Yeni Üyelik
17.
Bölüm

17.Bölüm

@madrabazbiryazar

Bize doğru yaklaşan ayak seslerini duyunca o tarafa doğru ilerlerken karşımıza bir ânda çıkan kadını gördüm. Korkuyla irkilmeme rağmen kadın, hiç bozuntuya vermeden gülümseyerek konuştu: "Uyandınız mı? Elinizi yüzünüzü yıkayın gelin, sizin için kahvaltı hazırladım."

O sırada kadın ellerimize bakınca Emir'le el ele tutuştuğumu fark edip hızla geri çekildim. Kahvaltı yapmak istemiyordum bir ân önce buradan gitmek bizim için en iyisiydi. Emir'e dönerek eve ne zaman gideceğimizi sordum. Cevap vermeyince peşinden gittim. O, yüzünü yıkarken ben de Emir'i inceliyordum. Üzerindekiler ona hem bol olmuştu, hem de komik görünüyordu. Bunu şimdi fark edince dudaklarımı birbirine bastırıp gülmemeye çalıştım. Aynadan bakmakta olan Emir, bana dönüp gülümseyerek "Neden gülüyorsun?" Deyince elimle üzerindekileri işaret ettim ama neyi bahsettiğimi anlamadı. Gülmemeye çalışarak açıkladım: "Diyorum ki üzerindekiler sana çok yakışmış!"

"Sabahtan beri buna mı gülüyorsun? Ben de bir şey oldu zannettim. Sen önce kendi hâline bak sonra benim üzerimdekilere gül."

Ellerini ve yüzünü silip havluyu omzuna astı. Lavaboya yaplaşıp yüzümü yıkamadan önce ciddi bir ses tonuyla konuştum: "Emir lütfen buradan gidelim. Arkadaşlarımı bulmam gerek. Ben burada bir gece daha kalmam."

"Önce bir arkadaşımı aramam gerek. O bize arabamı getirecek." Dedi.

"Bana yardım edecek misin Emir? "

Aslında bu işten uzak durmasını istiyordum ama ondan başka güveneceğim biri kalmamıştı. Ne yazık ki arkadaşlarım onun elindeydi.

Düşüncelerimden sıyrılmama Emir'in ses tonu sebep oldu: "Tamam sana yardım edeceğim. Yalnız önce seninle bir anlaşma yapalım." Diyerek şart koştu.

Kaşlarımı çatarak sordum: "Ne anlaşmasıymış o?"

"Arkadaşlarını bulacağız diye asla kendini ihmal etmeyeceksin. Onları birlikte arayacağız ve benden habersiz herhangi bir şey yapmaya çalışmayacaksın."

"Hayır, Emir. Ben senin kararına katılmak istemiyorum. Arkadaşlarım için endişeliyim ve seni de riske atmak istemiyorum."

Yüzümü yıkamak için suyu açtım. Buz gibi su tenime değince yaşadığım kötü şeyleri düşünmeme sebep olmuştu. O sırada Emir ciddiyetle bana bakıp kaşlarını çatarak konuştu: "Yalnız başına hareket edersen başına bir şey gelebilir. Sana yardım etmek istiyorum ve edeceğim de buna itiraz edemezsin!"

Düşüncelerim birbirine karıştı. Onun mantığını anlıyordum ama bir yandan da katilin Emir'i de hedef almasını istemiyordum. Duygularımın arasındaki çatışmayı çözmeye çalışırken, Emir’in gözlerindeki kararlılığı gördüm.

Sıkıntıyla oflayarak "Tamam." dedim, "İçerideki kadını daha fazla şüphelendirmeden gidip önce kahvaltı yapalım."

Emir gülümsedi. "Aklıma gelmişti, dediğin doğru. Hadi gidelim."

Kıyafetlerimizi sabah ezanında kalkıp yıkayan kadına karşı şüphe duyduğum için kendimden utandım. Kıyafetleri ipten alıp odaya gittim. Giyinip geldiğimde Emir de gidip üzerindekileri değiştirdi.

Kahvaltıya oturduğumuzda bizim için her şeyi yapan kadına teşekkür ettim. Gülümseyerek çaylarımızı doldurdu. Bu güzel sofra, içimdeki endişeyi silmekte yetersiz kaldı. Emir’in beni izleyen gözlerini hissettim."Düşünme artık Mira! Onları beraber bulacağız."

Konuştuklarımızı kadın duymasın diye fısıldayarak "Arkadaşlarımın nerede olduğu hakkında hiç bir fikrim yok. Umarım çabuk bir plan yapabiliriz." dedim, gözlerimi onun gözlerinden ayırmadan, derin bir nefes aldım. Emir gülümseyerek "Kadın bize bakıyor Mira.." deyince kendime geldim.

Kahvaltıdan sonra, Emir bir an için duraksadı. "Şimdi nereye gideceğiz?" dedi. Nehir'in hayatta olup olmadığını bile bilmiyordum. Nereden başlayacağımı bilmemek gözlerim doldurmuştu, ama gözyaşlarımı bastırdım. Emir ağlamak üzere olduğumu görünce baş parmağıyla gözyaşlarıma dokundu. "Ağlama söz veriyorum onları bulacağız. Bana güven lütfen. Arkadaşları bulmak için şehre gitmemiz gerekecek." dedi.

Kadın ağladığımı görünce yanımıza gelip "Neden bu kadar üzgünsün kızım?" diye sordu. Emir, konuyu açmak istemese de, ona Nehir’in kaybolduğundan bahsetti. Kadın, üzgün bir tavırla dinledi. "Bu bölge biraz tehlikeli ama inşallah arkadaşlarınızı bulursunuz. Allah yardımcınız olsun."

Kadının sözlerine inanmaya çalışarak başımı salladım. İçimdeki endişeyi bir kenara itmeye çalışıp, kadına güvenmek zorunda olduğumu kabul ettim.

Dışarısı güneşli ve ferah görünse de içimdeki karamsarlığı atmak kolay değildi. Emir'in arabası gelene kadar dışarıda oturduk. Dört saat sonra araba getiren adam bizimle beraber geldi. Arka koltukta oturup elindeki haritaya bakarak bir şeyler anlatıyordu. Nehir'le ilgili olmadığı için dinlemek istemiyordum. Her tarafta, Nehir’in nerede olabileceği hakkında hayal kurmaya çalıştım.

Bir süre sonra, eski bir köprüyü geçtik ve ormanın derinliklerine doğru yaklaşmaya başladık.

Emir, şoför koltuğunda düşünceli görünüyordu. Haritadaki noktaları işaret eden arka koltuktaki adam, her geçen dakika içimdeki korku daha da artıyordu.

Adam haritadan başını kaldırıp Emir'e "Nehir’in kaybolduğu yerin etrafında bir iz var mı?" diye sordu.

Araba ormanın derinliklerine girdikçe yavaşladı. Korku içinde etrafa bakınıyordum. Ağaçların arasındaki gölgelerde bir şeyler hareket ediyormuş gibi hissediyordum.

Arabadan indik ve yanımızdaki adam haritaya bakarak "Bu ormandan sonrası dağlar. Oraya doğru gidecek miyiz?"

"Evet!" Dedim kararlı ses tonumla.

Çok geçmeden orman yolunu bitirip dağa doğru yol aldık. Katilin bizi kapattığı ev, uzakta bir nokta gibi görünüyordu. Adımlarımı hızlandırıp oraya doğru yürürken ayağım çukura gömülünce bileğimde büyük bir acı hissettim. Üzerine adımımı atamadığımı gören Emir ve adını henüz bilmediğim adam koşarak yanıma geldiler. Yürümekteki inadımdan vazgeçirmeye çalışan Emir, amacına ulaşamayınca peşimden geldi. Zorlanarak olsa bile yürümeye çalıştım. Arka koltukta oturan adam, bendeki azime şaşırmış gibiydi.

Emir bile sağlam ayaklarıyla hızıma yetişememişti. Arkamdan sesini duydum: "Ayağını daha fazla zorlama Mira! o tarafa gidiyoruz zaten, hızlı gidince Nehir'i orada mı bulacağını düşünüyorsun?"

Mira, Emir'in sesiyle duraksadı ama kararlılığından ödün vermedi. “Nehir’i bulmak zorundayım!” diye fısıldadı kendi kendine. “Ona bir şey olmadan bulmam gerek! Onun da sonu Derya gibi olmayacak!”

Mira’nın kalbi hızla çarpmaya başladı. “Bir iz bulmalıyız. Onu bulmalıyız!” diyerek çığlık atmak istedi ama sesi boğazında düğümlendi.

Dağdaki küçük eve ilk adımını atan ben olmuştum. İçerideki hava boğucuydu.

Emir içeriye bakarak mırıldandı: "Burada kimse yok gibi görünüyor. Nehir'i de yanında götürmüş olmalı."

Gözlerini dört açarak evde dolaşmaya devam ettiler. "Baksana şuranın haline, çok korkunç değil mi?" Dedi Mira.

Emir evi göz ucuyla inceledikten sonra sakince cevap verdi."Normal bir klübe, sadece terk edilmiş gibi görünüyor."

"Soğukkanlılığına hayran kaldım Emir! Baksana şu evin hâline sence burada her şey normal mi?"

Birçoğu kırılmış ve dağılmış eşyalara basmamaya dikkat ederek "Haklısın, bunlar normal şeyler değil." Dedi.

"Ben diğer odaya bakacağım sen de şu çekmecelere bak!" Dedi ve diğer odaya girdiği sırada, yere düşmüş bir eşyaya gözü takıldı. Eğilerek baktığında, bir kolye olduğunu gördü.

Kolye, Nehir’indi. Mira, kolyenin üzerine kapanıp "Bu katilin elindeydi. Onun elinde görmüştüm, Nehir burada da yok! Ona zarar verdiyse o zaman ben ne yapacağım." Diyerek hızla kömürlüğe doğru koştu. Yerdeki kan izlerini görünce dizlerinin üstüne çöküp hüngür hüngür ağlamaya başladı.

Emir, ağlama sesleri duyunca o tarafa doğru giderek ne olduğunu merak etmişti. İçeri girdiğinde boğuluyormuş gibi öksürürken Mira'yı gördü, hemen kızı yerden kaldırıp gözlerinin içine bakarak konuştu:"Burada kimse yok, bu kan izleri eski olabilir. Mümkün olan en kısa sürede arkadaşına kavuşacaksın söz veriyorum.” Mira'nın gözlerindeki çaresizlik onu da etkisi altına almıştı.

“Ağlama, Nehir’i bulacağız!” diyerek Mira’yı yatıştırmaya çalıştı.

Emir, Mira'yı sakinleştirmek için karanlık kömürlükten çıkarıp açık havada onu teselli etmek istedi: "Umutsuzluğa kapılma! Sana onu bulacağız dediysem mutlaka bulacağız!"

Onlarla beraber gelen adam, yanlarına geldiğinde endişeli yüz ifadesini fark etmişlerdi. “Ne oldu?” diye sordu Emir.

Adam umutsuzca konuştu:“Kız burada yok, her yere baktım. Hadi, ne olur buradan bir ân önce çıkalım.”

Mira, adamın sözlerini dinlemiyordu bile. Tek bildiği şey Nehir'in zor günler geçirdiğiydi. Yerdeki taşlarda kan izlerine bakarak ilerlemeye başladılar. “Bu izler bizi nereye götürecek bilmiyorum ama daha ileri gitmeliyiz.” diye mırıldandı Emir.

Oradan ayrılır ayrılmaz hep birlikte kaybolmuş kızın peşinde koşarken, ormanın içine doğru adımlarını hızlandırdılar. Mira, tek bir şey düşünüyordu: Nehir. Her şey onun kurtulmasında sonlanmalıydı.

Bir süre sonra, izler kalın ağaçların arasında kaybolmaya başladı. Mira, bir an duraksadı. etrafına bakarken ağaçların gölgeleri arasında kaybolmuş gibi dolaşıyordu.

Yere eğilip izleri inceleyen adam, “Buradaki izler oldukça taze görünüyor, çok uzaklaşmış olamaz. Biraz daha hızlanalım. Böyle bir sonuca varamayız dağılarak arayalım. . Kız mutlaka buralarda olmalı! Siz sağ tarafa gidin ben de sola doğru gideceğim.” dedi.

Emir, adamın söylediklerini onaylayıp sağdaki ağaçların olduğu yere doğru ilerlerken boşuna çabaladığımızı hissetmeye başladım.

Kargaların bağırışları arasına bizim de seslerimiz karışıyordu. Ağaçların arasında dolaşmaya devam ederken birinin bağırma sesi duyuldu: "Kızı buldum. Buraya gelin!"

Hızla sesin geldiği yöne koştuk. Adam gerçekten de Nehir'i bulmuştu. Yere eğilmiş arkadaşıma su içiriyordu. Kolunu tuttuğunu görünce ellerinin kanadığını fark ettim. Nehir yaralı olmasına rağmen gözlerinden yaşlar süzerek bana sarıldı. Onu bir daha yalnız bırakmayacağımı söyledim. Korkudan titriyordu.

Sakin ses tonuyla Nehir'i bulan adam konuştu: "Bu ânı bozmak istemezdim kızlar ama, sanırım arkadaşının koluna pansuman yapılması gerek. Yara derin görünüyor iltihap kapabilir."

Mira, Nehir’i kollarına almışken, Emir ve aralarındaki adam hemen etraftan dikkatli bir şekilde bakmaya yapmaya başladılar.

"Şimdi biraz daha iyi misin?" Diye sordu adam. Nehir başını yavaşça hareket ettirerek adamın sorusunu yanıtladı, ama arkadaşımın gözleri hâlâ derin bir korku ile doluydu.

Nehir'den ayrılıp yavaşça ayağı kalktım. Yarası kanamaya devam eden Nehir, yürüyemeyecek kadar yorgundu. Adam, kıza yardımcı olarak onu ormanın dışına kadar taşıdı. Bir şekilde köprüye ulaşmayı başardık.

Arkalarındaki karanlık orman, tehlikeli gölgeleriyle geride kalırken, önlerinde güneşin sıcak ışıkları içindeki açık mavi gökyüzü görünmeye başladı.

Güvende hissettikleri yere sonunda vardılar. Nehir, yaralı bir şekilde adama tutunuyordu. Nehir'in yanına gidip adama yardım ettim ve arabanın kapısını açtım. Nehir'i yavaşça arka koltuğa bırakan adam, arabanın bagajından bir çanta getirerek biraz yiyecek çıkardı. Küçük parçalara bölerek Nehir'in yemesini sağladı. Akşam olmadan köye varmıştık. Şehire gitmeden önce kadına bir kez daha teşekkür edip yola çıkacaktık ama kadın buna izin vermedi. Yorgun olan arkadaşım için bir doktor getirdik. Yaralarına pansuman yapıldıktan sonra Nehir'in dinlenmesi ve sakinleşmesi için ilaç verdi. Çok geçmeden uykuya dalan arkadaşımı rahatsız etmemek için hep birlikte odadan çıktık.

Akşam karanlığı çöktüğünde bahçedeki masada çaylarımızı içerken Nehir'i bulduğumuz için huzur doluydum. Emir'in arkadaşına teşekkür etmediğimi hatırlayınca elimdeki bardağı bırakıp yüzümde hafif bir tebessümle konuştum: "Adınızı bilmiyorum ama Nehir'i bulmamızda bize yardım ettiğiniz için size nasıl teşekkür edeceğimi bilmiyorum. "

Adam önündeki böreği iştahla yemeyi bitirdikten sonra ağzındaki lokmayı hızla yutup Emir'e bakarak güldü, ardından bana dönerek "Bana teşekkür etmek istiyorsan bunun çok daha kolay bir yolu var, yengecim!" Deyince içime bir şüphe düştü. Benden bir şey isteyeceğe benziyordu ama söylemiyordu. Ne olduğunu tam olarak anlamadığım için hemen yanımdaki Emir'e dönerek sordum: "Siz neden gülüyorsunuz, ben yanlış bir şey mi söyledim?"

Emir "Hani sen az önce Oğuz'a, nasıl teşekkür edeceğimi bilmiyorum dedin ya, işte biz ona gülüyoruz."

Yine ne söylemek istediğini anlamamıştım. Bunlar bir şey karıştırıyor ama ne? Amaçlarını öğrenmek için tekrar sorduğumda, Emir açıklamayı Oğuz'a bırakarak sustu. Adını az önce öğrendiğim adam, sandalyesine yaslanarak rahat bir ses tonuyla konuştu: "Teşekkür etmek istiyorsan eğer iki tepsi börek açarsın ben de afiyetle yerim. İşte o zaman bana teşekkür etmiş olursun!"

Şaka yapıyor diye düşündüğüm için alayla karşımdakine sordum: "İki tepsi böreği tek başına mı yiyeceksin?"

"Daha önce hiç denemedim ama şu an olsaydı hepsini yerdim!" Dedi önündeki boş tabağına bakarak. Kendi tabağımdakini de Oğuz'un önüne koyarak "Al bunu da ye! Yola çıkarken iki tepsi böreğini de alırım sen de afiyetle yersin." Dedim şakayla gülerek.

Yüzünü isteksizce buruşturup "Börek almak mı, ben hazır börek yemeyi sevmiyorum. Kendi ellerinle açarsan o zaman yerim!" Dedi.

"Ben börek açmasını bilmem ama madem çok istedin o zaman mecbur sana özel olarak börek açacağım! Bak baştan söylüyorum. Benden öyle lezzetli bir börek bekleme çünkü ilk defa yapacağım."

"Bence sen marifetli birine benziyorsun. Kararımdan caymam için böyle söylüyorsun."

Vah zavallı yavrucak zehirlenecek haberi bile yok. Bana çok güveniyor. Ben de bu inancını boşa çıkarmamak için çok kötü bir börek açmalıydım.

 

Loading...
0%