmaya gideceklerini söyledi.

Gökay sevinerek kampın ne zaman yapılacağını sordu ve Araf, toplantı için yapılacak işlerini bitirip, gerekli hazırlıkları tamamladıktan sonra yarın oraya gidebileceklerini söyledi.

Gökay, toplantıyı tamamen unutmuşken tekrar hatırladığı için mutsuz oldu. Aralarında geçen sohbetten anladığım şey, toplantılara katılmayan Gökay, şirketteki işlerini biriktirdiği için Araf zor durumda kalmıştı. Bu yüzden de arkadaşına kızıyordu.

Kendini savunmaya hazırlanan Gökay, gayet sakin cevap verdi: “Orada çalışamayacağımı sen de biliyorsun. O iş bana göre değil; benim zaten bir işim var.”

Alay ederek arkadaşına, dövüş uzmanlığının babasının gözünde bir iş bile sayılmadığını söyledi.

Gökay babasıyla iyi anlaşamadığını üstü kapalı konuşarak anlatmaya başladı: "Herhangi bir şey yapsam, hep daha fazlasını bekliyor. Ama ben, dövüş uzmanı olmayı seçtim; bu, onun için bir şeyi başarmak sayılmıyor olabilir ama bu benim kendi yolum." Araf, onu dinliyor, anlayışla gülümsüyordu.

"Konu niye benim babama geldi? Az önce kamp diyorduk yine iş konusunu açtın. Sen artık iyice işkolik oldun! Kendini bu kadar yıpratma bak benim umrumda mı? Değil."

"Sürekli iş yaparsam onu düşünmeye zamanım olmuyor." Duyduklarımla birlikte gözlerim büyüdü.

"Kolayı var, bir başkasını sev geçer." Diyerek tavsiyede bulunan Gökay, bir başkasıyla kimi kastediyor diye düşünmeye daldığım sırada Araf, arkadaşına itiraz edip başkasını sevmek istemediğini söyledi.

Arkadaşına acıyarak baktıktan sonra saydırmaya başladı: "O zaman sana acil şifa diliyorum kardeşim! Onun nesini seviyorsun anlamıyorum! Kendini yalandan hastalığa atmış, yok yere suçsuz kıza iftira atıyor. Ya sana ne demeli? Carly'nin tarafını tuttuğun çok belli. Niye kıza eziyet ettiriyorsun sana ne zararı var ki?"

"Bana Alisa'dan bahsetme Gökay. Ne yapıp edip beni sinirlendirecek bir şeyler yapmayı başarıyor. Carly onun yaptığı krepten zehirlendi, yemeği fırında unuttu, yetmedi mutfağı yaktı."

Benden böyle nefret eder gibi konuşmasına içerlendim. Gökay'a şikayetlerini sıralamaya devam etti: "Mutfağı yakınca yangın alarmı devreye girdi. Her tarafı sudan birken önce birlikte ıslandık sonra da dumana boğulduk."

Ağzı açık söylenenleri dinleyip gülmeye başlayınca ters bir bakış atarak onu susturdu. Gökay inanmamış gibi sordu: "Bunların hepsi ben gittikten sonra mı oldu?" Araf'ta derin bir nefes aldı.

Beni savunan Gökay'a ne kadar sakar biri olduğumu kanıtlamak için birkaç örnek vermekten geri durmayıp sonra şikayetlerine devam etti: "Sakar diyorum bu kız, aklı bir karış havada."

Gökay beni savundu: "Alisa'ya haksızlık ediyorsun. Bence bilerek yapmamıştır."

Bu sözlerden sonra Araf delirmek üzereydi: "Lan kız mutfağı yaktı diyorum. Bana bunun nesini savunuyorsun?"

"Savunmuyorum kardeşim, ben gerçeği söylüyorum. Gelirken gördüm kızın canını çıkarmışsın." Üstüme başıma göz atınca gerçekten de bitik bir hâldeydim.

Araf hırsını alamamış gibiydi: "Kendi hatasını temizliyor, ben bir şey yapmıyorum." Yorgunluğuma eklenen bu sözler canımı yakmaya yetti.

Gökay derin bir nefes alarak kimseye bir şey olmadığı için şükretmesini söylemişti. Araf, boşluğu delip geçercesine sinirli bir şekilde sözünü kesti: "Bakalım bundan sonra neler gelecek başımıza!"

Öfkesine karşılık vermekten kaçınarak, "Kardeşim, sen kıza öyle bir davranıyorsun ki, Alisa korkudan hata yapıyor. Birazcık sakin olsan, o da hata yapmaz." dediğinde Gökay'ı tebrik ettim avukat tutsam bu kadar savunmazdı.

Kaşları çatılmış, gözlerinde bir ateş yandı: "Kapat şu konuyu. Onun adını duyunca bile sinirleniyorum."

Durumu idare edemediğini görünce konuyu değiştirmeye karar verdi. Kampa yarın saat kaçta gideceklerini sordu. Eski hâlinden eser kalmayınca sakinleşti:

"Erken gidemeyiz biliyorsun ki sabah koşum var. Kahvaltı yaptıktan sonra öğle olmadan orada oluruz."

Gökay, sabah geç uyanma alışkanlığına alıştığını dile getirerek, planlanan sabah buluşmaları için daha geç bir saatte geleceğini belirtse de Araf, buna katılmadı ve yarın saat yedide orada olması gerektiğini ısrarla söyledi.

Gökay ise onun sinirli haline dikkat çekerek, spor yapacağına biraz uyumasının ruh hâlini iyileştirebileceğini söyledi.

"Ben uykusuz olduğum için sinirli değilim."

Yanmış elime soğuk su tutmaya devam ederken gözlerimden akan yaşa engel olamadım. Kremi sürdükten sonra oturup acının dinmesini bekledim. Gözyaşlarımı silip sakin olmaya çalışıyordum. Gökay bahçeden seslendi.

Çok geçmeden yanına gittim. Uzatmadan lafa girdi: "Yarın Araf'la birlikte kamp yapmaya gideceğiz. Yani yarın izinlisin. Sana da haber verelim istedik."

Yüzümdeki ifade boş görünüyor olabilirdi ama yarın Araf'ı görmeyeceğim için oldukça mutluydum.

Gözlerim, Gökay’ın ifadelerinde değişen duyguları yakalamaya çalışırken, Araf’ın sesi araya girdi: “Alisa'yı yanıma asistan olarak alacağım.” dediği an kimseye değil, boş bir alana bakarak düşünüyordum. Gökay hem şaşırmış hem de daha çok görüşeceğimiz için sevinmişti.

Araf, bir bana bir de arkadaşına bakarak açıklamada bulundu: "Sen kendi asistanınla çalışacaksın."

Kararına itiraz edecekti ki Araf susturdu: "Bu konuyu tartışmak dahi zaman kaybıdır."

Gökay kabul etmek istemese de bir şey söylemedi. Tam arkamı dönüp gidecekken bu sefer Araf arkamdan seslendi: "Alisa!"

Bölüm : 01.08.2024 00:25 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...