31. Bölüm

31. Bölüm

madrabazbiryazar
madrabazbiryazar

Ders saatini ertelediğimi öğrencilere duyurmuştum; zaten birçoğu sabah derslerine gelmiyordu. Bu mesaj onları sevindirecekti. Telefonu bırakıp masanın üzerindekileri düzenledim. Dün gece yorgun olsam bile oturup anlatacağım ders için hazırlık yaptım. Artık öğrenci değil, hoca olunca konulara eskisinden daha çok çalışıyordum.

Onca işin arasında bir de Araf'la uğraşıyordum. Dersi üç saat ileri aldığımı bahane ederek yanında fazla kalamayacağımı söyledim. Kabul etmezse izinli günlerimi beklemek zorunda kalacağını biliyordu. Vaktim kısıtlıydı ve zamanı iyi kullanması gerekecekti. Gün aydınlanmıştı. Saat 06.40'da bir mesaj geldi. Öğrencilerim dersin ertelendiğine itiraz edecekler hissine kapılıp telefonu elime aldım. Mesaj Araf'tandı ve şöyle diyordu:

"On dakikaya geliyorum. Sen de bu arada hazırlan, dışarı çıkacağız."

"Dünyayı mı kurtaracağız? Bırak da kahvaltımızı yapalım."

Bu sefer ses kaydı göndermişti: "Ne diyorsam o, on dakika içinde aşağıda ol." Hiç umursamayıp mutfağa gittim. Biz kahvaltı hazırlarken pencereden sokağa baktığımda Araf gelmişti. Telefonunu eline aldığını gördüm. Saniyeler sonra bir mesaj daha gelmişti.

"Umarım hâlâ pijamalarla mutfakta oyalanmıyorsundur, Alisa. Aşağıda bekliyorum."

Perdeyi hafifçe yana çekip aşağı baktım. Saatine bakıp geleceğimi hesaplıyor gibiydi. Ondan biraz daha zaman istedim. Kabul etmişti.

Beklemekten sıkıldım. Tam kırk dokuz dakikadır aşağı gelmesini bekliyordum. Ne yapıyordu içeride? Son bir dakika, eğer gelmezse yukarı çıkacağım, dedim kendi kendime. Ona verdiğim sürenin üzerinden geçeli çok olmuştu.

Apartmandaki pencerelerden biri açıldı. Elindeki bezini sokağa sirkeleyen kırk yaşlarında bir kadın beni fark etti.

Ellerini pencereden sarkıtarak merakla sordu: "Kime baktın yavrum?"

Apartmanın önünde durduğum için yanlış anlaşılmaması adına kafamı yukarı kaldırıp kadına cevap verdim: "Arkadaşımı bekliyorum."

İnce kaşlarını alayla büzdü: "Bak sen, arkadaşın kimmiş?"

Açıklamam gayet inandırıcı olmasına rağmen, şüpheli bakışlarını yöneltmeye devam ediyordu. Sinirlenmeyecektim ama dayanamadım: "Pardon ama neden soruyorsunuz?"

Bir sürü şey söyledi. Kime geldiğimi öğrenmeden de içeri girmeye niyeti yoktu. Alisa'yı beklediğimi söyledim. Kadın daha çok soru sormaya başladı. Ne günah işledim Yarabbi? Kadın susmuyordu: "Burası aile apartmanı, öyle kafana göre girip çıkamazsın delikanlı."

Kaşlarımı çatıp camdaki kadına baktım: "Aile apartmanı olunca ne oluyor?"

Kadın sokağın ortasında bağırmaya başladı. Sözlerimi yanlış anladığı yetmiyormuş gibi, diğer katlardaki pencerelerden de ne olduğuna bakmak isteyen başlar çıktı.

Üçüncü kattaki yaşlı kadın, tüm nefretini üstüme kusmak istedi: "Bekar bir kızın evine öyle girip çıkamazsın. Onun ailesi olmayabilir ama burada biz varız. Daha önce de seni buralarda çok gördüm. Bizi rahatsız etme, hadi git buradan." Onları rahatsız edecek bir harekette bulunmamıştım.

Aşağıda bekliyorum diye benimle böyle konuşamazdı. "Bakın hanımefendi, ben kimseyi rahatsız etmiyorum. Lütfen kendi işinizle ilgilenin." dedim.

Üçüncü katta olmasına rağmen sesini net bir şekilde herkese duyurabiliyordu: "Kızı bekliyorum diyorsun. Bir saattir seni gözlüyorum, kimsenin gelip gittiği yok. Yalan söylüyorsun. Burası benim mahallem, bu ev de benim evim. Senin gibi biriyle Alisa'nın ne işi var, onu çözmeye çalışıyorum. Pek arkadaşına benzemiyorsun."

Ne tuhaf insanlar var. Gerçeği söylüyorum, yine de kadına Alisa'nın arkadaşım olduğuna inandıramadım. Madem kendi gelmek istemiyordu, o zaman ben gider getirirdim. İkinci kattan bir başka kadın daha çıktı pencereye.

Üçüncü kattaki konuştu: "Bizim kız seni beğenmez. Boşuna çabalama."

"Belki birbirlerini seviyorlardır, Halide Hanım. Gönül işleri belli olmaz. Yok yere çocuğu azarlamayın, yazıktır. Apartmanın önünde saatlerdir bekliyormuş, izin ver de girsin içeri."

"Ne sevmesi, hanımefendi, kimse kimseyi sevmiyor." Bir kere arkadaşı olduğumu söylemiştim, şimdi seviyorum desem hiç susmazlardı.

Adı Halide olan yaşlı kadın elini ağzına götürüp şaşırır gibi konuştu: "Aaa, o zaman iki saattir niye bekliyorsun, sen manyak mısın?" Yukarı bakmaktan boynum tutulmuştu. Sorularıyla yeteri kadar başımı şişirmişlerdi. Gökay arıyordu. Kadınları bırakıp arabaya doğru gittim. Nerede olduğumu soran Gökay'a cevap verirken sakinleşmeye çalışıyordum.

Sürekli konuşan yaşlı kadınlardan söz ettiğimde kahkaha attı: "Lan sen kaşınmışsın kardeşim. Ne işin var sabah sabah kızın kapısında?"

"Bilmiyormuş gibi konuşma. Evlenme teklifi edecektim, unuttun mu? Erdal şerefsizi gün sayıyor!"

"Helal olsun kardeşime, sonunda doğru yolu buldun ha. Bir yastıkta kocayın. Mutluluklar."

"Abuk sabuk konuşma Gökay. Ne mutluluğundan bahsediyorsun? Ben sana ne diyorum, sen bana ne diyorsun?"

"Gerçekten evlenmiyorsun, öyle mi? Cenaze namazı kaçta canım?"

"Ne cenazesi? Biri mi öldü?"

"Ölmedin ama öleceksin. Alisa'nın kulağına sırf Erdal'a öyle dedin diye evlenmek istediğin giderse, işte o zaman gerçekten öleceksin. Zaten o ıskalasa, deden gebertir. Kızın güvenini kazanmadan bu iş mümkün değil; kesin olarak aklamadığın için seninle evlenmeyi kabul etmez."

"Gökay, söylediklerini kulakların işitmiyor galiba. Ben evlenme teklifi edeceğim ama Alisa kabul etmeyecek, öyle mi? Bu mümkün değil." Dedim.

Alisa'nın apartmandan neşeyle çıktığını gördüğümde telefonu kapatıp gülümsedim. Yukarıdaki kadın da konuşmayı bırakmıştı. Sessizce bizi izliyordu. Hiçbir şeyden haberi olmayan Alisa'yı hızla kendime doğru çekip kadının gözü önünde sarıldım. Tepkime çok şaşırmıştı: "Başına güneş geçti herhalde, beni azarlaman gereken yerde sarılıyorsun."

Dişlerimin arasından konuşarak uyardım: "Yukarıdaki bizi izliyor, sesini çıkarma, gülümse." İzleyenin kim olduğunu merak edip başını yukarı doğru kaldırdı. Gülümseyerek baş selamı verdikten sonra kulağıma söyledi: "Anladık, bakıyorlar da böyle pandalar gibi sarılmaya devam mı edeceğiz?"

Haklıydı. Kendimi geri çekerek elinden tuttum. Kadının gözü hâlâ üzerimizdeydi. Arabanın kapısını açıp binmesi için rica ettim. Yüzüme şaşkınlıkla baktı. Ben de sürücü koltuğuna geçip arabayı çalıştırdım. Ne olduğunu anlamadığı için anlatmamı istedi. Hayır diyince ısrar etti. Sonuç olarak her şeyi itiraf etmek zorunda kaldım. Yol boyunca gülen Alisa'nın kahkahaları kulaklarımda çınlamaya devam etti.

"Yani sen şimdi Halide teyzeden mi korktun?"

"Korkmadım, sadece sinirlendim. Kadın o kadar çok konuşuyor ki, anneannem yaşında."

"Temmuzda seksen dokuzuna basacak apartman sakinleri olarak evimizde kutlama yapacağız. Sen de gelmek ister misin?" Gerçekten sormuyordu, sadece beni daha fazla sinirlendirmek için yapmıştı. Allah'tan geyiği devam ettirmedi.

"Ee, nereye gidiyoruz?" diye merakla sordu. Nihayet Halide Teyze konusu kapanmıştı.

"Kimsenin bizi rahatsız edemeyeceği bir yere gidiyoruz."

Şüpheyle kaşını kaldırdı: "Allah Allah, neresiymiş orası?"

"Çok sakin bir yerde kahvaltı hazırladım. Sen, ben, kazlar ve ördekler..."

Kahvaltıyı benim hazırlamama şaşırmıştı. Heyecanla sordu: "Yani seninle normal insanlar gibi oturup kahvaltı yapacağız. İntikam almak falan yok, öyle mi?"

Son söylediğinden sonra gözümü yoldan ayırıp yüzüne baktım. Tabii ki normal bir kahvaltı yapmayacaktık. Hain planımı anlamış gibi gözlerini kıstı: "Araf, açık havada ne gibi bir şey planlıyorsun, gerçekten merak ediyorum?"

Bir saattir aşağıda bekleyerek yaşlı kadınların maskarası olduğum aklıma gelmişti. Üstelik bunun sorumlusu tam yanımdaydı.

"Ne planladığımı gidince görürsün, şimdilik sadece sus. Dinazorlardan falan da bahsetme."

"Müzik açalım, hem o zaman ben de konuşmamış olurum."

"Hiçbir şey duymak istemiyorum, Alisa," dedim. İtiraz etti: "Sesini çok açmayacaktım ki." Şu an istediğim tek şey sessizlik olduğunu söylemeye çalıştım: "Gereksiz gürültüden ve konuşmaktan ne anlıyorsun?"

Aynı ses tonuyla karşılık verdi: "Mantıklı konuştuğumda çok mu dinliyorsun?"

"Seni neden dinleyecekmişim ki?" dedim. Söylediğime pişman olsam da susmak için geç kalmıştım. Tekrar bir şey söylersem tartışma giderek büyüyecekti.

"Sadece kalp kırmayı, emir vermeyi biliyorsun. Bütün bildiğin bundan ibaret."

Benimle konuşmasına şaşırmıştım ama alaycı sesime engel olamadım: "Seni kırdığımı düşünüyorsan, o zaman neden hâlâ yanımdasın?"

Bunu beklemiyormuş gibi yüzüme baktı. Sorumu cevaplamayıp önüne döndü. Ne olduğunu anlamadım.

"Şimdi niye sustun?" dedim. Buna da cevap vermedi.

Arabanın içinde sessizlik hâkim oldu. Kollarını göğsüne bağlamasıyla birlikte, tartışmanın büyümesini engellemek için ben de susmayı tercih ettim. Nihayet hedefimize ulaşınca sakin bir göl kenarına arabayı park ettim. Arabadan inerken yüzüme bakmadı ve en kötüsü de hâlâ susuyordu.

Göl kenarında bir piknik masası vardı. Bunu planladığım için her şeyi daha önceden hazırlamıştım. Ördekler ve kazlar gölde dolaşıyorken Alisa suya doğru giderek etrafı izledi. Kahvaltı masasına oturduk. Bir süre sonra dayanamayıp konuştum: "Güzel bir yer, öyle değil mi?"

Gözlerini kaldırıp yüzüme baktı: "Güzel olmasına güzel ama burada bizden başka kimse yok. O kadar yolu burada kahvaltı yapmak için mi geldik, yoksa hain bir planın falan mı var?"

Şüpheyle sorduğu soruya pişman olmuştu. Gözlerimi kısıp ona baktım: "Hain planlar senin işindir; ben bir şey yapmak istersem, bunu saklamadan yaparım."

Arabadaki mahzun duruşunu bir kenara bıraktı: "Biz, seninle zerre anlaşamıyoruz. Neden sürekli yan yanayız?"

Ceketimin cebinde duran yüzüğü şu an çıkarmak için erkendi. Bana kızmıyordu bile. Önce gülümsedim: "Çünkü zıt kutuplar birbirlerini çeker."

Gözlerimin içine bakıyordu: "Bazen seni anlamakta güçlük çekiyorum, Araf. Beni sevmediğine eminim ama..."

Sözünü tekrar ettim: "Ama ne?"

"Beni kaybetmek istemiyorsan, gerçek hislerini saklamayı bırak." deyip başını çevirdi. Niyetimi mi anlamıştı acaba? Gökay doğru söylüyordu; önce bana güvenmesi gerektiğini anlamalıydı.

Yüzüme bakmayı bırakıp ördekleri seyretmeye başladı. Göl kenarında, doğanın sessizliği içinde tartışmak yerine susmayı tercih ediyordu. Yavaşça elimi uzatıp elini tuttum. O sırada telefonum çaldı. Gözüm kısa bir süreliğine ekrana takıldı. Yüzümde bir şaşkınlık belirdi. Nilay arıyordu.

Elini geri çekti. Masadan kalkıp kısa bir konuşma yapmaya gittim. Hem kıskanmış hem de bozulmuştu. Dönünce tartışmamıza devam etmek ister gibi sordu: "Arayan kimdi?"

"Bu soruya cevap vermemi beklemiyorsun değil mi?" dedim.

Kaç dakika geçti bilmiyorum ama bana bu sessizlik yıllar sürmüş gibi geldi. Yol boyunca aklımı kurcalayan soruyu sormadan edemedim: "Alisa."

Elindeki çay bardağını bırakmadan gözlerimin içine bakarak, "Efendim," dedi ve çayını yudumlamaya devam ederek ne söyleyeceğimi merakla bekledi.

Yüzüne bakıp sordum: "Benimle evlenir misin?" Hiç beklemediği bir soruyu bir anda duyunca içtiği çay boğazına kaçtı. Zar zor kendini toparlayıp kaşlarını çattı: "Aklını mı kaçırdın? Nasıl bir şaka anlayışın var, senin yüzünden çay boğazıma kaçtı."

Şaka falan yapmıyordum. Konuyu dağıtmasına izin vermedim: "Sana bir şey sordum." Yüzüğün varlığı üstüme çökmüştü. Kararını söylediği an ona yüzüğünü takacaktım.

"Bilmem, bunu uzun süre düşünmem gerekebilir."

"Yani sana evlenme teklifi etsem kabul etmeyecek misin?" dedim. Bana güvenmiyordu. Şüphelenerek sordu: "Aklına nereden geldi, damdan düşer gibi evlenme teklifi etmek?"

Kabul etmedi ama reddetmedi de. Şimdi Gökay haklı mı çıkmıştı?

Sorusuna cevap bekleyen Alisa, kaşlarını kaldırmış adamın yüzüne sorgular gibi bakıyordu.

Adam açıklama olarak, "Bugünkü kadın vardı, hani sürekli bizi izleyen, adı neydi, unuttum." dedi.

"Ne olmuş Halide Teyze'ye? Sana kötü bir şey mi söyledi?" diye sordu.

Gözlerimi onun gözlerinden ayırmamak için kendimi zorladım. Yalanımı devam ettirdim: "Yapacağın teklifini asla kabul etmez, demişti ve ben de gerçekten öyle mi diye merak ettiğim için sormak istedim."

"Yani az önce gerçekten evlenme teklifi etmedin, öyle mi? Tam sopalık adamsın, keşke birileri seni eşek sudan gelinceye kadar dövse. İşte o zaman içimin yağları erimiş olurdu."

Konuşmasına fırsat vermeden alay ettim: "Niye sinirlendin ki, benim seninle gerçekten ciddi ciddi evleneceğimi mi düşünüyorsun?"

Çay bardağını masaya bıraktı ve derin bir nefes aldı. Gözleri dolmuştu ama ağlamasına engel olmak için söyleyeceği şeyi tane tane dile getirdi: "Ben kendime bir yol çizmeye çalışıyorum. Seninle birlikte olduğumda kafam karışıyor. Bu aralar şansını çok zorluyorsun. Bir gün gerçekten bana evlenme teklifi edersen bu sözlerini hatırlatırım.”

Alisa masadan kalkıp ördeklerin yanına gitti. Onu sinirlendirdiğim için keyifle ne yaptığını izliyordum. Yanına gittim.

Eliyle gözyaşlarını sildikten sonra mutsuz bir ifadeyle yüzüne baktı: "Kahvaltıyı yaptığımıza göre artık gidebilir miyiz? Benim önemli bir işim var."

Önemli olan işini merak etmiştim: "Neymiş önemli işin?"

"Neden merak ediyorsun?"

"Çünkü iddiayı ben kazandım ve gitmene izin vermiyorum." dedim.

"Sen hayatımda tanıdığım en zorba adamsın."

"Sen de hayatımda tanıdığım en dengesiz kadınsın. Bir gün sinirlisin, bir gün normal davranıyorsun. Beni mi delirmeye çalışıyorsun, anlamıyorum ama galiba tüm bunları beni sevdiğini belli etmemek için yapıyorsun."

"Gidecek miyiz yoksa yine ben yürüyerek mi gitmeliyim?" O gün onu ormanda bırakmıştım; neden hiçbir şeyi unutmuyordu ki?

"Sahi, o gün eve nasıl döndün? Çok yoruldun mu?"

"Çok şanssız bir adamsın, biliyor musun, Araf?"

"Nedenmiş o?"

"Çünkü bana yapılan hiçbir şeyi unutmamak gibi kötü bir huyum var. Karşımdakine yaptıklarını yaşatmadan ölmeye niyetim yok. Yani olanları unuttum sanma; bunlar sana yol, su, elektrik olarak misli misli dönecek. Bu kadar yeter, artık gitmek istiyorum."

"Önemli işinin ne olduğunu söylersen belki gitmene izin verebilirim. Ders için olmadığı çok belli çünkü henüz vaktimiz var."

İnat edip kaşlarını çattı: "Sana hiçbir şey söylemeyeceğim."

"İyi, o zaman bu gece buradayız." dedim.

Bir ân etrafındaki yemyeşil doğanın gece olunca korkunç bir yer olacağını hayal ederek ürperdi. Karanlık ve korkunç bir yerde benimle yalnız kalamak istemiyordu. İnadından vazgeçti ve neden gitmek istediğini açıkladı: "Masal'ın bugün doğum günü, onun yanında olmak istiyorum."

Şimdi oldu, der gibi başımla onayladım. Çok geçmeden yola çıktık.

Bölüm : 03.08.2024 16:01 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...