Yeni Üyelik
28.
Bölüm

28. Bölüm

@madrabazbiryazar

Sabah uyandığımda yatağımda değil de sanki yerde uyuyakalmışım gibi bir ağrıyla gözlerimi araladım. Kendime geldiğimde ise bilmediğim bir yerdeydim. Gerçekten buz gibi bir zeminin üzerinde buraya nasıl geldiğimi anlamaya çalışıyordum. Karşımda siyahlar giymiş beşten fazla adam duruyordu. Uyandığımı fark edince ne yapacaklarını şaşırır gibi yüz yüze baktılar. Korkudan geri çekilerek, "Siz kimsiniz, ben buraya nasıl geldim?" Biri bile ağzını açıp soruma cevap vermedi. Korkum daha da arttı. Bunlar Araf'ın bahsettiği peşimde olan adamlar olmasın? Ama bu olamaz. Acaba rüyada mıyım? Ellerim buz gibi zemini hissediyor. Hayır, burası öyle soğuk ki rüya olmayacak kadar gerçek.

"Benden ne istiyorsunuz, arkadaşım nerede?"

Konuşurken titrememe engel olamadım. Üşüyordum, sanki biri burayı özellikle soğuk olmasını istemiş gibiydi. Çok geçmeden kapıdan biri geldi. Yaklaşınca kim olduğunu anca görebildim. Gözlerime inanamıyorum. Ağzımdan istemsizce kaçırarak sesli söyledim: "Araf senin burada ne işin var?"

İşaret parmağını dudaklarına değdirmeden susmamı söyledi. Hiç umurunda değilmişim gibi adamlardan birine, "Gökay'ı da getirmenizi istemiştim, o nerede?" Diye sordu.

Hepsi başlarını yere eğmişti. Cevap vermeye korkuyorlardı. İçlerinden biri konuşmaya çekinir gibi bir sesle, "Efendim, Gökay Bey'i getirmek biraz zor..."

Araf kaşlarını çatarak karşısındaki adama sinirle, "Nedenmiş o?" diye sordu.

"Siz de biliyorsunuz ki Gökay Bey çok iyi dövüşüyor."

Olanları ağzı açık dinliyorum. Ne olduğunu anlamamıştım ama burada kötü şeyler olduğu kesin.

Araf'ın bakışlarından sonra karşısındaki adamlardan biri diğerlerine Gökay'ı getirmelerini emretti. Birkaçı depodan dışarı çıkıp gittiler.

Araf, kalan adamlara dönüp "Siz ne güne duruyorsunuz, belinizdekiler süs olsun diye mi var?" Dedi.

"Efendim yani Gökay Bey'e silah mı çekelim?"

Gözlerim dehşetle açıldı. Kendime engel olmayıp söze karıştım: "Sen delirdin mi, arkadaşını öldürmeyi mi planlıyorsun?"

Yüzüme alay ve sinirle karışık bir gülümseyişle, "Gökay'la bir olup arkamdan iş çevirdiğinizi öğrenemeyeceğimi mi sandın?" Deyince kalakaldım. Bütün bunların sebebini geç olsa bile sonunda anladım. Araf burnundan soluyordu. İşte şimdi bitmiştim. Keşke elimi biraz çabuk tutsaydım da Gökay'a gidip vazgeçtiğimi söyleseydim. Anlaşmamızı Masal ve bizden başka kimse bilmiyordu. Bunu Masal'ın yapmadığına emindim. Gökay'da söylemiş olmazdı. O hâlde bu sırrı kim söylemişti? Bir süre sessizce bekledim ama hiç kimseden ses soluk çıkmıyor. Gökay'ın gelmesini beklerken burada donacaktım.

"Ben tam olarak ne için buradayım? Çok soğuk burası, üşüdüm."

"O zaman daha sıkı giyinseydin!"

Benimle dalga geçer gibi konuşuyor. Titremeyi bırakıp cevap verdim: "Buraya gelirken fikrim alınmadı maalesef kışlıkları yazın giymek gibi bir fantezim yok."

"Her şeye de bir cevabın var!"

"Beni buraya ne hakla kapatırsın?"

"Peki sen ne hakla beni Carly'den ayırmayı düşündün!"

Sözlerini daha fazla dinlemedim: "Eve gitmek istiyorum."

"Gökay gelmeden hiçbir yere gidemezsin."

"Gökay gelene kadar ben burada buz kütlesine dönüşeceğim. Eve gitmek istiyorum."

Araf ellerini açıp etrafına bakarak "Abartma burası o kadar da soğuk değil."

"Burası soğuk değilse adamlarının üzerindeki kabanlar ne oluyor, aksesuar mı? Basbayağı soğuk burası!"

"Sus artık!" Sesi depoda yankılandı.

"Azıcık centilmen ol, dünya senin zannettiğin gibi düz değil!"

"Bu kadar korkmana gerek yok merak etme burada donarak ölmezsin."

"Parmaklarımı hissetmiyorum. Burada donarak ölmemi seyretmeye gelmediysen o zaman ısınmam için bir şeyler yap."

"Gördüğün gibi bende de kaban yok. Üzerimdeki gömleği istiyorsan bu sana büyük gelir. Bununla ısınacağını hiç zannetmiyorum."

"Senden gömleğini falan istemedim sadece eve gitmek istiyorum."

"Eve gidemezsin diyorum! Yoruldum sana laf anlatmaktan!"

"Ne duymak istiyorsun ki, her şeyi öğrenmişsin işte! Beni buraya hesap sormak için mi getirdin? Tamam o zaman madem çok duymak istiyorsan birde benden duy, Gökay'ın teklifini başta kabul ettim ama sonra pişman olup vazgeçtim. Benim seninle ya da Carly'le bir derdim yok! Bırak beni lütfen, ben evime gitmek istiyorum!"

"Bu lafları sana Gökay mı ezberletti?"

"Ben ezbere konuşmuyorum içimden ne geçerse onu söylüyorum!"

Araf, söylediklerimi hiç duymamış gibi sinirle konuştu: "Ne zannettin, seninle sevgili olacağımı falan mı? Gerçekten kendine bu kadar güveniyor musun, yoksa Gökay'ın teklif ettiği para çok mu cazip geldi!"

Üzerime kara bir leke gibi yapıştırmak istediği bu imalarına tahammülüm kalmamıştı. Gözlerim dolsa da ağlamayacaktım. Ağlarsam duygu sömürüsü yaptığımı düşünecekti.

Beni böyle aşağılayamazdı. İçimden geçenleri söylemeliyim. Ona olan sevgim bir ân nefrete dönüştü. Tüm cesaretimi topladım: "Gökay'ın verdiği miktardan çok, bu dünyayı sana dar etmek daha cazip geldiği için kabul ettim, anladın mı?!"

Bana acır gibi bakarak "Şu hâlinle bile bana meydan okuyorsun öyle mi, bravo! Oynadığın oyunla seni seveceğimi düşünmüşsün. Yazık sana, hem de çok yazık!"

Ben de yaptığımla övünmüyorum ama o karşımda böyle konuştukça da kendime engel olamıyorum. Beni küçük düşürmeye çalışıyor. Ona bir hatırlatma yapmanın zamanı gelmişti: "Carly'e yardım ettiğim günün akşamı peşimden gelen de bendim zaten! Hatta izin verseydim sevdiğini bile söylerdin."

"O gün sana söylemek istediğimi anladın demek... Ben o gün senin bir aptal olduğunu düşünmüştüm."

"Ne oldu Araf aşkına karşılık bulamayınca üzüldün mü?"

"Eğer seni gerçekten sevseydim o gün eve gitmene müsaade etmezdim. Yani sadece bir ânlık boşluğuma gelmiş oldun."

"Yakında benden başka bir şey düşünemez olacaksın Araf. Bu sözümü unutma."

"Unuttum bile."

"Ziyanı yok, nasıl olsa her şeyin bir vakti var."

"Bence sen kendini kandırmaya devam et çünkü sen anca bunu yapabilirsin."

"O gün yediğin sarmalar var ya... İçine zehir olsun inşallah!" Tabii bunları içimden değil de yüzüne haykırmak isterdim.

"Yüzüme bakacağına kendini savunacak başka yalanlar bulsana hadi!"

Dikkatini dağıtacak bir şeyler mi söylesem yoksa kaderime razı mı gelsem? Tercihi düşünmeme gerek yoktu. Tabii ki dikkatini dağıtacak bir şeyler söylemeliydim.

Araf diz kapağının birini yere koymadan üzerinde durarak yüzüme bakıp konuştu: "Gökay gelene kadar senin hesabını görelim bakalım."

Kendimi savunmaya devam ettim: "Gökay'ın teklifini kabul etmiş olsaydım. Seni sevdiğime inandırıp Carly'den ayırmış olurdum. Kendin o kadından ayrılmak istediğinde ben sana ne söylemiştim hatırlasana!"

Araf bir şey söylemedi bir süre düşündü. Çatılan kaşları düzelir gibi olunca doğru yolda olduğumu anladım. Devam edecektim ki adamlardan biri Araf'a yaklaşarak, "Efendim, Gökay Bey'i getirdik." Dedi.

Araf az önce söylediklerimin etkisini kaybetmiş gibi yüzüme küçümseyici bir bakış attıktan sonra ayağa kalkıp Gökay'a doğru gitti.

Adamların ağzı yüzü kan içindeyken tam aksine Gökay'ın yüzünde bir çizik bile yoktu. Gömleğinin kollarını geri katlarken konuştu: "Adam dövmek için saat sekizi mi seçtin?" dedi.

"Ne lan bu adamların hâli, ben sizi kaç kişi yolladım?" diye sordu siyah giyen adamlardan biri.

Gökay'ın kendinden emin gülüşüyle, "Benim kim olduğunu unuttun sanırım. Bu konuda mütevazı olamayacağım. Bu arada içlerinden bazılarını ortopediye yolladım. Birkaçında ciddi hasar oluştu, artık bir ara hastane ziyaretlerine giderim."

Araf, arkadaşının söylediklerine takılmadı. Ciddi ses tonuyla konuştu: "Alisa ile yaptığın plandan haberim var Gökay."

"Olanları zaten biliyordun. Yine niye sinirlendin ki? Her şey şu kızcağızın dediği gibi oldu. Tekrar mı anlatayım? Alisa başta kabul etti fakat ne oldu bilmiyorum ama sonra teklifimi reddetti. Kızın bir suçu yok. Burada suçlu biri varsa da, o Alisa değil, benim!" Dedi Gökay.

Yerden kalkıp ellerimdeki tozları temizlemek için birbirine sürttüm. Yanlarına gittim. "Madem benim bir suçum olmadığı ortaya çıktı, o zaman ben eve gideyim. Size iyi boğuşmalar..." deyip gidecekken Araf'ın sesiyle irkildim.

"Sana gidebilirsin diyen olmadı!"

"Bir de senden izin mi alacağım, duydun işte benim suçum yok! Şimdi mahvettiğin uykumu tamamlamaya gidiyorum."

Kapıya geldiğimde korumalar çıkmama izin vermediler. Gerisin geriye dönmek zorunda kaldım. Aynı yere geldiğimi gören Araf, gülerek alayla karışık, "Noldu, gidemiyor musun?"

Araf'ın söyledikleriyle ilgilenmiyormuşum gibi "Gökay şu kapıdakileri de halleder misin, şu yanındaki şeyle muhatap olmak istemiyorum!"

Araf, gözlerini bana dikerek Gökay'a "Şey diye bana mı dedi o?"

Gökay'da anlamamış olacak ki tekrar etti: "Şey derken?"

"Yani hem her şey hem de hiçbir şey!"

Gökay alayla bana bakarak, "Yani, şu mistik ortamda felsefe yapmanın sırası mıydı?"

"Gökay hadi, bizi buradan çıkart dondum!"

"Hakikatten çok soğukmuş burası, gidelim."

Gökay'ı gören korumalar kapıyı açıp bize yol verdiler. Depodaki soğuğun aksine dışarıda güneş vardı. Soğuktan donmak üzereyken bu iyi gelmişti. Depo önünde Gökay'a teşekkür etmeyi ihmal etmedim.

"Biliyor musun, senin şu sevdiğin adamı ikna etmek çok zor."

Kaşlarımı çatıp söylediklerine itiraz ettim: "Nerden benim sevdiğim oluyormuş, ayrıca ne ikna etmesi, ne diyorsun anlamıyorum?"

"Ben dün her şeyi anlattım. Hem de yalansız. Dürüstçe... Bana kızmasına alışığım ama işin içinde sen de olunca sinirden deliye döndü. Akşam sakindi sabah yine niye sinirlenmiş anlamadım?"

"Ne demek her şeyi anlattım, delirdin mi sen! Nasıl yaparsın ya böyle bir şeyi? Ya beni öldürseydi?!"

Ellerini cebine koymuş rahat rahat konuşuyordu: "Merak etme o sana bir şey yapamaz. Kıyamaz. Nerden biliyorsun diye de sorma."

Son söylediğine takılmadım: "Ondan her şey beklenir, baksana bizi buraya kadar getirtti. Hesap sordu!"

"Onunda huyu bu, ne yaparsın?"

Depodan çıkan Araf'ı gördüğümde kendime engel olamayıp sinirle o tarafa gittim: "Bana baksana sen kendini ne sanıyorsun? Ben, senin canın istediği zaman hırsını çıkaracağın oyuncağın değilim! Gökay'la bir olup benimle oyun oynadın."

"Oyunu beğenmeyene de bakın, aynı adamla bir olup beni kandırmak isteyen kim acaba?"

"Ben seni kandırmadım, neden açıklama yapıyorum ki? Senin için değmez!"

Gökay araya girerek,"Ne kırk yıllık evli çiftler gibi sürekli didişiyorsunuz! Dır dır dır! Yeter be, kafam şişti!"

"Sen sus, arkadaşımı ekip Araf'la mekana gitmişsin, boşuna iki saat seni bekledik!"

"Şimdi şöyle oldu, ben tam kendimi affettirmek için her şeyi hazırlamışken-"

"Bir de açıklama yapıyor!"

"Her şeyi berbat ettiğimin farkındayım ama maalesef zamanı geri alamıyorum!"

"Zamanı geri alabilsen ne değişecek sanki Gökay?" diye cevap verdim.

"Bilmem belki ona sevdiğimi söylerdim."

Araf, Gökay'a şok olmuş gibi baktı: "Hani sevmiyordun sen o kızı? Hani o senin için basit biriydi?"

"Kimse dış görüntüsünden ibaret değildir. Hiç umurunda dahi olmayan birine aşık olabilir insan..."

"Yani sen şimdi Masal'dan hoşlanıyor musun, doğru duydum değil mi?"

Tekrar söylemeye gerek duymadı: "Kabul et çok inatçı bir arkadaşın var." Diyerek geçiştirdi.

"Masal'ın karşına bir daha çıkmayacaksın, onu üzmeye hakkın yok Gökay."

"Nerede karşılaşabiliriz ki? Karşısına çıkmayacağıma söz verdim işte!"

"Çok güzel sözünde durmaya devam et." Dedim.

Söyleyeceklerim bitmişti, bir ân önce eve gitmek istiyordum.

Kitabıma ilginizden ötürü hepinize teşekkür ediyorum. Giderek okunma sayımız artıyor. Güzel yorumlarınızı okudukça çok mutlu oluyorum.

Loading...
0%