Yeni Üyelik
30.
Bölüm

30. Bölüm

@madrabazbiryazar

Sabah erkenden dersim olduğu için okula geldim. Ders arasında kahve içmek için uygun bir yer ararken boş bir masa bulup oturdum. Çantamı masanın üzerine bırakıp siparişimi verdim.

Kafa dinlemek ne kadar güzeldi, şu an huzurumu kimse bozamazdı. Tanıdık bir ses adımı söyledi: "Masal." Bu ses? Sanırım çok erken konuşmuştum.

"Senin burada ne işin var hâlâ karşıma nasıl çıkabiliyorsun?"

"Sadece teşekkür etmek için gelmiştim." dedi Gökay.

"Rica ederim yeter ki gönüller bir ol- ya sen deli misin, kalk git şuradan!"

"Masal beni bir dinler misin?"

"Vaktimi seninle kaybetmek istemiyorum."

"Tamam haklısın ama beni dinle lütfen."

"Çok merak ediyorum ne anlatacaksın?"

"Özür dilerim. Yani bir ânlık bir şeydi ve şu an çok pişmanım..."

"Genç adamsın ya üzülme, bir başka kadınla daha birlikte olursun sonra unutursun."

Masadan kalkıp gidecekken Gökay tekrar konuştu: "Bana kızgın olduğunu biliyorum. Haklısın özür dilerim."

Bir öneride bulunarak, "Neden bana verdiğin sözü yerine getirip bir daha karşıma çıkmamayı denemiyorsun?"

Kurnaz adam kızı bu şekilde kendinden birkaç gün ayrı tuttuktan sonra karşısına çıkacaktı. Ciddi bir ifadeyle konuştu. "Uzak durmamı istiyorsan bir daha karşına çıkmam." Sesinin üzgün olmasını ister gibi tane tane konuşuyordu.

"Evet istiyorum. Bir daha sakın karşıma çıkma. Seni yakınlarımda dahi görmek istemiyorum." Dedim.

Çok mu sinirlendim acaba, neden yüzüme süt dökmüş kedi gibi bakıyor?

Mutsuz olmuştu ve kısık bir sesle, "O zaman hoşça kal..." dedi. Masamdan ayrılmadan hemen önce yüzüme son kez baktı. Ardından arkasını dönüp gitti.

... 

Bir daha Masal'ı görmeyeceğime söz vermiştim ve ben zaten sözümü tutmayan biriyim. Beni görmek istememesi bana karşı bir şeyler hissettiğinin bir kanıtı olmazdı elbette. Yalandan üzülmeme bile dikkat kesilmişti. Biraz daha dursaydım belki affedebilirdi. Acaba beni seviyor olabilir mi? Neden onu düşünüyorum ki sanki hayatıma giren diğer kadınlar gibi bir süre sonra o da ilgimi çekmeyecek. Onunla gönül eğlendirdikten sonra hiçbir şey olmamış gibi gidemem. Eğer öyle bir şey yapsam bu kız beni öldürür. En iyisi bu kızdan uzak durmak.

Okuldan ayrılıp işe gittim. Araf beni burada gördüğüne şaşırmıştı. Gözlerini kağıtlardan ayırmadan alayla gülümseyerek, "Dün beraber gittiğin kız canına okudu herhalde yüzünden düşen bin parça.."

"Masal..."

"Alisa'nın arkadaşı mı? Sen dün onunla mıydın?"

"Evet tüm gün yanımdaydı. Bana bu kadar yakın olup da yabancı kalan tek kız o..."

"Neden böyle davranıyorsun seni istemedi mi yoksa?"

"Evet düşünebiliyor musun beni görmek istemediğini söyledi. Yüzüme karşı sakın bir daha karşıma çıkma dedi."

"Sen hangi kadına verdiğin sözü tuttun ki Masal'a verdiğin sözü yerine getiresin?"

"Bu sefer sözümü tutacağım ve karşısına çıkmayacağım. Beni görmek istemediğini söyleyen biriyle vaktimi harcayamam. Hem ben de ona bayılmıyorum."

"Söylediklerimde ben haklı çıktım. Akıllı kızmış ki sana yüz vermedi. Neyse üzülme, en fazla bir hafta hatta iki gün sonra eski Gökay yine geri döner." Dedi.

Araf'ın sözledikleri bir kulağımdan giriyor ötekinden çıkıyordu. "Biliyorum." Deyip odadan çıktım. Hiçbir şey yapmak istemiyorum. Arabama binip eve doğru yola çıktım. Ben Masal'ı üzmek isterken kendimi daha çok üzmüştüm. Araf'a karşı kaybetmiştim. Bu daha önce başıma gelmemiş bir şeydi. Eve vardığımda ise vakit kaybetmeden alt kattaki spor salonuna indim. Bir süre hiçbir şey yapmadan oturup dinlendim. Ardından kıyafetlerimi değiştirip salona tekrar geldim. Burada vakit geçirerek sürekli onu düşünmeye ara verebilirdim.

Öğle yaklaşıyordu ve hâlâ yoldayım. Güneş tam tepemde içimi ısıtıyordu. Deponun soğukluğunu düşündükçe Araf'a yapacaklarımı planlıyordum. Yanımda para ve telefon olmadan daha ne kadar yürüyebilirim bilmiyorum, bildiğim tek şey çok yorulduğum. Orman yolundan çıkmama az kalmıştı. Belki birini bulup Masal'ı arayabilirim.

Adımlarımı hızlandırıp yoluma devam ettim. Şehir içine vardığımda bir petrole girip telefonu kullanmam gerektiğini söyledim. Beni pijamalı ve çıplak ayaklı görünce ne olduğunu sordular. Bir yalanla geçiştirdim. Ardından telefondan Masal'ın numarasını tuşladım.

"Alisa uyandın mı?"

"Alo Masal... Bana bir taksi çağırır mısın?"

"Taksi mi neden? Sen evde değil misin?"

"Uzun hikaye gelince anlatırım. Telefonumu evde unuttum yanımda para yok. Adresi veriyorum şimdi..." Deyip nerede olduğumu tarif ettim.

"Tamam sen kapat ben gönderiyorum."

Telefonu bıraktım ve taksinin gelmesini bekledim. Bir saat sonra arabaya binip eve gittim. Yürüdükçe ayaklarım ağırıyordu. Banyoya gidip duş aldıktan sonra giyindim. Kahvaltı edip tüm gün dinlenmeye çalıştım.

Kapı çalınca yerimden kalkmaya üşeniyorum, gelenin Masal olmadığı belliydi ya da bizimki anahtarlarını evde unutmuştu.

Kapıyı açınca Masal'ı gördüm. İçeri telaşla girdi. Soluklanmadan dert yandı: "Alisa ev anahtarlığımı düşürdüm. Çantamda olmadığını şu an kapıda fark ettim."

"Telaş etme evde unutmuşsundur şimdi buluruz."

"Hayır, kapıdan çıkarken elimdeydi. Ondan sonra çantama koyduğuma eminim."

"Yenisini yaptırırız. Dert etme alt tarafı bir anahtar."

Koltuğa oturunca ayaklarıma baktı. "Ne oldu be, bu hâlin ne?"

"Şimdi anlatacağım ama sinirlenmek yok." dedim.

Yüzüme bakarak ne söyleyeceğimi bekliyordu. En başından, bildiğim her şeyi ona anlattım. Sözümü kesmeden dinledikten sonra oturduğu koltuktan bir hışımla ayağa kalkarak "Seni ormanda bıraktı ve çıktı gitti öyle mi?" Diye bağırmaya başladı.

"Umrunda bile olmadı ama şimdi intikam alma vakti. Görsün bakalım kim kiminle uğraşmaması gerekiyor!"

Bizimki ben intikam diyince koltuğa geri oturup aklımdaki planı öğrenmek istiyordu: "Ne yapmayı düşünüyorsun?"

"Söylersem ne sürprizi olucak ki bekle ve gör." Yüzüme bana da mı anlatmayacaksın, der gibi baktı.

"Evet ne yazık ki sana da anlatamam çünkü bu bir sır." dedim. Bozulmuştu ama belli etmedi. "Ama merak etme çok eğleneceğiz." Deyip göz kırptım.

"Alisa seni üzmek istemem ama sen Araf'tan intikam alamazsın. Bunu yapsan bile sadece onun biraz canını sıkmış olursun. Ötesine gücümüz yetmiyor. E ne demişler dost acı söyler. Nereye gidiyorsun hani adım atacak hâlin yoktu?"

Odama gidip çantamı aldım. Salona geldiğimde Masal'a açıklama yaptım: "Bir arkadaşıma uğramam gerek, çok kalmam hemen gelirim. Sen yemeğini ye, beni bekleme." deyip evden çıktım.

Gökay'ın evine doğru gidiyordum. Bana yardım edebilecek tek kişi oydu. Çok geçmeden evinin önüne gelmiştim. Zile basıp kapının açılmasını bekledim.

Kapıyı orta yaşlı bir kadın açtı. Önce kim olduğumu sordu. Gökay'ın arkadaşı olduğunu söyleyip içeri girdim. Kadın, Gökay'ın alt katta olduğunu, geldiğinden beri oradan hiç çıkmadığını söyledi. Yanına gittiğimde kan ter içinde önündeki kum torbasını yumrukluyordu.

"Selam Gökay."

Kum torbasını bırakıp yüzüne baktı. Düşünceli görünüyordu. İsteksiz bir, "Selam." dedikten sonra kum torbasını yumruklamaya devam etti. Nereden başlayacağımı bilmediğimden konuya direkt girdim: "Bir konuda bana yardımın gerekiyor Gökay."

"Hangi konuda?" Artık kum torbasını bırakmıştı. Derin bir nefes alıp verdikten sonra yanındaki suyu eline alıp birkaç yudum içti. O suyunu içerken anlatmaya devam ettim: "Araf'ın hoşlanmadığı hatta nefret ettiği her şeyi bilmek istiyorum. Onu sinir etmek istiyorum."

"Araf'ı sinirlendirmek için çok çabalamana gerek yok zaten o her şeyden, herkesten nefret ediyor."

"Ama ben asla tahammül edemeyeceği şeyleri öğrenmek istiyorum. Yani nefret ettiği şeylerin bir tık üstü..."

Bana acıyor gibi konuştu: "Ölmek için daha acısız yöntemler biliyorum."

"Bırak alay etmeyi de soruma cevap ver lütfen."

"Tamam söyleyeceğim... En sevdiği ve değer verdiği şey arabasıdır. Bunu zaten biliyorsun ve yine bildiğin bir başka şeyse güzel kızlar..." Son lafından bir ima sezer gibi oldum.

"Bana sevdikleri değil nefret ettikleri lazım."

Gökay, beni dinlemeyip sözüne şöyle devam etti: "Sen de onu sevdikleri şeylerden vurursun."

Gökay sanki Araf'ın dostu değil düşmanı gibi tavsiyeler veriyor. Bunlar nasıl arkadaş olmuşlar? Bana verdiği fikirler aklımı karıştırıyor.

"Sen çok fena birisin ama dışarıdan hiç öyle görünmüyorsun. Araf'ın tehlikeli biri olduğu yüz kilometreden anlaşılıyor ama seni tanımayan biri asla içinde böyle bir şeytan beslediğini anlayamaz. Asıl böylelerinden korkmak lazımmış..."

"Sen buraya beni tahlil etmeye mi geldin yoksa Araf'ı delirtecek şeyleri öğrenmeye mi?"

"Dur bir saniye not alacağım. Evet seni dinliyorum." Kalemi çıkarıp küçük not defterime yazmak için Gökay'ın söyleyeceklerini bekliyorum.

"Araf inatçı insanlardan nefret eder. En küçük sese sinir olur. Çok konuşan insanlara tahammülü yoktur. Yemek yerken ağzını şapırdatanları öldürecekmiş gibi bakar. Ağlayan kadınları sevmez. Dağınıklığı, saygısızlığı ve de iyiliği hiç sevmez."

Oturduğum sandalyeden kalkıp gitmeden önce Gökay'a: "Ben de çok konuşuyorum demek o yüzden sinirleniyor. Tamam bu kadarı bana yeter de artar. Görüşürüz..." deyip üst kata çıktım. Evden çıkmak üzereydim ki kapı çaldı. Evdeki kadınlardan biri gidip kapıyı açınca içeri sinirle bir kadın girdi. Etrafına delirmiş gibi bakan gözleriyle birini arıyordu.

Bana doğru bir hışımla gelip dövecekmiş gibi bir ses tonuyla, "Sen kimsin? Gökay nerede? Gökay!" Diyerek evin içinde bağırmaya başladı.

Bir ân da soru yağmuruna tutulunca ne yapacağımı bilemedim. Bu kadını tanımıyorum ve bana neden bağırıp hesap sorduğunu anlamadım. Çalışanların hepsi salonun ortasındaki bu kadını merak ettiğinden toplanmışlardı.

"Ne bakıyorsun suratıma sana Gökay nerede diyorum?"

Kendime gelip kadının hadsizliğine cevap olarak ağzıma geleni söyledim: "Benim kim olduğum sizi hiç ilgilendirmez. Bir daha bana sesinizi yükseltmeyin yoksa olacaklardan sorumlu değilim."

"Ne olurmuş sesimi yükseltirsem beni mi döveceksin?" deyince tam üzerine doğru atılacakken Gökay'ın sesiyle duraksadım.

"Yasemin rahat bırak lütfen insanları, ne bağırıyorsun evin içinde! Sağır mı var karşında?!"

Siniri geçen kadın gözleriyle beni baştan ayağı süzdükten sonra, "Sen Gökay'ın nesi oluyorsun?" diye sordu.

Aynı tavırla ben de kadını süzdükten sonra konuştum: "Arkadaşıyım. Bir mahzuru mu var?"

Elinde havluyla Gökay, bize doğru yaklaştı: "Nedir benim bu adamın sevdiği kadınlardan çektiğim, hayır hepsi manyak bir tane akıllı yok!"

Kadın nefes almadan şikayet ederek konuştu: "Araf nerede, yine telefonlarımı açmıyor, mesajlarıma cevap vermiyor, kaç gündür bana da gelmiyor ayrıca evine gittim yoktu!" Diye nefes almadan sıraladı.

Kaç gündür bana gelmiyor derken gözlerim fal taşı gibi açılmıştı. Gökay evine kadar gelen bu kadını sakin karşılamıştı fakat söylediklerine tahammül edememişti: "Araf'ın yakasını bırak! O seni artık sevmiyor."

"Gökay, saçma sapan konuşup beni delirtme! Araf nerede diyorum? Onun nerede olduğunu biliyorsun ama söylemiyorsun!"

Adını az önce öğrendiğim kadın, Gökay'a nefretle bakıyordu. Aksine Gökay o kadar sakin duruyordu ki sanki bu kadın her gün buraya gelip Gökay'dan hesap soruyordu. "Bilmiyorum." Diyerek geçiştirdi.

Kadın, Gökay'ı bırakıp yüzüme nefretle baktıktan sonra bağırarak "Benden gizlemeye çalışma!" Dedi.

Kadını başından savmak için topu kıza attı: "Araf'ın nerede olduğunu Alisa'ya sor o daha iyi bilir."

Kadının delirmiş gibi olan bakışları beni bulmuştu. Gökay'dan uzaklaşıp hızla yanıma geldi: "Araf'ı gördün mü?"

"Bilmiyorum." Dedim.

"Birbirinizle anlaştınız mı, ne bu ikiniz de aynı şeyi söylüyorsunuz!"

"Gerçekten bilmiyorum."

"O zaman arayalım bakalım."

Deyince kadın telefonunu çıkarıp Araf'ı aradı. Ayağını hafifçe yere vurarak birkaç adım atıp benden uzaklaştı.

Açılmayınca tekrar bana dönerek, "Sen ara bakalım.." demesin mi?

Gökay'ın rahat tavırları karşısında kendimi gergin hissettim. Kadında olduğu yerde durmuş benim Araf'ı aramamı bekliyordu. Telefonumu çıkarıp onu aradım.

Çalıyor...

Allahım inşallah açmaz! Nolur açmasın. Uzun süre çalınca cevap vermeyecek zannetmiştim ki tam kapatacakken karşı taraftan Araf'ın sesi duyuldu.

"Alo.."

"Alo.. Araf..."

Susmuş söyleyeceğim şeyi dinliyordu. Ne konuşacağım onunla? Saçmalarsa kesin beni azarlayacaktı.

Şimdi ne söyleyeceğim, hepsi bana bakıyor. Bir ân telefonu Araf'ın yüzüne kapatmayı düşündüm.

Sessiz kalışımdan şüphelenmiş olduğu için karşı taraftan sesi duyuldu: "Noldu yine Alisa?" Sesi keyifli geliyordu. Ben çaresizce ssessizliğimi sürdürürken Gökay konuş, der gibi baktı.

Ben de mecburen olabildiğince saçmalayarak, "Araf sana söylemek istediğim bir şey var." Dedim.

"Dinliyorum.."

"Telefonda olmaz."

"Tamam akşam sana gelince anlatırsın şimdi işim var, kapatıyorum."

"Dur kapatma lütfen. Şu an sen neredesin hemen yanına gelmek istiyorum?"

"Bu kadar acil ne konuşmak istiyorsun?"

"Bana yerini söyle Araf, çok soru sorma!" Bu konuşmamdan sonra asla Araf'la yüz yüze gelmemeliyim. Kesin şu an göz kapaklarını kapatmış derin nefes alarak sakin kalmaya çalışıyor.

Telefon yüzüme kapanınca şaşırmamıştım. Yasemin şüpheyle gözlerini kısıp bana baktı: "Ne var sizin aranızda? Araf senin evini nereden biliyor?"

Yasemin sorgular gibi yüzüme baktı. Artık zorlamanın bir anlamı yok. Tam her şeyi itiraf edecekken Gökay, bir öneride bulundu: "Neden bu akşam hep beraber dışarı çıkmıyoruz?"

Gökay'ın sorusunu duymamış gibi yapan kadın tehdit eder gibi üzerime yürüyerek konuştu: "Saklamaya çalıştığınız her ne ise onu bulurum ve eğer Araf'la bir ilgin varsa o zaman sana yapacaklarımı tahmin bile edemezsin."

Gökay beni savunmak adına Yasemin'e: "Aralarında hiçbir şey yok. Onlar sadece arkadaş!"

Kadın ne düşünüyor bilmiyorum ama sinirle çekip gittikten sonra Gökay'ın zafer gülüşü Yasemin'i yendiğinin bir işaretiydi.

"Oh be sonunda çıktı gitti. Biraz dur Yasemin tamamen gitsin, sen öyle gidersin."

Başımı onaylar anlamında salladım. On dakika bekleyip evden ayrılacakken kapıda karşılaşmak istemediğim birini gördüm. Hiç görmemiş gibi yapıp yanından geçip gitmek için adımlarımı hızlandırdım. Önüme geçerek gitmeme engel oldu.

"Senin burada ne işin var?"

"Seni ilgilendirmez." Diye geçiştirip yoluma devam edecektim ama öyle olmadı. Tekrar önümü kesti: "Telefonda söylemeyecek kadar önemli ne konuşmak istiyorsun?"

"Hiçbir şey konuşmayacaktım." Onu aramıştım ama kendi derdim için değil, Yasemin istediği için aramıştım.

Cevabım hoşuna gitmemişti: "Senin sorunun ne?"

"Sorunum sendin o da çok şükür halloldu."

"Ne demek o?" Diye kaşlarını çatıp sordu.

"Boş ver düşünme böyle şeyleri."

"Alisa saçmalama, kelime oyunlarından hoşlanmıyorum!"

Kız kısık sesle kendine söyler gibi, "Bunu öğrendiğim de iyi oldu Gökay söylememişti."

Araf mırıldanarak söylediğim şeyi anlamadığı için kaşlarını çatmıştı. Açıklama yapmadan yüzüne baktım. "Gökay'la yine neyin peşindesin bilmiyorum ama öğrenirsem..." deyince ben de onun yüzünden yaşadığım her şeyin sinirini Araf'tan çıkartarak sözünü kestim: "Lütfen o cümleni tamamla ki seni yaşadığına pişman edecek bir sebebim olsun!"

Bir adım gerileyerek merakla sordu: "Ben sana ne yaptım, neden öfkelisin bu kadar?"

"Yaptıklarını göznün önüne getirirsen niye sinirlendiğimi anlarsın."

Araf rahat ses tonuyla cevap verdi: "Mesela ben sana ne yapmış olabilirim ki?"

Hazır elime fırsat geçmişken hepsini bir bir sayıp döktüm: "Bana karşı kötü davranıyorsun, hiçbir şeyden memnun olmuyorsun. En mükemmelini yapmak için uğraşmama rağmen bir kusur bulup sürekli beni azarlıyorsun. Her şey eskide kaldı artık bana emir veremezsin."

Gerçekleri yüzüne haykırınca bakışları değişti: "Sana kötü davrandığım için özür dilerim. Haklısın." Dedi.

Ufak bir hatırlatmada daha bulundum: "Bana özür dileme, diye kızdığın günler aklıma geldi nedense şimdi sen özür diliyorsun."

"Bakıyorum da hiçbir şeyi unutmuyorsun."

"Ben kötü anılarımı hep canlı tutarım. İstesem bile unutamam."

"Seninle hiç güzel anımız yok mu?" Diye sordu. Gerçekten var mıydı? Düşünmeme gerek yok.

"Hayır bizim seninle hiç güzel anımız yok."

"Olsun o zaman! Bu akşam beraber yemek yemeye gidelim mi?"

Kesin ve net bir şekilde "Hayır." Diyerek teklifini reddettim.

"Hayatındaki ilk ve son teklifini hayır diyerek ziyan ediyorsun."

"O zaman bir düşüneyim..." deyip düşünür gibi yaptım.

Bana alayla gülümseyerek "Tabii düşün sen.."

Kararımı bekliyordu. "Düşündüm ve yine hayır diyorum."

Sinirlense bile bunu gülerek gizlemeye çalışan Araf'ı gördükçe Gökay'dan aldığım tavsiyelerin hiçbirini yapmadan da amacıma ulaştığımı anladım.

"Halbuki çok güzel bir yer ayırt etmiştim. Neyse o zaman ben de Gökay'la giderim."

Dengesizliğim tuttu yine dayanmayıp kararımı açıkladım: "Vazgeçtim geliyorum. Gökay'a gerek yok. Yalnız ikimiz gidelim." Diye ekledim. Son cümlemden ne anladı bilmiyorum ama yüzünde sinsi bir gülüş sezer gibi oldum.

"Nereye gideceğiz?" Öyle ya gideceğimiz yerin yemekleri kim bilir hangi ülkenindi!

"Meksika yemekleri yapılan güzel bir yer açılmış oraya gidelim."

"Hayır oraya değil normal bir yere gidiyoruz. Yoksa gelmem."

İkna eder gibi yumuşak bir ses tonuyla cevap verdi: "Denemeden hemen ön yargılı davranıyorsun. Beğenmezsen başka bir yere gideriz."

"Peki gidelim."

Arabaya kadar yan yana yürümüştük. Kapıyı açıp koltuğa oturdum. Bu sefer araba kadın parfumü kokmuyor aksine Araf'ın parfumü gibi kokuyor.

Restorana çok geçmeden gelmiştik. Böyle bir yere daha önce hiç gelmemiştim. Mekanın tuhaf bir görüntüsü var. İnsanı ürkütüyor. Restoranın dışında neon ışıklarla bilmediğim bir şeyler yazıyordu. Beraber içeri geçtik, o sırada etrafı izlemeye devam ediyordum. Masalar güzel düzenlenmişti fakat ışıklar mekanı karanlık gösteriyordu. Nasıl bir yer burası gözümün önünü göremiyorum yavaş adımlarla yürümeye devam ederken bize yerimizi gösteren garsona gülümsedikten sonra yanımızdan ayrıldı. Cam kenarında deniz manzarası görünüyordu. Araf camdan dışarısına bir süre bakakaldı.

Kırmızı, mavi, mor renkleri ile dolu olan yerde birbirimizi zor görüyorduk. Bir ân gülesim geldi, hızla kendimi toparladım. Çünkü neden güldüğümü sorarsa ne cevap vereceğimi bilmiyordum.

Araf yarı aydınlıkta olan yüzünü cam kenarından çevirip, "Beğendin mi?" Diye sordu.

Her günü yalan olan ben bugün dürüstlüğüm tutmuştu: "Burada doğru düzgün ışık yok mu ya, seni göremiyorum."

"Bence harika."

"Kırmızı ışığın neresi harika bana söyler misin sürekli renk değişip duruyor."

"Daha gelir gelmez ışıklardan şikayet ediyorsun. Çoğu zaman buraya Gökay'la birlikte geliriz. Senin aksine o burayı çok beğenmişti."

"Ben beğenmediğimi söylemiyorum ki mekanın görünüşü tuhafıma gittiği için öyle söyledim. Normal bir ışık olsa çok daha güzel bir mekan olabilir ve umarım Meksika yemekleri güzeldir."

Mor ışıkta Araf gülümseyerek bana bakarken korkutucu bir yüz ifadesi gördüm.

"Güzelim mekanı ışıklar mahvetmiş resmen.." diye kendi kendime söylendim.

Araf belirli aralıklarla değişen ışıklara bakıp "Hiç kimse senin kadar ışıklardan rahatsız değil." deyince etrafımdaki insanlara göz gezdirdim. Gerçekten de hepsi bu durumu yadırgamıyormuş gibi yemeğini yiyor, karşısındakilerle sohbet ediyordu.

"Diğer renkler neyse de etraf kırmızı renk olunca kendimi korku evinde gibi hissediyorum. Ben kabuslarımda bile böyle korkunç bir yer görmüyorum.. "

Beni geçiştirerek söylendi: "Korkulacak bir şey yok."

"Bu kadar mı?" Diye sorunca elindeki suyu içmeden önce cevap verdi: "Açım ben aç. Kusura bakma ama şu an senin duygusal durumunla ilgilenemeyeceğim."

Garson gelip hızla siparişlerimizi aldı. Ben karar vermeden Araf bana da aynısından istedi. Yemekler gelene kadar biraz konuştuk daha doğrusu ben konuştum. Yüzüme dikkatle bakan Araf'ın beni ciddi olarak dinlemediğini anladım.

"Yani özetle diyorum ki dinazorlara takım elbise çok yakışıyor. Bu senenin modası olan timsah derisinden yapılmış kemerler oldukça ilgi çekici." Çaktırmadan onunla alay ediyordum ama o bunun farkında bile değil. Bana bakmaktan ne dediğimi duymuyor. Ben böyle saçmalarken o hiç sinirlenmiyordu. Sonunda ben dinazor deyince duyduklarına inanamadı: "Ne dinazoru? Diye sordu daldığı düşünceden kurtulur gibi.

"Beni dinlemiyorsun Araf. Sen renkli hayatına kaldığın yerden devam et ben gidiyorum." Diye masadan kalkacakken Araf'ın emir verir gibi olan sesiyle duraksadım: "Saçmalama otur. Yani lütfen oturur musun?"

Madem Araf saçmalamaktan hoşlanmıyordu ben de saçma sapan konuşup onu delirtmeliyim: "Olmuyor zorlama sende nezaket cümleleri bir aslanın 'ben veganım' demesi gibi bir şey oluyor."

Yüzüne dikkatle bakıp gerçekten sinirlenip sinirlenmediğini görmek istiyordum. Bağırıp çağırmak yerine "Senin gözünde ben kaba biri miyim?" Diye sorunca hemen cevabı yapıştırdım: "Evet, kabasın ama ne yazık ki tek sorunumuz bu değil."

Arkasına yaslanıp kendinden emin bir ses tonuyla konuştu: "Belki ben zannettiğin gibi biri değilimdir."

"Bu söylediğini hayatına girdiğim ilk günden ve bugün yaşadıklarımızı da hesaba katarak söyle lütfen!"

Araf geçmişe dalıp giderken o sırada yemek servisleri geldi. Yemekler görüntü olarak güzel görünüyordu, tadının da güzel olmasını dileyip yemekten küçük bir parça aldıktan sonra sesli olarak söylendim: "Oh... Bir ân çok kötü bir şey gelecek zannettim. "

"Yemeği beğendin demek... Siparişi verirken beni öldürecek gibi bakıyordun."

"Ben başka bir şey sipariş edecektim. Mesela ben Enchilada mıydı, her neyse işte onu yemek istiyordum."

"Acı o, chili biberi var içinde ama eğer yine istersen hemen söyleyelim."

Acı mı? Hiç sevmem. Araf elini nazikçe kaldırıp garsonu çağırdı. Ne söyleyecek diye yüzüne baktım. Bilerek yapıyordu. Kendi elimle kendimi yakmıştım. Garson gelmeden masaya eğilip Araf'a: "Acıyı yeteri kadar çekiyorum tatmaya hiç gerek yok.."

"Hiç gerek olmaz olur mu, madem onu istedin hemen garson beye söyleyelim getirsin değil mi beyfendiciğim?"

Garson başını sallayarak Araf'a katıldığını ifade etti. Araf devam etti: "Biz bir tane de Enchilada istiyoruz. Bol acılı olsun lütfen... Alisa acıyı çok sever." Son sözünü bana bakarak imayla söylemişti.

Garsonun gitmesini bekliyordum. Sinirden elimdeki çatalı sımsıkı tuttum. Garson siparişleri aldıktan sonra "Başka bir isteğiniz var mı efendim?" Diye sordu.

Araf yaptığına tüy diker gibi "Az kalsın unutuyordum. Bize bir tane de pay de pera alalım lütfen."

Şimdi ne söyledi bilmiyorum ama kesin o da acılı bir şeydi. Garson gidince çatalı bırakıp Araf'a sinirle çıkıştım: "Sen beni öldürmek mi istiyorsun, birde bol acılı diyor ya!"

Araf yüzüme kınar gibi baktıktan sonra şart koşar gibi konuştu: "Eğer gelen yemeği yersen bir hafta boyunca istediğin her şeyi yapacağım."

Masaya yaklaşarak cevap verdim: "Benim senden istediğim bir şey yo- " Deyince biraz düşündüm. Aslında Araf'a iyi bir ders vermek güzel olurdu. Hemen cümlemi değiştirip "Tamam kabul ediyorum, eğer gelen yemeği yersem bir hafta boyunca istediğim her şeyi yapacaksın!"

Kazacağından emin bir şekilde gülümseyerek, "Tamam, anlaştık" dedi.

İçimden umarım porsiyon küçük gelir de birkaç lokmada yer bitiririm, diye geçirdim. Biraz sonra önüme koca bir porsiyon yemek gelince talihime tükürüp baştan aşağı terledim. Bunun hepsini tek başıma nasıl yiyecektim?

Araf tabağıma baktı sonra bana acıdığını belli eden o sahte hüznüyle "Başla bakalım." dedi.

Onun önündeki yemek çok daha güzel görünüyordu. Bir kendi önümdekine bir Araf'ın tabağına bakıp sesli olarak söylendim: "Neden sürekli acı çeken taraf benim?"

Araf üzülmüş gibi yapıp alayla teselli ederek konuştu: "Şşş.. öyle düşünme iyi düşün iyi olsun."

Yemeğe başlamak istemediğimden geciktirmek adına aklıma gelen soruyu sordum: "Peki bu işten senin çıkarın ne, yani bu yemeği bitiremezsem ne olacak?"

"Eğer bitiremezsen sen benim bir hafta boyunca istediklerimi yerine getireceksin."

"O zaman bu yemeği bitirmem şart oldu!"

"Korkma canını almam."

"Geriye bir canım kalır zaten Allah bilir neler neler planlıyorsun?"

"Afiyet olsun, bu tatlıyı da ödül olarak benden sana küçük bir hediye gibi düşün." Gülüyor ama bana belli etmemeye çalışıyor. Yemekten küçük bir lokma alıp çiğnemeden yuttum. Acılı dediği yemek bu muydu? Birazcık kızarmış olabilirim ama dayanılmayacak gibi bir acı yoktu. Bundan daha acısını Masal'la birlikte gittiğimiz bir kebapçıda yemiştik.

Araf'a bir şey çaktırmadan, "Zehir gibi acı.." Deyip elimi yüzüme doğru kaldırdım, parmaklarımı salladım. Güya çok acı gibi davranıyordum.

İkinci lokmayı direkt yutmayı unutup çiğneyince birkaç saniye sonra ağzımın içi cayır cayır yandığını hatta dilim kesilirmiş gibi bir acı hissettim. Kulaklarım kızardı. Gözüm yaşardı.

"İmkansız benim bu yemeği bitirmem. Bu aşırı acı!"

Kazandığını anlayan Araf kısa bir gülüşten sonra insafa gelmişti ama geç kalmıştı. Tabağı önümden çekip "Tamam daha fazla devam etme kıpkırmızı oldun." dedi.

"Bana bir bardak ayran getir!" Acıdan sadece birkaç şey söyleyebilmiştim.

Garsonun getirdiği ayranı, Araf yerinden kalkıp garsondan aldı, hızla geri döndü ve buz gibi bardağı bana uzattı:

"Al iç şunu acısı geçer."

Hepsini kafaya diktten sonra sinirle yüzüne baktım. Az önce yaşadığım acıyı az da olsa hafiflemişti. Kulaklarımın kızarması geçmişti. Bir bardak daha ayran içtim.

Acı hissi geçince tabağa bakıp kaybettiğimi anladım, zaten acıdan sıcak basmıştı bir de burası karanlıktı. Daha fazla dayanamadığımı söyleyip dışarı çıktım. Hafif rüzgar esiyordu. Hesabı ödeyen Araf yanıma geldi.

"O kadar acı olduğunu bilmiyordum.." diye mırıldandı.

"Yani ilk benim üzerimde denedin öyle mi? Yalan söylüyorsun, denedin daha önce ve yemeğin acı olduğunu biliyordun!"

"Benim ne suçum var?"

" Sen istedin 'bol acılı' olmasını, zaten acıydı iyice zehire dönüştürdün! Sırf kazanmamam için her şeyi yaptın, sen korkağın tekisin!"

Meydan okur gibi konuştu: "Senden mi korkacağım, ben senden korkacağım öyle mi?"

"Evet korkuyorsun. İddiayı kazanırım diye korktun. Çünkü benim sana yapacaklarımı tahmin ettin ve gözün korktu!"

"Sen benden ne isteyecektin ki?"

Alisa kafasındaki listeden sırayla aklına gelenleri söyledi: "Birinci gün: Seni sabah ezanında kaldırıp bana kahvaltı hazırlamanı isteyecektim."

Araf yalandan titreyip "Tüylerim ürperdi bu nasıl bir intikam almadır..!" Dayanamayıp güldü.

"İkinci gün ne isteyecektin?"

İkinci gün: Tüm gün şekerli çay içmeni... Üçüncü gün: Sarma sarmanı... Dördüncü gün: Her saat özür dilemeyi... Beşinci gün: Beş km yolu koşarak gitmeyi... Altıncı gün: Bin tane şınav çekmeni... Yedinci gün yani benden kurtuluşunda ise..."

"Herhalde öldüreceksin."

"Hayır öldürmeyeceğim... Yedinci gün: Seni kovacaktım."

"Her şeyi anlıyorum da neden bin şınav, beş kilometre yol?"

"Bilmem acı çekersin diye.."

"Her gün koşuya gidiyorum zaten bunu yapmak bana zor gelmez. "

"Keşke ben kazansaydım da gerçekten yapabiliyor musun, kendi gözlerimle görmüş olurdum!"

"Peki benim senden yapmanı isteyeceğim şeyleri hiç düşündün mü? Aslında senin için o kadar da kötü şeyler düşünmemiştim, ama senin listenden biraz ilham almakta fayda var gibi..."

"Bence ben insaflı davrandığımı düşünüyorum, umarım sen de aynısını yaparsın!" Dedim.

"Ben kendi bildiklerimi uygulasam daha iyi olur. Seninkiler biraz sönük kaldı sanki.."

"Ne planlıyorsun bilmiyorum ama şu an evime gitmek istiyorum."

"Tamam iyice dinlen, yarın seni zor günler bekliyor olacak. " dedi.

Loading...
0%