
Şirkete gittiğimde Carly, masamın yanındaki koltukta beni bekliyormuş gibi oturuyordu. Onu umursamadan koltuğuma geçip oturdum. Bir şey söylemeye gelmiş gibi yüzüme bakıyordu. İşimi bırakıp ne istediğini sordum. Gözlerime keskin bir nefretle bakmıştı: "Onu seviyorsun, değil mi?"
"Carly, ses tonuna dikkat et. Sen bana hesap soramazsın, karşında kim olduğunu unutma."
Yüzüme acıyarak baktı: "O kadın seni kandırıp kendine aşık etti. Bunların hepsi bir oyun, bunu Gökay'la beraber planladılar."
"Sen ne saçmalıyorsun? Bu ilişki bitti, neden anlamamakta bu kadar ısrar ediyorsun? Alisa arkamdan iş çevirmez. Neden yapsın ki?"
"Seni kandırmayı başarmış. İnanmıyorsan, git Gökay'a sor; yaptığını itiraf eder mi bilmiyorum, sonuçta bizi ayırmak için her şeyi yaptı ve bunu başardı."
İnanmamış gibi yüzüne bakmayı bırakıp işimle ilgilenince dikkat çekmek için odadan gitmeyip elini masaya vurdu: "Ben doğruyu söylüyorum. Onlar yalancı. Birlik olup bizi ayırmayı başardılar. O ikisi bir anlaşma yaptı, anla artık! Alisa masum değil, o tam bir şeytan!"
"Kanıtın yoksa boşuna dil dökme, çünkü ben de elimde hiç kanıt yokken Erdal'la iş birliği yapmadığımı ispatlayamıyorum. Elinde kesin bir kanıtın var mı?"
Carly kontrolden çıkmış gibi bağırıp çağırmaya başladı: "Elimde kanıt yok ama onlara sorsan inkar etmez."
Alisa ve Gökay arkamdan neden iş çevirsinler ki? Carly kesinlikle yalan söylüyordu. Sevdiğim kadına sonuna kadar güvenmek istiyordum ama içime öyle bir şüphe düşürmüştü ki o da bunun farkına varıp çıkıp gitti.
Ne yapacağıma karar verirken düşünmeye başladım. Bu hareketler Gökay'dan beklenirdi çünkü Carly'den alması gereken bir intikam vardı ama Alisa'nın bunu neden yapacaktı ki? Bu işten çıkarı nedir ki Gökay'a yardım etsin? Düşündükçe tatmin edici bir cevap bulamıyordum. Bir mekâna gidip sakinleşmek istedim.
Gökay arıyordu. Carly'nin sözleri tekrar kulağımda yankılandı. Telefonu açtım. Mekandan gelen sesleri merak etmişti: "Kardeşim, neredesin sen ya, bu sesler ne?"
Mekânda olduğumu söylediğimde yanıma gelmeyi teklif etmişti. Telefonu kapatıp adresi gönderdim.
Kafa dinlemek için geldiğim yerde oturup bir şeyler içmek istedim. Mekândaki gürültüyü duymuyormuş gibi dalgın dalgın insanları izlemeyi bırakıp bara doğru gidip oturdum. Tam yeni bir içecek isteyecektim ki yanıma bir kadın geldi: "Selam, oturabilir miyim?"
Soğuk ve emredici ses tonuyla "Otur!" diye karşılık verdim. Canım yeterince sıkılmıştı. Kimseyle uğraşmak istemiyordum. Aramızdaki mesafe uzak olduğu için konuşmak isteyen kadın, ayağa kalkıp taburesini daha da yaklaştırdı.
Yoğun bir parfüm kokusu alınca başımı ondan tarafa çevirip yüzüne baktım. Gülümseyip, barmene döndü. Gürültüyü bastırmaya çalışarak yüksek sesle söyledi: "Her zamankinden iki tane lütfen!"
Barmen, gürültüde söyleneni bir çırpıda anladığını belirterek başıyla onayladı. İçecekler hazırlanmaya başlayacaktı ki duyulsun diye sesimi biraz daha yükselttim: "Hanımefendininki kalsın, ben içmiyorum."
Kadın hiç bozuntuya vermeyip gülümsemişti: "Başka bir şey istiyorsan, onu da ısmarlayabilirim. Sorun yok."
Bu gülüşe karşılık, onunla ilgilenmediğimi belli edercesine başımı diğer tarafa çevirdim. Yaptığım harekete sinirlenmişti. Hemen tavrını değiştirip, "Güzel vakit geçireceğimize inanmıştım ama yine de sen bilirsin. İyi eğlenceler!" dedikten sonra içkisini alıp yanımdan uzaklaştı. Tam o ân da Gökay geldi.
Selamlaştıktan sonra durumu çözmeye çalışan bir dedektif gibi uzaklaşmakta olan kadına baktı: "Az önce giden kadın sana mı trip attı, yoksa bana mı öyle geldi? Güzel kızmış, niye reddettin? Ne güzel vakit geçirirdiniz."
"Dalga geçmeyi bırak. Her kadın ilgimi çekmiyor!"
"İlgini çeken kadınları bir tarif etsene, merak ettim. Carly gibi olmadığı kesin."
Utanmadan bir de gülüyordu! Ben mi yanlış anlıyordum, yoksa Gökay gerçekten bir şeyler mi karıştırıyordu? Geçip oturdu. "Sen buralara pek gelmezdin, ne oldu? Carly'le mi bozuştunuz? İnşallah ayrılırsınız... Yani, umarım aranız düzelir demek istemiştim."
"Carly konusu kapandı. Bu sefer bittiğine kendisi de emin oldu."
Ayrıldığımı söyleyince nasıl sevindiğinin farkındaydım. Ağzı kulaklarındaydı: "Oh be, sonunda! Ne buluyordun o kadında, ben anlamıyorum. Senin adına çok sevindim, kardeşim... Darısı Carly'yi aldattığın kadının başına... Gerçi böylece Carly ile ödeşmiş oldunuz ama neyse..."
"Gökay, ağzını yüzünü dağıtırım." Bu konuda daha fazla konuşursa gerçekten kendimi tutamayacaktım.
Sabah uyandığımda yatağımda değil, sanki teneşirde uyuyakalmışım gibi sırtımda bir ağrıyla gözlerimi araladım. Kendime geldiğimde bilmediğim bir yerdeydim. Etrafım korkunç çengellerle doluydu. Buz gibi bir zeminin üzerinde buraya nasıl geldiğimi anlamaya çalışıyordum. Karşımda siyahlara bürünmüş beşten fazla adam duruyordu.
Uyandığımı fark edince ne yapacaklarını şaşırır gibi yüz yüze baktılar. Bunlar Araf'ın yanında daha önce hiç görmediğim kişilerdi. "Siz kimsiniz, ben buraya nasıl geldim?" dedim. Hiçbiri ağzını açıp soruma cevap vermedi. Acaba rüyada mıyım? Ellerim buz gibi zemini hissediyordu. Burası öyle soğuk ki rüya olmayacak kadar gerçekti.
Öyle üşüyordum ki sanki birisi özellikle soğuk olmasını istemişti. Çok geçmeden kapıdan biri girdi. Yaklaşınca kim olduğunu ancak görebildim: "Araf?"
İşaret parmağını dudaklarına değdirmeden susmamı söyledi. Hiç umrunda değilmiş gibi adamlardan birine dönüp kısık sesle azarladı: "Size onu depoya götürün dedim, İlker. Çuval gibi yere bırakın demedim. Hemen gidip ellerini çözün."
Onları duymuştum. İlker adlı adam, bana doğru gelerek ellerimdeki plastik ipi kesti. Bileklerimi ovuşturup Araf'a baktım: "Kim sana beni kaçırman için emir verdi? Erdal mı?"
Ne olduğunu anlamamıştım ama burada kötü şeyler olduğu kesindi. Araf, karşısındaki adamlardan birine Gökay'ı getirmelerini emretti. Birkaçı depodan dışarı çıkıp gidince gözlerim dehşetle açıldı. Kendime engel olmadım: "Sen delirdin mi? Gökay'ı öldürmeyi mi planlıyorsun?"
"Onunla bir olup arkamdan iş çevirdiğinizi öğrenemeyeceğimi mi sandın?" Neyden bahsettiğini anlamıştım. Keşke elimi biraz çabuk tutsaydım da Gökay'a gidip bu işten vazgeçtiğimi söyleseydim.
Anlaşmamızı Masal ve bizden başka kimse bilmiyordu. Bunu Masal'ın yapmadığına emindim. Gökay da canına susayıp söylemiş olamazdı. O hâlde bunu nasıl öğrenmişti? Bir süre sessizce bekledim ama hiç kimseden ses soluk çıkmıyordu. Onun gelmesini beklerken burada donarak ölecektim.
"Ben tam olarak ne için buradayım? Çok soğuk, üşüyorum."
Yüzüme bakmadan dalga geçti: "Daha sıkı giyinseydin." Ben bu muameleyi hak etmiyordum.
Titremeyi bırakıp cevap verdim: "Buraya gelirken fikrim alınmadı, maalesef kışlıkları yazın giymek gibi bir fantezim yok."
Sözlerimi umursamadı. Gökay'ın gelmesini dört gözle bekliyordu. O sırada bana döndü: "Her şeye de bir cevabın var."
"Beni buraya ne hakla kapatırsın?"
"Peki sen ne hakla arkamdan iş çevirirsin? Sana güvenmiştim, Alisa. Bir aptal gibi hep iyi biri olduğunu zannetmişim." Sözlerini daha fazla dinlemedim: "Eve gitmek istiyorum."
"Gökay gelmeden hiçbir yere gidemezsin."
"O gelene kadar ben burada buz kütlesine dönüşeceğim. Eve gitmek istiyorum."
Etrafına göz gezdirdi: "Burası o kadar da soğuk değil."
"Ya öyle mi? Soğuk değilse adamlarının üzerindeki kabanlar ne oluyor, aksesuar mı? Basbayağı dondurucu burası! Azıcık centilmen ol, dünya senin zannettiğin gibi düz değil!"
"Korkmana gerek yok, merak etme. Henüz burada donarak ölen olmadı."
İnce pijamalarımla kışın ortasındaymışım gibi donuyordum: "Parmaklarımı hissetmiyorum. Donarak ölmemi seyretmeye gelmediysen, ısınmam için bir şeyler yap."
"Gördüğün gibi bende de kaban yok. Üzerimdekileri istiyorsan, bu sana büyük gelir. Bununla ısınacağını hiç zannetmiyorum."
"Sadece eve gitmek istiyorum."
"Eve gidemezsin, diyorum. Ben sana laf anlatmaktan yoruldum. Sen konuşmaktan bıkmadın."
"Ne duymak istiyorsun ki, her şeyi öğrenmişsin. Hesap sormak için mi buraya getirdin beni? Gökay'ın teklifini kabul etmiş olabilirim ama sonra pişman olup vazgeçtim. Benim seninle ya da eski sevgilinle bir derdim yok. Ben evime gitmek istiyorum!"
"Oyununuz ortaya çıkarsa diye çok korktunuz mu? Sana bunları Gökay mı ezberletiyor?"
"Ben ezbere konuşmuyorum; içimden ne geçerse onu söylüyorum."
Söylediklerimi hiç duymamış gibi yüzüme baktı: "Sen gerçekten kendine bu kadar güveniyor musun, yoksa Gökay'ın teklif ettiği para çok mu cazip geldi?"
Üzerime kara bir leke gibi yapıştırmak istediği bu imalarına tahammülüm kalmadı. Önce kendi yaptığına baksın, sonra bana laf yetiştirsin! Gözlerim dolsa da ağlamayacaktım. Ağlarsam duygu sömürüsü yaptığımı düşünecekti.
Beni böyle aşağılayamazdı. İçimden geçenleri söylemeliyim. Ona olan sevgim bir ân nefrete dönüştü. Cesaretimi topladım: "Gökay'ın verdiği miktardan çok, bu dünyayı sana dar etmek daha cazip geldiği için kabul ettim, anladın mı?!"
"Planladığınız oyunla seni seveceğimi düşünüyor muydun? Yazık, motive olacak başka bir neden bulamadın mı?"
Ben de yaptığımla övünmüyordum, ama o karşımda böyle konuştukça kendime engel olamadım. Beni küçük düşürmeye çalışıyordu. Ona bir hatırlatma yapmanın zamanı gelmişti: "Carly'e yardım ettiğim günün akşamı peşimden gelen de bendim zaten! Dizime başını koyarak evlenme teklifi ettiğin için bundan daha büyük bir motivasyona ihtiyacım olmadı."
"O gün sana söylemek istediğimi anlamana rağmen hiç tepki vermedin. Ben o gün senin bir aptal olduğunu düşünmüştüm."
"Ne oldu? Sevgine karşılık bulamayınca üzüldün mü?"
Ayaklarının üzerine çöküp gözlerini yüzümde gezdirdi: "Eğer seni gerçekten sevseydim, o gün eve gitmene müsaade etmezdim. Yani sadece bir ânlık boşluğuma gelmiş oldun."
Bal gibi de yalan söylüyordu. Ona inanmamıştım: "Yakında benden başka bir şey düşünemez olacaksın. Bu sözümü unutma."
"Unuttum bile."
"Ziyanı yok. Ben hatırlatmasını iyi bilirim."
Dik dik yüzüme bakmaya devam etti: "Bence sen kendini kandırmaya devam et çünkü sen anca bunu yapabiliyorsun. Yüzüme masum masum bakacağına, kendini savunacak başka yalanlar bul. Sana güvenmiştim. Ben sana defalarca kendimi affettirmeye çalışırken, sen Gökay'la ne planlar içindeymişsin de haberim yokmuş."
Dikkatini dağıtacak bir şeyler söyleyip buradan çıkmanın bir yolunu bulmam gerekiyordu: "Gökay'ın teklifini gerçekten kabul etmiş olsaydım, seni kandırmaya çalışırdım. Carly'den ayrılmak istediğinde ben sana ne söylemiştim, hatırlamıyor musun?"
Bir şey söylemeden bir süre düşündü. Çatılan kaşları düzelir gibi olunca doğru yolda olduğumu anladım. Devam edecektim ki adamlardan biri Araf'a yaklaşıp Gökay'ı getirdiklerini söyledi.
Araf, söylediklerimin etkisini kaybetmiş gibi yüzüme baktıktan sonra ayağa kalkıp Gökay'a doğru gitti.
Adamların ağzı yüzü kan içindeyken tam aksine Gökay'ın yüzünde bir çizik bile yoktu. Gömleğinin kollarını geriye katladı: "Adam dövmek için saat sekiz ideal bir zaman dilimi değil."
Araf, arkadaşına bakıyordu. İlker, giden adamları azarladı: "Ne lan bu hâliniz, biz sizi kaç kişi gönderdik!"
Gökay'ın kendinden emin duruşu depodaki herkesi etkilemişti: "Benim kim olduğumu unuttun sanırım. Bu konuda mütevazı olamayacağım. İçlerinden bazılarını ortopediye yolladım. Birkaçında ciddi hasar oluştu, artık bir ara hastane ziyaretlerine giderim."
Araf, arkadaşının söylediklerine takılmadı: "Alisa ile yaptığın planı benden saklayarak ne yapmayı düşünüyordunuz?"
"Yine niye sinirlendin ki? Her şey şu kızcağızın dediği gibi oldu. Tekrar mı anlatayım? Teklifimi kabul etti fakat ne oldu bilmiyorum ama sonra olaylar birbirine karıştı. Kızın bir suçu yok. Burada suçlu biri varsa da, onun suçu değil, bütün kabahat benimdir!" dedi Gökay.
Yerden kalkıp ellerimi temizlemek için birbirine sürterek Gökay'a doğru gittim: "Madem benim bir suçum olmadığı ortaya çıktı, o zaman ben gidiyorum. Size iyi boğuşmalar..." Uzaklaşarak onlardan kurtulduğumu zannetmiştim ki Araf'ın sesiyle irkildim: "Sana gidebilirsin diyen olmadı."
"Bir de senden izin mi alacağım? Kendi kulaklarınla duydun. Benim bir suçum yok. Şimdi mahvettiğin uykumu tamamlamaya gidiyorum."
Kapıya kadar geldiğimde korumalar çıkmama izin vermedi. Gerisin geriye dönmek zorunda kaldım. Aynı yere geldiğimi gören Araf, alay ederek gülüyordu: "Uyumaya gidecektin, sanki ne oldu, vaz mı geçtin?"
Onunla konuşmayacaktım. Gökay'a dönüp rica ettim: "Kapıdakileri de halleder misin? Şu yanındaki şeyle muhatap olmak istemiyorum."
Araf, gözlerini bana dikerek Gökay'a sordu: "Şey diye bana mı dedi o?" Gökay da anlamamıştı: "Şey derken?"
"Yani hem her şey hem de hiçbir şey! Her şey yapıyor ama hiçbir anlamı yok. Tıpkı kendi gibi."
Gökay gülerek baktı: "Yani, şu mistik ortamda felsefe yapmanın sırası mıydı?"
"Hadi gidelim, donmak üzereyim."
"Burası hakikaten çok soğukmuş, tamam geliyorum."
Gökay'ı gören korumalar kapıyı açıp bize yol verdi. Depodaki soğuğun aksine dışarıda güneş vardı. Soğuktan donmak üzereyken bu iyi gelmişti. Depo önünde ona teşekkür etmeyi ihmal etmedim. Gülümsedi: "Araf'ı ikna etmek hiç bu kadar kolay olmamıştı. Bunda senin çok payın var."
Kaşlarımı çatıp sordum: "Ne ikna etmesi? Ne diyorsun, anlamıyorum?"
"Araf'a her şeyi anlattım. Hem de yalansız. Dürüstçe... Bana kızmasına alışığım ama işin içinde sen de olunca sinirden deliye döndü."
"Ne demek, her şeyi anlattım? Nasıl yaparsın böyle bir şeyi? Ya bizi öldürseydi?"
Ellerini cebine koymuş, rahat rahat konuşuyordu: "Merak etme, o sana bir şey yapamaz. Kıyamaz. Nereden biliyorsun diye de sorma, cevap vererek vakit kaybetmek istemiyorum."
Son söylediğine takılmadım: "Ondan her şey beklenir. Erdal'la ortak olup neler planladı. Herkes önce kendine baksın. Şu hâle bak, beyefendi bizi ayağına kadar getirip hesap sordu."
"Onun da huyu bu, ne yaparsın?"
Depodan çıkan Araf'ı gördüğümde kendime engel olamayıp sinirle o tarafa gittim: "Sen kendini ne sanıyorsun? Ben senin oyuncağın değilim! Gökay'la bir olup benimle oyun oynadın."
"Oyunu beğenmeyene de bakın, aynı adamla bir olup beni kandırmak isteyen kim acaba?"
"Ben seni kandırmadım, neden açıklama yapıyorum ki? Sana değmez."
Gökay araya girerek, "Kırk yıllık evli çiftler gibi sürekli didişmeyin. Dır dır dır! Yeter be, kafam şişti!" dedi.
"Sen sus, arkadaşımı ekip Araf'la mekâna gitmişsin. Bizi tam iki saat orada beklettin. Gelmeyeceğini söyleseydin, hiç zahmet etmezdik."
"Şimdi şöyle oldu, ben tam Masal'la buluşmak için her şeyi hazırlamıştım ki."
"Bir de açıklama yapıyorsun Gökay."
"Her şeyi berbat ettiğimin farkındayım ama maalesef zamanı geri alamıyorum."
"Zamanı geri alabilsen ne değişecek sanki?" dedim.
"Bilmem, belki ona sevdiğimi söylerdim."
Araf, Gökay'a şok olmuş gibi baktı: "Hani sevmiyordun sen o kızı?"
"Kimse dış görüntüsünden ibaret değildir. Hiç umurunda dahi olmayan birine aşık olabilir insan..."
"Yani sen şimdi Masal'dan hoşlanıyor musun?" dedim şaşırarak.
Tekrar söylemeye gerek duymadı: "Kabul et, çok inatçı bir arkadaşın var." diyerek geçiştirdi.
"Masal'ı üzmeye hakkın yok, Gökay." Söyleyeceğimi söylemiştim. Tam gidecekken Araf, gitmeme engel oldu: "Seni evine bırakabilirim, buradan kolay kolay araç geçmez. Eve yürüyecek mesafede değiliz."
Söylediği sözlerden ve yaptıklarından sonra kalbimi çok kırmıştı: "Seninle bir yere gitmektense ölürüm daha iyi! Şimdi bin arabana, gözüm görmesin seni."
Gökay'ın gözleri kocaman açıldı. Araf ne yapacak diye bakıyordu. Tartışmalarımıza uzaktan seyirci olmaya kararlıydı.
Araf umursamaz bir tavırla, "Tamam, nasıl istersen öyle olsun." dedi.
Çevreme göz atınca nerede olduğumuzu kestirmeye çalıştım. Eve neyle dönecektim? Gitmeden hemen önce kararımdan vazgeçtim.
"Vazgeçtim, madem beni buraya sen getirdin, o zaman yine sen götüreceksin."
Bu şekilde konuşmama hiç tepki vermedi. Gökay cebinden anahtarlığını çıkarttı: "Seni ben de götürebilirdim tabii illâ Araf'la gitmek istiyorsan, orasını bilemem."
"Hayır. Ben Araf'la gitmek istiyorum."
Gökay kesin karar verdiğimi anlayınca vazgeçti: "Sen bilirsin, hadi sonra görüşürüz kardeşim." Vedalaşmak üzere tokalaştılar.
Araf gülümseyerek Gökay'ın gidişini izledi, sonra yeniden sinirle bana döndü: "Al şu anahtarı, arabaya geç, ben de birazdan geliyorum." Anahtarlığın yuvarlak metal kısmından tutuyordu. Tam elime alacakken geri çekip bir uyarıda bulundu: "Bu araba benim için çok değerli. Sakın ona zarar vermeyi düşünme."
Maddi bir zarar onu ancak kısa süre üzebilirdi. Elimle arabanın olduğu yeri işaret ettim: "Merak etme, uslu uslu oturur, seni beklerim." Söylediğime hiç inanmamıştı.
"Umarım uslu uslu oturursun."
Anahtarı teslim edince arabaya binip beklemeye başladım. İçerisi yoğun parfüm kokuyordu, hem de bir kadın parfümü. Kesin Masal'ın daha önce sözünü ettiği kadına aitti.
Camı açıp biraz hava almak için kapıyı açık bıraktım. O sırada gözüm aynaya takıldı. Çok kötü görünmüyordum ama saçlarım hafif dağılmıştı ve her tarafım toz içindeydi. Saçlarımı ellerimle düzelttim ama üzerimdeki tozlara aldırış etmedim.
İlk beş dakika geçse de ondan sonraki dakikalarda sıkılmaya başladım. Karşımdaki ağaçlara boş boş bakmakla Araf'ın geleceği yoktu. Beni buraya nasıl getirdiler? Masal'ı uyandırmadan içeri girmeleri olanaksızdı çünkü onun uykusu çok hafifti. Bazen en küçük seste uyandığı dahi oluyordu.
Belki Masal'ın erkenden okula gitmesini bekledikten sonra beni kaçırdılar ya da Masal uyanmadı ve beni buraya getirmeleri zor olmadı.
Flascback
Sabah erkenden koşuya gitmiştim. Carly içime öyle bir şüphe düşürmüştü ki başka bir şey düşünemez olmuştum. Ormanın sonuna geldiğimde koşarak eve geri döndüm. Hızlıca duş alıp giyindim.
Aklım Gökay'ın yaptığı itiraftaydı. Eğer kendi ağzıyla söylemeseydi, onu mahvedecektim. Daha önce Carly'den ayrılmam için türlü entrikalar çevirdiyse bile bunda başarısız olmuştu. Gökay gerçekten Carly'den nefret ediyordu. Peki ama Alisa neden benimle oynamak istedi? Düşündükçe işin içinden çıkamıyorum; bu da sinirlenmeme sebep oluyordu.
Kahvaltıyı dışarıda yemek daha iyi olacağından evden ayrılıp güzel bir yere gittim. Tam karşı masadaki çift huzurla sabah kahvaltısını yapıyorlardı. Umursamayıp kahvaltıma devam ettim. Hesabı ödeyip dışarı çıktım. Arabama binip Alisa'nın evine doğru sürdüm.
Henüz saat erkendi ve evinin önüne geldiğimde arabadan inmeyip bir süre düşündüm. O sırada Masal aceleyle bir yere gidiyordu. Çantasına koyduğunu zannettiği anahtarlığı düşürdüğünün farkında olmadan hızlı adımlarla mahalleden uzaklaştı.
Anahtarlığını düşürdüğü için peşinden gitse miydim, diye kısa bir düşünce geçtiyse de sonra bundan vazgeçtim.
Arabadan inip apartmanın kapısı önünde duran anahtarlığı aldım. Merdivenleri çıkıp kapının önüne geldim. Elimdeki anahtarlıkla sessizce kapıyı açarken, Alisa'nın uyanmamış olabileceğini düşündüm, bu yüzden içeri dikkatlice girdim. Kapıyı kapatmayıp odaları gezmeye başladım.
İlk odanın kapısı kapalıydı. Diğer odanın kapısının ise yarı açık olduğunu gördüm. Yavaşça oraya doğru yaklaştım. Alisa'nın sadece saçları görünüyordu. Kapıyı açıp içeri girdim. Birkaç kez seslendim, uyanmadı. Tekrar denedim, hiçbir tepki vermedi. Bir süre yan taraftaki koltukta oturup uyanmasını bekledim.
Yarım saat sonra bu sıkıcı evde uykum gelmeye başlayınca, uyanmasını beklemenin iyi bir fikir olmadığını anlamıştım. O yüzden uyandırmak için bağırdım: "Alisa!"
Gözlerini kısarak yatağından doğrulup bana baktı. Kapanmak üzere olan gözleri daha fazla dayanamadı ve tekrar uykusuna kaldığı yerden devam etti. Sabrımın son demlerindeydim. Seslenmeme rağmen uyanmamıştı. Daha fazla zaman kaybetmeden onu kucağıma alıp evden çıktım. Arabaya bindiğinde bile hâlâ uykusuna devam ediyordu.
Ara sıra aynadan arka koltukta uyandı mı diye kontrol ediyordum. Cama yaslandığından yüzünü tam olarak göremesem de uyanmadığını biliyordum. Deponun önüne geldiğimde adamlardan biri yanıma geldi: "Günaydın efendim."
"Arabadaki kadını uyandırmadan depoya götürün."
Kızı kucağına alıp yanımdan ayrıldı.
***
Daha ne kadar bekleyeceğimi bilmiyordum; kısık bir telefon sesi geliyordu. Etrafı aramaya başlayınca sesin çok yakınımda, hatta torpidodan geldiğini anladım.
Araf'ın telefonu çalıyordu. Ekranda bir kadın fotoğrafı vardı. Adı Yasemin'di. Neydi Masal'ın gördüğü kadının ismi? Nilay mı, Nilüfer mi? Telefonu elime alıp aramanın kendiliğinden kapanmasını bekledim.
Telefonun ekranına bakarken Araf'ın dikiz aynasından geldiğini gördüm. Hemen telefonu torpidoya geri koyup açık olan kapıyı kapattım. Her şeyin eski hâlindeymiş gibi görünmesini sağladıktan sonra derin bir nefes aldım. Geldiğinde sürücü koltuğuna geçip arabayı çalıştırdı.
Telefon tekrar çalmaya başlayınca Araf'a bakmamak için dışarıyı seyrediyordum. Yüzümü ona doğru çevirmeden ne yaptığına baktım. Telefonun çalmasını umursamadı bile. Kim olduğuna dahi bakmadan çalan telefona cevap vermiyordu. Belki önemli biriydi.
"Telefonun çalıyor," dedim.
Yola bakmaya devam etti: "Duyuyorum." Sakin olmaya çalışarak derin bir nefes aldım: "Açmayı düşünmüyorsan, kapat şunu!"
"Niye, rahatsız mı oldun?"
Torpidoyu açıp telefonu elime alıncaya kadar kapanmıştı. Sessizliğimi bozup aklımdaki soruları sordum: "Beni buraya nasıl getirdin?"
Gözlerini yoldan ayırmadı. Cevap vermeyince tekrar sordum: "Sana diyorum, buraya nasıl geldim?"
"Çok zor olmadı."
"Beni o pis ve soğuk yere sen bıraktın, değil mi?!"
"N'olmuş yani, yerde uyandıysan, ayrıca oranın yatağından bir farkı olmadığı belli. Çok da önemli değilsin.."
"Bana yaptıklarının acısını senden misliyle çıkaracağım!"
"Sen bana hiçbir şey yapamazsın."
"Uyurken birini kaçırmak kolay, bir de ayıkken dene de gör, bak bakalım o zaman başına neler geliyor!"
"Uyanmanı bekledim ama uyanmadın. Sana kaç kez seslendim, umursamadın."
"Sen benim evime girdin ve uyanıncaya kadar beni mi seyrettin?"
"Bir de uyuyan insanların masum oldukları söylenir; uyurken şeytanlığından hiçbir şey eksik değildi."
"Seninle tartışmayacağım."
Başını kısa bir süreliğine yoldan ayırıp bana doğru çevirdi ve üzerimdekilere baktı: "Şu hâline bakarsan benimle tartışmaman gerektiğini anlarsın."
Sinirle, "Ne varmış hâlimde?" diye sordum.
"Üzerindeki pijamayı çok aradın mı?" Küçümseyerek söylemişti ama zerre alınmadım: "Kusura bakma, kaçırılacağımı bilseydim daha güzel bir şey giyinirdim."
"En güzel elbiseyi bile giysen, içindeki çirkin olduktan sonra pek bir önemi kalmıyor." dedi acımasızca.
Ne demeye çalıştığını gayet iyi anlamıştım: "Durdur şu arabayı, inmek istiyorum!"
Frene basınca hemen arabayı durdurdu. O da en az benim kadar sinirliydi: "Yol uzun. Yalın ayak eve kadar yürüyebilecek misin?"
"Senin yanında olmaktan iyidir," dedim. Arabadan inip kapıyı kapattım. Camı açtı ve güneş gözlüğünü çıkardı: "Madem kendine o kadar güveniyorsun, sana ormanda iyi günler. Ayakların ağırabilir, hatta belki yaralanabilirsin ama keyfini çıkarmaya bak."
Gaza basarak yanımdan uzaklaştı. Giderek küçülen araba, saniyeler içinde gözden kayboldu. Şimdi ormanda tek başımaydım ve daha da önemlisi yalın ayak eve kadar yürüyecektim. Yolum epey uzun görünüyordu. Elimi çabuk tutup eve gitmeliydim.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 46.9k Okunma |
2.04k Oy |
0 Takip |
37 Bölümlü Kitap |