@madrabazbiryazar
|
Masal, Gökay'ın yüzüne bakmayı sürdürüyorken acaba ne zaman kendine gelir diye bekledim. İçimden bir ses arkadaşımın Gökay'ın etkisinde kaldığını söylüyordu. Evet, kesinlikle öyleydi. Yoksa benim tanıdığım Masal, bizi rahatsız edeni azarlamadan bırakmazdı ama arkadaşım bırakın azarlamayı hiçbir şey söylemiyor aksine tatlı tatlı gülümsüyordu. Gökay ise ilgisiz bakışlarıyla arkadaşımı süzmeye devam etti. İçeri girmesini söyleyerek onu eve davet ettim. Bir an tereddüt ettikten sonra başını sallayarak kabul etti. Salona doğru yöneldik. Oturma odasına geçip koltuklara yerleştiğimizde, arkadaşımın gözleri hâlâ Gökay’dan ayrılmıyordu. Masal, çocuğa hayran hayran bakıyor ve bunu aşırı belli ediyordu. Adam sanki benden başka kimse yokmuş gibi gülümseyerek geliş sebebini anlattı: "Gece vakti rahatsız ettiğim için kusura bakma. Kötü bir gün geçirdiğini biliyorum. Olanları Carly anlattı ama artık sen de biliyorsun ki ben o kadına inanmıyorum." Gece vakti sırf bunu öğrenmeye gelmiş olamazdı. Önemli bir şey söyleyeceğini hissedip sabırla konuşmasını bekledim. O sıra arkadaşın kendine geldi, kaşını kaldırarak Gökay'ı dinliyordu. Bu kısacık anı fırsat bilerek onları tanıştırdım: "Sana ev arkadaşım hatta dostumdan öte, kardeşim Masal'ı tanıştırayım." Onunla ilgilenmeyip sadece bakmakla yetindi. Adamdaki egoyu fark edince hayranlıkla bakmayı bırakıp yine eski hâline geri dönmüş olan Masal, karşısındakini iğneler gibi söyledi: "Gecenin üçünde sizi buraya sadece merak mı getirdi beyefendi?" Sözlerini duyunca gözlerim fal taşı gibi açıldı. Masal'a uyarıcı bir bakış attıktan sonra saat geç olduğundan dolayı tedirgin olduğumuzu söyleyerek onun da tasdik etmesini bekledim. Benimle aynı fikirde olmasa bile 'tabii tabii' der gibi başını salladı. Gökay'ın tavırlarına canı sıkılıp odasına çekilince beni onunla yalnız bırakmasının hesabını sonraya bıraktım ve karşımdakine gülümsedim. Çay demleme bahanesiyle mutfağa gidip yardım etsin diye de onu odasından çıkardım. Tabii tüm bu olanları Gökay görmeden halletmem kolay olmadı. Biliyordum ki inatçı arkadaşım öyle kolay kolay ikna olmayacaktı. Biz mutfakta çay demlerken o da kısık sesle itiraz etti: "Bu adamın gece vakti evimizde işi ne? Hem komşular görürse ne olacak? Sabah gelse neyse yine bir yalan bulup inandırırız ama saat üçe geliyor sanırım adamın saatten haberi yok!" Olayın bu boyutunu hiç düşünmemiştim. Komşular görürse yıllık dedikodu stokları olacağımız kesindi. Sözlerine hak verdim ama gelene git demeyeceğimi o da biliyordu. Bir an önce çıkıp gitmesi için dua ettim. Salonda tek başına oturmaktan canı sıkılan Gökay, mutfağa yanımıza geldi. Onun hakkında konuşurken yakalandığımız için bir ânda sustuk. Şimdi ortam daha da gerildi. "İki kişi çay demliyorsunuz, ben salonda tek kaldım. Eviniz dağınık görünüyor ya da küçük olduğu için mi böyle?" Masal alay etmekten geri kalmadı: "Gecenin üçünde misafir geleceğini tahmin edemediğimiz için toplayamadık kusura bakmayın!" Gökay, bu sert çıkışa cevap vermeyerek sordu: "Sen, hep böyle gergin misin yoksa, ben geldim diye mi böylesin?" Sakin bir ifade yüzüne yerleştirerek “Sen geldin diye neden gergin olmam gerekiyor?” diyerek soruya soruyla karşılık verdi. "Çünkü öyle hissediyorum. Biraz alıngan gibisin." Gözlerini Gökay’a dikip, "Ben alıngan değilim ama senin çok rahat bir adam olduğunu söyleyebilirim. Gerçek niyetin Alisa'nın nasıl olduğunu bilmek falan değil! Sen başka bir şeyin peşindesin." Deyince tahminleri ciddiye almayan Gökay, aynı umursamaz ses tonuyla Masal'a döndü: "Öyleyse neymiş burada olmama sebep olan?" Aklındaki ihtimali söylemekten çekinmeyerek onun buraya geliş sebebinin ben olduğumu söylediğinde Gökay’ın yüzündeki gülümseme anında silindi: “Seni ilgilendirmeyen konular hakkında fazla cüretkârsın.” Göz ucuyla arkadaşıma baktığımda lafı ağzına tıkmak için hazır bekliyordu: "Bunu gece vakti bir kızın evine gelen sen mi söylüyorsun?" Gökay'ın yüzündeki tatlı gülümsemenin altında başka bir şeyin olduğunu ikimiz de hissetmeye başladığımızda göz göze geldik. Çayları doldurup yavaş yavaş yudumlarken hepimiz sakinleştik. Kaş göz işaretiyle adamı nasıl göndereceğimizi anlatmaya çalıştım ama hiçbir şey yapmayacağını açıkça belli eden Masal, çayını içmeye devam ediyordu. Masanın altından hafifçe ayağına vurduğumda yaptığım harekete güldü. Gökay, bu anlamsız gülüşe baktığında ne olduğunu merak etti. İnatçı arkadaşım konuşmayınca iyice şüphelendi: "Siz niye gülüyorsunuz? Komik bir şey mi var?" Masal otomatiğe bağlanmış gibi aklına komik bir şey geldiğini söyleyip sustu. Çayın yarısına gelmişken hiç beklemediğimiz bir ân da arkadaşıma dönüp hangi okuldan mezun olduğunu sordu. Okuluna devam ettiğini söyleyen Masal, yanındaki adamla sohbet etmek yerine ağzından söz almaya çalışır gibi görünüyordu. Çayından bir yudum alıp hangi okulda okuduğunu sordu. Aldığı cevaptan sonra tıkanan Gökay, ani bir öksürük nöbetine tutuldu. Bir bardak su getirip kendisine uzatıldığında durumun geçtiğini söyledi. Masal, şüpheyle bakarak olayı anlamaya çalışıyordu: "Okuduğum üniversiteyi bana mı yakıştıramadın yoksa bir rahatsızlığın mı var?" "Bir rahatsızlığım yok sadece bunu beklemiyordum. Hep gitmek istediğim bir okuldu ama kısmet olmadı." Dediğinde yine Masal'la göz göze geldik. "Özel bir nedeni yoksa niye kısmet olmadığını sorabilir miyim?" Diyerek alttan alta dalga geçmek için fırsat arayan Masal, ciddi olmaya çalışıyordu. Cevap vermek yerine çay tabağına dalıp giden Gökay, sessiz kaldı. Bakışlarını tekrar arkadaşıma yönelterek sordu: "Çayı sen mi demledin?" "Evet, ben demledim. Niye soruyorsun yoksa beğenmedin mi?" Gökay, arkadaşımın kötümser bakışlarından etkilenmeden aynı ses tonuyla kalkmaya hazırlanır gibi son sözlerini söyledi: "Ellerine sağlık, çok kötü olmuş!" Bana dönerek gülümsedi: "Ben artık gideyim, sonra yine görüşürüz." Kapıya kadar uğurladım ve gülümseyerek el salladım. Gittiğine emin olunca kapıyı kapatıp mutfağa geçtim. Masal'ın canı sıkılmıştı: "Hadi uyuyalım artık!" Dediğinde ben de bu anı bekliyordum. Odama çekilip masanın üzerinde kitaplarımı göremeyince kitapları Araf'ın evinde unuttuğumu hatırladım. Sabah yaşadığım olayı zihnimden tamamen silinceye kadar oraya uğramama kararı alıp huzurla gözlerimi kapadım. ... Ertesi gün, kamp için her şey hazırlamış ve tüm ekipmanlar toplanarak arabaya yüklenmişti. Carly sabahın en erken saatinde uyanıp gitmelerine engel olmaya çalışacaktı ama bunda başarılı olamayınca koca evde tek başına kalarak geleni gideni haşladı. Araf'ın ve Alisa'nın yokluğuna türlü manalar verip kıskançlık krizleri geçirdi. Çalışanlar, korkularından ne olduğuna dahi bakmazken kapıyı çarpıp çıkan Carly'nin nereye gittiğini merak etmişlerdi. Kamp yerine varıp vakit kaybetmeden çadır kurulmaya başlandığında iki arkadaş etrafı keşfe çıktı. Yürürken bir yandan da konuşuyorlardı. Gökay, izci kıyafetleri ve sırtındaki çantasıyla, koca ağaç gövdelerine hayran dolu bakışlarını göz gezdirip Araf'a döndü: "Şu hayatta asla vazgeçemeyeceğim iki şey var. Bunlardan birisi doğa, ikincisi ise..." Önündeki çalıdan kurtulan Araf, arkadaşının sözlerini tamamladı: "İkincisi ise kadınlar!" Gökay yürümeye devam edip başını sola çevirerek "Aşk olsun kardeşim ben öyle biri miyim?" Diye sorunca arkadaşı hiç tereddüt etmeden başını sallayıp öyle biri olduğunu söyledi. Çalılardan geçit vermeyen yolda bir süre daha yürüyerek konuyu Carly'e getirmeyi başaran Gökay, yılan diyerek üstü kapalı iğnelemeye çalıştığı kadının kamplarına engel olamamasına hâlâ inanamıyordu. Araf, Gökay'ın yılan diye bahsettiği kadının Carly olduğunu anladı. Ciddi bir ses tonuyla cevap verdi: "Carly, benim nereye gideceğime, ne yapacağıma karar veremez." Deyince Gökay hiç oralı olmayıp aynı tavırla yürümeye devam ederek Carly'i kötüledi: "Yüzsüz bir de gelmiş hâlâ beni unutmadığını biliyorum, diyor! Üstünden iki yıl geçmiş unut bir zahmet! Ama ben ona ne yapacağımı biliyorum." Nihayet kamp alanına geri dönmüşlerdi. Çadırın önündeki sandalyelere oturup dinlenirken Araf, cevap verdi: "Bırak hiçbir şeyi bilmediğimizi zannetsin, böyle daha eğlenceli oluyor." Kamp sandalyesine yaslanıp gökyüzüne bakan arkadaşı başını yan tarafa çevirip ters bir bakış attı: "Onu affettiğini söyledikten sonra bu işin eğlenceli kısmı tam olarak nerede başlıyor? Lan, sen o lafı Alisa'nın yanında söyledin! Böyle anlaşmamıştık!" "Carly'e karşı samimi bir duygu beslemiyorum sadece Alisa'nın öyle bilmesi gerekiyor." "Olanlar dedenin kulağına giderse seni kabak gibi oyar haberin olsun. Kızı kendine aşçı tayin etmişsin. Üstüne tüy dikerek, Carly'nin eline oyuncak niyetine bırakıp hizmetini görmesini söylemişsin. O kız sana emanetken böyle hıyanet edilir mi lan!" Sert bir çıkışla cevap verdi: "Onu korumak zorunda değilim. Anladık, dedem can borcunu ödemeye çalışıyor ama yıllardır bitmek bilmeyen meseleleri didikleyip durmaktan çok sıkıldım!" Dedi Araf. Gurur duyuyormuş gibi "Ee herkes Erdal gibi bir şerefsizi dize getiremez. Kızın babası, paraları sahtesiyle değişip gerçeklerini kızına teslim etmiş lan! O da hiç tereddüt etmeden bankaya paraları geri vermiş hem de karşısında Erdal varken..." deyip susunca Araf kaşlarını çattı: "Övünerek anlattığın olayın sonu o adamın kömür parçasına dönene dek yakılmasıyla bitiyor." Gökay gözünü uzaklara dikerek sıkıntıyla söyledi: "Babası hakkında öğrendiğimiz bilgilerin çeyreğini kızında bulamadık. Kız tam bir sır olarak yaşamış lan!" Aynı sıkıntı Araf'a da bulaştı: "Yurt dışındaki hayatı hakkında hiçbir şey bilmiyoruz ama kimse bilinmez değildir Gökay. Onun da mutlaka bir hikayesi var ama bunu saklamayı çok iyi biliyor." Yan gözle arkadaşına bakıp bir şeyler ima eder gibi gülümsedi: "Sana karşı ilgi duyuyor. Ona biraz sevgiyle yaklaşsan belki her şey farklı olabilir... Deden de bu işe karşı gelmez zaten güvendiği için Alisa'yı sana emanet etti." Araf arkadaşına alay ederek öyle bir şeyin asla mümkün olmayacağını söylediğinde Gökay şakayı bırakıp kaşlarını çattı: "Kızın peşindeki Erdal'dan mı korkuyorsun lan?" Araf sinirle bir kahkaha attı: "Tek sorun Erdal değil, Alisa'ya karşı bir şey hissetmiyorum ama..." deyip susunca Gökay alay ederek devam et der gibi baktı. Araf sustu. İşi nihayetine erdirmeden rahat durmayacak olan adam, Araf'ı söyletmenin bir başka yolunu bulmayı denedi: "Dün Carly'i affettiğini söyledin bugün de mutsuz görünüyorsun. Eminim şimdi Alisa da en az senin kadar üzgündür..." Kararsız kalan adam uzaklara bakarak söyledi: "Bilmiyorum Gökay, kafam çok karışık!" "Allah aşkına topla artık şu kafanı yoksa ben dağıtacağım! Yeter be kardeşim bitmedi mi şu Carly meselesi, unut artık şu kadını valla illallah ettim!" Gökay'ın susması için çabuk pes eden Araf, deneyeceğini söyledi. "Lan öyle uzaklara dalarak tamam deneyeceğim deme! Adam gibi karar ver. Kızı da yok yere üzme. Valla gider her şeyi Hamdi Dede'ye anlatırım!" Araf, arkadaşına sadece bakmakla yetindi. Gökay arkadaşının öfkeli olduğunu fark edip sustu. Kendisine yapılanları unutmaya niyeti yoktu. O günü hatırlayan Araf kaşlarını çattı. Öfkelenmesinin bir anlamı olmadığını biliyordu çünkü artık her şey geçmişte kalmıştı. Gökay'a sert bir bakış atıp ateşin önünde sessizce düşüncelere dalmaya devam ederek mırıldandı: "Geçmişte yaşananlar artık umrumda değil." "Madem öyle ne yapacağını sana söyleyeyim: Onu geldiği yere geri gönder! Carly'nin yüzünden Alisa'ya neden kötü davranıyorsun?" "Bilmiyorum, Gökay bilmiyorum! Sus artık..." Susmayıp sessizce söyledi: "Carly gibi Alisa'nın da sana ihanet edip etmeyeceğini düşünüyorsun ve bu yüzden ona kötü davranıyorsun. Şunu bil ki Alisa arkandan iş çevirecek biri değil." "Sen niye bu kızı bana savunuyorsun?" Diye şüpheyle yüzüne bakılınca Gökay itiraz etti: "Hooop birader! O kadar da uzun boylu değil." Araf, Gökay’ın sözleri üzerine derin bir iç çekerek, ateşin parlayan kıvılcımlarına göz attı. "Ne düşündüğünü biliyorum." dedi Gökay, sessizleşerek mırıldandı: "Hayatta hiçbir şey kaybedilmeden kazanılmıyor. Eğer bırakırsan, zaten kaybedersin. O kızı sevmeyi dene." Çelişkilerle dolu bir kalp ile ne yapacağını bilemez halde olan Araf, ateşe bakmaya devam ediyordu. Sonunda, Araf yarı gülümseyerek, "Belki de haklısın." Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı, derinlerde kaybettiği cesareti yeniden bulmanın yolundaydı. Gökay başını kararla sallarken "Ne yapıp edip Carly'i de göndereceğim. Göreceksin bak, öyle ya da böyle dediğimi yapacağım!" Dedi. Araf aklına bir şey gelmiş gibi mırıldandı: "Carly, Alisa'yı kıskandı." Gökay o günü hatırlatmak istedi: "Evet kıskandı ama sen Alisa'yı değil, Carly'i savundun! Şimdi kim bilir neler planlıyordur o yılan! Daha şimdiden düşman belledi kızı! Carly Alisa'dan kurtulmanın bir yolunu bulacaktır. Göz göre göre hasta numarası yaptı. Sen de onun yalan söylediğini bilmene rağmen hiçbir şey yapmadın. Alisa ne hâlde eve döndü haberin var mı?" Gözlerini ateşten ayırıp Gökay'a baktı: "Merak etme o bunu dert etmez. O böyle bir şey için üzülecek biri değil." "O kadar emin olma bence sevgilin olduğunu öğrenince çok üzüldü. Hem Carly ile tekrar barıştığınızı görünce ağlayarak gitti. Hiçbir şey yapmadın. Sen de çok taş kalplisin!" "Üzgün olduğunu ben de gördüm Gökay, hatırlatmana gerek yok!!" "Hazır kız sana karşı boş değilken gönder şu kadını Alisa'yla kafa dinle. Birlikte mutlu mesut yaşarsınız, sonra siz erersiniz muradınıza biz.." Araf sustu ama Gökay'a alaycı bir bakış atıp önüne döndü. "Lan bizim kızda da ne sabır var. Ulan, ben onun yerinde olsam Carly'i doğduğuna pişman ederdim. Bir gün delirip Carly'i boğmaya kalkarsa şaşma!" Dedi, Araf o günü hayal edip güldü. Tekrad ciddi olmaya çalıştı: "Alisa her şeyden şüpheleniyor. Bana güvenmiyor. Bir gün yine çıkıp giderse buna neyle engel olacağımı bile bilmiyorum." "Sen onu Erdal'dan koruyorsun. Olur da polise gider diye onu evde göz önünde tutmak için sözleşme bile imzaladın. Ayrıca sürekli nereye gittiğini kimlerle görüştüğünü öğrenmek için adamlar görevlendirdin. Hiçbir yere gidemez." .... |
0% |