28. Bölüm

28. Bölüm

madrabazbiryazar
madrabazbiryazar

Eve geldiğimde içimdeki öfke dinmişti. Masal, elinde kitapla salondaki koltukta oturuyordu. Yanına geçip oturacaktım ki telefonum çalmaya başladı. Elimi cebime atıp telefonumu çıkarmaya uğraşırken ekrandaki yazıyı görüp cevaplamaktan vazgeçtim. Aramayı reddedip sessize aldıktan sonra ceketimi çıkarıp soluklandım.

Masal, kitabı bırakıp sordu: "Sen zaten ona gitmemiş miydin? Eve sağ salim geldin mi diye merak etmiştir. Niye açmıyorsun?"

"Cehenneme kadar yolu var. Erdal'la iş birliği yapan adamla konuşacak hiçbir şeyim yok. Bak görürsün bunlar belalarını birbirlerinden bulurlar."

Söylediğimden hiçbir şey anlamamış gibi yüzüme bakınca ne olduğunu anlattım. Yayıldığı koltukta dikleşti: "Sen Erdal'ın sözüne mi inanıyorsun? Aranızı bozmak için yalan söylemiştir belki."

"Ben de ilk başta öyle düşünmüştüm ama mesaj yoluyla ses kaydı ve fotoğraflar gönderip, gerçek olduğunu kanıtladı. Kayıtta Araf'ın sesi var."

"Bu işte bir yanlışlık olmalı. Ailesini katleden adamla iş birliği yapacak kadar omurgasız olamaz."

Masal bile inanmıyordu. Gönderilen mesajları ona da göstermek için telefonumun kilidini açtım. Ekranda Araf adı tekrar görünmüştü. Sinirlenip, aramasın diye telefonumu uçak moduna almıştım.

Önce ses kaydını dinlettim. Net duyulmasa da ne dediği çözülebiliyordu. Kaydın sonuna geldiğimiz zaman bir sessizlik oluştu. Elini yumruk yaptı: "Keşke sana öğrettiğim tekmeyle Araf'ın ağzına bir tane çaksaydın."

Şiddetle kim, neyi çözmüştü ki ben çözeyim? İşe yarayan bir teknik olsaydı, o zaman Gökay, Masal'ın peşini çoktan bırakması gerekirdi. Olayı unutmam için konuyu değiştirip sohbet etmeye başladık.

"E, sen ne yaptın bugün?"

"Kütüphaneye gittim ders çalışmak için bir de sağıma döndüğümde ne göreyim? Kaç gündür telefonlarını açmadığım Gökay, bana doğru geliyor. En küçük sese dönüp ters ters bakan insanları umursamadan, normal ses tonuyla sohbet etmeye çalışınca herkes Gökay'a döndü. Kınayan bakışları üzerinde hissedince dışarı çıktık. "Birlikte vakit geçirmek istiyorum." dedi. Beni oyalamaktan başka bir işe yaradığı yoktu.

Bir akşam evine gelmemi ve karşımıza çıkacak kadına sevgili olduğumuza inandırmak için günlerdir peşimde olduğunu anladım. Beni ikna etmeye çalıştı. Susması için isteği kabul ettim ama bunun sadece o akşamla sınırlı olmasını şart koştum." Derdimi tasamı bir kenara bırakıp onu dinlediğimi göstererek devam etmesini söyledim.

"Birden sevinçle boynuma sarıldı. Kütüphanenin önünde insanlar bize bakınca tuhaf hissetmiştim. Bebek gibi sırtını pış pışladıktan sonra kollarından ayrılıp sevgili olduğumuzu inandırmak için öpmeye çalışırsa onu kadının önünde döveceğimi söyledim. Ceketinin cebinden bir kağıt parçası çıkarıp uzattı. İçini açınca mektup olduğunu anladım."

"Sana mı yazmış?" dedim ilgiyle.

"Evet. Bana evinin anahtarını da verdi. Mektubu da görünür bir yere koymamı ve kendilerini beklememi istedi."

"Peki şimdi ne yapacaksın?"

Üşenerek ayağa kalktı: "Kim yardım istedi de geri çevirdim ki şimdi hazırlanmam gerekiyor." Masal, giyinmek için odasına gidince koltuğa yaslanıp, gözlerimi kapatarak olanları unutmaya çalıştım.

***

Tam zamanında Gökay'ın belirttiği adrese gelmiştim. Şehrin içinde, deniz manzaralı güzel bir evden içeri girip orta yaştaki hizmetçi kadına gülümsedim.

Geleceğimden haberleri olduğunu gösterir gibi, "Hoş geldiniz. Gökay Bey ve misafirimiz henüz gelmediler; siz salonda dinlenip rahatınıza bakın," dedi. Mektubu kadına vererek Gökay'ın odasına bırakmasını rica ettikten sonra salona geçip oturdum.

Televizyonu açıp evdeki boğucu sessizlikten kurtularak vakit geçirmeye çalıştım. Arka planda kısık televizyon sesi ortamı biraz canlandırmıştı. Zil çalınca, hizmetçi kadınlardan biri kapıya doğru gidip gelenleri karşıladı. Yaklaşmakta olan bir kadın sesi geliyordu. Heyecanlanmıştım. Ayağa kalkarak gelen misafiri güler yüzle karşıladım.

Gökay bile sakin oluşuma şaşırıyordu. Hemen yalandan sarılıyormuş gibi yanıma gelip kulağıma eğildi: "Az daha kalbime iniyordu. Kapıyı sen açmayınca gelmedin zannettim."

Aynı şekilde cevap verdim: "Söz verdiğim için buradayım." Konuşmamızı yarıda keserek elini sırtıma koyup güler yüzle Nevin Hanım'ın kim olduğundan bahsetti. El sıkışıp tanıştırıldık. Bozuntuya vermeden müsaade isteyip banyoya gittim.

Kadının parfümüyle birlikte bugün tıka basa yediğim öğle yemeği şimdi midemi bulandırmıştı. Banyo kapısı tıklanınca dışarı çıktım. Gökay kapının önüne yaslanmış, ne olduğunu soruyordu. Mühim bir şey olmadığı için geçiştirdim. Gerçekten iyi olduğumu söyledikten sonra durumun üzerinde fazla gitmedi.

Banyoda beş dakika geçirmiştim ve Gökay'a laf anlatana kadar iki dakika daha geçmişti. "Hadi aşağı inelim, kadın salonda tek kaldı. Yanından ayrılmamızı yanlış anlayacak." dediğim anda elini uzatıp gitmeme engel oldu.

"Bunu zaten yanlış anlaması için oynuyoruz."

"Doğru ama yine de kadına ayıp oluyor. Aşağı inelim." dedim, ama hiç oralı olmadı. Gökay gelmeyince elinden tutup çekerek aşağıya kadar götürdüm. Kadın başını çevirip bize baktığında, Gökay'ı çekiyor gibi görünmemek için hızla ona doğru yaklaşıp yan yana gelmek zorunda kaldım. Az kalsın merdivenlerden aşağı düşüyorduk ama bugün şans bizden yanaydı.

Gülümseyerek mırıldandı: "Ne yapıyorsun, az kalsın aşağı düşecektik!"

Gökay'a ters bir cevap verip kadını şüphelendirmek istemedim. Yüzüne ciddi ifadeyle bakınca sustu. Kadının yanına gidip yapışık ikizler gibi yan yana koltuğa oturduk. Nevin gözlerini üzerimizde gezdirip sordu: "Nerede tanıştınız?"

"Evde." dedi Gökay.

Nevin'in gözleri fal taşı gibi açılınca daha ilk sorudan yakayı ele vermiştik. Bozuntuya vermeyip gülümseyerek durumu toplamaya çalıştım: "Okulda demek istedi. Gökay sık sık bölüm derslerimize girip bizlere ışık olmayı başaran bir öğrenciydi. O kadar parlıyordu ki adeta bir mücevher gibi göz alıyordu! Ben de böyle bir cevheri kaçırmak istemedim ve inanır mısınız, o günden bugüne birbirimizden hiç ayrılmadık."

Elini tutup sıktım. Gökay ne dediğimi gayet iyi anladı. Gülmemek için boğazını temizler gibi yapıp nasıl tanıştığımızı mükemmel bir yalanla süslemeye çalışıyordu.

Hizmetçi kadınlardan biri yanımıza geldi: "Efendim, yemek hazır."

Gökay konuşmaktan kurtulduğu için sevinse de benden çekeceği vardı. Nevin en başa geçti ve gözlerini ayırmadan bize bakmaya devam etti. Sürekli gözlerini üzerimde hissetmekten hoşlanmamıştım.

"Buyurun başlayalım, afiyet olsun." Elim ayağım birbirine girecek diye temkinli davranıyordum.

Adını değil, tadını beğendiğim salatayla oyalanarak tok olduğumu hissettirmemeye çalıştım.

Ellerini masada birleştiren Nevin, durmadan konuşuyordu: "Gökay'ın uzun ilişki adamı olmadığını herkes biliyor. Sevgilisi olduğunu öğrenince çok şaşırdım. Çok güzel biri olmalı herhalde diye düşündüm ve görüyorum ki hiç de yanılmamışım. Kendine yakışan birini bulmuşsun Gökay."

Kadın gözlerini Gökay'dan bir saniye bile ayırmıyordu. Gökay bir şeyler anlatmaya devam edip sözü uzattıkça uzatıyordu. Masanın altından ayağına hafifçe vurdum.

Yüzüme kısa bir süreliğine bakıp tekrar kadınla konuşmaya daldı. Bu sefer tekmenin şiddetini artırınca hiç bozuntuya vermeden bana döndü: "Bir şey mi söyleyeceksin?"

Bir bahane uydurdum: "Biraz hava almak istiyorum." Gökay gözlerime bakınca gitmek istediğimi anlamıştı. İlgisini yine kadına yöneltti. Konuşmalarını bölüp, "Mutfağa iki dakika gelir misin? Önemli bir şey söylemem gerek." dedim.

Bir bahane bulmakta zorlanmadı. Belli ki bilerek böyle davranıyordu. Masadan kalkıp anlaması için gözlerinin içine baktım.

Telefonumu elime alıp mesaj atmaya başladım. Telefonuna gelen bildirim, kadının da dikkatini çekmişti ama boğazını temizleyip duymamış gibi yaparak tekrar yemeğiyle ilgilendi.

"Ben bahçede biraz hava alacağım. Size afiyet olsun." diyerek masadan ayrıldım.

Kadınlardan biri battaniye getirip kahve ikram etti. Tek kaldığım için sıkılmıştım. Hizmetçi kadının gitmesini engelleyip yanında kalmasını rica ettim. Havadan sudan muhabbeti çoktan geçmiştik. Ona Gömuh'ın kız kardeşini sordum.

Kaşları acıyla büzüldü: "Gencecik yaşında cinayete kurban gitti. İpek gibi saçları, boncuk boncuk mavi gözleri vardı. Abisiyle aralarında su sızmazdı. Felek onları öyle bir ayırdı ki şimdi o güzel yüz.. çoktan bir avuç toprak oldu."

Kadın susunca tüylerim ürpermişti. Gözleri donuk bir tarafa bakan kadın, sanki tarif ettiği kız bahçede tam karşımızda duran ağacın oradaymış gibiydi. Korkmuyordum ama bir tuhaflık olduğunu hissetmiştim.

Kimse duymasın diye sağına soluna bakındıktan sonra kısık sesle devam etti: "Gökay Bey, kardeşinin ölümünden sonra vefat eden akrabalarının cenaze törenlerine katılamaz oldu. Bu yüzden ailesiyle arası açıldı. Babası kızının ölümünden sonra hep birilerini suçladı; en başta da öz oğlunu..."

Gökay, bahçeye gelip sohbetimizi yarıda kesti. Hiçbir şey söylemeden yanıma oturdu. Kadın, işine devam etmek için içeri gitti. Battaniyeme sarılarak misafirin nereye gittiğini sorduğumda, cevap vermesini beklemeden soğuk havada gömleğiyle üşümesin diye kolumu açtım.

Battaniyenin altına girmek yerine karşıdaki ağaca bakmaya devam ederek yanıma yaklaşmadı.

"Misafirin gittiyse, geç olmadan ben de eve gitsem iyi olacak," dedim. Ne söylediğimi duymuyordu.

Karanlıktaki ağaca gözlerini dikmişti. Bahçede ondan fazla ağaç vardı ama ona özel bir ilgi duyuluyormuş gibiydi. İçlerinde en gür olan oydu. Oradaki ağacın neden onun için bu kadar önemli olduğunu soracak olursam, onu üzeceğimi hissettim.

Başını ellerinin arasına alıp sessizliğini sürdürmekteydi. Bir damla gözyaşı zemine düşünce ağladığını fark etmiştim. Elimi sırtına koyup sakinleşmesini söyledim ama yüzüme bile bakmadı.

Gözleri tekrar o ağaca döndü, sanki bir çocuk gibi ona duyduğu bağlılık her halinden belliydi. İçimde bir şeyler sarsılıyor, acısını hissediyordum. Geç saate kadar yanında kaldım.

Sabah olduğunda kendimi yatakta bulmuştum. Bir an nerede olduğumu hatırlayamadım. Burası onun odasıysa, kendisi neredeydi?

Üzerimdeki örtüyü kaldırıp aşağı indim. Sabah kahvaltısı hazırlanıyordu ama hâlâ Gökay'ı görememiştim.

Salondaki koltuğun üzerinde yastık ve katlanmış bir battaniye duruyordu. Burada uyuduğu belliydi. Dünü hatırlayınca bahçeye çıktım. Onu ağaca su verirken buldum. Yorgun ama bir o kadar da dikkatli görünüyordu.

"Ötekiler de ağaç değil mi? Neden sadece bu ağacı suluyorsun?" dedim. Suyun yönünü bana çevirip üzerime püskürttükten sonra hızla sudan uzaklaştım. Kısa bir gülüşün ardından tekrar ağaca dönüp sulamaya devam etti.

"İnan, odana nasıl gittiğimi bile hatırlamıyorum. Beni orada bırakıp kendin salonda uyumuşsun. Odanda koltuk vardı. Neden orada uyumadın? Sen benden mi kaçıyorsun?"

Canı sıkkın ve ciddi görünüyordu: "Sabah uyanıp da yanlış anlama diye salonda yattım. Ben misafirperver bir adamım." Onu üzecek bir şey söylemediğime emindim. Dünkü tavrım her zamanki gibi umursamaz değildi; aksine anlayışlı olmaya çalışarak yanında olmuştum.

"Dün gelen kadına ne dedin de apar topar gitmek istedi?"

Konu açılınca birden huzursuzlandı: "Ben bir şey söylemedim, o susmadı."

"Nevin'i sen davet ettin. Eve gelen misafiri kovmak yanlıştır. Bahçeye geldiğin zaman pek mutsuzdun. Seni sessiz bırakacak kadar ne söylemiş olabilir ki?"

Elindeki hortumu bırakıp bana döndü: "Hadi gidip kahvaltımızı yapalım. Sen bugün çok soru soruyorsun." Koluma girip ağaçtan uzaklaştırdı. Kahvaltıya kalmayacağımı söylediğimde tepkisizdi.

Aklı fikri bir karış havada gezen çocuğa bir gece içinde ne olmuştu da böyle davranıyordu?

Onunla dertleşmeye çalışırsam belki bu sorunun cevabını bulabilirdim ama hiç dert anlatmak ister gibi görünmüyordu. Şimdilik gitmek en iyisiydi.

Eve varınca Alisa'yla apartmanda karşılaştık. Elinde ekmeği koluna takmış, bir eliyle kapıyı açmaya çalışıyordu. İçeri geçtik.

"İyi misin, Masal? Dalgın gibisin."

Soluklanmaya fırsat kalmadan konuştum: "Yolda annem aradı. Yengemle abim hastaneye gidiyorlar. Sevgili anneciğim, çocuklar evde tek kaldığı için yeğenlerimle özel olarak ilgilenmemi istiyor. Biraz nefes almak için yaşadığım şehirden uzaklaşayım diye burayı yazdım. Ama görüyorum ki iki saatlik yol bile buna engel değil. Koskoca ailede benden başka bir Allah'ın kulu yokmuş gibi özel olarak bu çetin göreve atandım."

"Bir an seni öyle görünce kötü bir şey oldu zannettim. Bunun için endişeleniyorsan, hiç sorun değil. Konferans yapılacağı için ders iptal oldu. Yiğenlerini merak ettim. Hadi beraber gidelim, ben çocukları çok severim."

Kahvaltı yapacak halim yoktu. Ne olur ne olmaz diye birkaç parça eşya yanıma alıp odadan çıktım. Alisa aşağıda beni bekliyordu.

Arabaya binip navigasyondan gideceğimiz yeri ayarladıktan sonra arkama yaslandım. Arabayı Alisa sürüyordu.

Memduh ve Kemal peşimizden geldiğini görünce Alisa'ya döndüm: "Eğer Araf Erdal'la iş birliği yapıp amacı seni öldürmekse, o zaman neden hâlâ korumakla görevlendirdiği adamlarını geri çekmiyor?"

"O ikili her ne kadar Araf'ın adamlarıymış gibi görünse de son sözü Hamdi dede söyler. Bu yüzden yanımdan ayrılmıyorlar. Kötü bir şey olmaz, merak etme, ben tedbirimi aldım." Dedi yola bakarak.

Şaka yapıyor zannedip ciddiye almadım ama merakıma yenik düşerek torpido gözüne bakınca silahını gerçekten yanında getirdiğini görmüştüm. Böylece Araf olan güvenini tamamen kaybettiği anlaşılıyordu.

Kendisine pusu kurulursa birini vuracak cesareti yoktu. Özellikle aralarında Araf'ın da bulunduğu ittifak birliğini yenemeyecektik. İtiraf etmese bile hâlâ onu seviyordu.

Kendimizi her an kör kurşunlara hedef olacakmışız gibi hayal ederek ürperdim. Kötü şeyler düşünmek bir işe yaramıyordu. Müziğin sesini biraz açıp arkama yaslandım. Gözlerim, dikkatle yola bakan Alisa'ya kayınca içimde bir üzüntü duydum. Canım pahasına da olsa onu korumak istiyordum çünkü o, dostum diyeceğim tek insandı.

***

İki saatlik yolu bir saat on beş dakikada gelmeyi başarmıştık. Köyün içine girip arabadan indik. Dayım geleceğimizi duyunca evin önüne kadar gelmişti. Elimizdekileri alıp bize yardım etti. İki katlı ahşap eve geldiğimizde her yer yemyeşildi.

Elimizdeki birkaç parçayı odaya yerleştirip bizi yalnız bırakan dayım, bir şeye lazım olursa kahvede olduğunu söyleyip gitti. Her ne kadar buraya geldiğim için mutlu olmasam da temiz havayı solumak hoşuma gitmişti.

Çocuklar pencereden sarkarak gelişimizi seyrediyordu. Hızla içeri geçip Miraç'a bir daha pencereden aşağı sarkmaması için uyardım.

Alisa araya girip çocukla aynı hizaya gelerek ayaklarının üzerine çöktü. Bu sinsilik abidesi yaramaz yeğenim, Alisa'ya tatlı görünmek için munis bir hayvan gibi gözlerini süzüyordu.

Savaş alanına çevirdikleri evde yalnız kalan bu iki yaramaz çocuk, Alisa'nın gözünde pek sakin ve tatlı görünüyorlardı. Yere dökülen suyu fark etmeyip üzerine basınca çorabım ıslanmıştı. Hayır, sakin olacaktım. Yeni bir çorap giyip geldiğimde küçük Lego parçaları her tarafa saçılmıştı.

Alisa, büyük olanı kucağına almış, adını öğrenmeye çalışıyordu ama ilgisini çabuk kaybeten yeğenim, tenezzül edip cevap bile vermiyordu.

Yanlarına oturup onları tanıştırdım: "Bu Miraç, öteki çakmağı zeytinyağına batırıp çıkaran ise Kadir. Sen sormadan söyleyeyim; biri Miraç Gecesi'nde, öteki Kadir Gecesi'nde doğdu."

Gözlerim, gördüğü manzaranın dehşetiyle açıldı. Kadir, ucu açık kabloyu sökmüş, ağzına götürüyordu. Televizyonda yüksek sesle şarkı söyleyen çizgi film kahramanlarına gözlerini dikmiş, kabloyu yemeye devam ediyordu. Hızla yerimden kalkıp kabloyu elinden alınca ağlamaya başladı.

Susması için eline çikolata, şeker ve oyuncaklarını tutuşturduğum hâlde, ağlamayı bırakmayarak illa ki kabloyu kemirmek istedi. Susması için kabloyu geri uzattığımda, ağlamayı bırakmamıştı. Çünkü onu sinirlendirmiş ve istediğini vermemiştim. Yaş olan yere sürünerek gitti. Peşinden gelince, minik elleriyle gitmem için koluma vurmaya başladı.

Hayırsız yiğenim, üstü başı yağ içinde etrafa süründükçe her yeri batırıyordu. Toplamaya çalıştıkça daha çok dağıldı. Bir yerlerde yanlış yapıyorduk ama ne?

Alisa, ağlamaya devam eden Kadir'i yerden alıp havaya kaldırdı: "Bu çocuğun her yeri yağ içinde. Kıyafetlerini değiştirip elini yüzünü temizlememiz gerekiyor."

Alisa birkaç parça kıyafet alıp geldi. Üzerindekileri çıkarıp temizlerini giydirirken ben de etrafı topladım. Eli yüzü yağdan kurtulan Kadir bu sefer acıktığı için ağlayınca Miraç da acıktığını söyleyerek koltukların üzerinde zıplamaya başladı. Yengemin küçük nota yazdığı mamayı hazırlayıp Kadir'e yedirdik.

Miraç, küçük kardeşini kıskanarak sabah kahvaltısında yumurtalı menemen yemek istediğini kulaklarımızı kanatıncaya kadar tekrar edince Alisa aşağı inip kümesteki tavukların arasına daldı. Döndüğünde üzerinde kırılan yumurtaları fark etmiştik.

Miraç arkada kıs kıs gülüyordu. Başımıza gelecekleri önceden tahmin ettiğim için yedek kıyafet getirmiştim. Alisa giyinip geldiğinde Miraç yumurtalı menemen için sabırsızlanıyordu.

"Açtım ben. İki saattir bir tane menemen yapamadınız. Annemi istiyorum ben. Anneee!" deyip ağlayan Miraç'a ayağımdaki terliği çıkarır gibi yaptım. Hemen susmuştu.

"Seni gidi hınzır seni." diyip başımı salladım. Alisa'nın üzerine yumurta fırlattığı yetmiyormuş gibi bir de şikayet ediyordu.

Kadir uyuyakalmıştı. Yumurtalı menemeni yapıp önüne koyunca biraz olsun huzur bulmuştuk. Çay demlenirken evde derin bir sessizlik vardı. Bir gözüm Miraç'taydı. Allah'tan uslu uslu yemeğini yiyordu.

Kapının önünden traktör gürültüyle geçerken ev hafifçe sallanmaya başladı. Köy çocukları bağıra çağıra traktörün peşinden gidiyorlardı. Ne oluyor diye cama çıkınca, küçük çocukların alaylarına maruz kaldım: "Aa, Masal Abla gelmiş..."

Çocuklar anlaşmış gibi hep bir ağızdan bağırarak "Hoş geldin." dediler.

Onların bağırmalarına kulaklarını tıkayıp, çocuklara kaşlarımı çatarak susmalarını söyledim. Alisa da diğer cama çıkıp gürültüyü selamladı.

Çocuklara kızmaya başladım; onlar da inadına daha çok ses çıkarıyorlardı. Bir tanesi benimle çok dalga geçiyordu. Ötekiler çocuğun sözlerini ağzını tıkarken, dalga geçen çocuk arada söylenmeye devam ediyordu.

"Bak, getirme beni oraya yoksa..."

Öteki gülerek sağa sola sallanıp, "Hiçbir şey yapamaz ki," dedi zevkle.

"Geliyorum ulan, bekleyin, sakın kaçmayın!"

Pencereyi kapatmış, aşağı iniyordum ki Alisa gülmeyi bırakıp gitmememi söyledi: "Ne yapıyorsun? Onlar çocuk, daha ne dediklerini kendileri de bilmiyorlar. Hiç şuncacık sabinin söylediklerine kızılır mı?"

"Hakaretlere sessiz mi kalayım?" Dedim. Dışarıdan bana seslenen çocuklar gülerek alay ediyorlardı. Kaşla göz arasında soluğu çocukların yanında almıştım.

Alisa hemen aşağı inip bana engel oldu. Alay eden çocuk, birden aşağıda belirdiğimi görünce çok korkmuştu. Sözlerimle çocuğun gözünü yeteri kadar korkutmuştum. Çocuk daha fazla dayanamayıp ağlayarak özür diledi.

"Ağlattın çocuğu Masal, onu korkutmakla yaptığının yanlış olduğunu böyle mi öğreteceksin?"

"Bana hakaret ederken hiç küçük çocuk gibi değil."

Çocuk, Alisa'nın merhametinden cesaret alıp arkasına saklanarak yan tarafından gizlice bana bakıyordu.

Alisa çocuğa döndü. Ağlamaması için küçükken sorulan saçma sapan soruları çocuğun ellerini tutup dizlerimin üstüne çöktü: "Bir daha yapmayacaksın, değil mi?"

Gözleri yaşla dolan çocuk hızla başını salladı. Pişman olduğu belliydi. Ben de ona affetmemiş gibi bakınca Alisa yine dayanamadı: "Şunun masum bakışlarına bak, Masal; nasıl da sevimli, öyle değil mi?"

Bilirim ben o masum bakışları der gibi başımı salladım: "Buradan öyle görünmüyor," dedim. Kaşlarını çatarak bana bakıp nedenini sordu.

Sabahtan beri küçük çocuklarla uğraşıyorduk. Onların gördüğü kadar masum olmadığını anlaması için konuştum: "Şu çocuğa sor bakalım, annesini mi daha çok seviyor yoksa babasını mı?"

Anlamamış gibi baktı. Çocuğa dönüp gülümsedi: "Söyle bakalım, anneni mi daha çok seviyorsun yoksa babanı mı?"

Çocuk, ellerini birbirine vura vura "Yunus Emre'yi." diye cevap verince, amacıma ulaştım.

Bana dönüp yanındakini haklı çıkarmak için övmeye başladı: "Bak, çocuktaki zekayı görüyor musun? Bu yaşta Yunus Emre'nin kim olduğunu biliyor. Sen de böyle ilim aşkıyla tutuşan çocuğu azarlıyorsun."

"Peki, şu ilim aşkıyla tutuşan çocuğa bir daha sor bakalım, neden Yunus Emre'yi daha çok seviyor?"

Tekrar çocuğa dönüp sorunca, cevap olarak şöyle dedi: "Ben Yunus Emre'yi iki yüz liranın arkasında olduğu için seviyorum."

Alisa çocuğun cevabına gülünce, elinden kaçarak köyün içine doğru gitti. Diğerleri de peşinden onu takip edince, biz de eve girip kahvaltımıza geri döndük.

Miraç, kardeşi uyanmasın diye kısık sesle televizyon izliyordu. Bizi görünce televizyonun sesini açmıştı. Doğal olarak Kadir ağlayarak uyandı. Susması için onu kucağıma alıp biraz Nesrin Teyzelerde vakit geçirmeyi teklif ettim. O sırada Miraç da köy çocuklarıyla dışarıda oynayıp bizi rahat bırakacaktı.

Alisa'nın kararını beklemeden ayağa kalkıp elini tutan Miraç, "Gidelim" diye tutturdu. Hep beraber Nesrin Teyze'nin evine doğru yola koyulduk.

Alisa yanımda yavaş yavaş yürüyerek konuşuyordu. Yolda yürümeye devam ediyorduk ama hızlanmıştık. Tam ağzımı aralamış bir şey söyleyecekken, gelen bildirimle dikkatim dağılmıştı. Cebindeki telefonu çıkarıp mesajın üzerine tıkladı.

Gökay'a mesaj yazarken yavaşlamıştı. Onu geride bırakıp önden yürümeye başladık. Hızla cevap yazıp bize yetişti.

"Gökay mesaj atmış, seni soruyor. Nerede olduğunu merak ediyormuş," dedi.

"Telefonuma hiç bakamadım, işim başımdan aşkın. İki çocukla uğraşıyoruz; bir orduya bedel. Ömrümden kırk yıl gitti resmen."

Miraç, Alisa'nın tuttuğu elini bıraktı: "Hala biliyor musun, ben seni hiç sevmiyorum. Teyzem senin için orada boşuna okuyor, dedi. Ya, o bana daha iyi bakıyordu. Neden sen geldin ki?"

Kadir'i öteki omzuma yaslayıp Miraç'a alay ederek baktım: "Teyzeniz olacak kadın, yaptırdığı estetiklerin narkozundan ayılamıyor ki gelip size baksın." Alisa gülmeye başladı. Miraç ağzının payını alınca susmuştu.

Nesrin Teyze'nin evinin önüne gelip kapıyı çalarak içeri girdik. Evden gelen hoş yemek kokuları, mutlu olmamıza yetmişti. Sarılma faslından sonra, Nesrin Teyze'nin ısrarı üzerine öğle yemeğine kaldık.

Kadir'i sessiz bir odada uyutmaya gittim. Miraç da dışarı çıkıp arkadaşlarıyla oyun oynamaya gitti. Çocuk hemen uykuya dalınca kapıyı kapatıp odadan çıkarak Alisa'nın yanına gittim.

Sofra hazırlıklarına yardım etmeyi bitirince oturduk. Pilav ve sarmayı gördüğümde daha da acıktığımı hissettim. İştahla yemek yerken, düşüncelere dalıp giden Alisa'ya baktım. Sanki hayatında ilk defa sarma görmüş gibi tabağıyla bakışıyordu.

Kalem gibi ince bir tanesini çatala batırıp göstere göstere, "Sarma görünce dalıp giden bir sensin herhalde! Yesene kız, çok lezzetli olmuş. Ellerine sağlık, Nesrin Teyzem." dedim.

Daldığı hayalden kurtularak sarma için teşekkür etti. Nesrin Teyze gülerek Alisa'ya baktı: "Daha bir tane bile yemedin ki, kızım. Hadi afiyet olsun. Yiyin bakalım, o kadar yoldan geldiniz."

Arkadaşımın sevdiği yemeklerden biri tam önünde duruyordu ama iştahı kaçmış gibi hiç tabağına dokunmadı. Telefonum çalınca yana kaydırıp açtım:

"Alo anneciğim... Nerede miyiz? Kıymetli torunlarınla ilgileniyoruz. Evet, anne, Alisa da yanımda... Siz ne yapıyorsunuz? Gerçekten mi? Tamam anne, kapat şu ân, işim var. Ben sonra seni ararım."

Telefonu kapatıp Alisa'ya döndüm: "Annemler köye geliyor. Bizim buradan hemen gitmemiz gerek. Onlara evde olduğumuzu söyledim. Bizi burada görmemeliler."

"Buraya mı geliyorlar şimdi?"

"Yola çıkmamız gerekiyor. Kahvaltı masasını toplamadık. Birazdan burada olurlar." Hızla ayaklanıp Kadir'i odadan aldım ve apar topar oradan ayrıldık.

"E, Nesrin Teyze bizi gördü. Ya kızınız az önce buradaydı derse? Hem dayın da bizi gördü."

"Annem, Nesrin Teyze'yi pek sevmez. Yıllardır görüşmüyorlar. Konuşturma beni, hemen eve gidelim. Mehmet Dayım çok yalan söylemekten adı çıktığı için annem onun hiçbir dediğine inanmaz." dedim.

Eve geldiğimizde etrafı topladık. Akşam olmak üzereyken geldiler. Yengem ve abim gelmemişti. Hal hatır sorup durumu öğrendikten sonra anneme yeğenlerimi bırakıp köyden çıktık.

Yol boyunca uyudum. Durmadan gelen bildirim sesleriyle gözlerimi açıp Alisa'ya baktım. Araba kullandığı için mesajın kimden geldiğine bile bakmıyordu.

"Mesajları atan Araf mı? Yoksa reklam şirketleri mi?"

"Evet, reklam şirketleri. Yakamızı bırakmıyorlar ya, şu mesajı illâ gönderecekler."

"Beni de çok rahatsız etmeye başladı. Yok kasım ayı indirimi, yok fırsat indirimi..."

Yolda mola verirken dışarı çıktım. Bir elimde tost ve çikolatayla geri döndüm. Anlamamış gibi yüzüme bakıp sordu: "Tostu anladım da çikolata niye?"

"Buralarda başka market yok. Çikolatasız yapamam, biliyorsun." dedim.

***

Uzun yolculuğumuzun ardından nihayet eve adımımızı atmıştık. Gelmiştik gelmesine ama Masal'ı Gökay'la nasıl buluşturacaktım?

Ona gerçeği söylesem, yorgun olduğunu söyleyecekti. Gökay'a yardım edeceğime söz vermiştim. Keşke söz vermeseydim, şimdi ne bahane bulsam diye düşündüm: "Dışarı çıkalım mı, temiz hava alırız."

"Dışarı çıkmak istemenin nedeni temiz hava almak mı, yoksa..." Devamını getirmesine izin vermedim: "Alt tarafı hava güzelken dışarı çıkıp biraz eğlenmek istedim."

"Tamam, bir şey demedim, dışarı çıkmak istiyorsan çıkalım."

"Gerçekten mi?"

"Sen benimle köye kadar geldin, ben seninle dışarıya mı çıkmayacağım? Hadi çıkalım."

Canım arkadaşım deyip sarılacakken Masal, abartılı tepkimden şüphelenecek diye korktum. Hemen kendimi toparlayıp kollarımı geri çektim.

Telefonunu içeride unuttuğunu söyleyip eve yolladıktan sonra, etrafı şöyle bir kolaçan ettim. Ona fark ettirmeden daha önce telefonunu yanıma almıştım. Biraz zaman kazanmak için bu yalanı buldum. Telefonumun kilidini açıp Gökay'a mesaj attım.

"Onu dışarı çıkarmayı başardım. Attığın konuma Masal'ı göndereceğim ama onu üzecek herhangi bir şey söylemeyeceksin."

Gökay: Üzmek için değil, mutlu etmek için yanıma getireceksin.

Masal nefes nefese yanıma geldi: "Telefonumu mu düşürdüm? Evi aradım, her yere baktım, yok."

Yalanım ortaya çıkmasın diye, "Belki bendedir. Dur, bir çantama bakalım, aaa buradaymış..." deyince Masal rahatlamıştı: "Aslında evde benim aklıma gelmişti ama neyse, telefonum bulunduğuna göre artık sorun kalmadı. Şimdi nereye gidiyoruz?"

Gerçekten bu saçma oyunuma inanmasına şaşırıyordum. "Çok güzel bir yer biliyorum. Yeni keşfettim, bayılacaksın.

Gökay'ın gönderdiği konuma gelmiştik. Yarım saatten fazla mekanda oturmuş, gelmesini bekliyorduk. Vakit geçtikçe elim ayağım birbirine dolaştı. Bir bahaneyle tuvalete gittim. Onu defalarca aramama rağmen telefonlarımı açmıyordu. Başına bir şey mi geldi, diye düşünmeden edemedim.

Mesaj atıp arkadaşımın yanına döndüm. Gökay'ı beklerken bir şeyler içmek iyi olabilirdi. Böylece Masal da şüphelenmemiş olurdu.

Menüye göz atarken garson, siparişimizi vermemiz için bekledi. "Ben sütlü bir kahve alayım. Köpüksüz ve şekersiz olsun." dedi Masal.

Garson not alırken bir ân, arkadaşımın Masal'ın dediğini doğrulamak istercesine yüzüne bakıyordu. Ardından bana sıra geldi: "Ben de bir tane bol köpüklü Türk kahvesi alayım."

Garson siparişlerimizi aldıktan sonra uzaklaştı. Yalandan bir sohbet başlattım.

İki saat sonra mekânda bizden başka kimse kalmamıştı. Gökay'ın gelmeyeceğine kesin emin olmuştum. Gelmeyecekti; o zaman neden beni boş yere uğraştırmıştı?

Masal her an yalanımı yakalayacak diye ödüm koparken, o ise telefonlarıma cevap dahi vermemişti. Gökay'ı elime geçirirsem, Masal'dan önce ben pişman edecektim!

Eve dönerken yolda kaldığımız sohbete devam ediyorduk. Masal'ın bitmez dedikodu kilidini açmıştım. Eve vardığımızda ise pijamalarımızı giyip kendimizi yatağa attık.

Bölüm : 01.08.2024 23:47 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...