
İzinli günümün tadını çıkarmak için dışarı çıkmaya hazırlanıyordum ama Carly'nin mesajıyla elimdeki fırçayı bırakıp cevap yazdım. Gerçekten önemli bir şey konuşacağına inanıp buluşma teklifini kabul ettim. Son olarak parfümümü sıkıp odadan dışarı çıktığımda, Masal televizyon izlemeyi bırakarak başını çevirdi: "Nereye gidiyorsun?"
"Carly mesaj atmış, önemli bir şey söyleyeceğim dedi, zaten çok kalmam, hemen gelirim."
"Allah Allah! Ya kızım, bırak ne hâli varsa görsün. Onun seninle konuşacak bir şeyi olamaz. Kesin bir fitnelik peşindedir."
"Niyetinin ne olduğunu gidince anlarım." deyip görüşürüz dedikten sonra apartmandan çıktım. Kapının önünde kimsenin olmaması tuhaftı. Her gün evimizin önünde nöbet tutan Memduh ve Kemal, bugün ne olmuştu da ortadan kaybolmuşlardı diye merak ediyordum.
Arabama bindiğimde dikiz aynasından arka tarafa bakmaya alışmıştım. Mahalle oldukça sakin görünüyordu. Yola çıktığımda beni takip eden herhangi bir araç görünmüyordu. Paranoyaklığımı bir kenara bırakıp Carly'yle buluşacağımız mekândan içeri girdim.
Kafe kalabalık değildi fakat bir köşede oturan birkaç kişinin sesleri arka planda yükseliyordu. Carly, pencerenin yanında en köşe masada oturuyordu; dumanı tüten bir kahve bardağı önünde, yüzünde endişeli bir ifade vardı.
“Geç kalmadım umarım.” dedim ve karşısındaki koltuğa oturdum.
"Ben de biraz önce geldim zaten. Seninle önemli bir şey konuşmamız gerekiyor." Ne olduğunu merak etmemek elde değildi. Yüzüne sorgular gibi bakarak konuşmasını bekledim.
Carly, gözlerimin içine bakıp bir anda ağlamaya başladı. Özür dileyip gözyaşlarını elleriyle sildikten sonra konuşmaya hazırlandı: "Biliyorsun, artık Araf'ın evinde kalmıyorum. Hamdi Bey evde beni görmek istemediği için çıkıp gitmek zorunda kaldım. Torunuyla tekrardan birlikte olmama karşı çıkıyor ama biz yine de Araf'la bir müddet görüşüyorduk."
Umarım beni buraya bunları söylemek için çağırmamışsındır diye düşündüm. Konuyla ilgilenmediğimi fark edince daha fazla uzatmadı:
"Araf bir haftadır görüşemiyoruz. Dün otele gelip aramızda hiçbir şey kalmadığını söyleyince, hayatında biri olduğunu düşündüm."
"Carly, benden ne istiyorsun? Bunlar beni ilgilendirmiyor. Konuşmak istediğin önemli konu bu muydu?"
"Açıklamama izin ver, Alisa. Ben Araf'la aramızı tekrardan düzeltmek istiyorum. Sen bana yardım edersen, biz tekrar birlikte olabiliriz."
Gökay'ın teklifinden sonra Carly'nin benden bu konuda yardım istemesi elimi kolumu bağlamıştı.
"Hayır!" diyip gitmek istemiyordum. Carly onu gerçekten çok seviyordu. İçimde bir şeyler koptu. Karşımdaki benden bir cevap beklerken uzunca düşünemedim. Carly olumsuz bir cevap vermemden korkuyordu.
Hafiften buğulanmaya başlayan gözlerini yüzüme dikip sordu: "Yardım edecek misin, Alisa?" Yaptığı onca şeyden sonra mı? Ama bir yandan da merhametim, kestirip atma, diyordu.
Carly benim bu konudaki hassasiyetimden yararlanıyormuş gibi hissetsem de neticeyi merak etmeye başladım. Bu durumda Araf hâlâ Carly'yle olmak isteyecek miydi? Teklifini kabul ettim. O kadar sevindi ki ayağa kalkıp bana içtenlikle sarıldı.
"Biliyordum. Reddetmeyeceğini biliyordum," dedi.
Birine yakalanırsak ne yalan söyleyeceğimizi bile belliydi. Yalnız korumaların hiçbir şeyi bilmemesi gerekiyordu. Aksi hâlde Araf, eve girdiğimizi öğrenirdi ve Carly'nin içeri girmesine asla izin vermezdi.
Bugün günlerden pazar olduğu için hizmetçi kadının izin günüydü. Evde kimse olmayacağını hesap ederek yola çıktık. Orman yolunu geçtikten sonra evin önüne elli metre kala araçtan inip yürümeye başladık. Dahiyane planın birinci aşaması, kapıdaki korumalara görünmemekti.
Evin arka tarafından dolanıp bahçeye girmeyi başardık. Planın ikinci aşaması ise içeri girmekti. Kilitli pencereleri neyle açacağımızı düşünürken Carly, cebinden çıkardığı sivri bir cisimle mutfaktaki balkonu kurcalamaya başladı.
Bir süre uğraştı ve kapıyı açıp peşinden gelmemi işaret etti. Kapıyı araladığı an alarm ötmeye başladı. Hemen şifre girip alarmı kapatmaya çalıştım, ancak şifre değiştirilmişti. Alarm sesini duyan adamların içeri girmesi an meselesiydi.
Araf, eve giren hırsızdan sonra önlem almayı ihmal etmemiş, son sistem alarm taktırmıştı. İkimiz de gizlendik. Evi dolaşan korumaların sesleri duyuldu. Alarm kapatılmıştı ama mutfaktaki balkonun kapısı hâlâ açıktı.
Saklandığımız yerlerden çıkarsak yakalanabilirdik. Çıtımızı çıkarmayıp, korumaların bir an önce gitmesi için canı gönülden dua ediyorduk. Carly kazasız belasız bu işten kurtulursa kiliseye mum dikeceğine yemin ederken, susmasını işaret ettim.
Adamlardan biri seslendi: "Yukarıdaki odalar temiz. Odalara giren çıkan yok. Sen de aşağıyı kolaçan et. Bu alarm boşuna çalmadı."
"Geçen sefer de aynısı oldu, hemen ortalığı velveleye verme." Yukarı kata çıkan adamın hızla merdivenlerden indiğini duyduk.
"Abi, bugün Erdal'la konuşmaya gitti. O şerefsiz, istediğini alamazsa eli kolu rahat durmaz. Evi ateşe verir. Bizi de kurşuna dizer." Hızlıca yerimden kalkıp balkon kapısını ses çıkarmadan kapattım ve tekrar saklandığım yere girdim.
Bizi göremeyecekleri bir yerde olmamıza rağmen Carly, yakalanmamızdan korkuyordu.
Adamların konuşmalarını heyecan içinde dinliyordum: "İçeri biri girdi. Alarm o yüzden öttü." Aradan geçen zaman, yıllar gibi geçmek bilmiyordu. Bir süre sonra, korumalar bir şey bulamayacaklarını anlayıp dışarı çıkmaya karar verdiler: "Her yere baktık, kimse yok. Hadi çıkalım."
Kapı kapanınca Carly, sandalyeleri kenara çekip masanın altından çıktı. Elini uzatıp kalkmama yardım etti. Uykudan yeni uyanmış gibi gerinip gevşemeye çalışıyordum. On dokuz dakika boyunca iki büklüm durmaktan boynum, belim ve dizlerim karıncalanmış gibiydi.
Carly vakit kaybetmeden tencereleri çıkarıp yağ, salça ve diğer malzemeleri tezgaha dizmeye başladı. "Ne yapıyorsun?" dediğimde bozuntuya vermeyip gülümsedi: "Erkeklerin kalbine giden yol midesinden geçer."
"Bence bu Araf için geçerli değil. Onun kalbine giden yollar kibirle tıkalı."
Ne söylemek istediğimi gayet iyi anlamış olmasına rağmen gülümseyerek başımı salladı: "Yanılıyorsun tatlım. Araf lezzetli yemeklere hayır diyemez. O özenle yapılmış her şeyi sever."
Yemek yapmaya öyle hevesliydi ki şevkini kırmak istemedim. Bir sandalye çekip oturdum: "Sizin oraların yemeklerini yapalım. Sen yapmaya başla, ben de sana yardım edeyim."
"Hayır. Türk yemeği yapalım." Benim için fark etmezdi. İtiraz etmedim. Carly buzdolabından etleri çıkarıp tariflere göz gezdirdi. Araf'ın gelmesine beş saatten fazla zaman vardı ve hiç acele etmiyorduk.
Etlerin buzları çözülünce Carly yüzüme rica eder gibi baktı: "Ben ete dokunamıyorum. Ne olur yardım et, yıkayalım şunu yoksa hayatta yemez."
"Bir dakika, sen sarma mı yapacaksın?" Evet anlamında başını salladı. Başka bir yemek yapmayı teklif etmiştim ama kararlıydı ve asla kabul etmedi.
Bütün işleri halletmiştik. Sarmaları ben sarmıştım. Carly ise mutfağı toparlayıp etrafı temizleyerek kahve yaptı. Önlüğümü çıkardım. Carly tuvalete gideceğini söyleyip bir süre ortadan kayboldu.
Ben de ellerimi yıkadıktan sonra bağladığım saçlarımı serbest bıraktım. Geri döndüğünde karşılıklı kahvemizi içtik. Hava kararmak üzereydi ve geç olmadan gitmem gerekiyordu.
"Her şey için teşekkür ederim Alisa, bu iyiliğini unutmayacağım."
Onu ilk defa iyi biri olarak görmeye başladım. Bu kadın ona yapacağım kötülüğü gerçekten hak ediyor mu diye tekrar düşündüm. Gökay'a gidip bu işten vazgeçtiğimi söylemeyi o kadar çok istiyorum ki bu arzumun önüne geçemedim. O düşündüklerimden habersiz yüzüme gülümserken ben de birkaç şey söyledim: "Yorucu bir gün oldu ama buna değdi. Ben gitsem iyi olacak, onunla karşılaşmak istemiyorum. Sana iyi şanslar."
"Hakkında yanlış düşünmüşüm, Alisa. Sen gerçekten iyi birisin. Yaptıklarım için özür dilerim, beni affet, olur mu?"
Carly'nin sözleri vicdanımı tekrar uyandırmıştı: "Önemli değil. Beni tanımıyordun." Son kez gülümseyerek teşekkür etti. Ben de gitmek için hazırlandım. Kimseye görünmeden hızla oradan ayrıldım.
Arka bahçeden çıkıp orman yoluna vardığımda evden biraz uzaklaşmıştım. Giderek yaklaşan arabayı gördüğümde Araf'ın geldiğini zannedip ağaçların ardına saklandım.
Beni gördüğünü anlamam mümkün değildi çünkü arabanın camlarında film kaplıydı. Uzaklaşmasını fırsat bilerek ağacın ardından çıktım ve düz yoldaki arabama yaklaştım. Görünmediğim için sevinmeye başladığım sırada, Araf'ın aracı biraz ileride durmuştu. Hızla geri gelip tam önümde durdu ve camı indirdi.
"Sen hâlâ neden buradasın?"
"Bir arkadaşıma gidecektim. Yolum bu ormandan geçiyordu. Arabam bozulunca burada mahsur kaldım." Hiç heyecanlanmadan söylemiş olmama inanmıştı. Arkadaşımın evine götürmeyi teklif edince kabul etmedim. Şüphelenir gibi oldu: "Ne yapacaksın ormanda?"
"Yardım çağırdım. Birazdan gelirler." Mesafeli bir ses tonuyla iyi akşamlar dedikten sonra evine gitti. Arabama binip bir an önce buradan uzaklaşmak istiyordum; ancak nedenini anlamadığım bir sorun yüzünden yolda kaldım. Tekrar anahtarı çevirdiğimde pek de umudum kalmamıştı.
İşte şimdi yardım çağırmam gerekiyordu. Hemen telefonuma sarıldım. Sinyalin zayıf olduğu bir bölgede olduğum için servisi bulmak mümkün olmuyordu. Arabadan inip uzaklaştım ve sinyalin olduğu bir yöne ilerleyip akşam karanlığını aldırmadan yürüdüm.
Yakınlardaki bir sesle irkildim ve gölgelerin arkasında bir hareketlilik fark ettim. Telefonu bırakıp gözlerimi kısarak karanlığa odaklanmaya çalıştım. O sırada telefon açılmıştı. Arabadaki sorundan bahsettim. Adamın dediği her şeyi yapıyordum ve yine hiçbir şey olmuyordu. Adresi vermiştim ama gelecek olan yardımın vakit alacağını söylemişlerdi.
***
Eve geldiğimde Carly'i görmeyi ummuyordum. Buraya nasıl girdiğini bile merak etmiyordum. Onu son gördüğüm günün aksine gayet sakin görünüyordu. Nasıl hissettiğiyle ilgilenmedim ve zaten evde kalmaya gelmemiştim. Hızla yukarı çıktım. Peşimden gelmesin diye kapıyı kitleyip odama gittim.
Buz gibi su ile ferahlamış, kötü olan her şeyi bir kenara bırakmıştım. Hızla giyinip dışarı çıktım. Carly her şeyi sessizce izliyordu.
Yanıma gelip gömleğimin yakasını düzeltti.
Eskisi gibi bana yalan söylediği zaman daha bir iyi davranırdı. Bir nevi vicdanını rahatlatmaya çalışıp, beni kandırmayı düşünüyordu. Ellerini yavaşça çekti: "Yemek yaptım, beraber yiyelim mi?"
Mutfaktan güzel kokular geliyordu ama Carly yemek yapmasını bilmezdi. Alisa'yla orman yolunda karşılaştığımız anı hatırladım. Aylar sonra aynı kokuyu tekrar almıştım. Ne pişirdiğini tahmin etmem zor olmadı çünkü etraf sarma kokuyordu.
"Yemeği sen mi yaptın?" Gülümseyerek evet demişti. Böylece yalan söylediğini bir kez daha kanıtladı. Bozuntuya vermeden yemek masasına oturdum.
Kendimi onun yanında mutlu hissetmediğimi bir kez daha anladım. Yemekleri servis etti.
Her şey özenle hazırlanmıştı. Önüme gelen yemek tabağındaki sarmaların incelikleri bile aynıydı. Alisa'nın sarmayı servis ettiği gün tabaktakilere şaşırmama rağmen tepki vermemiştim. Tebrik etmemi beklerken tek lokma bile almadığımı görünce ne kadar üzülmüştü. Şimdi karşımda Alisa yoktu ve sarmanın nasıl olduğuna bakabilirdim. Carly gülümsememden memnun kalmış gibi sordu: "Beğendin mi?"
Çatalı bırakıp arkama yaslandım: "Sen yemek yapmayı ne ara öğrendin?"
"İnternetten tarifine baktım. Çok zor bir şey değilmiş." Carly ete dokunamazdı. Kokusunun bile midesini bulandırdığını biliyordum: "Yani birinden yardım almadın öyle mi?"
"Hayır tek başıma yaptım. Beğenmedin mi?"
"Çok beğendim." Kalkıp gitmek üzere ayaklandım. Yemek masasından kalkmadan sordu: "Nereye gidiyorsun?"
"Sarmayı yapana teşekkür etmeye..."
Evden çıktığımda yağmur yağmaya başlamıştı. Arabama binip hızla ona gidiyordum. Ormanlık yolda farları aydınlanan araç gözüme çarpmıştı.
Alisa'yı yalnız başına görünce arabamı biraz ileride bırakıp hızla yanına gittim. Beni karşısında görünce şaşırmıştı.
"Hâlâ burada mı bekliyorsun? Yağmur yağıyor daha fazla bekleme." Dedim. Evine bırakmayı teklif ettim.
Gözleri ışıl ışıl parlıyordu. Yüzüme bakma gereği bile duymadan gözlerini ıslak yola çevirdi: "Gerek yok, yardım çağırdım. Gelmek üzeredirler."
"Bu sözünün üzerinden bir saat geçti. Belli ki gelmeyecekler." Dedim. Nihayet gözlerime bakmaya karar vermişti.
Üzgün görünüyordu. Arabadan inip kapıya yaslandı: "Sorun değil biraz daha beklerim. Sen benim için mi buraya kadar geldin?"
Yan yana olduğumuza sevinerek lafı dolandırmadım: "Aslında ben sana teşekkür etmek için gelmiştim. Hâlâ burada olduğunu görünce..." sözümü kesip bilmezlikten gelerek sordu: "Niye teşekkür edecekmişsin? Ben ne yaptım ki?"
"Yemek için..." cümlemi tekrar toplamak ister gibi boğazımı temizledikten sonra ses tonumu yumuşattım: "Yani bugün gelip Carly'e yardım ettiğin için demek istedim."
Gülümsemişti: "Yaptığım sarmayı beğendin mi yani?"
"Evet." dedim gözleri mutlulukla parladı. Ama kısa sürmüştü. Kaşlarını çatıp üzerime doğru gelmeye başladı: "Sarma yaptığım için beni azarlamıştın, unuttun mu?"
Yaşanan kötü anıları telafi etmek istiyordum. Bir itirafta bulundum: "Yemeği bundan sonra sen yapacaksan ben razıyım."
BSessiz kalmıştı, sanki kıskançlık ve şaşkınlık arasında gidip geliyordu: "Sevgilin seni bekliyor ve sen burada benimle sohbet mi ediyorsun?"
Bana böyle davranmazdı. Neden yine Carly'i hatırlatıyordu ki? Cesaretimi toplayarak ona doğru yaklaşıp gözlerinin içine baktım: "Biz onunla zaten ayrılmıştık. Aramızda hiçbir şey kalmadı... Sanırım bir başkasını seviyorum."
Baştan ayağı vücudumu süzdü: "Başkasını seviyorsan, neden burada benimlesin? Yazıklar olsun. Senin için çabalayan bir kadına bunu mu layık gördün?"
O kadar çok şey söylemişti ki hangisine yanıt vereceğimi bilemedim: "Ben onu sevmiyorum."
Hiç umursamadı. Anlaması için gözlerinin içine baktım: "Beni duymuyorsun galiba. Sana başkasını seviyorum diyorum." Ne dediğimi anlamayacak kadar alık mı?
Sözlerimin ağırlığını anlamasını umarak biraz daha bekledim. Yavaşça elimi uzattım. Tereddüt ederek yüzüme bakıyordu.
Ağzını açıp bir şey söyleyeceği sıra uzaktan gelen bir silah sesiyle hızla eğildik. Silah sesleri gitgide yaklaşınca nereden geldiğini anlamaya çalışıyordum. Üzerimde silah yoktu. Buradan sağ çıkmamız bile mucizeydi. Benden tedbirli davranıp torpido gözünde silahını çıkarmasına şaşırdım.
Altı adam hızla üzerimize geliyordu. Ormanın içine doğru koştuk. Kaçmak yerine ağaçların arkasını siper almıştık. Yaklaştıklarında hedef şaşırtmak için birbirimizden ayrılmadan hemen önce silahını bana teslim edip sağ tarafa koştu.
Karanlık ve hızlanan yağmur görüş alanımı kısıtlıyordu. Tedbirli adımların çıkardığı yaprak sesleri yaklaşınca saklandığım yerden çıkıp iki el ateş ettim.
Birine isabet ettirmeyi başarmıştım. Mırıltıya benzer sesler duyup yanına gittiğimde can çekişiyordu. Yere düşürdüğü silahını alarak ötekine de ateş ettim. Kolundan vurulmuştu ama ateş etmeyi bırakmamıştı. Silah sesinin olduğu yere kimse gelmedi. Geri kalan adamlar Alisa'nın gittiği yöne doğru koştuklarını gördüğümde aradıkları kişinin ben olmadığını anlamıştım.
Onu benden önce bulmamaları için hızla ormanın derinliklerinde gezinirerek Alisa'yı aramaya çıktım. Saatlerdir her yerde arıyorum ama aradan geçen zamanı tahmin etmem mümkün değildi. Birilerinin yardımı olmadan buradan sağ çıkamayacaktık. Elimi cebime attığımda boştu. Kaçarken telefonumu düşürmüştüm.
Karanlık gizlenmeme yardımcı oluyordu. Uzakta gördüğüm hareket eden arkası dönük silüete ateş ettim. Acıyla bağıran ses bir kadına aitti. Sanırım yanlış kişiyi vurmuştum.
Hızla ona doğru gittim. Yere çökmüştü ve hareket etmiyordu. Adamlar Alisa'nın sesini duyunca anında tepemizde bitmişti. Fenerle aydınlanan ormanda Alisa'nın yaralı bedeni hiç kıpırdamıyordu. Adamlardan biri Erdal'ı aradı ve kızın ağır yaralı olduğunu söyledi.
Kurşunun nerede olduğunu göremiyordum ama eli kalbinin üzerindeydi. Kızı vurduğuma mı yanayım yoksa yakalanmamıza mı?
Aksiliklerin üst üstte gelmesi zihnimi allak bullak etmişti. Adamlar, kızın hareket edemeyeceğini bilerek silahı bana doğrulttular: "At silahını... Kızın yanından uzaklaş. Hadi!" Alisa'ya son kez baktım ve silahı bırakıp yavaşça ayağa kalktım. On adım ondan uzaklaştım.
Adamlardan biri beceriksizliğimle dalga geçti: "Kızı bulmak için çaba sarf etmemize gerek kalmadan iş birlikçisi vurdu."
Dört kişi etrafımızı çevirmişti. Beş tane daha uzaktan geliyordu. Siren sesleri duyuluyordu ama oldukça uzakta olması bir işe yaramazdı. Alisa'yı vurmuş hatta belki de öldürmüştüm.
Karanlıkta yüzüme tutulan fener gözüme batıyordu. Ne olduğunu anlamadan silah patlama sesi geldi ve adamlardan biri yere düştü. Adamlar korkuyla başlarını eğdiler. Çıkan sesle feneri Alisa'nın üzerine tutunca elindeki silahla ateş edildiğini anladılar. Siren sesleri daha çok yaklaşmıştı. Tedirgin olan adamlar ne yapacağını bilemez hâle geldi.
Polisler silah seslerine bu kadar çabuk nasıl geliyor diye düşünürken art arda iki el ateş edildi. Birini vurunca ötekinin yüzüne tekme atıp yere düşürdüm.
Silah sesleri arttı. Dördüncü adam yere yığıldı ve elindeki fener yere düştü. Polislerin ikazı üzerine geri kalanlar hızla ormanın içine kaçtı. Gelenleri görmek için feneri aldım ve ateş edilen yere baktım. Memduh ve Kemal koşarak bize yaklaştı: "Abi iyi misiniz?"
Başımı çevirip Alisa'ya baktım. Ayağa kalkmaya çalışıyordu. Ceylan gibi sekmesi kafamı karıştırdı. Ben bu kızı biraz önce vurmamış mıydım?
Soğuk havada sırılsıklam olmak onu etkilememiş gibiydi. Üzerindeki toprağı silkeledi: "Benim sayemde iyiyiz! Silahsız neden dışarı çıkıyorsun? Yanımda taşımasaydım keklik gibi avlanacaktık. Mükemmel planımla şu an hayattayız." Sesi gayet net anlaşılıyordu. Hiç vurulmuş gibi değildi.
Polislerden dördü ormana kaçanların peşinden gitti. İki tanesi yanımıza gelip yaralılara göz attı.
Kemal hak verir gibi başını salladı: "Kusura bakma abi ama kız doğru söylüyor. Arayıp nerede olduğunuzu söylemeseydi belki de..." Devamını söylemeye dili varmamıştı.
Bir anda haksız duruma düştüğüm için hemen kendimi savundum: "Vurulduğu zaman bağırmasaydı bizi kimse bulamazdı."
Alisa'ya döndüm: "Adamların hepsini başımıza diktiğin için mi hayattayız? Vurulmadıysan o zaman neden bağırdın?"
Etrafındaki hareketliliği umursamayıp cevap verdi: "Polisi arayıp ormanda olduğumuzu söyledim. Bir yere saklanıp gelmelerini bekledim. O sırada seni aramaya çalıştım ama telefona cevap vermedin. Nerede olduğun hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Kurtulsam bile seni bulmak zaman alacaktı. Korumaların ormanda olduklarını öğrenince bizi arayan adamların hepsini bir yere topladım ki Memduh ve Kemal nerede olduğumuzu anlayıp bize yardıma gelsin. Evet çok riskliydi ama işe yaradı."
Feneri Alisa'ya çevirip yüzüne baktım. Polis ifadelerimizi almak için karakola götürdü. Yolda avukatımı arayıp durumu anlattım.
Kaçanların üçü yakalanınca onlarda sorguya alınmıştı. Verdiğimiz ifadelerden sonra nezarette geçirdiğimiz süre geçmek bilmiyordu. Zaman yavaş geçiyor, düşüncelerim bir yandan ne olacağını tahmin etmeye çalışırken, diğer yandan da başımıza bela açan Erdal'dan intikam almak istemiştim.
Başımı duvara yaslamış gözlerimi kapattım. Avukatım oldukça olumlu şeyler söylemişti. Yakalanan adamların gerçekleri itiraf etmesi işimize yaramasına rağmen sabaha kadar nezarette kalmıştık.
Bizi karşılamaya gelen Gökay ve avukatım Bahri Gür ile karakoldan dışarı çıkmadan önce ona Alisa'yı sordum. Onunla da ilgileneceğini söylemişti ama aklına şimdi gelmiş gibi yüzünü buruşturdu: "Tamamen aklımdan çıkmış."
Koridorlarda yürümeye devam ettik: "Bahri sana kaç defa söyledim nasıl unutursun? Ben sana bu kız benim için çok önemli demedim mi? Alisa hâlâ nezarette mi şimdi!"
Kapıdan çıkışımızda sinirle kravatı boynumdan geçirdim. Alisa'nın yabancı bir adamla konuştuğunu görünce durdum. Yanındaki tuhaf kılıklı adam da kim?
Gökay da aynı noktaya bakıyordu. Elini kaldırıp selam verdikten sonra Alisa, gözlüklü adamla yanımıza geldi. Tam dibindeki adamı umursamayıp ona döndüm:
"Sen ne ara dışarı çıktın?"
Gülümseyerek yanındakine baktı: "Avukatım sağ olsun. Beni iki saat önce serbest bıraktılar. Tanıştırayım Özgür Haklı."
Avukat deyince rahat bir nefes aldım. Uzattığı eli sıkmadan memnun olduğumu söyledim. Adam bir an şaşırınca Alisa açıkladı: "Lütfen yanlış anlamayın. Araf Bey tokalaşmayı sevmez." Söylediklerinin bir kısmı doğruydu. Tokalaşmazdım ama bu sadece sevmediğim insanlar için geçerli bir kuraldı.
Ayaküstü birbirleriyle tanışma fırsatı yakalayan iki avukat, hemen davalar hakkında konuşmaya daldılar. Onlarla vedalaştıktan sonra Gökay, ben ve Alisa kalmıştık. Yanımızdan uzaklaşıp bizi yalnız bırakan Gökay, arabasına bindi.
Birkaç şey söyleyip gitmek üzere olduğunu acelesinden anladım ve hemen önüme geçtim: "Neden hiçbir şey olmamış gibi davranıyorsun? Dün sana önemli bir şey söyledim."
"Okula geç kalıyorum sonra konuşuruz." Deyip kaçar gibi yanımdan uzaklaştı. Peşinden giderek daha fazla rahatsız etmek istemediğim için arabaya doğru yürüdüm. Aramızdaki bu belirsiz meseleyi mutlaka netleştirmeliydim.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 46.9k Okunma |
2.04k Oy |
0 Takip |
37 Bölümlü Kitap |