@madrabazbiryazar
|
Dün gece tabakhaneye bir şey yetiştirir gibi aceleyle giden Emir'in, sabah erkenden evime gelip kahvaltı hazırlayacağını ummuyordum. "Neden buradasın?" dedim biraz şaşırmış bir şekilde. İşte rüya değil, gerçekten karşımda duruyordu. Kahvaltı masasına göz atarken, sıcak simit, taze peynir, zeytin ve güzelce hazırlanmış bir menemenle dolu olan masanın ne kadar özenle hazırlanmış olduğunu gördüm. Emir oturduğu koltuktan kalkıp masaya doğru gitmeden hemen önce konuştu. "Hep beraber kahvaltı yapalım istedim. Beni gördüğüne sevinmedin galiba." Ses tonu imalıydı. Aklı sıra dün gecenin intikamını almaya çalışıyordu. Gıcıklık olsun diye sordum: "Kahvaltıya Oğuz da gelmeyecek mi?" Emir'in yüz ifadesi değişti. Canı sıkılmış gibi bir ses tonuyla cevap verdi: "Hastası varmış o şimdi gelemez." Gelmemesi işine geliyormuş gibi gülümsedi. "Durduk yere Oğuz'u neden merak ettin?" "Ona iki tepsi börek açma sözüm vardı, unuttun mu?" "Böreği şimdi açmayacaksın herhalde.." "Oğuz'u ara bende numarası yok. Hemen öğlede gelsin. Madem çok seviyormuş böreği o zaman hemen yapacağım. Bir börek yapacağım sıcak sıcak parmaklarını bile yiyecek." Emir, gülümseyerek başını salladı. "Bence onu düşünmeyi bırak ve kahvaltının tadını çıkar." Masaya oturdum ve kahvaltı masasına bir kez daha göz attım. "Börek yapmadan önce şu kahvaltıyı bitirelim." dedim, bir simidi kopararak. Hızlıca kahvaltıyı yapmaya başladık. Simitleri ısırırken, Emir de kahvesini içiyordu. Bir süre sonra Emir, elindeki çatalı bırakıp sordu: "Gerçekten Oğuz'u merak ediyor musun yoksa sadece onu söz verdiğin için mi çağırıyorsun?" "Oğuz çok iyi biri ve benimle arkadaş olmasını istiyorum. Hepsi bu!" Emir, gözlerini kısarak beni dikkatle izledi. "Oğuz çok iyi biri öyle mi?" Peyniri yemeyi bırakarak başımla onayladım. İçimden bir ses Emir'in Oğuz'u kıskandığını söylüyor. Yüzümün güldüğünü Emir'in meraklı bakışlarıyla karşılaşınca fark etmiştim. "Bakıyorum Oğuz deyince hemen yüzünde güller açıyor." Bilerek sanki Oğuz'la ilgileniyormuşum gibi sorular sorup onu sinir etmek istedim: "Oğuz'un burcu ne?" "Oradan bakınca astroloğa ya da doğum doktor uzmanına mı benziyorum! Ne bileyim Oğuz'un burcu ne!" Emir’in tepkisini görünce gülmeden edemedim. "Kızma canım arkadaşım. Bari Oğuz'un doğum tarihini söyle." dedim, ona biraz daha meydan okurcasına. Sinirle gülümseyip alay eder gibi konuştu: "Tamam, ben senin derdini anladım. Oğuz boğa burcu ve yükseleni de oğlak! Hatta dur doğum tarihini de vereyim, yaz bir yere mutlaka lazım olur!" "Sen onu kıskanıyorsun." dedim, gözlerinin içine bakarak. "Yoksa bir insan neden bu kadar fazla tepki verir ki?" İlk defa Emir'in gözlerini kaçırdığını gördüm. Oğuz deyince neden mutsuz olduğunu düşünüyordum. Gözleri bakışlarımdan kaçarken, bir an ne kadar tereddüt ettiğini fark ettim, sonra derin bir nefes aldı ve kahvaltı masasında kalan son simidi aldı. Hızla ağzına atarak yutkunurken, gözlerini yeniden bana çevirdi. Gergin bir ses tonuyla. "Oğuz'un seni bu kadar çok etkilemesini garip buluyorum. Oğuz'un burcuyla veya doğum tarihiyle ilgilenmek yerine, başka yöntemler dene Mira, çünkü ben kimseyi kıskanmam!" dedi. Oğuz'u buraya çağırmak sadece bir dostluk jesti olarak kalmalıydı. Aramızdaki bağı yanlış anlamasını istemediğim için göz temasımı eksik etmeyip içtenlikle konuşacakken kapı çalmasıyla birlikte dikkatimiz daldı. Söze başlamadan önce masadan kalkıp hızla kapıya açmaya gittim. Kim geldi diye tahmin yürütmeye çalışırken kapımın önünde dünkü kemancı duruyordu. Beni görünce yine yüzünden hiç eksik olmayan gülümseme belirdi. Şaşkınlığımı gizlemeden öylece adama bakıyordum. Kemanı sağ eline alıp heyecanla konuştu:"Günaydın efendim." Elini göğsünün ortasına koyarak kendini gösterdi: "Bendeniz cennet kuşu¹ Utku Sever Geçer, hani dün keman çalarken tanışmıştık.." O, konuşmaya devam etmesine rağmen söylediği her şeyi bir kenara bırakıp sadece adamın soyadına takılı kalmıştım. Kapının önünde tanıştığımızı ve tek kelime etmeden tuhaf tuhaf ona bakmayı sürdürdüğümü fark edince hemen kendime gelip konuştum: "Evet hatırladım. Ben de Mira sizi tanıdığıma gerçekten memnun oldum." "Ah, Mira... Adınızda sizin gibi güzel..." dedi tutkuyla kendinden geçerek. "Bir şey mi oldu Utku Bey?" "Hayır efendim hayır! Ben buraya sizi de yarınki büyük gösterime davet edip iltihak etmeniz için geldim. Gösteriye olan teşrifiniz bizleri tenşit edecektir." Adam yaşını göstermemesine rağmen her iki kelimesinden birinin ne manaya geldiğini anlamak için yanımda sözlük bulundurmam gerekiyordu. Sözlerinden anlayabildiğim kadarıyla beni bir yere davet ediyor. Eğer adamı dikkatle dinleseydim nereye çağırdığını biliyor olurdum. Ne dediğini anlamadığımı söylersem daha karışık şeyler söyleyecekmiş gibi bir hâli vardı. O yüzden cahilliğimi belli etmemeye çalışarak davet teklifini kabul ettim. Bu adam beni her nereye çağırıyorsa tek gitmek olmazdı, oraya giderken şöyle yanımda üç dört kişinin daha olması iyi olur. Gülümseyerek "Yarın mutlaka geleceğiz. Arkadaşımlarım da çok meraklıdır." Dedim, arkadaşlarımın neye meraklı olduklarını dinlemediğim adama. Elime küçük bir kart uzattı. Davet edilen yerin adresi üzerinde yazıyordu. Bileğindeki gömleğinin altında bir dövme gördüm. Bu dövmenin aynısını kaza yaptığımız adamda da görmüştüm. O an buz kesilmişim gibi donakaldım. Adam veda edip gitmeden hemen önce son kez konuştu: "O hâlde yarın terkin edilen yerde telâkî ederiz." Anlamamanın vermiş olduğu şaşkınlıkla başımı salladım. Yüzüm korkudan bembeyaz olduğunu görmeme gerek yoktu. Adam uzaklaşırken kapı açık bir şekilde arkasından bakıyordum. Nehir'in içeriden bağırışını duyunca kapıyı kapatıp içeri girdim. Eski yerime geçmeden hemen sorgulama başladı: "İki saattir kapının önünde ne yapıyorsun? Kim geldi?" Mırıltıyla "Kemancı..." diyebildim sadece. Kemancının, öteki adamla bir bağlantısı var mı diye düşünürken bir elin koluma dokunduğunu hissettiğimde irkildim. "Sakin ol Mira. Ne oldu anlatmayacak mısın, kemancı kim?" Dövmelerin benzerliğini bir kez daha düşününce kararsız kaldım. "Bilmiyorum yanlış gördüm herhalde.." Nehir'le Emir yüz yüze bakıp bir şey anlamamışlardı, bu hâlimin nedenini merak ediyorlardı: "Neyi yanlış gördün kemancıyı mı?" Dedi Emir. "Şey.. dün sabaha kadar keman çalan adam vardı ya hani, bugün özür dilemeye gelmiş." Nehir merakla sordu: "Dün biri keman mı çalıyordu, ama ben hiç ses duymadım." Emir şüphelenmiş gibi sordu: "Kemancı kapı kapı dolaşıp özür dilemeye mi çıktı yani?" "Dün ben, kemanın sesine daha fazla tahammül edemeyip adamın evine baskın düzenleyince o da keman çaldığının farkında değildi. Sabah da özür dilemeye gelmiş." Deyince Nehir kaşlarını çatıp "Dışarı mı çıktın Mira? Nasıl bu kadar düşüncesiz hareket edebilirsin? Ya bütün bunlar katilin bir tuzağı olsaydı, o zaman ne yapacaktın?" "Kemancının katille ne ilgisi olabilir ki Nehir! O adam kötü biri değil." "Daha dün tanıştığın adamı, bugün neden koruyorsun?" "Sadece adımı söyledim bunda o kadar da abartılacak bir şey yok!" "Yan taraftaki evde mi oturuyor?" Diye sordu Emir. "Evet, yan taraftaki evde oturuyor da sen ne demek istiyorsun?" "O kemancı bu mahalleye yeni mi taşındı?" Diye sordu Nehir. Kafa karışıklığı içinde cevap verdim: "Bilmiyorum. Buna neden dikkat edeyim ki tanımadığım herhangi biriydi işte!" "Kemancı peşimizdeki katilse..." diyerek düşüncelerini sesli olaral söyledi Nehir. "Yok daha neler! Bir kere boyları birbirleriyle örtüşmüyor. Hem bu kemancı, o katilden daha yapılı duruyor." "Dikkatli olmalısın Mira, çok dikkatli ol! Yerinde olsam insanlara karşı daha şüpheci davranırdım." "Arkadaşlar biraz sakin olur musunuz? Neredeyse katilin kemancı olduğunu söyleyip adamı polise ihbar edeceksiniz." "Yine de o adamın harketleri şüpheli. Bir adam neden gece boyu keman çalıp sabah da sadece senden özür dilemeye gelsin ki?" "Nezaket kuralı diye bir şey var Nehir. Adam gelip bir özür diledi diye hakkında neler düşünmeye başladınız!" "Adam bir kere keman çalıyor. Ney değil, gitar değil, saz değil, piyano değil; Keman... sadece keman çalıyor!" Nehir'in şüpheci tavırlarına anlam veremeyip umursamaz bir edayla sözlerine cevap verdim: "Ne olmuş keman çalıyorsa sayın dedektif Nehir Durmaz! Fikirlerinizi bizimle de paylaşırsanız bir nebze olsun cehaletimizi gidermiş olursunuz." Tam cevap verecekken davet kartını görünce sordu. Geçiştirici birkaç söz söyleyip konuyu kapatmak istedim fakat Nehir, kartı eline alıp bakınca üzerinde yazılanları mırıldanarak okudu. Kaşlarını çatıp bu ne der gibi baktı. Ne söyleyeceğim diye düşürken Emir imdadıma yetişip aramızdaki bu küçük münakaşaya bir son vermek için araya girerek Nehir'in lafını böldü: "Saat geç oldu ben artık kalkacağım. Buradan çıkıp işe gitmem gerekecek. Size iyi günler, sonra yine görüşürüz." Deyip ayağa kalktı. İkimiz de Emir'i kapıya kadar uğurladıktan sonra kahvaltı masasını toplayıp dışarı çıktık. Börek için malzemeleri tamamlayıp eve döndük. Akşam olduğunda her şey hazırdı. Geriye sadece Oğuz'u davet etmek kalıyordu. Onu da Emir halletmişti. Binbir zorlukla pişirmeye çalıştığımız böreği, dördüncü denememizden sonra ancak normal bir sonuca varabilmiştik. Tarife göre yapıyorduk ama ya biz beceriksizdik ya da tarifi verenin bir hatası vardı. O kadar yorulmuştum ki Nehir'in kolu sargılı olduğu için koca hamuru tek başıma açmak zorunda kalmıştım. Son denediğimizin görüntüsüne aldırmayıp artık olduğu gibi kabul ettik ve fırına pişmesi için bıraktık. Kapı zilinin sesini duyunca kalkmaya mecalimin olmadığını bilen Nehir, kapıya bakmaya gitti. Bir gürültü sesi duyunca merak ettim. Uzun süre Nehir'den ses çıkmayınca ne oluyor diye bakmak için mutfaktan çıktım. O sırada kapının önünde Nehir'i yerde baygın olarak buldum. Polisler, arkadaşımı ayıltmaya çalışırken kötü bir şey olduğunu hissettim. Koşarak yanlarına varıp Nehir'i ayıltmaya çalışırken bir yandan da sakin kalıp ne olduğunu sordum. Polislerden biri olayı anlattı: "Hanımefendiye ne olduğunu bile anlatamadan bizi karşısında görünce birden düşüp bayıldı." Nehir’in yüzü solgun, gözleri kapalıydı. Kafamda bin bir düşünce birbiriyle çarpışıyordu. "Neden bayıldı?" diye tekrar sordum. Polislerin açıklamasını dinlerken bir yandan da Nehir'le ilgileniyordum."Çok sevdiği biri de polis ve birkaç gün önce kayboldu. Sizi görünce ona bir şey olduğunu zannetmiş olabilir." İçlerinden biri bana yardım ederek Nehir'i kontrol etti. "Durumu iyi değil, hemen bir ambulans çağır!" Polislerden biri ambulans yardımı gelmesi için anons etti. Emir ve Oğuz kapıdaki polis arabasını görünce hızla yanımıza geldiler. Oğuz şaşkın bir yüz ifadesiyle "Ne oluyor burada, Nehir neden baygın?" Diye sordu. Olan biteni anlatırken Oğuz, Nehir'in yanına gelmişti. O sırada polisler Mira'yı arıyordu. Onların neden burada olduklarını merak ettiği için hemen sorma gereği duydu. Polisler açıklama olarak şunları söyledi: "Mira Günalmaz siz misiniz?" "Evet benim bir şey mi oldu?" Soruma cevap vermeyip neden geldiklerini açıkladı: "Arkadaşınız Polat Eroğlu gözaltına alındı. Kendisi sorgudayken işlediği cinayeti itiraf etti ve bu olayda Mira Günalmaz'ın da yer aldığını, cinayeti işlerken ona yardım ettiğinizi itiraf etti. Bizimle karakola kadar gelmeniz gerekiyor." Oğuz ve Emir önceki şokun etkisinde kalarak birkaç saniye ne yapacaklarını bilemediler. "Polat nasıl böyle bir şey yapar. Bakın ben kimseye yardım falan etmedim. Benim bir suçum yok. Bir yanlış anlaşılma söz konusu.." Polislerden biri kararlı bir sesle, "Hanımefendi, şu an için yapabileceğimiz fazla bir şey yok. Soruşturma devam ediyor ve sizin de ifadenize ihtiyacımız var. Hemen karakola gelmeniz gerekli." dedi. Oğuz bana destek olmak için konuştu: “Mira, gerçekte ne olduğunu biliyor musun?” Emir'in de yüzündeki endişe ortaya çıkmıştı. Bu sefer Emir konuştu: “Polat’ın böyle bir şey yapmış olması mantıksız. Senin adının geçmesi tam bir felaket. Ne olursa olsun biz senin yanındayız.” Nehir'in bayılması, benim ifade verecek olmam iyice gerilmeme sebep olmuştu. "Ben kötü bir şey yapmadım gerçekten suçsuzum." Diye itiraz ettim. Ama o an anladım ki, ne kadar inandırıcı konuşursam konuşayım, içimde bir korku vardı. "Lütfen zorluk çıkarmayın. Derdinizi karakolda anlatırsınız, gidelim." Deyince Mira söyleyecek söz bulamamıştı. O sırada ambulans geldi. Başlarındaki adam, Nehir'le ilgilenmek için polislerden birini yanına çağırdı ve arkadaşımla ilgilenmesini istedi. Nehir’i ambulansa yerleştirdikten sonra, Oğuz ve Emir’le göz göze geldim. Oğuz'un yüzü kaygılı, Emir’in gözlerinde ise şaşkınlık vardı. "Oğuz sen Nehir’i yalnız bırakma onunla git, ben de Mira'nın peşinden gideceğim." dedi Emir kararlılıkla. Onlar kendi aralarında sözleşip bir karara varırken, ben de çaresizce polislerin emirlere uyup arabaya bindim. Etrafımda meraklı bir karabalık oluşurken çok geçmeden oradan uzaklaştık. Birkaç test yaptıktan sonra sorgu odasına alındım. Yaklaşık on dakikadır birinin gelmesini bekliyorum. Sonunda kapı açıldı ve olayı yürüten başkomiser, elindeki dosyayla karşımdaki sandalyeye oturdu. "Polat her şeyi itiraf etti. Ferit'i nasıl öldürdünüz? Sakın bir şey atlama ne olduysa yalan söylemeden anlat!" Diyerek arkasına yaslandı. Başkomiserin sinirli hâlini umursayacak durumda değildim. Sakin olmaya çalışarak cevap verdim: "Ben Polat'a yardım falan etmedim. O yalan söylüyor. Ben suçsuzum. Yemin ederim ben bir şey yapmadım. Ferit'le bir alıp vermediğim yok. Daha onun kim olduğunu bile doğru dürüst bilmiyorum!" Dedim ama karşımdaki komiser inanmış gibi görünmüyordu. Elindeki dosyayı bana doğru uzatarak "Onu tanımıyorsun öyle mi? Peki Ferit'in evinde yapılan araştırmalarda senin kişisel eşyaların bulundu. Buna ne diyeceksin?" "Bu nasıl olabilir? Olamaz! Mümkün değil! İmkansız bu! Ben o adamı tanımıyorum ki eşyamı da onun evinde bırakayım!" "Ben yemem bu numalaraları, zaten sabahtan beri buna benzer bin tane yalan dinliyorum!" "Ben yalan söylemiyorum. Ferit'i kim bilmiyorum ve benim eşyalarım, o adamın evinde ne işi var onu da bilmiyorum! Ferit diye birini tanımıyorum ki!" "Nasıl tanımıyorsun! Adamın evinde eşyan bulunuyor, onlar uçarak gitmedi ya adamın evine!" "Katil kesin peşimdeki pislik yaptı! Buna eminim kesinlikle o yapmıştır! Bakın ben aylardır sürekli peşimde olan birinden kaçıyorum. Manyağın önde gideni bunu kesin o planladı. Buna eminim!" Başkomiserin ifadesi sert ve kararlıydı, ama içimdeki çaresizlik bu sert bakışları kırmamda engel oluyordu. "Yani Ferit'i ben değil, peşimde katil öldürdü, suçu da bana mı attı, demek istiyorsun." O an içimde bir şey kıpırdadı. Belki de yaşadıklarımı anlatarak kendimi kurtarabilirdim. "Lütfen dinleyin. Bir süredir tanımadığım biri peşime takıldı. Sürekli bir yerlerden izliyor beni. Neyi yaptığımı hatta neleri yapmadığımı bile biliyor. Kanıtım var inanmazsanız gösterebilirim." "Tamam sonra kanıtını gösterirsin sen anlatmaya devam et." "Onun kim olduğunu bilmiyorum. Bir gece telefonuma mesaj geldi ve beni tehdit etti. Ondan sonra sürekli beni yakalayıp kaçmam için fırsat veriyor. Her seferinde elinden kaçmayı başardım. Benimle oyun oynuyor sanki..." "Şimdi de bu oyundan canı sıkıldı birilerini öldürüp suçu üzerine atıyor öyle mi?" "Beni bulmasın diye evimi bile değiştirdim, sıfırdan bir hayat kurdum kendime ama ne yapıp edip beni bulmayı başarıyor. Evimden eşyalarımı almış olabilir. Bu manyağın bir de bir sandığı var. Öldürdüğü ya da esir aldığı kurbanlarının eşyalarını o sandıkta saklıyor. Benim de bilekliğimi aldı." Başkomiserin bir an duraksadığını gördüm. Gözlerinde kıvılcım belirdi. "Bu kişi kim? Adını biliyor musun?" dedi. "Onun hakkında bildiğim şeyler çok sınırlı. Yüzüne maske takıyor." Başkomiser, elindeki dosyayı tekrar incelemeye başladı. "Eğer söylediklerin doğruysa, bu adamın peşinden gitmemiz lazım. Ama bunu kanıtlamak için gerçek delillere ihtiyacımız var." “Ben suçlu değilim. Ne olursa olsun, size gerçeği söyledim. Ferit denen adamı öldürenin arkasındaki kişi kesinlikle ben değilim, her şeyi planlayan o. Ben sadece bir kurbanım.” dedim. O sırada kapı açıldı ve bir polis memuru içeri girdi. “Başkomiserim, bir dakika gelir misiniz? Dışarıda bir gelişme var yakaladık!” dedi, ve başkomiserle birlikte dışarı çıktı.
¹ Bendeniz cennet kuşu: kendini tanıtırken kullanılan bir deyim. |
0% |