27. Bölüm

27. Bölüm

madrabazbiryazar
madrabazbiryazar

Öğleden sonra dinlenip uyumak için eve gittim. Sabaha kadar nezarette beklediğimiz yetmiyormuş gibi, bir de dedeme vereceğim hesabı düşünüyordum. Dedem pireyi deve yapacak biriydi. Olayı duyar duymaz, soluğu Erdal'ın yanında alacağını bilerek önlem için Memduh ve Kemal'i dedeme gönderdim.

Erdal yakamızdan bir türlü düşmüyordu. Düşman olduğu ailenin kızına yardım eden dedeme doğrudan bir müdahalede bulunmaya cesaret edemeyip, intikamını yakınlarından başlayarak almayı hedeflemişti. Ta ki dedeme ulaşıncaya kadar bu sürüp gidecekti.

Erdal, babannemin ölümüne sebep olduğu günden beri sönmek bilmeyen bir ateş çemberinin içindeydik. Aynı kadını seven iki adam, yıllarca birbirlerine düşman kesilip, yakınlarında kim var kim yoksa ezip geçmişlerdi.

Erdal, dedemin yanında hep mesafeli durmaya çalışıyor ama her fırsatta onun zayıf noktalarını bulmaya çalışıyordu. Taraflardan biri ölmedikçe bu dava asla bitmeyecekti. Silahımı alıp evden çıktım. Peşimden gelecek olanlara beni asla takip etmemelerini söyledikten sonra Erdal'la yüzleşmeye gittim.

Kapıda it sürüsü gibi üzerime gelen adamlardan öne çıkan kolu sargılı adama, patronlarıyla görüşeceğimi haber vermelerini istedim. Kim olduğumu bilmelerine rağmen kapıda beklememi söylediler. Sabrım tükenmişti. İçeriyle irtibat sağlayıp haber verildikten sonra bana döndü: "İçeri girmenize izin verilmedi."

Hızla kapıya doğru gidince adam silahı doğrultup ateş edecekti ki yanındaki engel oldu. Aralarında tartışırlarken krizi fırsat bilerek, içeri girdim. Koltuğa uzattığı kırık bacağını hemen indiren Erdal, canının yandığını göstermese de yüzü kıpkırmızı olmuştu. Kapıdakilerin hepsi içeri doluşunca Erdal çıkmalarını emretti. Geldikleri gibi geri çıktılar.

Ayağının alçıda olduğunu gördüğüm için morali bozulmuştu. Neden içeri girmeme izin vermediğini daha iyi anladım. Alay ederek, "Biri benden önce davranmış." dedim. Bacağını ovup yüzünü buruşturdu: "Allah hepinizin belasını versin. Sizden kurtulacağım günü iple çekiyorum."

"Acını anlıyorum ama geçmişte yaşanan olayları unut Erdal. Sıfırdan bir hayat çiz kendine, çocuklarına, torunlarına... Bizimle uğraşmayı bırakmazsan sana neler yapacağımı tahmin bile edemezsin."

Erdal, bacağını ovmayı bırakıp dikleşti. “Beni sen mi durduracaksın?"

Karşımda sinirden kudururken ben gayet sakindim: "Azrail'den önce ruhunu bedeninden çekip almamı istiyorsan, denesene."

Başını hızla salladı. Uyarılarım işe yaramazsa planımı harekete geçirecektim. Tetiği çektiğimde korkuyla yutkundu. Ne yapacağımı tahmin ederek gözleri öfkeyle parladı: "Buradan sağ çıkamazsın! Neyine güveniyorsun? Deden buraya gelene kadar çoktan kurşuna dizilmiş olursun." Konuşuyordu ama sesi cılız çıkmıştı.

Kapıdaki korumaların ona bir faydası olmayacağını bilerek tehditlerinden korkmadan bir adım attım: "Senin canını alacaksam, ben canımı feda etmekten çekinmem. Bağırırsan, benden önce sen ölürsün."

Uyarımı ciddiye almayıp koltuğun altından silahını çıkardığını görünce, kırık ayağına nişan aldım. Onun kurşunuysa arkamdaki vazoyu vurmuştu.

Silahı atarak bacağını tutup acıyla bağırdı. Patlayan silah sesine koşarak gelen Bekir, silahını bana doğrultup hazırda bekliyordu. Geldiği gibi geri gitmezse Erdal'ı öldüreceğimi söyledim. Tepki vermeyince ateş edeceğini anlayıp ondan önce davranarak tekrar nişan aldım. Silahı yere düştü.

Gözlerimi Bekir'e diktim: "Bir sonraki kurşunu kafana yersin. Çık dışarı!"

Erdal, kararlı olduğumu görüp adamını kovdu: "Çık dışarı, akılsız! Öldürecek misin beni?"

Bekir, kanlı bileğini tuta tuta dışarı çıktı. Onunla daha fazla vakit kaybetmenin faydası olmayacaktı. Erdal ölmediği sürece bu düşmanlık bitmeyecekti. Nişan almaya hazırlanıp son kez düşmanımın yüzüne baktım.

O sırada Alisa içeri girmişti. Buraya neden geldiğini merak etmiyordum. Hedefime odaklanıp ateşlediğimde kurşun, Erdal'ın kafasına değil, tavandaki asma avizeye denk gelmişti. Gürültüyle yere düşen kristaller, cam masaya düşünce hepimiz şaşırdık. O sırada elimdeki silahı alınca engel olamamıştım. Olayın etkisinden ilk kurtulan ben oldum: "Sen ne yaptığını zannediyorsun?"

Silahı arkasına sakladı: "Benim ne yapmaya çalıştığım belli. Asıl sen ne yapmaya çalışıyorsun? Buraya katil olmaya mı geldin?"
Erdal'ı kurtardığı yetmemiş gibi bir de bana hesap sorarak silahımı almıştı: "Alisa ver şu silahı. Sen içeri nasıl girdin?"

"Öldürülmekle tehdit edildiğim adamın evine tek başıma gelecek kadar delirmedim. Dışarda bir sürü adam var. Erdal'la uğraşmayı bırak. Başımıza bir iş gelmeden gitmemiz gerekiyor."

"Buraya onu öldürmeye geldim. Hiç kimse beni kararımdan döndüremez. Sen de hemen buradan gidiyorsun. Hemen!"

"İyi, ne halt yersen ye! Ya da dur, sen zahmet etme ben senin yerine tetiği çekeyim." Dedikten sonra arkasındaki silahı çıkarıp Erdal'a iki el ateş etti.

Biri başına, öteki boğazına isabet etmişti ama Erdal delirmiş gibi kahkahalar atarak gülüyordu. Birden gözlerimi açtığımda karşımda Alisa'yı gördüm. Tatlı tatlı gülümsedi:
"Şükür uyandın. Kabus görüyorsun galiba, yastığı başından alıp göğsünde tutarak uyuyakalmışsın ve şu an sırılsıklamsın."

Gücüm tükenmişti: "Çok üşüyorum, halsizim."

"Ne hassas bünyen varmış. Seninle aynı hava koşullarında birlikteydik ama bak bana turp gibiyim maşallah."

Sözlerine gülemiyordum. "Şaka yapmıyorum." dedim.

Yanıma gelip durumumu kontrol ettiğinde nihayet hasta olduğumu anladı: "Tamam doktor çağırayım da ilgilensin seninle." Koltuktan kalkacakken elinden tuttum: "Sana ihtiyacım var."

"Bence daha çok doktora ihtiyacın var. Doğru dürüst konuşamıyorsun. Bilincin tam olarak yerinde değil. Doktoru arıyorum sessiz ol.”

Telefonunu çıkarıp konuşurken baş ucuma geçip, elinin tersini alnıma koymuştu. Vaziyetimi anlatıyordu. Telefonu kapattığında yanımdan ayrıldı. Yarım saat sonra elinde çorbayla geri döndü. Gerçekten içinden gelerek mi yapıyordu bunları?

Tepsiyle birlikte kucağıma bıraktı: “Al. çorba yaptım iç.” Yerine oturmuştu. Biraz daha hasta numarası yaparsam benimle ilgilenecek mi acaba diye merak ettim. Yalandan gözlerimi süzüp mırıldandım: “Sen içirsene.”

“Kötürüm mü oldun canım? Niye ben içiriyorum?”

“Bir iyilik yapıyorsun bari tam yap. Hadi Alisa uçurumdan atla demedim.” Bu sözlerimden sonra o kadar da hasta olmadığımı anlamıştı.

Ya sabır der gibi bakış attıktan sonra yanıma oturdu ve tepsideki kaşığı alıp sanki açık kalp ameliyatındaymış gibi dikkatle içirmeye çalıştı. Bunu yaparken çok ciddi göründüğünden gülmeye başladım.

Kaşığı bıraktı: “Sen hasta falan değilsin. Rol yapıyorsun. Gerçekten hasta olsan gülmezsin.”

Gözlerinin içine bakarak “Çok seviyorum belki.” Dedim.

Kaşığı alıp tekrar çorbaya batırdı: “Evet çok lezzetli çorba yapmışım. Ben de çok seviyorum. Hasta olunca hep içerim.”

“Onu kastetmedim. Senden bahsediyorum.”

Konuşmamam için çorba içiriyordu: “Ben de çorbadan bahsediyorum.”

Beni susturmanın yolunu bulmuştu. Niye güldüğünü anlamadığım için oturduğum yerde duramadım: “Bırak şu çorbayı..” Ayağa kalkmadan önce kucağımdaki tepsiyi aldım ve masaya bıraktım. Eski yerime oturarak ellerini tuttum.

“Sen çorba bile içemeyecek kadar hâlsiz değil miydin?”

Ellerini çekmeye uğraşıyordu, bırakmadım: “Beni görmezden gelemezsin. Senden bir cevap bekliyorum.”

Bakışları ellerime kaydı. Ciddi olmayan bir ifadeyle yüzüme baktı: “Ellerin ateşler içinde yanıyor. Acaba havale falan mı geçiriyorsun?”

“Alisa konuyu değiştirme. Sana bir şey söylemeye çalışıyorum.”

“Söyle dinliyorum.”

“Söyledim ya.” dedim sabırla.

“Tamam, merak etme hallettim.”

“Neyi hallettin?”

“Doktoru demiyor musun canım?” Ne söylemeye çalıştığımı anlıyordu, ancak hâlâ dalga geçmeye devam ederek beni delirtiyordu: “Hastalıktan değil sinirden ateşim çıkacak. Sen beni dinlemiyor musun?”

Aniden gülümseyi bırakıp gözlerini yüzüme dikti: “Ne söylemeye çalıştığını gayet iyi anlıyorum. Dinlemek istemiyorum çünkü sen sevene kadar ben yıprandım. Ben seni tanımadan önce sevmiştim. Tanıdıkça ne kadar yanlış düşündüğümü anladım.”

Sözlerine inanasım gelmedi. Ellerini bırakmadım. Bana karşı ne hissediyor anlamalıydım: “Niye geldin o zaman buraya? Hasta ziyaretine mi?”

“Ne oldu birdenbire? Ne değişti de beni sevmeye karar verdin bilmiyorum ama yokluğumu aşk zannetmişsin. Sen kendine oyuncak arıyorsun, sevgili değil.”

Çok ciddi görünüyordu ve haklıydı. Onu çok üzmüştüm. Dedemle aramızdaki meselenin sorumlusu oymuş gibi bilerek gururunu incitmiştim. Ve bunu defalarca tekrar ederek ona bir hiçmiş gibi davranmıştım.

Hızla ellerini çekip ayaklandı: “Doktor gelmek üzeredir. Ben gidiyorum yarın okula gitmem gerek.” Böyle kaçıp gitmesine izin vermeyecektim. Birden ayağa kalkınca başım dönmüş, tekrar oturduğum koltuğa çökmüştüm. Hâlime üzülmüştü ama o kadar da kötü görünmediğime emindim.

“Bugün yanımda kalır mısın?” dedim. Kesinlikle rededdeceğini bilsemde söylemek istemiştim.
İtiraz etmeden karşımdaki koltuğa oturdu. Bu kadar çabuk ikna olmasını beklemiyordum. Hakkımda ne düşündüğünü o kadar çok merak ediyordum ki buna engel olmadım:
“Sence ben ikinci bir şansı hak ediyor muyum?”

“Hoşuna gitmeyecek şeyler duyacaksın. Emin misin?”

“Gerçekten içinden geçenleri söyle ve asla üzüleceğimi düşünme. Çünkü o zaman senin gözünde nasıl biri olduğumu anlarım.”

“Peki o zaman çok şaşıracağın şeyler söyleyeceğim.” Dikkatle gözlerimi Alisa’ya diktim.

Biraz düşündükten sonra yüzüme baktı: “Herkes ikinci bir şansı hak eder ama konu sen olunca cevap da aynı olmuyor maalesef. Neden biliyor musun? Çünkü kendini güçlü göstermeye bayılıyorsun. Hep senin isteklerin yerine getirilsin, kimse karşı çıkmaya cüret etmesin istiyorsun ama bu dışarıdan nasıl görünüyor biliyor musun? Kaba.. sadece kaba biri olarak görünüyorsun.

Başkalarına bağırmak, hakaret etmek, hiç kimseyi umursamamak... Bunlar güçlü olduğunun değil, zayıf karakterli olduğunu göstermekten öteye gitmiyor. İnce düşünce denen şey sende hiç yok. Ben hayatım boyunca herkesin birbirine saygı duyduğu bir ortamda yetiştim. Ailem de bana bunu öğretti.”

Açıkça neden birlikte olamayacağımızı söyledi. Doğrular her zaman insanı memnun etmeye yetmiyordu. Bir umut güzel bir şey söylemesini bekledim. İstediğim cevap bunlar değildi. Beni üzdüğü için onu üzmekten çekinmedim: “Yani Erdal gibi biri size piyangodan mı çıktı? Küçüklüğünden beri ailen ondan kurtulmaya çalışmış. Saygı duyularak yetiştirilen ortam böyle mi oluyor?”

“Erdal sadece bizimle değil herkesle uğraşıyordu. Takıntılı ve tehlikeli birine karşı ne yapılması gerekiyorsa biz de yıllarca onu yaptık. Erdal bu sefer işin dozunu fazla kaçırdığı için insafsızca oğlunun katledilmesine sebep oldu. Çocuğa ne kadar üzüldüğümü tahmin dahi edemezsin. Hayatının en güzel yıllarını geçirebilecekken başına neler geldi. Bunu hak etmiyordu.”

Bu doktor nerede kaldı? Anlaşılan gelmeye pek hevesli değildi: “Ara doktoru gelmesin. Sen bana kitap oku. Ben de biraz uyusam geçer gider. Kubilay’a okuduğun kitabı bana da oku.”

“Dede Korkut’u mu diyorsun? Tamam ama baştan söylüyorum. Beğenmezsen bile bitirmeden bırakmam. Dikkatle dinleyeceksin arada soru soracağım. Soruma cevap vermezsen hiç üşünmeden anlatıyı tekrar okurum.” Yanımda kalacaksa şartlarını kabul etmem gerekiyordu. Başımı sallayıp söylediklerini onayladım. Doktor zaten dünden razıydı. O benimle olduktan sonra doktorun gelip gelmemesi çok da önemli değildi.

Aradaki mesafeyi bahane ederek yanıma gelmesini istedim. Elinde telefonla yanıma oturunca başımı dizlerine koydum. Şaşkın şaşkın bakmaya devam ediyordu.

Ellerimi göğsümde birleştirip gözlerimi kapadım ve okumasını bekledim. Onu kendine getirecek şeyin ne olduğunu biliyordum. Kararlı bir ifadeyle “Kanturalı’yı oku.” Dedim. Emreder gibi söylediğim için kaşlarını çattı: “Hangi anlatıyı anlatacağıma ben karar veririm.” İtiraz edersem kalkıp giderdi. Kaderime razı olarak kabul ettim.

Okumaya başladığında Kan Turalı’nın adı geçmişti. Kan Turalı, babasına evlenmek istediği kızı tarif etmeye başladı: “Baba ben yerimden kalkmadan o kalkmış olmalı, ben kara koç atıma binmeden o binmiş olmalı, ben kanlı kafir eline varmadan o varmış, bana baş getirmiş olmalı.“

“Dedeme bu şekilde evlenmek istediğimi söylesem bastonuyla kafamı kırar.” Deyince iç çekip alayla gülümsedi: “Nerde o günler?”

Başımı kaldırdım: “Kazma kürek getireyim mi? Bugün beni yeterince gömdün sanki ha? Hadi okumaya devam et. Bakalım Kan Turalı sevdiği kızı bulacak mı?”

“Bu anlatı uzun olduğu için özet geçeceğim. Kan Turalı arzu ettiği kızı bulamaz ve pes eder. Babası oğlunu evlendirmeye kararlıdır çünkü ölmeden oğlunun mürvetini görmek ister. Kan Turalı, babasının işleriyle uğraşırken o da oğlunun istediği kızı bulmak için yola çıkar. Kanglı Koca oğluna Oğuz ellerinde kız bulamayıp Trabzon’a gider. Burada Trabzon tekfurunun çok güzel bir kız vardır. Öyle bir savaşçı ki kızın attığı ok yere düşmezmiş. Kanglı Koca oğluna aradığı kızı bulmuştur ancak kızla evlenmek isteyenler için şartlar pek ağırdır. Üç canavarı yenmeyi başarana kızını vermeyi vâd eden tekfur, bu yolda başarısız olanların başını kestirir ve burçlara asar. Bu zamana kadar birçok bey oğlu başarısız olmuştur çünkü bu canavarlardan biri aslan, biri kara boğa, biri de kara erkek devedir ve savaşanlardan daha boğa ve devenin yüzünü gören olmamıştı. Kanglı Koca oğluna varıp durumu anlatır. Kan Turalı ulaşılması güç olan bu kızla evlenmek için yola çıkar.”

“Kız çok mu güzelmiş de üç tane canavar içinde canını tehlikeye atmış?”

“Mevzu sadece kızın güzelliği değil, adam hünerini göstermek istiyor.”

“Kız senden de mi güzelmiş?” Dedim. Tepkisini merak ettim. Bu iltifat hoşuna gitmişti ama "konumuz şimdi bu mu?" dercesine bir gülüşle yetindi. Devam ettiğinde susmak zorunda kaldım. Alisa'nın öve öve bitiremediği bu adamın, Tekfuru gebertmek yerine onca zahmete niçin katlandığını sordum.

“Birincisi Türk milleti kız isteme sürecine saygı gösterirler. Hem Kan Turalı o kadar güçlü bir adam ki isteseydi 'başlarım canavarınıza, verin kızı' deyip tekfuru öldürebilir, kızı kaçırabilirdi ama yapmadı zaten anlatı bu şekilde olduğu için Kan Turalı bu üç canavarla savaşmak zorunda. Ben yazmadım ya!"

"Ne bileyim öyle gitmiş gelmiş gibi anlatıyorsun ki Alisa, olaylar yaşanırken sen de oradaydın herhalde..."

Alaylarıma karşılık yine gülümsedi. Gözlerini açıp "Sen dinlemek istediğine emin misin?" dedi. Sesimi kesmek zorunda kaldım.

"Neyse efendim, Kan Turalı ve kırk yiğidi Trabzon tekfurunun karşısına geçer. Kız da köşkten ona bakmaktadır. Canavarla savaşmaya başlamadan önce bizimkini bir güzel anadan doğma soyarlar. Yüzündeki peçesini de açınca Selcen Hatun, ilk görüşte aşık olur. Kan Turalı, canavarlardan ilki olan boğayla savaşmaya başlar. Kırk yiğidi ağlaşır. Kan Turalı ise kendinden emin... Sanki karşısındaki boğa değil de inek. Öyle de yiğit! Kan Turalı, kırk yiğidinin ağlaştığını görünce kendisini övmelerini ister. Herif bayağı ölümle dans ediyor. Öyle de cengâver bir er! Öve öve boynuzuyla mermeri ufaltan boğayı, kara inek buzağısı gibi küçülterek ona cesaret verici şeyler söylerler. Bu arada canavarla savaşırken sarhoş olduğunu da unutmayalım. Bizimkisi aklı ve gücü sayesinde bütün canavarları yener. Selcen'i alıp yola çıkarlar. Güzel bir yer görünce oraya çadır dikip dinlenirlerken, Tekfur da kızı verdiğine pişman olur ve peşine adamlarını gönderir. Kan Turalı uykudadır. Selcen Hatun, düşman üzerlerine geldiğini görüp sevdiğine haber verir. Birlikte savaşırlar ve Oğuz ellerine varmayı başarıp evlenirler. Dede Korkut'ta en son gelip destanı düzer."

Anlatıyı bitirmesini fırsat bilip konuştum: "Dedem bizi birbirine tutkun, ama asla sevdiğini itiraf etmeyen iki aşık zannediyor. Biliyor musun, evlendiğimizi görmek için her şeyini vermeye hazır.”

Alayla gülümsedi: “İltifatlarının altında yatan bir sebep olduğunu zaten anlamıştım. Öğrenince çok da şaşırmadım. Her şeyin var, şimdi de dedenin paralarına mı göz diktin?”

“Sen yoksan hiçbir şeyim yok.”

Gözleri yüzümde dolaşıyordu: “Tabii bu ev senin değil, milyonluk arabaların yok, şirketlerin yok, emrinde çalışan binlerce kişi yok. Ben olmasam da sen her şeye sahipsin.”

Aylarca söylemek isteyip de içime attıklarımı bir çırpıda söyledim: “Hayat ortağım olursan istersen hepsi senin olsun. Yeter ki tek bir günüm daha sensiz geçmesin. Ben mücadele etmeye hazırım.”

Donuk bakan gözlerinden yaş akmaya başlayınca doğrulup yüzüne baktım: “Kötü bir şey mi söyledim? Ne oldu? Neden ağlıyorsun?”

“Ne kadar gerçekçi oynuyorsun! Erdal’la yaptığın anlaşmadan haberim olmasaydı belki bu sözlerine inanırdım.” Ben sözlerimde gerçekten samimiydim. Durduk yere böyle davranmasına anlam vermeyip sordum: “Erdal’la ne anlaşması yapmışım?”

“Oyunun ortaya çıkınca bilmiyormuş gibi yapmak da plana dahil mi?” Duyduklarıma inanmakta zorlanıyordum. Kulaklarım acımasız sözleriyle uğulduyordu.

“Susmak da kabullenmektir. Bir şey söyle Araf. Bütün bunların doğru olmadığını söyle.”

“Neye inanıyorsan öyle bilmeye devam et! Bir daha görüşmezsek ikimiz içinde iyi olacak.”

Açıkça "artık gitmesini" söyledim. Gözyaşlarını silip ayağa kalktı: “Peki öyle olsun. Hoşça kal.”

Hızla çekip gittiğinde koltukta yalnız başıma oturup sinirden delirmek üzereydim ki telefonum çalmıştı. Erdal arıyordu. Hırsımı çıkaracak birini bulmuşken fırsatı kaçırmadım.

“Nasılsın ortak?” Diyordu zevkle.

Kan beynime sıçradı: “Başlatma şimdi ortağına! Sen Alisa’ya ne söyledin lan?”

“Kavuşmadan ayrıldınız demek. Ölsem gözü açık gitmem artık. Yazık.. kendini kanıtlayacak hiçbir şeyin yok. Meğer bir fotoğraf sizi ayırmaya yeterliymiş.”

“Ne fotoğrafı?”

“Acemi çocuk! Konuşmaya geldiğin gün anı olsun diye fotoğraf çekildik hatırlamıyor musun? Gerçi senin haberin yoktu. Biz de sana söyleme gereği duymadık. Benimle anlaşma yaptığın için onunla evleneceğini daha sonra ise kendi ellerinle onu bana getireceğini söyledim.” Nefesi kesilinceye kadar kahkahalarla gülmeye devam etti.


“Böyle saçma sapan oyunlarla bizi ayırdığını zannediyorsan, benim de sana bir kötü haberim var. Alisa bana inandı, öyle bir şey yapacağımdan şüphe bile etmedi. Bir hafta sonra evleniyoruz. Seni çağırmayacağız, ama üzülme mutlaka bir fotoğraf çekip sana da göndeririz.”

Yalanda olsa moralini bozmayı başarmıştım. Sinirlendi: “Gölgem hep sizinle olacak! Asla mutlu olamayacaksınız.”


“Kes sesini!” Deyip kapattım. Kapı dışarı ettiğim kadınla bir hafta sonra evleneceğimi söyleyerek neyime güvenmiştim?

Koltuğa uzanıp onu ikna etme yollarımı tamamen kapattığım için kendime kızıyordum. Şerefsiz öyle bir oyun oynuyordu ki gerçek bile yalan olacaktı.

Bölüm : 01.08.2024 23:35 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...