@madrabazbiryazar
|
Aramızdaki mesafenin yakınlığına şahit oldukça istemeden gerilmiştim. Başımı onun olduğu taraftan çevirip göz temasını kestim. Pencereye bakarken bile Araf’ın baktığını hissedebiliyordum. Öfkeyle kaşlarımı çatıp, "Sarma yaptığım için kızıyorsun ama ders verme şeklin zorla Rus ruleti oynatmak mı?" diye sorunca, utanıp sıkılmadan gülümseyerek cevap verdi: "Diğer ders çeşitlerini hemcinslerime yapıyorum. Ne kadar şanslı olduğunu bir daha düşün istersen?" Koltuktan biraz öteye giderek aramıza mesafe koydum. Yapmaya çalıştığım şeyden bir anlam çıkarmış gibi gülümsediğinde, ters bir bakış atıp mutluluğuna gölge düşürdüm. Çevirilerim yarım kalmış bir vaziyette masamda tamamlanmayı beklerken, ben burada bir deliye laf anlatarak zaman kaybediyordum. Belki ne kadar pişman olduğum hakkında bir şeyler söylersem beni bırakabilir diye düşünüp umutlandım. Söze hatamı kabullenerek başladım: "Tamam, ağanın eli öpülmez. Özür dilerim, sen Paella isterken sarma yapmam biraz saçma, hatta gereksiz olmuş olabilir ama..." deyip sustuğumda kaşlarını çattı. Özür dileyeceğim derken de kendime haksızlık etmeyecektim. Sonunda pes ettiğimi görünce zafer kazanmış gibi gülümsedi ve cümlemi tekrarlayarak, "Ama ne?" diye sordu. "Daha önce de söylediğim gibi, ben o yemeği beğenmeyeceğini bildiğimden yapmadım. Hatalıyım, suçumu kabul ediyorum. Bir daha asla böyle bir şey yapmayacağım." Yüzünde memnun olmuş bir ifade gördüğümde gözleri mutlulukla doludu: “Ha şöyle, yola gel bakalım, sonunda yaptığın saçmalığı anlayabildin!" Her şey bu kadar kolay mıydı, diye mırıldandım, çaktırmadan gülümseyip gitmek için ayağa kalktım: "Yüksek müsaadenizle ben artık gideyim." Aksi bir şey söylemedi. Oyun bitmiş gibi görünüyordu. Silahı yavaşça ortadaki sehpaya bıraktım. Yüzüme tekrar yalancı bir gülücük yerleştirdim. Araf, eliyle kapıyı gösterip saygı duyan bir ses tonuyla, "Tabii, müsaade senin..." diyerek gidebileceğimi söyledi. Hapisten af kararıyla çıkarılmış mahkum sevinci içinde kapıya kadar gittim. Arkası dönük salonda oturmaya devam eden son kez ona baktım ve sesimi duyması için yüksek sesle iyi geceler diledim ama karşılık vermedi. Sesimi duymaması imkansızdı ya da bilerek umursamıyordu. Bir daha seslenme ihtiyacı da duymadım. Kapıyı kapattıktan sonra bir süre orman yolu boyunca yürüdüm. Araf'ın evi şehir dışında ormana yakın bir yerdeydi. Karanlıkta yoluma devam ederken sağıma soluna dikkatle bakıyordum. Saat geç olduğundan in cin top oynuyordu. Her an bir yerlerden biri çıkacakmış gibi hissettiren ormanda tek başıma yürürken kalbim hızla çarpıyordu. Adımlarımı hızlandırıp ormanda yankılanan hayvan seslerinden kaçmaya çalıştım. Duyduğum hayvan sesleri artmaya başlayınca daha çok korktum. Hızla yürümeye devam ettim. Uyumayan yaratıkların ortaya çıktığı bir zaman diliminde orman yolunda bulunmaktan rahatsızdım. Gecenin bu vaktinde, bu ıssız yerde taksi bulmanın zor olduğunu bildiğimden bir ân önce eve dönmek istedim. Durağa geldiğimde seslerin kaynağının nereden geldiğini anlamıştım. Uzakta dört köpeğin durduğunu görüp gözlerim fal taşı gibi açıldı. Havlamaya devam eden köpeklerden korkup hızla gerisin geri Araf'ın evine doğru koşmaya başladım. Köpek sesleri azarlırken evin ışıklarını görüyor ve giderek yaklaşıyordum. Kapının önüne geldiğimde korumalardan biri yoktu. Öteki ise dış kapıda sigarasını içiyordu. Beni tanıdığı için geri dönüşümümün nedenini sormadan içeri aldı. Aydınlık bahçeden geçerek ard arda birkaç kez zili çaldım. İçeriden boğuk ve çok da net anlaşılmayan sesler geliyordu. Araf’ın ve tanıdık bir sesin konuştuğunu ancak zili çalmayı bırakınca anladım. İçeride biri konuşunca onun Araf olmadığını hemen fark ettim. Kapıya yaklaşıp ne konuştuklarını dinlemeye başladım. “Abi, kızı sarma yaptığına pişman ettirdin helal olsun! Allah'tan kız silahlar hakkında hiçbir şey bilmiyor. Üçüncü eli de oynadığında silahta kurşun olmadığından şüphelenecek zannettim.” Diyordu tebrik eden kalın ses. “Aman sus! Yerin kulağı vardır. Duyarsa gelir canıma okur!” Bu konuşan kesinlikle Araf’tı. Demek silahın içinde kurşun olmadığı için böyle rahat davranmıştı. Bu yaptığının intikamını sonra almak üzere sineye çektim ve hiçbir şey olmamış gibi tekrar kapıyı çaldım. Memduh gülerek kapıyı açıp çıkmak üzereyken karşısında beni görünce korkuyla bir adım gerileyip yutkundu. İçerideki muhabbeti duymamış gibi yaparak ona gülümsedim. Kapı açık kaldığını gören Araf da beni gördüğüne şaşırmış hatta biraz da gerilmişti. Memduh iyi akşamlar dileyip hızla tüymeye çalışırken suçun asıl faili yalnız kalmıştı. Öylece durup açıklama yapmak yerine hemen içeri girip kapıyı kapattım. Sırtımı kapıya vermiş az önceki orman maceramdan kalan heyecanı devam ettirerek "Bu gece burada kalabilir miyim?" Diye sordum. Hareketlerimi gözlemlemeyi bırakıp kararının kesin olduğunu belirtti: "Hayır, çık dışarı!" Hayır cevabını aldığım için doğal olarak gitmem gerekiyordu fakat vazgeçmeyerek şansımı bir kere daha denedim: “Lütfen Araf Bey gerçekten sizi rahatsız etmem." "Alisa, çık dedim!" O kadar yolu koşarak geri dönmüştüm ve bir daha o korkunç ormana gitmek istemiyordum. Karanlıkta gözleri parlayan ve ürkütücü olan köpekleri bir kez daha görür gibi ürpererek, "İlla o klişe sözü söyleteceksin! Gece vakti kurda kuşa yem mi olayım?" Diyerek sitem ettiğimde bu hâlime sevinir gibiydi. Hatta basbayağı mutluluktan ağzı kulaklarına varıyordu. "İstifa etmiştin diye hatırlıyorum." Sözlerine gurur yapıp beni buradan göndereceğini zannediyordu ama köpekler hâlâ oradayken hiçbir yere gitmeyecektim. Ona bir hatırlatmada bulunarak istifamı kabul etmediğini söyledim. Yüzü düştü: "Sabahtan beri evime gitmek istiyorum diye başımın etini yiyordun! Şimdi istediğin oldu evimden kovuyorum seni, artık kendi evine gidebilirsin. Hadi bakalım iyi geceler." Elimden geldiği kadar masum bakmaya çalışıyordum: "Yarın kovsan olmaz mı, karanlıktan korktuğumu söylemiştim ve dışarısı çok karanlık. Lütfen birazcık merhametli ol!” "Ben acımasız biri miyim?" Diye sorunca tereddüt etmeden ona ne cevap vereceğimi biliyordum ama o bunu öyle bir sormuştu ki, bir an 'evet' demeye çekindim. Gülümseyerek nazikçe konuşurken, bir yandan da onu iğneledim: "Hayır aksine sen çok iyi yürekli, çok sevecen, güler yüzlü ve nezaketlisin!" Zorlanarak söylediğim yalanlar arasına bunu da eklemeyi ihmal etmedim. Göğsünü kabartarak, “Öyleyimdir." Diye kibirlenince başka çarem olmadığı için tasdik ettim: “Tabii kesinlikle öyle birisin." İçeri girmeme müsaade etmeden önce kolumdan tutarak bir şey söyleyecekmiş gibi yüzüme baktı ve konuşmaya başladı: "Seni öldürmek gibi bir amacım olsaydı çoktan ölmüş olurdun. Zannettiğin kadar acımasız biri değilim. Bunu zamanla anlayacaksın.” Ellerini yavaşça geri çektiğinde içimdeki öfke biraz olsun geçmişti ama, Memduh’la olan konuşmalarını duymasaydım belki bu sözlere inanmayacaktım. “Bu konuda sana katılmıyorum, ne olursa olsun asla kurallarından vazgeçmiyorsun ve çok kötüsün. Senin kalbin taşlaşmış artık hiçbir şey fayda etmez! Oh rahatladım valla doğruları yüzüne söylemek çok hoşuma gitti." Bir çırpıda söylediğim onca şeyden sonra gözlerini alayla kıstı: “Kalmak istemiyor gibi konuşuyorsun.." "Tamam sözlerimi geri alıyorum." Huyuna giderek onu kızdırmamayı planlıyordum aksi hâlde orman yolu kollarını açmış beni bekliyordu. "Burada kalmak istemiyor gibisin sanki bir şeyden kaçıp geldin de buraya sığındın." Geri döndüğüm için bir şeylerden şüphelenerek yüzüme bakmaya devam etti. Gözlerim fal taşı gibi açılırken gerçeği öğrenmemesi için itiraz edip “Yok daha neler yani ormanda neyden kaçıyor olabilirim ki?" Diye sordum. "Orasını sen anlatacaksın. Evine gitmekten neden vazgeçtin?" Köpekten korkup geri döndüğümü söylersem dalga geçeceğini bildiğimden gerçeği gizledim. Bir bahane bulup geçiştirmek istedim: "O kadar yolu geri dönüp geldim. Sen de ayaküstü sorguya çekiyorsun. Birazcık soluklanayım." "Sende bir tuhaflık var. Yüzün bembeyaz olmuş.” Dedi yaklaşarak "Dışarıda bir şeyden mi korktun?" Diye sorunca onunla göz teması kurmaktan kaçınarak cevap verdim: “Sadece eve gitmekten vazgeçtim. Burada kalmam daha güvenli gibi geldi." Elini kapının yanına koydu ve gözlerimin içine derinlemesine baktı: "Bu ev kalmak istediğin son yer bile olmayacağını biliyorum. Bana yalan söyleme Alisa! Ne olduğunu anlat." “Kararımı değiştirdim. Ayrıca aramızda bir sözleşme var. Ne çabuk unutuyorsun?” Sözleşme deyince boğazını temizleyip ciddi olmaya çalıştı: “Aramızdaki sözleşmeyi unutmadım ama sen burada kalamazsın." Patavatsızlar gibi “Niye, birisi mi gelecek?” diye sorarken soruma cevap vermek yerine gözlerini yüzüme dikti: “Sen doğruyu söylediğine emin misin? Hiç iyi görünmüyorsun. Rengin solmuş… Yoksa peşinde Erdal'dan başka birileri daha mı var?" Rengim mi solmuş? Elimi yüzüme dokundurdum ve analizlerini bir kenara bırakıp cevap verdim: “Yok canım... Erdal’dan koruyan bir sürü adamın varken peşimde başka kim olacak? Anlamıyorum, sen beni ne zannediyorsun gangasterler kraliçesi mi?” Hâlâ aynı konuya takılmış gibi "Kimden kaçıyorsun bilmiyorum ama bir şeyler gizlediğin belli oluyor. Neyse yakında öğrenirim nasıl olsa..." Ne ikna olmaz bir adam, diye geçirdim içimden. Yüzüme sahte bir gülümseme yerleştirdim: “Bir şey gizlemiyorum, peşimde biri falan yok!" Şimdi düşüp bayılacağım. "Tamam" derken benimle uğraşmayı bıraktı. "Yani bu gece burada kalabilir miyim?" diye sordum, umutla. Hiç konuşmadan başını olumlu anlamda salladı. Sevincimden neredeyse ona sarılacakken, hızla kendimi geri çektim. “Teşekkür ederim. Bu iyiliğini asla unutmayacağım…” Gözlerini yüzümde sabitlemişti. İçeri geçmek için birkaç adım attığımda arkamdan seslendi: "Bir şartla burada kalabilirsin." Bir ân duraksayıp merakla yüzüne baktım. Rus ruleti oynamak gibi uçuk kaçık bir şey söyleyeceğini zannedip hemen itiraz ettim: "Ama Araf.." Kararını vermişti. İtirazlarıma aldırış etmedi. Burada kalacaksam eğer şartını kabul etmem gerekiyordu. Ormana geri dönüp o kadar yolu yalnız başıma yürümek istemiyordum. Burada kalmam için şart koşuyordu: "Şart mı, ne kadar çıkarcısın! Ben neyin derdindeyim sen neyin derdindesin?" Sözlerimi pek umursamadı: "Çıkarım olmayan hiçbir şeyi yapmam. Burada kalmak istiyorsan önce şartımı kabul etmen gerekecek." Ne istediğini bilmeden kabul etmeyecektim: "Şartınızı öğrenebilir miyim? Makul bir şeyse kabul ediyorum." Rahat bir ses tonuyla konuşup isteklerinin kötü bir şey olmadığına ikna etmeye çalışırken kararımı duymak istedi: "Kabul ediyor musun etmiyor musun? Ona göre kovacağım!" "Yarın sabah benimle koşuya geleceksin. Ayrıca şirketteki birkaç işime yardım edeceksin. En önemlisi de yanımdayken çok konuşmayacaksın." En azından yapabileceğim şeylerden bahsediyordu. Aklıma takılan soruyu sormadan edemedim: "Şirketteki işlerine yardım etmemi anlarımda niye koşuya beraber gidiyoruz, onu anlamadım. Bensiz koşamıyor musun?" Diyerek alay ettim. Kaşlarını çatarak bakınca şartını kabul etmemi beklediğini anladım. Cevabım belliydi ama bunu ona da söylemem gerekiyordu. Heyecanla kabul ettim: "Tabii ki de evet! Sokaklar senden daha acımasız! Onca yolu koşmaktan yoruldum. Şimdi izin verirsen biraz dinlenmek istiyorum." Ayaklarımın ağrısını hissetmeye başlarken uykum gelmişti. "Yukarıda boş odalar var. Herhangi birinde gidip uyuyabilirsin. Mutfağı dağıtmadan yemek yiyebilirsin. Canın ne istiyorsa onu yap. Yeter ki beni rahatsız etme." Diye nazikçe uyaran Araf'a minnettar bir ifadeyle bakıp uzun bir teşekkür dileği sıralarken dinlemekten yorulduğunu belli ederek sözümü kesti: "Teşekkür etmene gerek yok. Sürekli konuşma yeter!" Başını şişirdiğim için özür dileyecektim ki varlığımı umursamayıp yukarı çıktı. Gözden tamamen kaybolmadan önce iyi geceler dilemeyi unutmadım ama, yine sözlerimi duymazlıktan geldi. Salonda tek başıma kalınca ben de yukarı çıktım. Karşımda bir sürü kapı görünürken ilk geldiğim günü hatırladım ama burada her yer birbirine benziyordu. |
0% |