@madrabazbiryazar
|
Alisa elinde telefonla kalakalmıştı. Gökay telefonu kapatıp akşam için çoktan hazırlanmıştı. Kol düğmelerini özenle taktıktan sonra ceketini giydi. Ayna karşısına geçip nasıl göründüğüne baktı ve aşağı indi. Araf henüz giyinmemiş, salondaki koltukta oturup elindeki bilgisayarla meşgul görünüyordu. Evin içinde bir telaş hakimdi. Çalışanlar, her biri üzerine düşen görevleri eksiksiz bir şekilde yerine getirerek akşam için hazırlıkları tamamlamaya çalışıyordu. Gökay salonda arkası dönük olan adamı merak edip bakmak isteyince oturanın Araf olduğunu gördü. Şaşırarak ve biraz da sinirlenerek kaşlarını çattı: "Ulan, ben hayatımda senin kadar rahat bir insan görmedim. Sanki akşam bana kız istenecek, şuna bakın hele!" Yanındaki kadınlardan biri durup Gökay'a hak verir gibi başını salladı. Sabahtan beri koşturmakta olan kadın, işlerinin çoğunu bitirmiş olmanın verdiği rahatlıkla söze karıştı: "Dedeniz için oda hazırlandı. İstediğiniz çiçekler de yolda gelmek üzeredirler." deyip sustu. Araf, gözlerini bilgisayardan ayırıp önce kadına teşekkür eder gibi gülümsedi, sonra Gökay'a bakıp konuştu. "Hayatın boyunca beni böyle tanıdın zaten ne bekliyordun ki?" "Peki güzel kardeşim, Alisa'ya haber verdin mi? Ona sordun mu ki akşam seni istemeye gelelim mi diye? Kız, belki hazır değil, belki akşama kadar hiçbir şeyi yetiştiremeyecek, belki kız seninle evlenmek istemiyor." "Onu Halide Hanım'ın yanında bana masum numarası yapmadan önce düşünecekti. Kadın beni oklavayla dövdü! Yetmemiş gibi duygularıyla oynadığımı söyledi, beni kötü biri gibi gösterip daha çok kışkırttı. Şimdi ben ona duygularla oynamak nasıl olurmuş göstereceğim." "Bu nasıl bir gözü karalıktır, yani oraya şimdi kızı istemeye değil rezil etmeye mi gideceğiz?" "Aynen öyle. Görsün bakalım benimle uğraşmak neymiş! Sakın Alisa'yı aramayı düşünme, bırak hiçbir şey yokmuş gibi hazırlansın ne de olsa akşama kadar hiçbir şeyi yetiştiremeyecek." "Bence Alisa, söylediklerine inanmadı ve akşam için hiçbir hazırlık yapmadı. Hamdi Dede anlamayacak mı, sormayacak mı? Peki, sen o zaman Hamdi Dede'ye ne açıklama yapacaksın?" Düşünmek için evin içinde dolaşmaya başlayan Araf duraksadı. Çözüm yolunu bulmuş gibi gülümseyerek, "Bu görev sana düşüyor sevgili kardeşim. Git ve Alisa'yı akşam için geleceğimize inandır. Ona ben söylersem şüphelenebilir." Gökay unuttuğu bir şeyi hatırlamış gibi "İyide ben zaten Alisa'yı aradım. Akşam için hazırlık yapmalarını bile söyledim." Dedi. Araf gülümseyerek aklına gelen planı Gökay'a anlattı: "O zaman sorun halloldu demektir." Araf tekrar bilgisayarı eline aldığında, Gökay bir ân ne yapacağına karar veremedi. Alisa'ya akşam hazırlanması için yardım etmeli miydi, yoksa Araf'ın herkesin içinde kızı rezil etmesine izin mi vermeliydi? Kapı çaldı. Kadınlardan biri, isteme için hazırlanan çiçeği salondaki masaya bıraktı. Gökay çiçeğe yaklaşıp eline aldı. Elinde evirip çevirdikten sonra sordu: "Bu ne şimdi, çiçek mi bu?" Araf, gözlerini bilgisayardan ayırmadan cevap verdi: "Bildiğimiz çiçek işte! Neyine şaşırıyorsun?" "Bunun dikenleri var. İki tane gülü pakete sarmış, gülü de dikenleriyle göndermişler." "Özellikle öyle olmasını zaten ben istedim." "Sebep?" "Gökay, şu an çok önemli bir işim var. Seninle uğraşamam." Gökay, saatine baktığında Hamdi dedeye gidip alması gerektiğini fark etti, Araf'la uğraşmayı bırakıp evden dışarı çıktı. "Sıradan kırmızı gül yaptırmış, vizyonsuz it! İki tane gülle kız mı istenir? Ya Alisa çiçekleri Araf'ın kafasında paralarsa. Az bile yapar! Dinsizin hakkından imansız gelirmiş." diye söylenerek arabasına binip havaalanına doğru gitti. Gökay oraya vardığında dedeyi beklemeye başladı. Kalabalık arasında onu bulmak biraz zordu ama sonunda dedeyi fark etti. Yaşlı adama doğru giderek yaklaştı ve yüzünde mutlu bir gülümsemeyle dedeye sarıldı. "Uzun zamandır görüşememiştik, özlemişim sizi." dedi Gökay sevinçle. Dede sarıldıktan sonra genç adamın yanında durup etrafına baktı: "Eve gittiğimizde bizi nasıl bir sürpriz bekliyor acaba? Araf beni arayınca şaşırdım. Görünüşe göre bu sefer niyeti ciddi. Kim bu kızı gördün mü sen, nasıl biri, yakışıyorlar mı?" Gökay alayla yaşlı adama cevap veriyordu. Zavallı adam Gökay'ın söylediklerini ciddiyetle dinliyordu. "Araf'a isteyeceğimiz kızın adı Alisa. Görsen nasıl hanım hanımcık! Ağzı var dili yok." Genç adam, dedeyle arabasına doğru yürürken, "Dede, eve gittiğimizde seni bekleyen bir misafir var." dedi heyecanla. Yaşlı adam şaşırdı ve merakla sordu, "Kim bu misafir? Bana haber vermeden mi geldi?" Gökay gülerek cevapladı, "Evet dede, sana haber vermeden geldi. Ama eminim hoşuna gidecek. Şimdi sürprizi bozmak istemem, eve gidince göreceksin." "Biliyorsun, seni torunlarımdan ayırmam. Kendi öz torunlarım benim için neyse, sen de öylesin. Sonunda bizimkinin evlendiğini görüyorum, gözüm açık gitmem artık." Araba yolculuğu boyunca dedeye ailedeki son gelişmeleri anlattı. Her şey normal giderken sesler birden artmaya başladı. Gökay, dikiz aynasından ne olduğuna bakıp sürekli korna çalarak yol isteyen araba yüzünden az kalsın kaza yapacaktı. Şerit değiştirip yolda ilerlemeye devam ettiler. Dedeyle sohbetine kaldığı yerden devam edecekken arkadaki arabaya yol verdiyse de yine aynı şekilde korna çalarak ışıklarını sürekli yanıp söndüren araba tekrar göründü. Bu durum dedenin de dikkatini çekmiş olacak ki sordu: "Kim bunlar evladım, ne yapmaya çalışıyorlar?" "Bilmiyorum dede, ama bela aradıkları kesin!" Arkadaki araba uzun süre korna çalmaya devam etti. Gökay, gaza basıp hızlanarak yoluna devam etti. Artık araba görünmüyordu. Dede, emniyet kemerine tutunmuş, Gökay'a yavaşlamasını söylüyordu. Genç adam tehlike geçtiği için yavaşladı, biraz sonra tekrar aynı şekilde arabanın arkasında korna çalarak görünmeye başlayan siyah araç bu sefer öne geçmeye çalıştı. Gökay küfür etmek istedi, ama dede yanında olduğundan öfkesini içine atıp arabayı durdurdu. Yol boyunca onları takip eden siyah araçta durmuştu. Hamdi Dede, Gökay'a durmamasını yola devam etmesini söylese de genç adam dinlemeyip sinirle arabadan indi. Arkadaki siyah araçtan da beş kişi inmişti. Hamdi Dede gözlerine inanamadı. Gökay, kim olduğunu bilmediği birkaç adamla yüksek sesle tartışıyordu. Bir delilik yapmasına engel olmak isteyip arabadan indi ve Gökay'ın yanına gitti: "Evladım, boş ver, hadi biz eve gidelim. Akşama kız istenecek, olay çıkarma." Gökay, dedenin söylediklerini umursamadı: "Hiçbir yere gitmiyoruz dede, önce şunlara düz yolda nasıl araba kullanılması gerektiğini öğreteceğim! Çaldıkları kornanın sesini arkadaşlardan çıkartmadan gitmem!" Adamların içindeki en iri olanı racon keser gibiydi: "İki saattir sağa çek diyoruz lan, anlamadın mı! Asıl sen araba kullanmasını bilmiyorsun! Çok konuşma, bizimle geleceksin!" "Olur, adres verin, ben de dedeyi bırakıp hemen yanınıza geleyim! Çoktandır birilerini dövmüyordum, kısmet sizinmiş!" Adam, küçümser gibi Gökay'ı baştan ayağı süzdükten sonra kendinden emin bir şekilde konuştu: "Ne malum vereceğimiz adrese geleceğin, korkup kaçmayasın?" "Beni tanımadığın için böyle konuşuyorsun. Tanısan ağzını açıp tek kelime edemezsin." "Senin kim olduğunu biz çok iyi biliriz!" "Madem beni tanıyorsunuz, kaçmayacağımı da biliyorsunuzdur. Önce dedeyi eve bırakmam gerekiyor." Öndeki adam, yanındakinin kulağına bir şeyler fısıldadıktan sonra yine aynı adam işaret parmağını Gökay'a sallayarak konuştu: "Tamam, adresi sana atacağız. İki saat sonra söylediğimiz yerde olmazsan senin için hiç iyi şeyler olmaz! Tek geleceksin, sakın bir yamuk yapma!" "Kime güveniyorsun da benimle böyle konuşuyorsun?" Gökay sinirle adama doğru gidecekken dede engel oldu. Yine de birkaç adım ilerleyip adamın yakasına yapıştı: 'Sizi babam mı gönderdi? Kendisi gelemedi mi?' Yakasını Gökay'ın ellerinden kurtaran adam, tehditkâr bir sesle konuşmasına devam etti: "İki saatin var, yanındakini bıraktıktan sonra konum atacağımız yere geleceksin!" Önce iki kişi arabaya bindiler. Ardından konuşan adam da ters ters Gökay'a baktıktan sonra arka koltuğa geçti. Arabaya binip giden adamların arkasından bakakalan dede, Gökay'a korku dolu gözlerle baktı: "Kim bu adamlar evladım, senden ne istiyorlar?" "Uzun hikaye dede, sonra anlatırım. Hadi gidelim." Arabaya binip yola devam ettiler. Dede, Gökay'a kavga etmemesi için yol boyunca nasihatlerde bulundu, söylediklerini dinlemeyeceğini o adamların yanına gideceğini biliyordu. Eve geldiklerinde kapıda onu bekleyen küçük çocuk dedenin yanına koştu. Yaşlı adamın yüzünde şaşkınlık ve mutluluk bir aradaydı. Misafir, Hamdi dedenin en küçük oğlunun torunuydu. Dede çocuğa sarıldı. Hasret giderdikten sonra birlikte eve geçtiler. Dedeyi salona götürdüler. Çocuğun üvey annesi olan Handan Hanım, birinin geldiğini görünce ayağa kalkarak yaşlı adamı saygıyla karşıladı. Gökay, aceleyle evden çıkarken küçük çocuk da peşinden gelip merakla sordu: "Nereye gidiyorsun?" "Hemen dönüp geri geleceğim Kubilay. Araf gelince siz beni beklemeyip gidin. Ben de işimi halledip oraya geleceğim. Beni gördüğünü Araf dahil hiç kimseye bir şey söylemeyeceksin, anlaştık mı?" "Nereye gittiğini söylersen o zaman kimseye bir şey söylemem" dedi. "Hesabını görmem gereken biri var, onun yanına gidiyorum. Önemli bir şey değil, çabuk dönerim. Anlaştığımız gibi kimseye hiçbir şey söylemek yok" dedi. Kubilay da "Tamam, anlaştık" diye karşılık verdi. Gökay, çocuğu ikna ettiğine sevindi, Kubilay'ın yanağını sıkıp hızla evden çıktı. Telefonuna gönderilen adrese doğru arabasını sürdü. Dede, ev halkıyla özlem giderdikten sonra oturup dinlenmeye başlarken Gökay'ın evde olmadığını fark etti. Evdekileri sorguladı. Kubilay hariç kimse Gökay'ın nereye gittiğini bilmiyordu. Kapı çaldığında yerinden hızla kalkan Kubilay, koşarak kapıyı açmaya gitti neşeyle yerinde zıplayarak: "Araf Abi geldi!" dedi. Araf, karşısındaki küçük çocuğu görünce coşkuyla kucağına aldı. Handan, gelip çocuğu Araf'ın kucağından almak istedi. Kucaktan inmek istemeyen Kubilay omuzlarını silkti. Handan, ikna etmenin bir yolunu bulup Kubilay'ı Araf'ın kucağından indirdi. Küçük çocuk eline tutuşturulan arabayla tekrar eski oyun alanına geri döndü. Araf, dedesinin elini öptükten sonra koltuğa oturdu. Etrafa göz gezdirdiğinde arkadaşını göremedi: "Dede, Gökay'la beraber gelmediniz mi? O nerede?" Dede, torununun gelişiyle unuttuğu telaşını hatırlayıp tekrar o anı yaşar gibi yerinden sıçradı: "Sorma evladım, Gökay'ın başı fena belada. Havaalanından gelirken siyah bir araba yüzünden az kalsın kaza yapıyorduk. Bizim deli arabayı durdurup araçtakilere doğru gitti. Bir sorun çıkmadan eve geldik ama galiba Gökay adamları bulmaya gitti." Ne olduğunu tam olarak anlamayan Araf, dedeye olayı baştan anlatmasını istedi. Yaşlı adam başlarına geleni anlattıktan sonra Araf sinirle ayağa kalkıp gidecekken Gökay'ı nerede araması gerektiğini bilmediğini fark edince duraksayıp sordu: "Dede, niye gitmesine izin veriyorsun? Sana nereye gittiğini söylemedi mi?" "Yok evladım bana hiçbir şey söylemedi." Araf, sinirle solurken ne yapacağını düşünmeye çalışıyordu. Telefonunu çıkarıp arkadaşını aradı. Kapalı olmasına lanetler yağdırdıktan sonra sesi evin içinde yankılandı: "Koskoca evde kimse görmedi mi Gökay'ın nereye gittiğini?" Kubilay daldığı oyundan başını kaldırıp hemen olanları anlattı. "Ben gördüm. Araf dahil hiç kimseye nereye gittiğimi söylememe dedi. Hesabını soracağım biri var dedi." Handan sessizlikten faydalanıp aklındaki soruyu sordu: "Geç kalmadan yola çıkmalıyız, dedeciğim. Bu akşam kızı istemeye gitmeyecek miyiz?" Dede giderek kötüleşirken koltuğa yığıldı. Araf, dedesine doğru dönüp "Sanırım nereye gittiğini biliyorum. Siz gidin, ben Gökay'ı alıp hemen geleceğim." "Evladım, biz kızın evini bilmiyoruz. Hem sen olmadan kız mı istenir? Kızı tanımıyoruz bile." "Merak etme, dede. O bunları sorun edecek biri değil. Sizi en iyi şekilde karşılayacağına eminim." "Olmaz öyle şey, sen de geleceksin. Hep beraber gideceğiz. Tansiyonum yükselmeye başlıyor. Ara Gökay'ı da hemen gelsin. Böyle bir günde insanları bekletmek olmaz!" Araf, yaşlı adamın huyunu bildiğinden sesini çıkarmayıp söylediğini yerine getirmek için hazırlanıp yola çıktılar. Yolda giderken, Araf defalarca Gökay'ı aradı. Hiçbirine cevap alamayınca hem sinirlenmiş hem endişelenmişti. Yine de hiçbir şey olmamış gibi sakin görünmeye çalıştı. Dede başını cam tarafından çevirip torununa baktı: "Gökay'dan hâlâ haber alamadın mı?" "Yok dede, her zamanki Gökay işte, mutlaka bir yerlerde takılıyordur. Sen merak etme çıkar bir yerlerden." Dedesi tekrar başını cama çevirince derin bir nefes aldı. Söylediği yalana kendisini de inandıramamıştı. Bir ân önce Gökay'a gidip ona yardım etmeliydi. Araf'ın aklı yol boyunca ortadan bir anda kaybolan arkadaşındaydı. Dedeyi Alisa'ya bırakıp gitmeyi planladı. Eğer tahmin ettiği yere gittiyse, kurtulması için yardıma ihtiyacı vardı. Eve vardıklarında herkes arabadan indi. Çiçeği ve çikolatayı alıp apartmana doğru yürümeye başladılar. Handan Hanım sokağı incelerken kocasına daha çok yaklaşıp yüzünü buruşturdu: "Ayol, bu kız burada mı oturuyor? Ne biçim yer burası böyle! Allah bilir kimdir? Araf senin ne işin var böyle insanlarla, kendi dengini bulamadın mı?' Dede, Handan'ın söylediklerini duyunca üvey gelinini kınar gibi baktı. Sabır diledikten sonra yürüdü. Handan söylenmeye devam etti: "Ay yok, ben içeri giremem. Burası bildiğin apartman! Bence bu kızı istemeye gerek yok, zaten nasıl biri çıkacağı apartmandan belli! Para avcısı, annesiyle günlere gitmekten başka bir işi olmayan, lise terk biridir kesin! Rezalet! Şu düştüğümüz durumlara bak!" Kocası Handan'ın kolundan tutup ikna etmeye çalışıyordu: "Handan ayıp oluyor, daha kızın kim olduğunu görmeden hemen ön yargılı davranıyorsun. O da yakında bu aileye gelin gelecek, sen neler söylüyorsun." Araf, Handan'ın söylediklerine kaşlarını çatarak ağzının payını vermek istedi: "Merak etme, benim evleneceğim kadın, işi sadece annesiyle günlere gitmek olan, para avcısı kızlardan değil!" Handan tekrar ağzını açacakken dede tartışmayı önlemek için sinirle baktı. Bir şey söylemek isteyen Araf, dedeye döndü: "Siz gidin benim çok kısa bir işim var. Hallettikten sonra hemen geri geleceğim." Dede torununa elindeki bastonu göstererek azarladı: "Hele bizi kandırıp ortadan kaybol, aha şu yakut bastonumun ucuyla kafanı kırarım!" "Yok dede, bir yere gitmiyorum, burada olacağım. Siz merdivenle dördüncü kata çıkana kadar, ben dönmüş olurum. Söz veriyorum. Çok kısa bir işim var, hemen halledip geleceğim." 'Tamam o zaman çok gecikme!' diyerek apartmana doğru gitti. Araf vakit kaybetmek istemediğinden arabaya bindiği gibi hızla ortadan kayboldu. Yavaş yavaş merdivenleri çıkmakta olan aile sonunda dördüncü kata gelmişti. Handan ve kocası önden çıkmış, kimseyi beklememişti. Dede de varacakları kata gelince kapıyı çalması için üvey gelininin yüzüne baktı. Handan yine sabır diler gibi söylendi: "Allah'ım, biz ne günah işledik. Ortada damat yok, biz kız istemeye geldik! Şunun aldığı çiçeğe bak, dikenleri elime battı! Madem kızı seviyorsun, şöyle daha güzel bir şeyler al değil mi! Ayol, ya kız mazoşistse ya çiçekleri dikenli seviyorsa? Ya bize kafayı takarsa, ya bizi boğarsa? Bence geri dönelim." Dede fenalık geçirmek üzereydi. Kocası kadını sakinleştirmeye çalıştı: "Handan ne çok söylendin! Sus artık! Çok konuşma, zili çal!" Handan'ın eli bir türlü zile gitmiyordu. "Ay yok, yapamayacağım. Araf nerede, içeriye onsuz mu gireceğiz?" Dede, gelinini sevmese bile söylediklerinde haklıydı. Araf'ın sözüne güvendiği için kendine kızdı. O sırada Handan daha çok şikayet etmeye başlamıştı. Tahammülü kalmamış olan yaşlı adam sinirlendi: "Araf'ta gelir birazdan kızım sen zili çal!" Kadın korkuyla biraz da çekinerek kapı zilini çaldı. Handan göreceği kızı zihninde tasarladığı gibi çirkin olacağına emin olduğundan kendisi hariç herkes nefesini tutmuş, istemeye geldikleri kızın nasıl biri olduğunu görmek için sabırsızlanıyorlardı. Kapı açılınca önce Handan, daha sonra kocası gözlerine inanamadılar. Şaşkınlıktan dili tutulan kadın neredeyse elindeki çiçeği düşürecekti. Kubilay karşısında Alisa'yı görünce çok sevindi. Coşkuyla içeri doğru gidip birbirine sarıldılar. Kız, Kubilay'ı kucağına almıştı, çocuk ise ellerini kızın boynuna dolamış neşeyle gülümsüyordu. Alisa, Kubilay'ı tekrar gördüğü için mutlu olmuştu. İnsanların kapıda beklediğini fark edince Kubilay'ı yavaşça yere bırakıp elinden tutarak gelenlere gülümsedi: "Buyurun, hoş geldiniz!" Önce içeri dede girdi. Handan hâlâ şok olmuş gibi ayakta dikildiğini görünce kocası olaya müdahale etti. "Handan, hadi içeri girelim. Bakma öyle tuhaf tuhaf!" deyip karısının kolundan tuttuğu gibi içeri geçirdi. Alisa, kadının elindeki çiçeği alırken yüzüne bakıp gülümsemeyi ihmal etmedi. Çiçekteki dikenleri görmüştü ama önemsememişti. Kocası Handan'ın zili çalmadan önce söylediklerini hatırlayınca gülmesine engel olamadı. Hep beraber salonda otururlarken Halide Hanım, Araf'ı göremediği için merakla sordu: "Damat nerede gelmedi mi yoksa?" Handan düştükleri duruma gülmek istedi, ama dededen korktuğu için kendini tuttu. Dudaklarını birbirine bastırdı. Dede, ne açıklama yapacağını bilemediği için birden kıpkırmızı oldu. Eve gidince torununa bunun hesabını soracaktı. Halide Hanım kaşlarını çatmış, bir açıklama bekler gibi yaşlı adamın yüzüne bakıyordu. Sonunda bir yalan bulup geçiştirmek ister gibi: "Arabayı park ediyor. Buralarda park yeri bulamadı da ama merak etmeyin o da birazdan gelir." Dedi. Hal hatır sorulup olayı unutturmaya çalıştılar. Tanışmaya pek meraklı olan Halide Hanım, yaşlı adama Araf'la ilgili birçok soru soruyordu. Çok geçmeden kapı çaldı. Kız gidip kapıyı açtı. Nefes nefese kalan Araf, ellerini kapının yanlarına koymuş, hızla atan kalbinin dinlenmesi için başını yere eğmişti, gözlerini kapatmış hareketsiz duruyordu. Açılan kapıyla birlikte gelen parfüm kokusu dikkatini çekmişti. "Atlı mı koşturuyor seni, ne yapıyorsun Araf, neden bu hâldesin?" Genç adam nefes almayı bırakıp gözlerini açtı, karşısında Alisa'yı görünce gözlerini zarifliğinden alamamıştı. Yavaşlamakta olan kalbi tekrar hızla atmaya başlamıştı. Bakışlarını kızın üzerinden çekmeden hemen kendini toparlayıp elindeki çiçeği Alisa'ya uzattı. "Bunlar senin." Araf'ın uzattığı lale demetini alan Alisa: "Çiçek almamış mıydın, neden tekrar alma gereği duydun?" "Onlar senin değil, Halide Hanım'ındı!" "Yaşlı kadına dikenli gül mü aldın? Bir an onları bana aldın zannettim. Bu yüzden mi geç geldin?" Dedi elindeki çiçeği göstererek. Araf gülümsedi: "Kapıda tartışmayalım. Geç geldiğim için zaten dedem canıma okuyacak. Bir de sen sorguya çekme beni." Çiçeklerle içeri geçen Alisa hiçbir şey olmamış gibi etrafına gülümsedi. Araf'ı takım elbiseyle görünce Halide Hanım sesli bir maşallah dedi. Çiçekleri masaya bırakan Alisa, ayakta duran Araf'a yaklaşıp fısıltıyla konuştu: "Otur, ayakta çok dikkat çekiyorsun." Araf dudaklarını oynatmamaya dikkat ederek Alisa'ya cevap verdi: "Bilerek mi yapıyorsun?" "Neyi bilerek mi yapıyorum?" "Sadece o kadının yeri boş!" dedi Halide Hanım'ı kastederek. Alisa, Araf'ı baştan ayağı süzdükten sonra zevkle konuştu: "Dün yürek yemiş gibi konuşan ben değildim. Şimdi çek cezanı!" "Bana bak, kahveyi sakın tuzlu yapma, bunu sakın yapma!" "Merak etme kahveye tuz atmayacağım. Sen sadece tuzluymuş gibi oyna." deyip göz kırptı. "Tamam, anlaştık." Dedi Araf. Alisa ikna olmuş gibi gülümseyerek kalabalığa karıştı. Araf, kız gidince odaya kısa bir göz gezdirdi, bir kişinin yanı hariç boş yer olmadığını gördü. Mecburen gidip Halide Hanım'ın yanına oturdu. İçinde garip bir gerginlik hissi uyanmış gibiydi. Elini Araf'ın sırtına koyarak konuşan Halide Hanım: "Sizin torununuz diye söylemiyorum maşallah çok delikanlı çocuktur." dedi. Alisa mutfakta kahveleri yaparken Masal da ona yardım ediyordu. Gökay neden gelmemiş diye merak ediyordu. Alisa'nın kahve fincanına keçeli kalemle bir şeyler yazdığını fark edince merakla sordu:"Ne yazıyorsun? Araf'ın fincanı mı o?" "Evet." Kalemi bırakıp kuruması için tezgahta bir kenara koydu. Alisa taşıracakken son anda kahveyi fark etmiş, ocağın altını kapatmıştı. Kahveleri fincanlara doldururken Masal son fincana bakıp "Araf'ın kahvesine tuz atmayacak mısın?" Dedi. "Hayır, atmayacağım." "Sana o kadar şey yaptı ve sen onu affedecek bugünü mü buldun? Merhamet etmenin sırası mı?" Alisa gözlerini kahve fincanlarından ayırıp kıza baktı: "Kahvesine tuz değil, şeker attım." Elini kalbine götürüp yalandan bir derin nefes alır gibi yaptıktan sonra, "Oh, bir an havale falan geçiriyorsun sandım. Şükürler olsun..." deyince birbirlerine bakıp güldüler. Kahveleri hazırlayınca tepsiyle salona gelen kız, herkese kahvesini verdikten sonra sıra Araf'a gelmişti. Dökmemeye özen göstererek fincanı uzatırken gülmemek için Araf'ın yüzüne bakmadı. Kahveyi sağ salim verdikten sonra yerine oturdu. Yüzüne kocaman bir gülücük yerleştirip birazdan olacaklar için heyecanla bekliyordu. |
0% |