Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5. Bölüm

@madrabazbiryazar

Burada olmamın asıl nedenini unutmuştum. Masal'ın güvende olduğunu öğrenmek için o adamla tekrar yüzleşmem gerekiyordu. Kapıdan çıkıyordum ki Ayşe nereye gideceğimi biliyormuş gibi beni durdurmak istedi. Elini kapıya koyup yüzüme bakarak "Hayrola nereye?" diye sorunca kadını terslememek için kendimi zor tutuyordum. Ayşe'yi kenara itip kapıyı açtığımda Ferda'nın meraklı bakışlarıyla karşılaşmıştım ama umrumda olmamış gibi koridor boyunca yürümeye devam edecektim ki Ayşe ve Ferda'nın arkamdan yaptığı konuşmayı duymuştum: "Arkadaşını peşindeki adamlardan kurtaran patronumuza bir teşekkür bile etmeden çıkıp gitmek ancak onun gibi birine yakışırdı."

Duyduklarımla beraber olduğum yerde kalakalmıştım. Masal'ın peşinde olan adamın yakalanmasına çok sevindim. Kızların olduğu tarafa doğru giderek konuşmalarını böldüm: "Masal şu an güvende mi?"

Ferda arkamdan konuştuklarını duyduğum için huzursuz olmuştu. "Arkadaşın hiçbir şeyin farkında bile olmadan başındaki büyük bir beladan kurtuldu!" Dediği anda mutluluktan neredeyse Ferda'ya sarılacaktım ama sonra bu fikirden vazgeçmiştim. Sahte bir gülüşle yanlarından uzaklaşınca Masal'ın iyi olduğunu kendi ağzından duymak için telefonumu cebimden çıkardım. Ferda koşarak yanıma gelip telefonumu adeta çekip almıştı. Delirmiş gibi üstüne atlayacağım sırada "Arkadaşın peşinde birilerinin olduğunu bilmiyor. Onu da bu durumdan haberdar edip işi iyice çıkmaza sokacaksın!" Diyerek mantıklı bir açıklama yaptığını düşünmüştü.

"Bir şey söylemeyeceğim sadece iyi olup olmadığını merak ediyorum! Ver şu telefonumu!"

Telefonumu alıp elleriyle geriye doğru saklayarak vermeyeceğini açıkça belli etmişti. "Eve gidince görürsün arkadaşının iyi olup olmadığını şimdi sakin ol ve kimseyi arama!" Diyerek telefonumu uzatmıştı.

Ayşe koluma girerek beni mutfağa götürmeye çalışıyordu. Ferda da peşimizden gelerek az önceki davranışının açıklamasını yapıyorken başımı çevirip yüzüne bakınca pişman olduğunu görmüştüm. Mutfağa geldiğimizde Ayşe ile sandalyelere oturduk. Ferda dolaptan su alırken bardağı bana uzatınca teşekkür etmiştim. İçerken ne yapacağımı düşünüyordum. Kızların iyiliklerinden şüphelenmeye başlamıştım. Ayşe'nin bakışları arkamda bir şeyin olduğuna odaklandı. Arkamı birden döndüğümde o adamı görmüştüm. İşte yine buradaydı. Demek Ferda'nın böyle davranması sırf bu yüzdendi.

Adam, bana doğru yavaş adımlarla yaklaştı ve rahat bir tavırla konuşmaya başladı: "Tesadüfe bak ki, şimdi de burada karşıma çıkıyorsun. Sence bu bir tesadüf mü yoksa planlanmış bir şey mi?"

Buraya gelmeyi nasıl planlamış olabilirim ki? Beni zorla buraya getirenler kendi adamları değilmiş gibi bir de hâlâ utanmadan tesadüf olduğunu söylüyordu. Çıldırmama ramak kalmıştı.

Ayağa kalkıp hızla adama doğru bir adım attım. O ise beni umursamayıp kahve makinesinin tuşuna basmıştı. Çıkan mekanik sesler hiçbir şey olmamış havası verdiği için adamın bu rahat hareketine sinirlenmiştim. Makinenin tuşuna basıp kapattığım an yüzüme gülmüştü.

"Bütün bunlar bir tesadüfmüş gibi bana numara yapmayı bırakın zaten buraya atılan tehdit mesajları yüzünden geldim. Arkadaşımı rahatsız etmeyin, onun bir suçu yok!" Seher'in başına gelenler yüzünden duyduğum pişmanlığı, Masal içinde yaşamak istemiyordum.

Ferda araya girip "Pardon ama arkadaşını Araf Bey kurtardı! O olmasaydı arkadaşını biraz zor bulurdun!" Deyince gözlerim büyümüş bir şekilde Ferda'ya taraf bakmıştım. Adam uyarıcı bakışlarını kıza yöneltmişti ama Ferda haklı olduğuna inanıyor gibiydi.

Ferda'ya dönüp sordum: "Ne yani bugün eve gelen o pislik herif de mi arkadaşımın peşindeydi?" Dediğim an pot kırmışım gibi Ferda ve Ayşe korkuyla birbirlerine baktılar. Adamın dikkatini tartışmamızın üzerine çekince söylediklerime pişman olmuştum.

"Bugün buraya biri geldi ve bana haber vermediniz öyle mi!" Ferda ayakta olduğu için göz temasından ve azardan en çok o nasibini almıştı. Ayşe ise masada gergin bir tavırla oturmaya devam ediyordu. O adamın eve gelişini Araf'tan sakladıklarını bilseydim kesinlikle söylemezdim.

Kızlar susunca adam bana dönüp gelenin kim olduğunu sorar gibi bakmıştı. Heyecandan saçmalayacağımı bildiğim için derin bir nefes aldım. Susmakla adamı sinirlendirdim mi diye düşünürken kızları azarlamayı bırakıp odasına gitmişti. O gidince Ferda iyilik meleği gibi davranmayı bırakıp tekrar şeytansı hâline geri dönmüştü: "Yaktın bizi yaktın! Niye söylüyorsun o adamın eve geldiğini, şimdi biz patrona ne hesap vereceğiz?"

Ayşe ayağa kalkıp ters bakışlarını yönelterek "Her şeyi berbat ettin aptal!" Diye söylenince ellerimi göğsümde birleştirip zevk alıyormuş gibi cevap verdim: "Patronunuzu öve öve bitiremiyordunuz. Onun çok iyi biri olduğunu söyleyen sizlerdiniz. Şimdi niye sesiniz içinize kaçtı kızlar?"

Adamlardan biri mutfağa girip Araf'ın kızları yukarı çağırdığını haber verince iyice telaşlandılar. Onu gönderip biraz sonra geleceklerini söyleyerek zaman kazanmaya çalıştılar. Kızların mutfakta dolaştıklarını gördüğümde onları zor bir duruma soktuğumu fark etmiştim. Bir şeyler yapmalıydım ama ne? Ellerimi çözüp "Böyle dönerek çözüm yolu bulamazsınız ben de size yardım etmek istiyorum!" Diye söyleyince ikisi de memnun olmuş bir ifadeyle yüzüme bakmıştı.

"Önce bugün eve gelen o adamın Araf Bey'le derdinin ne olduğunu kısaca özet geçin sonra bu durumdan kurtulmak için bir şeyler düşünelim."

Ferda bitkin bir tavırla kısa bir özet geçti. Eve gelen Erdal, Araf'ın dedesiyle eskiden beri süre gelen düşmanlığı olduğundan pis işlerini yaptıracak birini arıyordu. Dededen habersiz Araf'la işbirliği yaparak güya dostluk kurmak istiyordu. Bugün buraya benim için değil de şirket üzerinden kalan pis işlerini yürütmesi için Araf'ı ikna etmeye geldiğini öğrendim. O adamdan hayırlı bir sonuç beklenemeyeceğini tehditlerinden anlamıştım. Kısa sürede bir çözüm bulamazsak kızların işten atılacağı kesindi.

Mutfağa tekrar gelen adam daha sert bir ifadeyle, patronun hâlâ onları beklediğini söyleyerek mutfak kapısında dikilmeye devam ediyordu. Kızlar ayaklandığı sırada onlara oturmaları için bir el işareti yapıp adama, patronun odasını sorduğumda o da benimle beraber gelmekte ısrarcı olmuştu.

Koridorda yaptığı uyarılarını ciddiye almadım. Kapının önüne vardığımızda anlaştığımız gibi önce adam kapıyı tıklatıp önünü ilikleyerek içeri girdi. Kol saatimden geçen süreye baktığımda bir dakika kırk iki saniye sonra içeri girmeme müsaade buyrulmuştu. Oda serin ve oldukça güzel kokuyordu. Pencereye paralel olarak konulmuş masanın üzeri düzenliydi.

Adam beni görünce ceketinin yakalarını düzeltip arkasındaki koltukta dik bir şekilde oturarak ne istediğimi sorunca sinirden güldüm. Yüzünde neden güldüğümü merak eden bir ifade belirdi. Açıklama yapma zorunluluğu hissettim.

"Beni buraya tutsak eden siz değilmiş gibisiniz. Asıl siz benden ne istiyorsunuz hâlâ söylemediniz!"

"Sözleşmeyi okudun mu?" Diye sorunca konuyla alakasını düşünmeye başladım ama sözleşmede yazılanları okumuştum ancak aklım başka bir yerde olduğu için yazılanları anlamamıştım. Bunu ona da söylediğimde alayla gülümsemişti. "Okumadıysan şimdi burada okuyabilirsin, al!" Diyerek kağıdı bana uzatmıştı. İş sözleşmesi gibi kurallar belirten kağıtta yazılanları okuduğumda en çok dikkatimi çeken son maddeyi adamın yüzüne bakarak sesli okumuştum. "Madde sekiz: Sözleşmenin çalışan tarafından fes edilmesi hâlinde karşı tarafa yüz bin dolar öder!"

"Benim böyle bir işe ihtiyacım yok! Bu sözleşmede yazılanlar benim yapabileceğim şeyler değil kendinize çalışacak başka birini bulun!"

"Sözleşmeyi fes mi ediyorsun? Peki yüz bin doları getirdikten sonra kağıdı yırtabilirsin." Adam yırtabilirsin derken resmen fikir veriyor gibiydi. Kağıdı yan çevirip parmaklarımla ortadan ikiye parçalarken çıkan ses rahatlamama yetmişti. Ama bu işte bir terslik vardı. Adam sözleşmeyi yırtmama rağmen pek sakin davranıyordu.

Araf arkasındaki koltuğa yaslanıp rahat bir nefes aldıktan sonra konuştu: "Pekala nasıl istersen öyle olsun." İyice işkillenmeye başlamıştım. Çekmecenin içinden çıkardığı bir başka kağıdı görünce yüzüme zafer kazanmış gibi gülümseyerek bakmıştı.

"Herhalde sana asli olanı vereceğimi düşünmüyordun değil mi?" İşaret parmağını kağıdın üzerine hafifçe vurarak "Sözleşme burada!" Deyince rengim atmıştı.

"Siz benden tam olarak ne yapmamı istiyorsunuz?"

"Sözleşmeye uyarak burada çalışacağına kendini ikna edip akşam yemeğini hazırlayabilirsin."

"Buraya kızlar için gelmiştim ama bana söylemek istediğim şeyi yine unutturmayı başardınız!" Adam yanlış anlamış gibi kaşını kaldırıp alayla yüzüme bakınca düzeltmek için tekrar konuştum: "Kızlar bugün eve gelen adamı size haber vereceklerdi fakat unuttular. Yani insanlık hâli herkes her şeyi unutabilir öyle değil mi?"

"Herkes her şeyi unutamaz. Unutmamalı!" Bu imâlı lafın altında yatan hikmeti öğrenmekte ısrar etmiyordum. Alttan alttan bir şeyler söylüyordu ama hiçbir şey anlamıyordum. Bana mı laf vuruyordu bu!

Adamlardan biri kapıyı tıklatıp içeri girince Araf'la uğraşmayı bıraktım. İçeri giren ayımsı beden, bizi bölmek için yalandan boğazını temizleyip susmuştu. Ayımsı diyorum çünkü tıpkı bir ayı kadar iri ve sevimliydi. Ben odadan çıkana kadar da konuşmamıştı. Ayıcık 'git artık' der gibi bakınca, Araf kızların yaptığı yanlışı unutmuştu. Sahte bir tebessümle yanlarından ayrılırken kapıda karşılaştığımız kızlar az daha üzerime düşüyordu. Araf denen adamdan hem bu kadar korkup hem de dedikoducu kadınlar gibi ne kapısı dinliyorlardı?

Ayşe Ferda'ya acıtmayacak şekilde eliyle vuracakken, öteki ise sessiz olmasını söyleyerek aşağı inmemiz gerektiğini söylemişti ama daha merdivenlerden bir adım atmamıştık ki Ayşe merakla beni yanına çekiştirip sordu: "Ne konuştunuz?"

"Valla doğru dürüst konuşamadık içeri biri girdi."

"Memduh'u mu diyorsun ay o ne şerefsizdir o! Araf Bey'in arkasından bin türlü iş çevirir yine de kimse yediği haltları ispat edemez. O çok sinsi bir adamdır. Aman diyeyim, onun yanındayken konuşmalarına dikkat et sonra seni gammazlamasın!"

Adının Memduh olduğunu öğrendiğim ayıcık, sansar çıkınca bu evde kimseye güvenemeyeceğimi hissediyordum.

Ferda şanssızlığına lanet okur gibi bir hareket yaparken az kalsın Ayşe'yi merdiven boşluğuna yolluyordu. Kolundan tutmasaydık birkaç saniye sonra görmek istemeyeceğimiz bir manzaraya şahit olacaktık.

Onlar kendi aralarında tartışmaya başlarken ikisini de susturmayı başarıp mutfağa yönlendirdim. Saat dokuza geliyordu. Geç kalmadan eve gitmeliydim ama yukarıdaki adama önce yemek yapmam gerekiyordu. Aksi hâlde buradan çıkamayacaktım. Tezgahın önüne geldiğimizde kızlar dikkatle yüzüme bakınca yemek yapacağımı söyledim. Ferda gülmeye başladı. Ayşe de ona katılmayı ihmal etmemişti. Çekmeceleri açarken gözüme kestirdiğim kepçeyi tezgaha vurarak gülmeyi bırakmazlarsa bununla kafalarını kıracağımı söylediğimde daha çok gülmüşlerdi. Akşam yemeğini hazırlamadan önce bilekliğimi çıkardım ve ellerimi yıkadım. Ne pişireceğimi bilmiyordum. Ayşe, yemeklerin listesini çıkardıktan sonra kağıdı elime tutuşturup kıkırdamaya devam etmişti.

Tencereyi hazırlarken Ferda tezgahın üzerindeki kepçeyi almış makineye koymuştu. Tuhaf bir ifadeyle yüzüne bakınca ne olduğunu anlatmaya başladı: "Buzdolabının üzerindeki küçük kağıtta yazılan kurallara dikkat etmen gerekiyor yoksa yemek de çöp olur." Deyince buzdolabına doğru gidip kağıdı elime aldım.

Kurallara sadık kalarak önce saçlarımı toplayıp sonra ellerimi yıkadım. Yemek yapmaya başlarken kızlar da bana yardım etmişti. Mutfağı birazcık dağıtmıştık ama ortada henüz yiyecek bir şey yoktu. O adam burayı dağınık hâlde görmesin diye hızla dağıttıklarımı toplayan kızların hâline hem gülesim hem de arkama bakmadan kaçıp gidesim vardı. Tezgahın her köşesini dikkatle temizleyip eski hâline geri getirdiklerinde yemek pişirme işini bana bıraktılar.

Elimdeki kağıttan listedeki yemeklere göz geçirdim. Burada yazılı olan yemeklerden başka yemek yapmak kesinlikle yasaktı. Yazı okunaklıydı ama yemeklerin neredeyse hiçbirini bilmiyordum. Hangisini yapacağıma karar vermeden önce detaylı bir araştırma yaparak internetten yemeklerin isimlerini arattım. En kolay görüneni yapmaya karar verdiğimizde işe koyulduk.

Yarım saatte pişirilen yemeği bir saat yirmi dakikaya anca yetiştirebilmiştik. İlk denememe göre fena sayılmazdı. Görüntüsü güzeldi ama aynı şeyi tadı için söyleyemezdim. Yemeği servis etmeden önce masayı kızlara hazırlattım ardından mutfağa gidip biraz oturdum.

Yorgunluğumu yüzümden anlayan Ayşe "Tamam bugünlük bu kadar yeterli, yemeği ben götürürüm. Yarın sabah erkenden burada ol! Araf Bey kahvaltısını her sabah saat 06.00'da yer." diyerek çıkabileceğimi söylemişti.

Yüzümdeki yorgun ifadeden dolayı anlamadığımı düşünerek söylediklerini bir kez daha tekrar etmekten geri durmamıştı. Gidecek olmama sevindim fakat saati duyunca şaşırmıştım.

"Sakın bir hata yapma söylediğim saatte burada olmalısın."

Bu adama şehzade gibi davranılmasına bir anlam veremedim. El bebek gül bebek yaşayıp gidiyordu. Onun hayatının binde biri ben de olsaydı o zaman her şey çok farklı olurdu.

Düşünmeyi bırakıp sordum: "Benim buraya o saatte gelebilmem için saat beşten önce uyanmam gerek Ayşe!"

Gözlerini devirerek yine o şeytansı ses tonuyla konuştu: "Senin kaçta kalkacağın umrumda değil! Önemli olan Araf Bey'in kahvaltısı! Kendini ona göre ayarlasan iyi olur. Yapamam diyorsan o zaman imzaladığın sözleşmedeki miktarı öder evine gidersin!"

O lanet sözleşmeyi imzalarken başıma geleceklere dair en ufak bir fikrim yoktu. Şimdi, hayatımın bir kısmını Araf Bey’in taş gibi katı kurallarına karşılık vermek zorunda kalacaktım.

Yüzümdeki yorgunluk, düşüncelerime eşlik ederken, bir yandan da üzerimde bir zorunluluk varmış gibi hissediyordum. "Peki." En azından evime gidebiliyordum.

“Bence yarın senin için bu bir felaket olacak.” diyen Ayşe alaycı bir tavırla gülümsemeyi de es geçmedi. Beceriksiz biri olmadığımı yarın nasıl olsa gösterme fırsatım olacaktı.

Mutfaktaki işimi bitirince Ayşe'de yemeği masaya bıraktıktan sonra çantasını ve not defterini alıp dışarı çıkmıştı. Kendisine kapıya kadar eşlik ettim. Ferda yarım saat önce çıkmıştı. Ben de evden çıkmadan önce adamı sinirlendirmek için mutfağı dağıtmaya gidecektim. O sırada Araf denen adam aşağı inmişti. Masaya memnun bir ifadeyle göz attıktan sonra en baştaki sandalyeye geçip oturdu. Çaktırmadan ne yaptığına bakıyordum. Tam mutfağa doğru gidecekken duyduğum sesle irkildim. Beni yanına çağırmıştı. Adama yüzümü dönüp birkaç adım attım ama daha fazla yaklaşmaya cesaret edemedim. Ne diyeceğini merak içinde beklerken çok geçmeden tekrar aynı otoriter sesiyle konuştu: "Buraya gel lütfen!"

Bu sefer biraz daha yaklaştım ama aradaki mesafe ne kadar çok olursa kendimi o kadar güvende hissediyordum. Masanın sol yanına gelip ne istiyorsun der gibi baktım. Ellerini karşı sandalyeye doğru uzatıp oturmamı işaret etti. Rica ederken bile emir veriyormuş gibi gelen ses tonu sinirlerimi bozuyordu. Yine de ayakta dikilerek yorulmak işime gelmemişti. Mecburen gösterdiği yere oturdum. Etraf o kadar sessizdi ki gerilmeye başladım.

"Niçin yemiyorsun?" Deyince önümdeki dolu servis tabağına gözüm takıldı. Ayşe sadece tek servis yapmıştı. Ayşe ve Ferda çoktan çıktığına göre o zaman bu tabaktaki yemeği o getirmişti. Kafamı kaldırıp adama dikkatle baktım. Belli ki ben yiyene kadar o tabağına dokunmayacaktı. Küçük bir parça ağzıma atıp çiğnerken yemeğin az tuzlu olduğunu fark etmiştim. Çatal bıçağı bırakıp bir bardak su içtim. O sıra adama bakmayı ihmal etmedim. Yemeği yediğimi görünce o da yemeye başlamıştı.

Bilerek mi yapıyor yoksa bir şeyleri planlayan kendisi mi? Yemeğe zehir kattığımdan falan mı şüpheleniyordu diye düşünürken adam yemek yemeyi çoktan bırakmış elinde suyla yüzüme bakınca tekrar gerilmeye başlamıştım.

"Belki söylediğime inanmayacaksın ama yaşaman için burada olman şart!" Diyerek beni şaşırtmayı başarmıştı. Bardağı bırakıp kendimden emin bir ses tonuyla konuştum: "Sokaklar sizin gibi insanlardan daha güvenlidir." Sabah yaşananlar kolayca unutulacak şeyler değildi. Gözlerinin derinliklerinde, daha önce hissetmediğim kadar yoğun bir ilgi vardı.

Yemek tabağının kenarını parmaklarıyla hafifçe kendinden uzaklaştırınca yemeyeceğini anlamıştım. Az önceki sözlerime alınmamış gibi gülümsedi. "Bana güvenmemekte haklısın çünkü peşindeki adamın kim olduğunu dahi bilmiyorsun."

Sakin olmak istesem de bunun mümkün olmayacağını biliyordum. Derin bir nefes alarak, "Öyleyse anlatın, öğreneyim. Peşime takılan adamın benimle ne işi var?" diye sordum.

Gözlerini kısıp bakışlarını benden ayırmadan güvende olmam için uğraştığını söyleyince sinirlendim: "Zahmet etmeyin ben kendimi korurum."

Adam kaşının birini kaldırıp elini masaya koyarken sinirle cevap vermişti. "Koruyamazsın! Polislere güveniyorsan, Erdal'ın her yerde adamları olduğunu ve seni onların bile koruyamayacağını bilmelisin!"

Benden ne istiyorlar diye sorup amaçlarını öğrenmek istiyordum. Konu babamdan açılırsa öldüğü ânı gözlerimin önüne getirip adamın karşısında ağlamak istemiyordum.

Bedeni araba koltuğuna bağlanmış, başından tek kurşunla yanarak ölen bir ceset...

Ellerimle örtüyü sıkıca kavradığımı fark edince adamın dikkatle yüzüme baktığını fark ettim.

Hayatımı hep başkalarından korkarak mı geçirecektim? O adam, babamı para yüzünden o hâle getirmişti. Parayı ele geçiremeyen adam bu sefer intikam için bana zarar verecekti. Polise gidemezdim. Bunu yaptığımda Seher'i gözdağı olarak öldürmüşlerdi. Tekrar aynı şeyler yaşamak zor gelmeye başlıyordu.

Daldığım düşüncelerden sıyrılıp adamın olduğu tarafa bakınca masanın üstüne bir kağıt konulmuştu. Adama sormak yerine sessizliğimi sürdürerek kağıda bakıyordum. Oraya baktığımı anlamış olacak ki kağıdın yazılı olan kısmını bana göstererek konuşmaya başladı: "Bu sözleşme benim için sadece bir kağıt parçası. Bu kağıt parçası yüzünden buraya tutsak edildiğini düşünme. Burada yazılanlar yüzünden değil, ben istediğim için buradasın."

"Siz ancak birilerini zorla burada tutarsınız kimse sizi isteyerek kabul etmez!"

Adam yemeği bırakıp arkasına yaslanarak kendinden emin bir şekilde konuşmaya devam etti: "Öyle bir gün gelecek ki aynı sözleri sana tekrar hatırlatacağım."

"Öyle bir güne ne siz şahit olun ne de ben!"

Meydan okur gibi "Göreceğiz." Dedi.

Daha fazla beklemeden ayağa kalkıp eve gitmek istediğimi haber verdim, o da kabul ettiğini başıyla onaylamıştı. Evden dışarı çıktığım an derin bir nefes aldım. Kapıdaki adamlar konuşmaya dalmışlardı. Evden dışarı kuş uçurtmayan adamlar, bu sefer beni görmezden gelmiş gibiydiler.

Beni peşimdeki o pislikten koruduklarını söylemelerine inanmıyorum. Madem beni korumak istiyorlar o zaman eve tek gitmeme nasıl izin vermişlerdi?

Hava giderek serinlemeye başlamıştı. Saat geç olmuştu ama ben hâlâ evin önündeydim. Şimdi aklımdaki tek soru eve neyle döneceğimdi.

Loading...
0%