Suçsuz olduğum anlaşılmıştı ama bu o kadar geç sonuç vermişti ki eve döndüğümde hiçbir şey eskisi gibi değildi. O gün hem ifadem alınmıştı hem de ev yanmıştı. Böreği fırına verip aceleyle karakola gidince fırını kapatmak aklımdan çıkmıştı. Komşulardan biri fark etmeseydi evim küle dönecekti. Çok hasar almadan evdeki yangın söndürüldü.
Emir ve Oğuz bana inanmasaydı ve gerçekleri ortaya çıkarmak için yardım etmeseydiler hâlâ yapmadığım bir şeyin suçu üzerime kalacaktı. Telefonumdaki mesajlar ve daha önce yaşadıklarımı polislere anlatınca olay aydınlandı. Kişisel eşyalarımı Ferit'in evine bırakan katil, önemli bir şeyi unutmuştu. İnceleme yapılan evde delil olarak bir erkeğe ait eldivenler bulunmuştu. Ayrıca bana atılan mesajlara benzer nitelikte Ferit'in de telefonuna bilinmeyen numaradan gelen tehdit mesajları olayın seyrini başka tarafa çekip serbest kalmama neden olmuştu. Buna pek sevinmemiştim çünkü artık katilin eğlence anlayışı çok daha kötü bir hâl almıştı.
Emir, evimin yandığı haberini verince daha fazla sakin kalamamıştım. Ben sinirden ağlarken o da acılarımı hafifletmeye çalıştı. Yanımdan ayrılmayıp bana destek olmak için bir süreliğine kalabileceğim bir ev bile bulmuştu. Nehir hastaneden döndüğünde ailesiyle vakit geçirmek için şehir dışına gitti.
Karakoldan çıkıp özgürlüğüme kavuştuğum için şükrettikten sonra Emir'le beraber kalacağım evi görmeye gittik. Merkezden yirmi beş dakika uzaklığında olan küçük ama oldukça da sevimli görünen evi çok sevmiştim.
"Beğendin mi?"
"Çok beğendim hatta sahibiyle konuşup burayı satın almak istiyorum. Sen bu evin sahibini tanıyor musun?"
"Evet tanıyorum kendisi bana çok yakın biridir, hatta sen de tanıyorsun."
Düşününce böyle bir evin kime ait olabileceğini tahmin etmeye çalışırken işin içinden çıkamamıştım. Emir pencereye doğru yaklaşıp yanıma geldi. Evin anahtarlarını verince seçeneklerden biri aklıma geldi: "Bu ev senin mi yani?"
Ev sahibini çabucak bulmama şaşırmamıştı. Gülümseyerek başını salladı. Güneş batmak üzereyken altın sarısı ışıkları tenimize değiyordu. Pencereden uzaklaşıp mutfağa doğru giderken söylendim: "Böyle sevimli ve güzel bir ev neden bomboş, burayı daha önce kimse tutmadı mı?"
"İsteyen çok oldu fakat ben böyle dursun istedim. Gerçek sahibini bulunca ona vereceğim günü bekledim."
Sözleri dikkatimi çekmişti ve birden arkamı dönüp sordum: "Kimmiş bu güzel evin gerçek sahibi?"
Cevap vermedi, daha fazla üstelemeyip kendi tahminlerimi yürütmeye çalıştım. Acaba evleneceği kadına mı saklıyordu?
"Ev uzun zamandır havasız kalmış. Hadi balkona gidelim." Diyerek elimden tutup balkona götürdü. Uzakta beliren deniz manzarasına hayran kaldım. O sırada Emir konuşmaya devam ediyordu: "Bu evde kendini iyi hissedene kadar kalabilirsin."
Anahtarlığı havada hafifçe sallayarak gülümsüyordu. Anahtarı almadan nazikçe gülümseyip balkondan çıktım. Peşimden gelerek sordu: "Ne oldu Mira, neden almıyorsun anahtarlığı, beğenmedin mi?"
Aslında evi beğenmiştim ama Emir'in sevdiği kadınla beraber bu evde yaşayacağını hayal ettiğim için burada kalmadan vazgeçmiştim. Emir kabul etmem için çok ısrar etmişti. Ne de olsa birkaç gün kalacaktım. Bu kadar duygusal davranmak zorunda değildim. Teklifini kabul ettim. O da buna çok sevindi. Biraz daha benimle oturduktan sonra evde yalnız başıma kalmıştım.
Bir kahve yapıp kafayı dinlerken Polat'ın tutuklanmasını düşünüyordum. Belki de katil önce Ferit'i öldürmüş sonra da suçu hem bana hem de Polat'a atmak için haince bir plan yapmıştı. Bu olayda Polat da mağdursa o zaman neden suçum olmamasına rağmen işlenen cinayetin ortağı olduğumu söylemişti?
Bir türlü Polat'ı affedemiyordum. Böyle bir şeyi nasıl yapar hâlâ inanmak istemiyorum. Kahveyi içip fincanı yıkadıktan sonra odaya gidip dinlenmeden önce evi tekrar incelemeye başladım. Bu evde Emir'i hatırlatacak hiçbir eşya yoktu. Bu evi kullanmadığı belliydi ama yine de yatak örtüsü ve yastık kılıfını değiştirmeyi ihmal etmedim. Uyumadan önce oyalandığım için gözlerimde bir yorgunluk belirmişti.
Kafamı yastığa koyup güven içinde uyuduğumu düşünürken gözlerimi yumdum. O sırada mutfaktan tıkırtılar gelmeye başladı. Üzerimdekini iyice kendime doğru çekip duymamış gibi yaptım. Bir süre sonra sesler kesilince derin bir nefes aldım. Örtünün altında sıcak basınca rahat nefes almak için üzerimdekini açtığım sırada pencerede bana bakmakta olan birini gördüm. Korkudan çığlık atarken kan ter içinde gözlerimi açmıştım, hâlâ örtünün altındaydım ve etraf oldukça sessizdi. Bir süre ses çıkarmadan örtünün altında nefes almaya çalıştım. O sırada uzakta bir caminin sabah ezanı duyuluyordu.
Ezan sesine güvenerek bildiğim tüm sûreleri içimden okuyup yavaşça örtüyü kenara çektim. Ellerim korkudan titriyordu. Odada benden başka biri yoktu. Rahat bir nefes aldım. Dışarıdan gelen ışık, karanlık odanın birçok yerini aydınlatınca korkum geçmişti. Dışarıda ne olduğunu merak edip pencereden uzaklara baktım.
Yoldan geçen birkaç insan haricinde herkes uyuyordu. Sabaha kadar uyku tutmayınca telefonumu alıp biraz oyalanmak istediğim sırada uyuyakalmıştım. Kabusla uyandığım sıradan bir güne daha başlamıştım. Saat henüz çok erkendi ve dışarıda buz gibi bir hava vardı. Yorganı kendime sarıp yatağın içinde titreyerek ısınmaya çalışıyordum. O sırada anahtar sesi duyunca birinin içeri girdiğini hissettim ama bu sefer korkmadım çünkü gelenin Emir olduğunu adım gibi biliyordum.
Odadan içeri girmeden kapı önünde durup şu ânki vaziyetimle dalga geçerek sordu: "Bakıyorum da bu sabah erkencisiniz! Dışarıda güneş açtı sen üşüyor musun?"
"Henüz kış bitmedi Emir!"
"Sen soğuk görmemişsin, bu hava sıcak bile sayılır. Hadi çık bakalım o yorganın içinden, bana yardım et."
"Tamam geliyorum." Diyerek yorganı omuzlarımdan aşağı serbest bıraktım.
Bavulumdan bir çift kalın çorap ve uzun kollu bir hırka çıkarıp giyinmeden önce banyoya gidip sıcak suyla elimi yüzümü yıkadım.
Çorapları ayağıma geçirdikten sonra hırkayı da elime alarak odadan çıkarken giyindim. Emir mutfakta bir şeyler yapmakla meşgulken sesimle birlikte arkasını döndü. Üzerimdekilere dikkat kesilip alaycı ses tonuyla konuşacakken lafı ağzına tepmek için ondan hızlı davrandım: "Hiç öyle alay eder gibi bakma! Gördüğün gibi dışarıda kar yağıyor ve ben bu konuda son derece haklıyım!"
"Tamam sen haklısın. Dışarıda hava bıçak gibi! Çatılarda iki metre buz oluşmuş, fırtınadan göz gözü görmüyor öyle böyle değil! Sen en iyisi odaya git birkaç hırka falan daha giy, mazallah sonra zatürreye falan çevirir!"
Ben de o sırada mutfak camından etrafa bakıyordum. Kar dinmiş, çatılardan su damlaları düştüğünü görünce benimle dalga geçtiğini anladım. Pencereden uzaklaşıp tezgaha doğru gittim. Ellerimi göğsümde birleştirip "Utanmadan birde dalga geçiyorsun, ne kadar kötüsün Emir!" Diyerek söylendim. Sebzeyi doğrarken bir yandan da bana bakarak konuştu: "Her işi ben yapıyorum. Hiç bana yardım eder gibi bir hâlin yok."
Emir’in alaycı yaklaşımı beni biraz sinirlendirmişti ama aynı zamanda gülümsemekten de kendimi alamıyordum. Ona karşılık vermek istiyordum ama mutfaktaki taze sebzelerle meşguldü, bu yüzden biraz sessiz kalmayı tercih ettim.
"Ne yapmamı istersen yaparım." Emir döndüğünde gülümseyerek "Öyle mi? O zaman bana kahve yapmanı bekliyorum." dedi.
Kahveyi hazırlamaya başladım. Beş on dakika sonra mis gibi kahve kokuları mutfağı sardığında Emir'in yüzündeki alaycı ifadenin yumuşadı. Tezgahın üstünde kahvesini içerken bir yandan da kahvaltıyı hazırlıyordu. Emir gerçekten haklıydı ona yardım etmiyordum. Onu izlemek daha kolayıma geliyor.
"Hiç üşenmeden buraya geliyorsun. Bir saat sonra işe gideceksin. Bunca zahmete neden katlanıyorsun?"
Gözleri parladı, gülümsemesi daha da genişledi. "Evet belki çok kısa bir süre ama şu an burada olmamın nedeni, seni yalnız bırakmak istemem." diye ekledi.
"Neden işte Emir, neden beni yalnız bırakmak istemiyorsun?"
"Şu tabaktaki domates ve salatalıkları da al peşimden gel."
Kahvaltı masasına yerleştirirken ona şöyle yanıt verdim: "Peynir ve domatese ihtiyacım yok, seninle birlikteyken başka bir şey aramıyorum."
"Ne demek istiyorsun?" diye sordu, gözleri bambaşka bir parıltıyla doldu. Karışık duygu ve düşünceler arasında gidip geliyordu.