
Burada olmamın asıl nedenini unutmuştum. Masal'ın güvende olduğunu öğrenmek için o adamla tekrar yüzleşmem gerekiyordu.
Kapıdan çıkıyordum ki Ayşe nereye gideceğimi biliyormuş gibi beni durdurmak istedi. Elini kapıya koyup yüzüme bakarak "Hayrola nereye?" diye sorunca kadını terslememek için kendimi zor tuttum.
Ayşe'yi kenara itip kapıyı açtığımda Ferda'nın meraklı bakışlarıyla karşılaşmıştım. Umrumda olmamış gibi koridor boyunca yürümeye devam edecektim ki Ayşe ve Ferda'nın arkamdan yaptığı konuşmayı duydum: "Arkadaşını beladan kurtaran patronumuza bir teşekkür bile etmeden çıkıp gitmek ancak onun gibi birine yakışırdı."
Duyduklarımla beraber olduğum yerde kalakalmıştım. Masal'ın peşinde olan adamın yakalanmasına çok sevindim. Kızların olduğu tarafa doğru giderek konuşmalarını böldüm: "Masal şu an güvende mi?"
Ferda arkamdan konuştuklarını duyduğum için huzursuz olmuştu. "Arkadaşın hiçbir şeyin farkında bile olmadan başındaki büyük bir beladan kurtuldu."
Mutluluktan neredeyse Ferda'ya sarılacaktım ama sonra bu fikirden vazgeçmiştim. Sahte bir gülüşle yanlarından uzaklaşınca Masal'ın iyi olduğunu kendi ağzından duymak için telefonumu cebimden çıkardım. Ferda koşarak yanıma gelip telefonumu adeta elimden çekip almıştı. "Arkadaşın peşinde birilerinin olduğunu bilmiyor. Onu da bu durumdan haberdar edip işi iyice çıkmaza sokacaksın." Galiba mantıklı bir açıklama yaptığını düşünmüştü.
"Bir şey söylemeyeceğim sadece iyi olup olmadığını merak ediyorum. Ver şu telefonumu."
Telefonumu alıp elleriyle geriye doğru saklayarak vermeyeceğini açıkça belli etmişti. "Eve gidince görürsün arkadaşının iyi olup olmadığını, şimdi sakin ol ve kimseyi arama!" Diyerek telefonumu uzatmıştı. Yaptığı hareket şu yaşta tansiyonumu çıkarmıştı.
Ayşe koluma girerek beni mutfağa götürmeye çalışıyordu. Ferda da peşimizden gelerek az önceki davranışının açıklamasını yapıyordu. Başımı çevirip yüzüne bakınca pişman olduğunu görmüştüm. Mutfağa geldiğimizde Ayşe ile sandalyelere oturduk. Ferda dolaptan su alıp, gülümseyerek bardağı bana uzatınca teşekkür ettim. İçerken ne yapacağımı düşünüyordum. Kızların iyiliklerinden şüphelenmeye başlamıştım. Ayşe'nin bakışları arkamda bir şeyin olduğuna odaklandı. Birden arkamı döndüğümde Araf'ı görmüştüm. İşte yine buradaydı. Demek Ferda'nın böyle davranması sırf bu yüzdendi.
Yavaş adımlarla bana yaklaştı ve rahat bir tavırla konuştu: "Yaşadığın hiçbir şey tesadüf değil. Seni buraya bilerek ben getirdim. Ama şunu itiraf etmeliyim ki her yerde seni ararken Kubilay'ın öğretmeni olduğunu öğrendiğim zaman ne kadar sevindim tahmin dahi edemezsin. Meğer ne kadar yakınımdaymışsın da ben fark etmemişim."
Ferda ve Ayşe'nin gözleri açılmıştı. Allah bilir neye şaşırıyorlardı? Ben bir şey söylemeyince susmuştu. Ayağa kalkıp hızla adama doğru bir adım attım. O ise beni umursamayıp kahve makinesinin tuşuna basmıştı. Çıkan mekanik sesler hiçbir şey olmamış havası verdiği için adamın bu rahat hareketine sinirlenmiştim. Makinenin tuşuna basıp kapattığım an yüzüme gülmüştü.
"Bana numara yapmayı bırakın zaten buraya atılan tehdit mesajları yüzünden geldim. Arkadaşımı rahatsız etmeyin, onun bir suçu yok!"
Seher'in başına gelenler yüzünden duyduğum pişmanlığı, Masal içinde yaşamak istemiyordum.
Ferda araya girdi: "Pardon ama arkadaşını Araf Bey kurtardı. O olmasaydı arkadaşını biraz zor bulurdun!" Gözlerim büyümüş bir şekilde Ferda'ya taraf bakmıştım. Araf uyarıcı bakışlarını kıza yöneltmişti. Ferda haklı olduğuna inanıyor gibiydi.
Ferda'ya dönüp sordum: "Ne yani bugün eve gelen o pislik herif de mi arkadaşımın peşindeydi?" Pot kırmışım gibi Ferda ve Ayşe korkuyla birbirlerine baktılar.
Araf'ın dikkatini tartışmamızın üzerine çekince söylediklerime pişman olmuştum. "Bugün buraya biri geldi ve bana haber vermediniz öyle mi?"
Ferda ayakta olduğu için göz temasından ve azardan en çok o nasibini almıştı. Ayşe ise masada gergin bir tavırla oturmaya devam ediyordu. O adamın eve gelişini Araf'tan sakladıklarını bilseydim kesinlikle söylemezdim.
Kızlar susunca Araf bana dönüp gelenin kim olduğunu sorar gibi baktı. Heyecandan saçmalayacağımı bildiğim için derin bir nefes aldım.
Susmakla adamı sinirlendirdim mi diye düşünürken kızları azarlamayı bırakıp odasına gitmişti. O gidince Ferda iyilik meleği gibi davranmayı bırakıp tekrar şeytansı hâline geri dönmüştü: "Yaktın bizi yaktın! Niye söylüyorsun o adamın eve geldiğini, şimdi biz patrona ne hesap vereceğiz?"
Ayşe ayağa kalkıp ters bakışlarını yöneltti: "Her şeyi berbat ettin aptal!" Ellerimi göğsümde birleştirip zevk alıyormuş gibi cevap verdim: "Patronunuzu öve öve bitiremiyordunuz. Onun çok iyi biri olduğunu söyleyen sizlerdiniz. Şimdi niye sesiniz içinize kaçtı kızlar?"
Adamlardan biri mutfağa girip Araf'ın kızları yukarı çağırdığını haber verince iyice telaşlandılar. Onu gönderip biraz sonra geleceğini söyleyerek zaman kazanmaya çalıştılar. Kızların mutfakta dolaştıklarını gördüğümde onları zor bir duruma soktuğumu fark ettim. Bir şeyler yapmalıydım ama ne? Ellerimi çözüp her ikisine de baktım: "Böyle dönerek çözüm yolu bulamazsınız. Ben de size yardım etmek istiyorum." İkisi de memnun olmuş bir ifadeyle yüzüme bakmıştı.
"Önce bugün eve gelen o adamın Araf Bey'le derdinin ne olduğunu kısaca özet geçin sonra bu durumdan kurtulmak için birlikte bir şeyler düşünelim."
Ferda bitkin bir tavırla kısa bir özet geçti. Eve gelen Erdal, Araf'ın dedesiyle eskiden beri süre gelen düşmanlığı olduğundan pis işlerini yaptıracak birini arıyordu. Dededen habersiz Araf'la işbirliği yaparak güya dostluk kurmak istiyordu. Bugün buraya benim için değil de şirket üzerinden kalan pis işlerini yürütmesi için Araf'ı ikna etmeye geldiğini öğrendim. O adamdan hayırlı bir sonuç beklenemeyeceğini tehditlerinden anlamıştım. Kısa sürede bir çözüm bulamazsak kızların işten atılacağı kesindi.
Mutfağa tekrar gelen adam daha sert bir ifadeyle, patronun hâlâ onları beklediğini söyleyerek mutfak kapısında dikilmeye devam ediyordu. Kızlar ayaklandığı sırada onlara oturmaları için bir el işareti yaptım. Adama, Araf'ın odasını sorduğumda o da benimle beraber gelmekte ısrarcı olmuştu.
Koridorda yaptığı uyarılarını ciddiye almadım. Kapının önüne vardığımızda anlaştığımız gibi önce adam kapıyı tıklatıp önünü ilikleyerek içeri girdi. Kol saatimden geçen süreye baktığımda bir dakika kırk iki saniye sonra içeri girmeme müsaade buyrulmuştu. Oda serin ve oldukça güzel kokuyordu. Pencereye paralel olarak konulmuş masanın üzeri düzenliydi.
Araf beni görünce ceketinin yakalarını düzeltip arkasındaki koltukta dik bir şekilde oturarak ne istediğimi sormuştu. Sinirden güldüm. Yüzünde neden güldüğümü merak eden bir ifade belirdi. Açıklama yapma zorunluluğu hissettim.
"Beni buraya tutsak eden siz değilmiş gibisiniz. Asıl siz benden ne istiyorsunuz hâlâ söylemediniz?"
"Sözleşmeyi okudun mu?" Sorunun konuyla alakasını düşünmeye başladım. Sözleşmede yazılanları okumuştum ancak aklım başka bir yerde olduğu için anlamamıştım.
Bunu ona da söylediğimde alayla gülümsemişti. "Okumadıysan şimdi burada okuyabilirsin, al." Kağıdı bana uzattı.
İş sözleşmesi gibi kurallar belirten kağıtta yazılanları okuduğumda en çok dikkatimi çeken son maddeyi adamın yüzüne bakarak sesli okudum. "Madde sekiz: Sözleşmenin çalışan tarafından fes edilmesi hâlinde karşı tarafa yüz bin dolar öder."
Kağıdı yüzümden çekip Araf'a baktım: "Benim böyle bir işe ihtiyacım yok. Sözleşmede yazılanlar benim yapabileceğim şeyler değil, kendinize çalışacak başka birini bulun."
"Sözleşmeyi fes mi ediyorsun? Peki yüz bin doları getirdikten sonra kağıdı yırtabilirsin." Adam yırtabilirsin derken resmen fikir veriyor gibiydi. Kağıdı yan çevirip parmaklarımla ortadan ikiye parçalarken çıkan ses rahatlamama yetmişti. Ama bu işte bir terslik vardı. Araf sözleşmeyi yırtmama rağmen pek sakin davranıyordu.
Arkasındaki koltuğa yaslanıp rahat bir nefes aldıktan sonra konuştu: "Pekala nasıl istersen öyle olsun." İyice işkillenmeye başlamıştım. Çekmecenin içinden çıkardığı bir başka kağıdı görünce yüzüme zafer kazanmış gibi gülümseyerek bakmıştı.
"Herhalde sana asli olanı vereceğimi düşünmüyordun değil mi?" İşaret parmağını kağıdın üzerine hafifçe vurarak "Sözleşme burada!" Deyince rengim atmıştı.
"Siz benden tam olarak ne yapmamı istiyorsunuz?"
"Sözleşmeye uyarak burada çalışacağına kendini ikna edeceksin."
Tartışma giderek uzamaya başlamıştı. Söylediği her şeye bir cevap arayışındaydım. "Buraya kızlar için gelmiştim. Bana söylemek istediğim şeyi yine unutturmayı başardınız."
Araf yanlış anlamış gibi kaşını kaldırıp alayla yüzüme bakınca düzeltmek istedim: "Kızlar bugün eve gelen adamı size haber vereceklerdi.. fakat unuttular. Yani insanlık hâli.. herkes her şeyi unutabilir öyle değil mi?"
Son sözümden sonra kaşları çatılmıştı. "Herkes her şeyi unutamaz. Unutmamalı!"
Bu imâlı lafın altında yatan hikmeti öğrenmekte ısrar etmiyordum. Alttan alttan bir şeyler söylüyordu. Hiçbir şey anlamıyordum. Bana mı laf vuruyordu bu?
Adamlardan biri kapıyı tıklatıp içeri girince Araf'la uğraşmayı bıraktım. İçeri giren ayımsı beden, bizi bölmek için yalandan boğazını temizleyip susmuştu. Ayımsı diyorum çünkü tıpkı bir ayı kadar iri ve sevimliydi. Ben odadan çıkana kadar da konuşmamıştı. Ayıcık 'git artık' der gibi bakınca, Araf kızların yaptığı yanlışı çoktan unutmuştu bile. Sahte bir tebessümle yanlarından ayrılırken kapıda karşılaştığımız kızlar az daha üzerime düşüyordu. Araf denen adamdan hem bu kadar korkup hem de dedikoducu kadınlar gibi ne kapısı dinliyorlardı?
Ayşe Ferda'ya acıtmayacak şekilde eliyle vuracakken, öteki ise sessiz olmasını söyleyerek aşağı inmemiz gerektiğini söylemişti, ama daha merdivenlerden bir adım atmamıştık ki Ayşe merakla beni yanına çekiştirip sordu: "Ne konuştunuz?"
"Valla doğru dürüst konuşamadık içeri biri girdi."
Bir anlamlı kafa sallayışıyla gözlerini kıstı: "Memduh'u mu diyorsun, ay o ne şerefsizdir o... Araf Bey'in arkasından bin türlü iş çevirir yine de kimse yediği haltları ispat edemez. O çok sinsi bir adamdır. Aman diyeyim, onun yanındayken konuşmalarına dikkat et sonra seni gammazlamasın."
Adının Memduh olduğunu öğrendiğim ayıcık, sansar çıkınca bu evde kimseye güvenemeyeceğimi hissediyordum.
Ferda şanssızlığına lanet okur gibi bir hareket yaparken az kalsın Ayşe'yi merdiven boşluğuna yolluyordu. Kolundan tutmasaydık birkaç saniye sonra görmek istemeyeceğimiz bir manzaraya şahit olacaktık.
Onlar kendi aralarında tartışmaya başlamıştı. Yeteri kadar stres yaparak başımı ağrıtmıştım. İkisini de susturup mutfağa yönlendirdim.
Saat dokuza geliyordu. Geç kalmadan eve gitmeliydim. Ayşe yemek yapmak için bir şeylerle uğraşıyordu. Tezgahın önüne geldiğimde Ayşe dikkatle yüzüme bakıp yemek yapmamız gerektiğini söyledi.
Ferda gülmeye başladı: "Bize ne, bulduğun aşçının kovulması bizim suçumuz değil. Adam akıllı birini bulsaydın.. Patron da kovmazdı."
Önlüğü boynundan geçirip kınar gibi yanındakine baktı: "Sen yardım etme. Ben Alisa'yı kast etmiştim. Lütfen şu yemeği yapalım.. bir an önce eve gitmem gerekiyor. Annem çok hasta ona bakmam lazım."
Ferda gülmemeye çalışarak bana döndü: "Yazık garibim.. yemeği dışarıdan söylerse başına gelecekleri iyi biliyor. Geçen yıl yine böyle bir olay yaşanmıştı. Bu da yemek yapmamak için bir restorandan sipariş vermişti. Yemekten yumurta kabuğu çıkınca Ayşe her şeyi itiraf etmek zorunda kaldı. Patron o restoran sahibinin burnundan fitil fitil getirdi. İnanır mısın hâlâ dava dosyası kapanmadı!"
Ferda kahkahalarla gülmeye devam ediyordu. Ayşe'nin morali bozulmuştu.
Ona yardım etmeyeceğimden emin olan Ferda, gülmeyi bırakmadan boş oturmaya devam ediyordu. Ayşe de dayanamayıp gülmeye başladı.
Çekmeceleri açıp gözüme kestirdiğim kepçeyi tezgaha vurarak gülmeyi bırakmazlarsa bununla kafalarını kıracağımı şaka yollu söylediğimde daha çok gülmüşlerdi.
Akşam yemeğini beraber hazırlamadan önce bilekliğimi çıkardım ve ellerimi yıkadım. Ne pişireceğimizi bilmiyorduk. Ayşe, yemeklerin listesini çıkardıktan sonra kağıdı elime tutuşturup kıkırdamaya devam etmişti.
Tencereyi hazırlarken Ferda tezgahın üzerindeki kepçeyi almış makineye koymuştu. Tuhaf bir ifadeyle yüzüne bakınca ne olduğunu anlatmaya başladı: "Buzdolabının üzerindeki küçük kağıtta yazılan kurallara dikkat etmen gerek, yoksa yemek çöp olur. Lütfen bir yemek davası daha çıkmasın."
Buzdolabına doğru gidip kağıdı elime aldım. Ne çok ayrıntı vardı böyle... Kurallara sadık kalarak önce saçlarımı toplayıp sonra ellerimi yıkadım. Yemek yapmaya başlarken kızlar da bana yardım etmişti.
Mutfağı birazcık dağıtmıştık. Ortada henüz yiyecek bir şey yoktu. Ayşe yemek yapmasını bilmiyordu. Araf burayı dağınık hâlde görmesin diye hızla dağıttıklarımı toplayan kızların hâline hem gülesim hem de arkama bakmadan kaçıp gidesim vardı. Tezgahın her köşesini dikkatle temizleyip eski hâline geri getirdiklerinde yemek pişirme işini bana bıraktılar.
Elimdeki kağıttan listedeki yemeklere göz geçirdim. Burada yazılı olan yemeklerden başka yemek yapmak kesinlikle yasaktı. Yazı okunaklıydı ama yemeklerin neredeyse hiçbirini bilmiyordum. Hangisini yapacağıma karar vermeden önce detaylı bir araştırma yaparak internetten yemeklerin isimlerini arattım. En kolay görüneni yapmaya karar verdiğimizde işe koyulduk.
Yarım saatte pişirilen yemeği bir saat yirmi dakikaya anca yetiştirebilmiştik. İlk denememe göre fena sayılmazdı. Görüntüsü güzeldi ama aynı şeyi tadı için söyleyemezdim. Yemeği servis etmeden önce masayı kızlara hazırlattım ardından mutfağa gidip biraz oturdum.
Yorgunluğumu yüzümden anlayan Ayşe "Tamam bugünlük bu kadar yeterli. Yemeği ben götürürüm. Yarın sabah erkenden burada ol. Araf Bey kahvaltısını sabah saat 6'da yapar."
Yüzümdeki yorgun ifadeden dolayı anlamadığımı düşünerek söylediklerini bir kez daha tekrar etmekten geri durmamıştı.
"Söylediğim saatte burada olmalısın."
Kahvaltıyı ben mi hazırlayacaktım? Düşünmeyi bırakıp sordum: "Benim buraya o saatte gelebilmem için saat beşten önce uyanmam gerek Ayşe!"
Gözlerini devirerek yine o şeytansı ses tonuyla konuştu: "Senin kaçta kalkacağın önemli değil. Yapamam diyorsan o zaman imzaladığın sözleşmedeki miktarı öder evine gidersin."
İyilikten maraz doğar sözü şu an yaşanıyordu: "Sözleşmede sabah kahvaltı hazırlayacaksın yazdığını hiç zannetmiyorum. Koca evde benden başka kahvaltı hazırlayacak bir Allah'ın kulu yok mu?"
Ferda beni tutuyormuş gibi arkama geçti: "Alisa haklı. O bunun için buraya gelmedi. Araf Bey duyarsa senin için hiç iyi olmaz."
Ayşe sahte bir üzüntüyle ikimize birden baktı: "Onun tarafını mı tutuyorsun Ferda? Peki kahvaltıyı ben hazırlarım ama bu onun saat 6'da burada olmayacağı anlamına gelmez."
Ferda ve Ayşe birden tartışmaya başladı. Söylediğim hiçbir şeyi duymamıştı. Burada boşuna beklemeden evime gidebilirdim. O lanet sözleşmeyi imzalarken başıma geleceklere dair en ufak bir fikrim yoktu. Şimdi, hayatımın bir kısmını Araf Bey’in taş gibi katı kurallarına karşılık vermek zorunda kalacaktım.
Yüzümdeki yorgunluk, düşüncelerime eşlik ederken, bir yandan da üzerimde bir zorunluluk varmış gibi hissediyordum. Arada tartışmayı bırakan Ferda gittiğimi görünce yan gözle yüzüme baktı: “Bence yarın için bir felaket olacak. Onun dediği hiçbir şeyi yapmak zorunda değilsin. Ben sözleşmenin nelerden oluştuğunu çok iyi biliyorum. O seni kullanıyor Alisa! Sakın inanma böyle mahzun durduğuna aslında çok iyi rol yapar.”
Söylediği sözlerden sonra Ayşe Ferda'nın üstüne yürümüştü. Memduh araya girip ayırınca kavga sonlandı.
Mutfaktaki işimizi bitirince Ayşe'de yemeği masaya bıraktı ve çantasını, not defterini alıp dışarı çıkmıştı. Ferda sakinleşmek için yarım saat önce çıkmıştı. Evde yalnız kalınca ben de çıkmaya hazırlanıyordum.
O sırada Araf denen adam aşağı inmişti. Masaya kısa bir göz attıktan sonra en baştaki sandalyeye geçip oturdu. Çaktırmadan ne yaptığına bakıyordum. Tam mutfağa doğru gidecekken duyduğum sesle irkildim. Beni yanına çağırmıştı. Ona yüzümü dönüp birkaç adım attım ancak daha fazla yaklaşmaya cesaret edemiyordum. Ne diyeceğini merak içinde beklerken çok geçmeden konuştu: "Buraya gel, lütfen."
Bu sefer biraz daha yaklaştım ama aradaki mesafe ne kadar çok olursa kendimi o kadar güvende hissediyordum. Masanın sol yanına gelip ne istiyorsun der gibi baktım.
Ellerini karşı sandalyeye doğru uzatıp oturmamı işaret etti. Rica ederken bile emir veriyormuş gibi gelen ses tonu sinirlerimi bozuyordu. Yine de ayakta dikilerek yorulmak işime gelmemişti. Mecburen gösterdiği yere oturdum. Etraf o kadar sessizdi ki gerilmeye başladım.
Bacağımı sallamaktan vazgeçip Araf'a bakınca onun da bana baktığını fark ettim: "Niçin yemiyorsun?" Önümdeki servis tabağına gözüm takıldı. Ayşe sadece tek servis yapmıştı. Ayşe ve Ferda çoktan çıktığına göre o zaman bu tabaktaki yemeği o getirmişti. Kafamı kaldırıp dikkatle Araf'a baktım. Belli ki ben yiyene kadar o tabağına dokunmayacaktı. Küçük bir parça ağzıma atıp çiğnerken yemeğin az tuzlu olduğunu fark etmiştim. Çatal bıçağı bırakıp bir bardak su içtim. O sıra ona bakmayı ihmal etmedim. Yemeği yediğimi görünce o da yemeye başlamıştı.
Bilerek mi yapıyor yoksa bir şeyleri planlayan kendisi mi? Yemeğe zehir kattığımdan falan mı şüpheleniyordu diye düşününce adam yemek yemeyi çoktan bırakmış, elindeki suyla yüzüme bakınca tekrar gerilmeye başlamıştım.
"Sana zarar vermek gibi bir niyetimizin olmadığını anlamışsındır umarım." Beni şaşırtmayı başarmıştı. Bardağı bırakıp kendimden emin bir ses tonuyla konuştum: "Sokaklar sizin gibi insanlardan daha güvenlidir." Sabah yaşananlar kolayca unutulacak şeyler değildi. Gözlerinin derinliklerinde, daha önce hissetmediğim kadar yoğun bir ilgi vardı.
Yemek tabağının kenarını parmaklarıyla hafifçe kendinden uzaklaştırınca yemeyeceğini anlamıştım. Az önceki sözlerime alınmamış gibi gülümsedi. "Bana güvenmemekle hata yapıyorsun, çünkü peşindeki adamın kim olduğunu bilmiyorsun."
Sakin olmak istesem de bunun mümkün olmayacağını biliyordum. Derin bir nefes alıp ona baktım: "Öyleyse anlatın, öğreneyim. Peşime takılan adamın benimle ne işi var?"
Gözlerini kısıp bakışlarını benden ayırmadan güvende olmam için uğraştığını söyleyince sinirlendim: "Siz zahmet etmeyin ben kendimi korurum."
Adam kaşının birini kaldırıp elini masaya koyarken sinirle cevap verdi. "Koruyamazsın! Polislere güveniyorsan, Erdal'ın her yerde adamları var. Seni onların bile koruyamayacağını bil!"
Benden ne istiyorlar diye sorup amaçlarını öğrenmek istiyordum. Konu babamdan açılırsa öldüğü ânı gözlerimin önüne getirip adamın karşısında ağlamak istemiyordum.
Bedeni araba koltuğuna bağlanmış, başından tek kurşunla yanarak ölen bir ceset...
Ellerimle örtüyü sıkıca kavradığımı fark edince dikkatle yüzüme baktığını fark ettim.
Hayatımı hep başkalarından korkarak mı geçirecektim? O adam, babamı para yüzünden o hâle getirmişti. Parayı ele geçiremeyen adam bu sefer intikam için bana zarar verecekti. Polise gidemezdim. Bunu yaptığımda Seher'i gözdağı olarak öldürmüşlerdi. Tekrar aynı şeyler yaşamak zor gelmeye başlıyordu.
Daldığım düşüncelerden sıyrılıp adamın olduğu tarafa bakınca masanın üstüne bir kağıt konulmuştu. Ona sormak yerine sessizliğimi sürdürerek kağıda bakıyordum. Oraya baktığımı anlamış olacak ki kağıdın yazılı olan kısmını bana gösterdi: "Bu sözleşme benim için sadece bir kağıt parçası. Sırf bu yüzden tutsak edildiğini düşünme. Burada olanlar yüzünden bana mecbur değilsin. Sen ben istediğim için buradasın."
Sen kimsin deyip masayı birbirine katacak kadar cesaret sahibi değildim. Alayla gülümseyip cevap verdim: "Siz ancak birilerini zorla burada tutarsınız kimse sizi isteyerek kabul etmez!"
Yemeği bırakıp arkasına yaslandı: "Öyle bir gün gelecek ki aynı sözleri sana tekrar hatırlatacağım."
Onunla sakince bir gün bile geçireceğimi zannetmiyordum: "Öyle bir güne ne siz şahit olun ne de ben!"
Meydan okur gibi gülümsedi: "Göreceğiz."
Daha fazla beklemeden ayağa kalkıp eve gitmek istediğimi haber verdim, o da kabul ettiğini başıyla onaylamıştı. Evden dışarı çıktığım an derin bir nefes aldım. Kapıdaki adamlar konuşmaya dalmışlardı. Evden dışarı kuş uçurtmayan adamlar, bu sefer beni görmezden gelmiş gibiydiler.
Beni peşimdeki o pislikten koruduklarını söylemelerine inanmıyorum. Madem beni korumak istiyorlar o zaman eve tek gitmeme nasıl izin vermişlerdi?
Hava giderek serinlemeye başlamıştı. Saat geç olmuştu. Ben hâlâ evin önündeydim. Şimdi aklımdaki tek soru eve neyle döneceğimdi.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 46.9k Okunma |
2.04k Oy |
0 Takip |
37 Bölümlü Kitap |