23. Bölüm

23.Bölüm

madrabazbiryazar
madrabazbiryazar

Gökay odaya bir anda girmeyi adet edinmiş gibi içeri dalınca Araf kaşlarını çattı. Sinsi bir gülüşle yüzüme bakarak “Alisa ne gelsem sen de hep buradasın.” Dediğinde hemen itiraz ettim. Buraya gelmemin nedeni Araf’ın beni çağırmış olmasıydı. İmalarını arkadaşına yapacağı yerde bana söylemesi açıkça onun tarafında olduğunu göstermişti.

“Hazır sen de buradayken...” Gökay sırtıma elini koymuştu. Araf’a teessüf eder gibi baktıktan sonra kümesten tavuk kışkışlıyor gibi ellerini sallayarak onu yerinden kaldırıp beni oturttu.

“Sen bu kızı çalışanınmış gibi azarlayamazsın. O bugüne bugün Erdal’ın adamlarını kızgın odunla kovalamış bir cengaver. Önünde ceketini ilikle öyle konuş.”

Gökay bazen beni korkutuyordu. Kimsenin bilmediği şeyden bir anda onun nasıl haberi olmuştu?

Araf inanmakta zorluk çekiyor gibi baktı: “Ne diyorsun Gökay? Öyle bir şey olsaydı.. mutlaka benim de haberim olurdu. Memduh ve Kemal'i boşuna mı görevlendirdim?”

Gökay yarı alaylı yarı ciddi cevap verdi: “Niye inanmıyorsun ki? Alisa’ya sor sana anlatsın her şeyi..”

Başlar bana çevrilince koltukta oturmaktan rahatsız olmuş gibi yerimde duramıyordum: “Köye geldiğimi öğrenmişler. İki adam kaldığım evin önünde bir süre gezinince pencereden dışarı baktım. Silahlı olduklarını görmüştüm. En ıssız yerlerde bir rahat vermiyorlardı. Sobada yanan odunu kaptığım gibi kapıya çıktım. Arka kapıya kadar gidip arkası dönük olan adamlardan birine vurunca acıyla bağırdı. Öteki silahına davrandı. Heyecandan hızla bir tane de ona vurdum.. korkup kaçtılar. Köyün dışına kadar onları kovaladım.”

Araf öfkeyle başını salladı: “Beyefendiyi oraya süs olsun diye gönderdim sanki. Memduh bu sefer yaktım çıranı.”

Durduk yere neden Memduh’a çattığını anlamadık. Hızla telefonunu eline aldı. Kulağına götürünce kimi aradığını merak etmiştik. Kısa bir süre çalan telefonun açılmasını sabırsızlıkla bekledi. Belli ki Memduh’un canına okuyacaktı. Gökay hoparlöre almasını söylediğinde sesi dışarı verdi.

Memduh, ağzında lokma varken konuştu: “Efendim abi. Bir şey mi oldu?”

“Hani kötü bir şey olursa beni haberdar edecektin Memduh? Alisa Erdal’ın adamlarını kovalarken sen ne halt ediyordun?”

Sessizlik oluşmuş, Memduh ne diyeceğini bilemez hâle gelmişti: “Abi valla dikkat çekmemek için köyün dışında nöbet tutuyordum.. bir ara çok acıktım. Yol üstündeki lokantaya gidip karnımı doyurayım dedim. Valla kaytarmadım hemen geri döndüm abi. Bir de baktım ki köyün girişinde bir araba içinde kimse yok. Anladım ki Erdal’ın adamları köyü basmış. Yardım etmek istedim ama bizim kız, ucu kor gibi olan odunu almış bunları kovalıyor, arabadan inip dikkat çekmek istemedim. İyi ki de inmemişim çünkü köylüler adamları döverek canına okudular.”

Onu yine azarlamıştı. “Alisa nasıl olsa sen yokken başının çaresine bakabiliyor. O zaman sana ne gerek var Memduh?”

“Baba, bu kızı korumamızı istemedi ki abi. Sana o kızla..”

Devamında bir şey söyleyecekken Araf, Memduh’un sözünü kesti: “Kapat Memduh, kapat. Çok konuşma.”

Gökay alttan alttan gülerek yine bir şeyler düşünüyordu. Araf’a kısık sesle bir şey söyledi ama ne dediğini duymamıştım ve şu an deli gibi ne söylediğini merak ediyordum.

Araf ortada dolanmaya başlarken birden durup bana döndü: “Peki sen neden bana haber vermiyorsun? Başına bir şey gelseydi o zaman ne olacaktı? Hiç düşünüyor musun acaba?”

Araf'ın koltuğuna oturunca bir cesaret gelmişti bana. Kendimi savunmak zorundaydım.

“Habere ne hacet? Peşime Memduh’u kuyruk gibi takmışsın bir de sana günlük Z raporu mu sunayım?”

Gökay kahkaha atarak ortamdaki gerginliği azaltmaya çalıştığında Araf da Gökay’ın gülüşüne sinirden gülmüştü.

Ciddi ifadeyle gözlerini Gökay’a dikerek hesap sordu: “Sen kimin tarafındansın?”

Gökay hiç çekinmeden söyledi: “Valla daha önce senin tarafını tutuyordum ama artık Alisa’dan yana olmaya karar verdim.”

Yine tartışacaklardı. Onu umursamadan ayaklanıp odama gitmeye karar verdim. Öğleye doğru işim bitmiş erken çıkmıştım.

Akşam Masal'la birlikte şahane bir sinema bileti alıp film izlemeye gittik. Peşimizden bir saniye ayrılmayan Memduh tam ortamızda oturuyordu.

Filmin başlamasına on yedi dakika kalmıştı. Üç paket mısırı bitirmiş, içeceğinin son yudumunu tüketince on beş dakika içinde hepsini gözümüzün önünde silip süpürmüş olan Memduh'a bakmaktan ağzımız açık kalmıştı.

Masal'ın yan koltuğundaki mısırdan biraz daha alarak söyledi: "Ya kızlar.. ben de sizinle oturup romantik komedi izlemeye bayılmıyorum. Abi istiyor diye."

Baştan ayağı adamı süzen arkadaşım alayla baktı: "Ne romantik komedisi be, biz korku filmine geldik. Dışarıdaki afişi de mi görmedin mübarek?"

Filmin korkutucu jeneriği girince Memduh korkuyla ürperdi: "Ya öyle mi? Ben çok sıkılırım korku filmlerinden kızlar. En iyisi ben sizi kapıda bekleyeyim. Hadi size iyi korkmalar."

Yediği içtiği şeylerin paketini de alarak çıkışa doğru hızla ilerledi. Kapılar açılıp kapanınca biri daha içeri girdi. Bizim olduğumuz yere kadar gelip Masal'ın yanına oturdu.

Gökay tam yanımıza bir bilet alarak güya filmi izlemeye gelmişti. Masal'a bir şeyler fısıldıyordu. Filme odaklanan arkadaşım, Gökay'ı duymuyordu. Sessizce filmin bitmesini bekledi. Çıkışta birlikte bir yere gittiklerinde Gökay'a ne olursa olsun bir daha arkadaşımı yalnız bırakmamasını sıkı sıkı tembihledim.

Arabama binip yola çıkarken arkamdaki Memduh selektörlerini yakıp söndürerek buradayım mesajı veriyordu. Eve geldiğim zaman kendime bir çay demledim. Tek içmek lezzet vermemişti. Ceketimi giyip aşağı indim. Memduh araban inip yanıma geldi:

"Düş peşime Memduh, şu yakınlardaki kafede beraber iki bardak çay içip sohbet edelim."

Yeme içmeye dünden razı Memduh hiç itiraz etmedi. İçeri girmek yerine bahçede durup iki çay söyledik. Kafe kapanana kadar sohbet etmiştik. Beş çay içen Memduh, başına gelen talihsizlikleri öyle komik anlatıyordu ki gülmemeye çalıştıkça daha çok gülüyordum.

Özellikle Araf'ın daha önceki adamlarından olan Ahmet, Mehmet, Davut'u sırf kafiyeli olsun diye Davut olan adamın adını Hikmet diye değiştirmesinden bahsetmişti.

Eve döndüğümde Masal çoktan gelmiş ve uyumuştu. Günü mutlu bir şekilde bitirip odama gittim.

***

Evin her köşesini aramış en önemli kitaplarımı Araf'ın evinde unutmuş olduğumu çok sonra hatırlamıştım. Sabahın erken saatlerinde hazırlanıp arabayı çalıştırdıktan sonra eve doğru yola çıktım. Geç kalmak gibi bir derdim yoktu çünkü saat henüz yediydi.

Eve doğru yaklaştığımda zili çalıp kapının açılmasını bekledim. Hizmetli kadın kapıyı açınca kitaplarımı almaya geldiğimi söylemiştim. Gülümseyerek bir köşeye bıraktığı kitabımı bana getirirken "Araf Bey kitaplarınıza gözüm gibi bakmamı söylemişti. Buyurun." Deyip uzattı.

"Carly Hanım nerede? Bir bilgin var mı?"

Adını duyunca bile yüzü düşen kadın, yaşanan çile dolu günlerini unutmamıştı: "Hamdi Bey, Carly Hanım'ı göndereli çok oldu. Dünden beri Araf Bey'in de eve uğradığı yok. Araları çok bozuk. Carly Hanım şimdi otelde kalıyor."

Araf'ın eve gelmemesinin nedenini az çok tahmin edebiliyorum. Daha fazla bir şey söylemesine gerek yoktu. Ne de olsa Masal bana her şeyi anlatmıştı.

Burada daha fazla oyalanmadan şirkete gidip, hızla Araf'ın odasına girdim. Koltuğu boştu. Belki benim için hazırlamış olduğu bir iş falan vardır diye masaya yaklaşmıştım. Bir yandan da nereye gittiğini merak ediyordum.

O gün Masal'ın gördüğü kadının yanında olmasın. Carly ile araları bozulduğu için o kadına gitmiş olabilir, diye düşünmeye başladım.

Masanın üzerindeki kağıtlar dikkatimi çekti. Sayfaları elime alıp göz geçirirken öteki sayfaları çevirdim:

"Bunlar benim bilgilerim... Sevgililerime kadar araştırmışlar. Yanlış bilgi canım.. iki değil, üç sevgilim oldu."

Birini ben terk etmiştim. Burada benim hakkımda çok fazla şey vardı. Odaya Araf girdiğinde kağıtları masanın üzerine bırakmayıp hızla arkama sakladım. Suçüstü yakalanmış bir hırsız gibi kalbim heyecanla atmaya başlamıştı.

"Ne yapıyorsun sen orada?" Araf'a dönünce ne söyleyeceğimi bilmiyordum. Refleksle arkama sakladığım kağıtları gizlemeye devam etmiştim. Heyecanlandığımın farkındaydı. Sakin kalmaya çalışıp hiçbir şeyi belli etmedim.

Saçları dağılmış, üzerindeki ceketini çıkarmış, elinde tutuyordu. Gömleğinin birkaç düğmesi açıktı, ilk defa onu böyle dağınık görüyordum. Bu hâliyle bile güzeldi. Yorgun ama keyifi yerindeydi. Onun bu hali sinirlerimi bozmuştu. Açıklama yapmamı bekler gibi bakmayı sürdürmüştü.

Bir şeyler söylemezsem buradan asla çıkamayacaktım. Masanın üzerindeki dosyayı görünce aklıma bir fikir gelmişti: "Dosya bırakmaya gelmiştim. Ben, seni ofiste görmeyince odanda olacağını düşündüğümden-"

Sözümü bitirmeme izin vermeden buz gibi bir sesle "Tamam, çıkabilirsin." demişti.

Şeytan diyor, "Al şu dosyayı kafasında kır!" Ama bir şey beni bundan alıkoyuyor. Odadan çıkınca kendimi işe vermiştim.

Aklım hâlâ Araf'taydı. Onu düşünmek istemiyordum, hatta ondan en kısa sürede kurtulmam, kendi hayatıma bakmam gerekiyordu. Erdal'ın adamlarıyla tek başıma baş edebiliyordum ama Araf'ı hayatımdan tamamen çıkarıp atmaya hazır değildim.

Odasından çıkınca yine onu görmüştüm. Belki başka bir yere gidecekti. O yüzden umursamayıp işime geri döndüm. Çok geçmeden odama gelmişti:

"Al şu dosyayı genel müdüre götür. O da imzaladıktan sonra bana getirirsin."

Bu işlerle ben değil Elif ilgileniyordu ama Elif bugün izinliydi. Aklı sıra onun işlerini bana yaptıracaktı. Başımı uğraştığım işten kaldırmış, karşımdaki adama öfkeyle bakarken onun da ciddi olduğunu görmüştüm.

Ceketini çıkarmış, gömleğinin kollarını katlamıştı. Elindeki dosyayı masama bırakmış, tam gitmek üzereydi ki ona bu güzel haberi vermekte gecikmedim: "Genel müdür az önce çıktı."

Gitmekten vazgeçerek masama kadar geldi: “Genel müdürü odama çağır, hemen."

Masamdan kalkıp yanına gittim: "Çıktı diyorum Araf, maalesef kendileri burada değil. Ayrıca ben senin ayak işlerini yapmıyorum. İşim var."

Söylediklerimi duymasına rağmen aynı tavırla konuştu; "Elif'i senin yerine kovmama razıysan olur. Genel müdürü ara bul, on dakikan var."

Emrivakisine karşılık olarak cevap verdim: "Özür dilerim.. genel müdürümüze GPS takılı değil, nerede olduğu hakkında bir bilgim yok."

Gözlerini yüzüme dikmişti ve öyle bir bakışı vardı ki bir ân bağırıp çağıracak zannetmiştim. Bana doğru hızla yaklaşınca hiç kıpırdamadım. Ondan korkmuyordum. Bakışlarımı Araf'ın yüzüne çevirdim. Zorla gülümsedi: "Sana söyleneni yap ve on dakika içinde onu buraya getir."

Verilen süre şaka değildi. İsyan eder gibi bir tavırla konuştum: "Delirdin mi sen? Ben şimdi bu adamı nereden bulayım?"

"O senin sorunun.. benim değil."

"Benim de sorunum değil. Bana on dakika vererek onu bulamayacağımı biliyorsun. Buna rağmen git ara diyorsun! Bence sen Faruk Bey'in nerede olduğunu benden daha iyi biliyor gibisin! Kimseyi aramaya gitmiyorum sen de Elif'i kovmayacaksın."

Sert çıkışıma şaşırmamıştı ama söyleyecek laf bulamayıp odasına geri döndü. Kapıyı çarpma sesi zaferimin gülüşüne eklendi.

"Alisa."

Dönüp kiö sesleniyor diye bakınca Sevil'in bana seslendiğini anlamıştım. Ne oldu der gibi bir hareket yaptıktan sonra işaret parmağıyla Araf'ın odasını gösterdi: "Seni çağırıyor."

Kim bilir yine ne için bağırıp çağıracaktı, sanki adamın stres çarkıyım! Bütün hırsını benden çıkarıyordu.

Ah dünya bir günlüğüne tersine dönse o çalışan, ben patron olsam ne güzel olurdu!

Geç kalmadan tekrar oraya gidip kapıyı tıklatmadan içeri girdim. Masasına doğru yaklaştığımda gözlerini üzerime dikmiş kötü kötü bakıyordu.

"Eğer ikiniz de on dakika sonra odamda olmazsanız, buraya hiç gelmeyin, birlikte direkt muhasebeye inin. Söylediklerimi işitiyor musun?" Sesini herkesin duyduğuna yemin edebilirim. Faruk Bey'in şirkette olmamasına bu kadar sinirlenmiş olamazdı.

Gelirken pek mutluydu şimdi neden esip gürlüyordu ki? Kesin Carly araları bozulduğu içindir. Nilay denen kadının bu işte bir etkisi var mı acaba?

Sessizliğime bir tepki olarak ters bakmaya devam edip konuşmalarını sürdürdü. Hep böyle susmak onu daha çok cesaretlendiriyordu. Ama ne desem anlamayacaktı, o yüzden tamam diyerek oradan çıktım. Uysallığım onu şaşırtmışa benziyordu. Kapıdan çıkmadan önce elindeki kalemle ardımdan bakakaldı. Ha gayret ben bunu iki güne delirtirim!

Odadan çıktığımda herkesin bana baktığını hissediyordum. Gamsızlığımı takınarak gülümsedim. Şirketteki çalışanlara bir şey belli etmeden genel müdürü aramaya çıktım. Dedikoducu biri yok ki şu şirkette onlardan Faruk Bey'in nereye gittiğini sorup öğreneyim. Bana genel müdürü her yerde arattırmasını asla unutmayacaktım!

Çok az vaktim kalmıştı. Faruk Bey'i nerede arayacağımı bilmiyordum, telefon numarasını bulursam işim daha kolay olacaktı. Böylece yanına gitmeme gerek kalmazdı. Hemen aceleyle yerime gittim. Telaş içinde bir şeyler aradığımı gören Sevil Hanım merak edip sordu: "Ne arıyorsun Alisa?"

"Genel müdürün telefon numarasına ulaşmam gerekiyor. On dakika sonra o adam bu kapıdan içeri girmezse ikimizde kovacak. Benim için sorun değil. Başım gözüm üstüne ama Faruk Bey'i yok yere kovmasını istemiyorum."

"Çıkmadan önce Gökay Bey'in yanına gideceğini söylemişti." Bu bilgi bana yeterdi: "Tamam teşekkürler." Dedikten sonra hemen Gökay'ı aradım ve genel müdürün yanında olup olmadığını sordum.

"Faruk yanımda değil Alisa. Ben okuldayım. Çok acilse sana numarasını gönderebilirim."

Az sonra Faruk Bey'i aradım ve acilen şirkete gelmesi gerektiğini söyledim. Geleceğini söyledikten sonra kapattı. Fazla uzakta olmadığını söylemişti ama on dakikayı çoktan geçmesine rağmen ortalarda görünmüyordu. Odamda telaşla bir aşağı bir yukarı dolaşarak genel müdürün gelmesini bekliyordum.

On dakika çok az bir zaman dilimiydi, gelmesi en az yarım saat süreceğini söylemişti. Sevil Hanım yanıma geldi: "Araf Bey seni çağırıyor Alisa. Hemen gelsin dedi. Ne oldu bu adama kimseye böyle davranmazdı. Bugün sinirleri bozuk galiba."

O sadece bana öyle davranıyordu. Belki biraz da bundan Gökay da nasipleniyordu ama günün sonunda her şeyin sorumlusu yine ben oluyordum.

Ayaklarım geri geri gidiyordu, çok kısa bir süre sonra odasının önündeydim. İçeri girmeye hazır değildim, güçle nefes alıp geri verdikten sonra kapıyı çaldım ve içeri girdim.

Kaşının birini kaldırarak sordu: "Niye yalnızsın, Faruk nerede? O niye yanında değil?"

Delirmemek için zor duruyordum: "Yarım saat sonra geleceğini söyledi."

"Peki ben sana ne söyledim?"

"On dakika içinde ikiniz de odamda olun diye emrettin, şey.. yani söyledin!"

Aptal tutamadın şu dilini, yine sinirlendireceksin, zaten bağırıp çağırmak için bahane bulmasına gerek yok. Bunun normali böyle! Azıcık kibar olsa bizden ne çift olurdu, ama öyle bir şey olmayacağı için boşa hayal kurmuş olurum. Saçmalamayı kesip Araf'a baktım. Sanki bana hiç kızmıyormuş gibi onu inceliyordum.

Ceketini giymiş yine eski hâline geri dönmüştü. Bu kadar özenli olmaya hiç üşenmiyor mu? Köy yanarken deli taranır atasözü tam da onun için söylenmişti.

Bu umursamaz tavrım hoşuma gitmişti. Gülümsememe engel olamadım. Araf'ın söylediklerinin birçoğunu dinlemediğimden onu duymuyordum bile. Son söylediklerini anlamaya çalıştım.

"Ne duruyorsun, hadi Alisa!"

"Ne hadi, anlamadım?" Onu dinlemediğim çok barizdi. Koltuğuna başını yaslayıp sakin olmaya çalışıyordu. Araf'ı o kadar sinirlendirmiştim ki artık bunun bir tık üstü yaşanamazdı.

"Dosyalar diyorum Alisa, dosyalar..."

Bazı dosyaların arşivlenmesi gerekiyordu. O da benim işim değildi. Hiç alakam olmayan işleri verip bana eziyet etmeye bayılıyordu.

Tarihlerine bakıp eski olan diğer dosyaları da yanıma alarak arşiv odasına doğru gittim. Işığı yakıp içeri girdiğimde dosyaları bıraktım, tam dönecekken gelen sesler dikkatimi çekmişti. Biri ağlıyor gibiydi. O tarafa doğru gitmeye çekindiğimden seslenmekle yetindim: "Kimse var mı?"

Ağlama sesi ben konuşunca durmuştu. Bir süre sessizliği dinledim. Ses gelmeyince cesaretimi toplayıp o tarafa doğru gittim. Gerçekten bir kadın yere oturmuş ağlıyordu. Yanına gittiğimde gözleri şişmişti ona neden ağladığını sordum. Anlatmak istemediği belliydi ama ısrar ettim.

"Araf Bey, beni işten kovdu. Bu aralar oğlum hasta olduğu için sık sık hastaneye uğramak zorunda kalıyorum. Bugün de işe geç kalmıştım. Nedenini anlatacaktım... Dinlemedi."

Ağlamaya devam ediyordu. İnsanlara, özellikle de tanımadığım insanlara temas etmekten korkuyorum, ama karşımdaki kadının ağlamalarına dayanamayarak ona sarıldım.

Kadının ağlamaları, içimi burktu. Onu teselli etmeye çalıştım: "Sakin ol, her şey düzelecek." Kadın gözyaşlarını silerek bana baktı, gözlerinde derin bir acı vardı. Adının Leyla olduğunu öğrenmiştim. Ağlaya ağlaya anlatmaya devam etti:

"Öylece kalakaldım. Üç çocuğum var onlara kim bakacak? Tekrar iş bulamam. Eşim iki sene önce vefat etti. Oğlum da hasta.. şimdi ben ne yapacağım?"

Çekinerek "Geçmiş olsun, oğlunuzun nesi var?" Diye sordum.

"Geçen hafta kanser olduğunu öğrendik. Tedavilerine yeni başlandı, daha yeni izinlerimi kullandığım için oğlumun yanında olamıyorum. Bugün geç kalmasaydım Araf Bey'den izin alacaktım. Sağ olsun artık gerek kalmadı." Dedi tekrar ağlayarak.

Nedense onun bu tavrına hiç şaşırmamıştım. Az önce Faruk Bey'i on dakika içinde şirkete getirmezsem hiç alakası olmayan kişileri kovacağını söyleyen adamın, birini kovmak için bahane bulmasına hiç gerek yoktu. Hiçbir şey bulamazsa bunu kendi üretirdi.

Leyla'nın yaşadıklarını düşününce üzülmüştüm. Kadının bu hâlini gördükçe Araf'a karşı öfkem giderek artıyordu. Benim için Leyla gibi zor durumda olan bir kadına bu şekilde davranması kabul edilemez bir şeydi. Araf herkesi kırıp geçiyordu. Anlaşılan bugün ters tarafından kalkmıştı!

"Sana yardım etmek istiyorum. Sen şimdi bunları düşünme olur mu? Her şeyi düzelteceğim.. söz veriyorum, lütfen artık ağlama."

Leyla gözlerindeki yaşı silip yüzüme umutsuzlukla baktı: "Onun tek doğru bildiği şey iş. Ben hata yapmadım."

"Kimseye kendini ispat etmek zorunda değilsin. Bugün bana da pek iyi davrandığı söylenemez. Sen merak etme şimdi onunla gidip konuşacağım." dedim. Ağlamayı bırakıp gülümsedi.

Kadın çantasını alıp beraber dışarı çıktık. Onu bir taksiyle evine gönderdim. Araf'ı ikna edersem tekrar işe geri dönmesini haber vermek için kadının numarasını almayı ihmal etmemiştim. Giden aracın arkasından bakarken, gerekirse Araf'ın anasından emdiği sütü burnundan getirecektim.

Yağmur yağacakmış gibi kara bulutlar gökyüzünde toplanmıştı. Islanmaktan nefret ettiğim için hızla içeri gidip arşiv odasındaki dağınık olarak bıraktıklarımı yerine koyduktan sonra, odadan çıkıp süratle asansöre doğru yöneldim.

İneceğim kata geldiğimde önce biraz enerjimi toplamam gerekiyordu. Masamın yanındaki koltuğa oturup dinlenirken Leyla konuştuklarımızın etkisinden çıkamamıştım. Gözümün önüne kadının hasta çocuğunu getirdikçe fena oluyordum.

Sevil Hanım bana doğru yaklaşıp daldığım kabustan koluma dokunarak uzaklaştırmıştı. Önmli bir şey söyleyeceği her hâlinden belliydi: "Faruk Bey geldi, Araf Bey işini bitirsin hemen yanıma gelsin, dedi."

Çok geçmeden odasının kapısını tıklattım ve içeri girdim. Bu sefer benim yerime Faruk Bey'i azarlıyordu. Geldiğimi görünce ufak bir bakış atıp tekrar karşısındaki muhatabına söylenmeye devam etti.

Ben niye suçluymuşum gibi duruyordum? Sonuçta Faruk Bey'in geç gelmesinin sebebi ben değildim.

Araf işaret parmağını masaya vurarak emreder gibi konuştu: "Bu şirketten kafana göre çıkıp gidemezsin Faruk!"

En az on dakika daha buna benzer şeyler söylenmişti. Ayakta durmaktan yorulmuştum. Lafını bitirse de gitsem diye düşünüyordum. Konuşmalarını bölüp gitmek için izin istedim: "Araf Bey ben çıkabilir miyim?"

Az önceki konuşma tarzını bırakamayıp başını bana taraf çevirdi: "Çıkamazsın!"

Kolay kolay buradan kurtulamayacağımı anladım. "Oturabilir miyim Araf Bey, böyle durmaktan yoruldum."

"Otur! Zaten niye ayakta dikiliyorsan?"

Hasbin Allah, beni mi sınıyor bu! Oturursam bu sefer de "Neden ben söylemeden oturuyorsun?" diyecekti. Bugün onun kazanmasına izin vermeyecektim.

Faruk Bey yediği fırça üzerine hiçbir şey olmamış gibi savunmasını yaptıktan sonra odadan çıktı.

Araf, adam gidince işine döndü. Buraya Faruk Bey'in yediği azarı paylaşmaya gelmişim gibi hissemiştim.

Araf hâlâ önündeki kağıtlarla meşguldü. Odadaki sessizlik beni geriyor olsa da sesimi çıkarmamaya karar verdim.

Bir süre bekledikten sonra, cesaretimi toplayarak konuşmaya başladım: "Bak, Faruk Bey'in geç gelmesinin sebebi ben değilim. İlgi alanım olmamasına rağmen arşiv odasındaki dosyaları düzenlemekle meşguldüm. Hem Leyla'yı da haksız yere işten kovmuşsun. İzin alacakmış.. ağzını açmasına izin vermeden kapı dışarı etmişsin. Sen bugün neden böyle davranıyorsun?"

"Sadece işinle ilgilen, bir daha benim kararlarıma karışma."

Sesimdeki öfkeyi gizlememiştim: "Ben işimi yapıyorum zaten. Buradaki herkes de aynı şekilde canla başla çalışıyor... Ne yazık ki seni bir türlü memnun edemiyoruz."

Fırsat verseydi konuşmaya devam edecektim. Araf, gözlerini kağıtlardan kaldırıp baktı. Bir ân için sessiz kaldıktan sonra derin bir nefes aldı: "Çık dışarı, seninle tartışacak zamanım yok."

"Çıkmıyorum." Diye direttim.

Önündeki kağıda bakmayı bırakıp öldürecekmiş gibi bakmayı sürdürerek "Bugün ben senin tanıdığın ben değilim. Şansını fazla zorlama." Deyince şansımı zorlamak istedim.

O belaysa ben daha büyük bela olacaktım. İnceldiği yerden kopsun, artık ne olacaksa olsun diye kendimi gaza getirip karşımdakine baktım: "Leyla'yı ne hakla kovdun, söyler misin?"

"Burada patron benim. Kimi kovacağıma ben karar veririm. "

"Kadının çocuğu hasta. Senden izin isteyecekmiş. Ona kovulduğunu söylemişsin! Sende hiç vicdan yok mu? İnsan beş dakika geciktiği için işten kovulur mu?"

"Burası bir iş yeri herkesin geliş saati belli, çıkış saati bellidir. Tazminatını aldı. Ben kimseye imtiyaz tanımam."

"Geç kaldığında aynı acımasızlığı kendine yapmıyorsundur."

"Ben geç kalmam.. her şeyi saati saatine ayarlayıp tam vaktinde işe gelirim. Burada patron benim ve ben ne istersem o olur! Sen kimsin de benimle böyle konuşuyorsun? Şu kapının dışındaki çalışanlarımdan farkın ne? Benim için hiçbir anlamı olmayan basit birisin."

Öfkem patlama noktasına gelmişti. Ağzıma geleni söyledim: "Tamam o zaman.. bilmem kaç gün önce nasıl beni tanımıyorduysan bugün de ben seni aynı şekilde tanımıyorum!"

Kaşlarını çatarak anlamamış gibi sordu: "Ne demek o?"

Ayağa kalkıp yüzümü ona döndüm: "Şu demek oluyor: Artık patronum değilsiniz Araf Bey! Gereksiz emirlerinize katlanacak başka salak bulun!"

Kapı kolundan tutmuş tam çıkıyordum ki durmamı emretti. Tabii ki durmadım. Yüzüne son kez nefretle baktıktan sonra odanın kapısını çarpıp çıktım.

Tüm çalışanlar neler olduğunu merak ediyordu. Odadan çıktığımı görünce hepsi kendi işine devam ettiler. Artık olan olmuştu, bu işin geri dönüşü olmayacaktı.

Hemen eşyalarımı toplamaya başladım. İçimde pişmanlık vardı. Nelere tahammül etmiştim, gerçekten buna mı sinirlenmiştim?

Hayır, o bir şey değil, ben bu varlığa kendi evindeyken daha çok tahammül ediyordum.

Leyla'ya söz vermiştim. Belki Araf'ı ikna edememiştim ama, bu ona yardım edemeyeceğim anlamına gelmezdi. Buradan çıkınca Leyla'yı arasam iyi olacaktı.

Arkama bakmasam da bağıranın Araf olduğunu biliyordum: "Bekle beni Alisa!"

O sırada eşyalarımı toplamaya devam ediyordum. İlgilenmedim, çantamı ve küçük kutumu elime aldım. Kapının önüne gelince az kalsın ona çarpıyordum. Geri adım atan o oldu. Bozuntuya vermeden devam ettim: "Zahmet etme ben yolu biliyorum."

"Hiçbir yere gitmiyorsun."

Cevap vermeyip gitmek üzereyken Araf çaresiz kalmış gibiydi: "Tamam, kabul ediyorum, sana haksızlık ettim. Dur lütfen."

Ben rüya mı görüyorum?

Önüme geçip yüzüme pişmanlıkla baktı: "Son günlerde stres altındayım ve bu durum çoğu zaman yanlış tepkilerime sebep olabiliyor. Özür dilerim."

Odadayken konuştuğum Araf nereye gitti? Gerçekten pişman mı yoksa rol mü yapıyor? Gerçek olsa bile bunu umursayacaktım.

Pişman duruşuna hiç aldırmadan ben de ona sahte bir gülümsemeyle, "Önemli değil, anlıyorum. Herkesin zaman zaman stresli anları olabilir. Ama seninle çalışmak istemiyorum." dedim ve şirketten çıktım.

Gökay'la yaptığım anlaşma artık umrumda değildi.

Ben böyle biriyle değil sevgili olmayı, yanımda bile bulundurmazdım!

Kartı en kısa zamanda Gökay'a geri verecektim. Carly ölüyor mu kalıyor mu zerre umrumda değildi. Dünyayı ben mi kurtaracağım sanki? Bir daha buraya ayak asla basmayacağım.

Büyük konuşuyorsun Alisa. Buraya yine geri döneceksin. Düşünmeyi bırakıp yoluma devam ettim, eve gitmek en iyisiydi.

Üstümden büyük bir yük kalkmış gibiydi. Şimdi artık daha büyük dertlerim vardı. Gökay işten istifa ettiğimi duysa acaba ne derdi? Düşünmemeye çalıştığım şey aklımdan hiç çıkmıyordu. Şimdi ne yapacaktım?

Leyla'yı arayıp oğlunun hangi hastanede kaldığını öğrenmiştim. Bir çiçek yaptırıp söylenen adrese gittim. Girişteki personelin yardımıyla Leyla'nın oğlunu bulmam zor olmamıştı.

Bölüm : 01.08.2024 23:10 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...