@madrabazbiryazar
|
Uyandığımda ellerim bağlıydı ve nerede olduğumu anlamaya çalışıyordum kalkmak için doğrulmuştum ki bir ses işittim. Hemen koltuğa geri uzanıp uyuyor taklidi yaptım. Muhtemelen beni kaçıran katil mutfaktaydı ve olduğum yere doğru geliyordu. Ayak seslerini duyuyordum. İçimden uyanmış olduğumu anlamamış olmasını diliyordum. Korkudan kalbim hızla çarpıyordu. Buna engel olamıyorum. Gözlerimi açtığımda katilin çok yakınımda olduğunu fark ettim. Korkuyla yüzüne bakıp konuştum: "Kimsin sen?" Katilin gözleri, karanlık bir derinlikte kaybolmuş gibiydi. Sesim titreyerek, “Kimsin sen? Benden ne istiyorsun?” diye tekrar ettim. Sözlerim havada asılı kalmıştı. Cevap vermek yerine, o sadece beni incelemeye devam etti. Hissettiğim korku, bir katil karşısında olmakla değil, onun soğukkanlı bakışlarıyla yüzleşmekle ilgiliydi. Bir an, kendimi kaybetmemek için ne yapmam gerektiğini düşündüm. Bağlı ellerimle hareket edemediğim için bu durumu lehime çevirmem gerekiyordu. Gözlerim odanın etrafında dolaşırken, tek tük ışık kaynaklarından birinin beni belki de kurtarabilecek bir şey sunabileceğini düşündüm. Tam o sırada, adam bir adım ileri gitti ve sesini yükseltti. “Biliyor musun, senin için burada olmamın bir sebebi var. Aslında, seni görmek istememdeki sebep farklı.” Merak ve korku, zihnimde sırayla dans ediyordu. “Ne demek istiyorsun?” dedim, sesim hala titrekti ama gözlerimde bir cesaret parıltısı belirebildi. Gülümsemiyor, ama bana doğru yaklaşmaya devam ediyordu. “Sadece bir şey deneyeceğiz. Hayatta kalmak için mücadele etmeyi isteyip istemediğini görmek istiyorum. Seninle bir oyunumuz var.” Oyun? İçimdeki kıyamet senaryoları daha da karmaşıklaşmaya başlamıştı. “Oyun mu? Ne tür bir oyun?” diye sorduğumda, dikkatimi çekmek için parmağını dudağına götürdü ve hışırdayan bir sesle, “Yalnızca hayatta kalma içgüdünü sınayacağım. Eğer başarılı olursan, belki de seni serbest bırakırım.” Zihnimde yüzlerce düşünce birbiriyle çarpışıyordu. Hayatta kalmak zorundaydım ama bunun ne anlama geldiğini bilemiyordum. “Tamam, ne yapmam gerekiyor?” dedim. Katil, bir anda gözlerindeki merakla fark ettiğim bir değişimle gülümsedi. “Çok basit. Sorularıma doğru cevaplar vereceksin, ya da…” Bir an sustu, ve sesi tekrardan soğuklaştı. “Ya da sonuçları ağır olacak.” Kalbim yerinden fırlıyormuş gibi çarparken odanın karanlığında bir tuhaflık hissettim. Kimi zaman hayatta kalmak istemek, başkalarını hayal kırıklığına uğratmak demekti. “Tamam sor bakalım,” dedim. Kendi cesaretimi bulmak için tekrar gözlerine baktım. İlk sorusu, karanlık bir sırla yapılmış bir anlaşmanın başlangıcını açığa çıkaracaktı. “Sence insanlar doğuştan mı kötüdür, yoksa çevreleri mi onları böyle yapar?” Bu sorunun altında yatan derin anlamları düşünmek zorundaydım. Bir an kendimi düşündüm. Yanıtım, sadece kendi geleceğimi değil, belki de hayatta kalıp kalmayacağımı belirleyecektir. Derin bir nefes aldım. Zihnimdeki karmaşa içinde, doğru cevabı bulmaya çalıştım. “Bence insanlar doğuştan kötü değillerdir,” dedim kendimden emin görünmeye çalışarak. “Çevreleri, yaşadıkları, maruz kaldıkları deneyimler onları şekillendirir. Herkesin içindeki iyi ve kötü potansiyeli vardır. Bu durumda bir seçim yapmaları gerekir.” Katil, gözlerindeki merakı daha da derinleştirerek başını hafifçe eğdi. “İlginç bir bakış açısı. Ama bu, senin bu oyunun sonunda hayatta kalmanı sağlamak için yeterli mi?” Ona cevap vermedim. Sorularından kaçamıyordum. İçimdeki korkunun yanında, bu adamın beni anlamaya çalıştığı hissi de vardı. “Diğer sorum; eğer birini korumak için masum birini feda etmen gerekirse o zaman ne yaparsın?” Cevap vermeden önce derin bir nefes aldım. Arkadaşlarım için kendimi feda etmiştim. Bu soruyu neden sorduğunu anlamadım ama yine de sorusuna cevap verdim: “Bunu söylemek kolay değil, ama eğer gerçekten birini korumak için gereken buysa, belki de zor bir karar vermek zorunda kalırım. Ancak yalnızca geçici bir çözümse, asla masumları feda etmem.” Adamın yüzündeki ifadeyi inceliyor, onu anlayabilmek için zihnimi zorlayarak düşünüyordum. Gözleri, ilginç bir şekilde bir şeyler bekliyormuş gibiydi. “Son iki sorum kaldı,” dedi. “Birincisi, hayatının en büyük hatası neydi?” Bu soruya yanıt vermek benim için oldukça zordu. Geçmişim, üzerimde bir yük gibi hissediyordum. “Belki de başkalarını yeterince anlamamak...” dedim. “Birini kaybetmek ya da ona zamanında yardım edememek… Bazen hayatın sundukları önünde çaresiz kaldığımızı düşünüyoruz.” O kalabalık karanlığın içinde, bir anda ağır bir sessizlik oluştu. Katil, sanki söylediklerimi tartıyormuş gibiydi. Sonra, sert bir sesle, “Son sorum. Kendini savunmak için ne kadar ileri gidebilirsin?” Bu, beni derinden etkileyen bir soruydu. Kendimi savunmak, tüm bu soruların potansiyel sonuçlarını düşünmeme neden oluyordu. Cevabım, belki hayatımı kurtaracak bir yol olabilirdi. “Hayatta kalmak için her şeyi yaparım,” dedim. “Ama bunu masum insanlara zarar vererek değil, kendimi koruyarak yaparım.” Katilin yüzünde soğuk bir gülümseme belirdi. “Öyle mi? Bu cevapların beni bir hayli düşündürdü. Bir insanın içindeki karanlığı ortaya çıkarmak, en zor şeydir.” Bu sorulardan sonra özgür kalacağımı düşündüm ama bunun oyunun bir parçası olabileceğinden korkuyordum. “Oyun bitmedi mi?” diye sordum. “Hayır, aslında şimdi başlıyor...” Bütün bu söyledikleri korkutucuydu. Fakat onun yüzündeki bu gülümseme ardında bir tehdit barındırıyordu. Tek kelime etmeden, nefret dolu bakışlarıyla yüzüme odaklanmıştı. Tanımadığım, korkunç bir çıkmazın pençesinde, ellerim bağlı bir şekildeydim. Dışarıdan köpeklerin havlama sesi geliyordu. Şehirden uzakta, tehlikeli bir yalnızlık içinde olduğumu hissetmeye başladım. Beni öldürmek için oldukça sakin bir yer seçmişti. Ölmeden önce buradan kurtulmanın bir yolunu bulmalıyım; ama eğer bir ormanda isem, nereye gidebilirdim ki? Yakalanırsam, hiç şüphesiz öleceğimi biliyordum. Düşüncelerim bu karamsarlıktan kaçmaya çalışırken, o ise hâlâ bana bakıyordu. Gözlerini bile kırpmadan alaycı bir gülümseme yerleştirmişti suratına ve nihayet konuştu: "Yeni hayatına hoş geldin, Mira…" Sesi sanki odanın içinde yankı yapıyor gibiydi ya da belki ben korkudan öyle algılıyordum. Gözyaşlarımı tutmak için kendimi zorluyordum. "Ama ne yazık ki yeni hayatın çok kısa sürecek!" dedi ve koltuğunun yanından kalkarak yanıma yaklaştı. "Şimdi elveda zamanı, Mira!" dedi ve silahını benden yana doğrulttu. Uzun zamandır ağlamamak için kendimi zor tutuyordum ama artık gözlerim bulanıklaşmaya başlamıştı. Hayatımın sona erdiğini düşündüm. "Köpeklerin sesini duyuyor musun, Mira?" dedi. Silahı indirmiş, sadece yüzüme bakıyordu. Başımı sallamakla yetindim. "Onlar senin için buradalar! Buradan kaçmaya çalışman, onlar için bir ödül, senin içinse bir felaket olacak!" dedi ve arkasını dönerek gitti. Son bir kez, "Lütfen, beni bırak!" diye yalvardım. Ama bırakmayacağını biliyordum; yine de içimde bir umut vardı. İşte bu noktada, yaşama tutunmak insanın doğasında vardı. Yukarıdaki sundurmayı terk ettikten sonra, beni çaresizliğime terk etti. Tamamen gittiğinden emin olmak için yerimden doğrulup o yöne baktım. Etrafımda kimse yoktu. Artık kurtulmak için bir plan yapmalıydım. İlk adımım, ellerimdeki iplerden kurtulmak olmalıydı. Acaba ayaklarımı bağlamayı unutmuş muydu, yoksa bunu bilerek mi yapmıştı? Eğer kaçmayı başarırsam, köpekler beni bulabilir miydi? Onların pençesinde ölmek istemiyordum. Ama bu korkularımı düşünmeyi bırakmalıydım. Kaçmak için bir yol bulmalıydım. Kendimi toparlamaya çalıştım. Öncelikle bulunduğum bu karanlık yerden, bu katilin elinden kaçmak için bir plan yapmam gerekiyordu. Sakin kalmalıyım, ne olursa olsun paniğe kapılmamalıydım. Gözlerim etrafı taradı. Civarımda birkaç kutu ve bir sandık vardı. Sandığın arkasında ne olduğunu göremiyordum ama belki içinden bir şeyler çıkarabilirim diye düşündüm. Hemen ellerimi üzerimdeki iplerden kurtarmaya odaklandım. İp, oldukça sıkıydı ama eğer yeterince çabuk olursam ve hareketlerimde dikkatli davranırsam bir şekilde kurtulabilirim. Dizlerimi bükerek, kurcalamaya başladım. İpleri aşındırmak için parmaklarımı hareket ettirmeye çalıştım. Her geçen saniye, ne kadar tehlikede olduğumu hissettiriyordu. Bu şekilde bir sonuca varamayacaktım. Hızla ertafa baktım. Bir yandan da sessiz olmaya çalışıyor, onu şüphelendirmekten kaçınıyordum. Yavaşça mutfağa doğru ilerledim. Çekmecelere baktım ilk olarak, bu rafta çatal, bıçak ve kaşıklar vardı. Bıçağı alıp ipleri kesmeye çalışıyordum. Çok fazla vakitimi alacağa benziyordu. Kalın ipleri kesmek için daha keskin bir bıçak bulmaya çalışıyordum. Diğer çekmeceyi açmaya çalışıyordum, sıkışmıştı. Bir süre uğraştıktan sonra bir sürü bıçak görünce şok oldum. Çekmecenin açılmaması ağzına kadar dolu olan bıçaklar yüzündendi. Bazılarının üzerinde kan kurumuştu. Bu bıçaklarla kaç kişi ölmüştü? Elime gelen ilk bıçağı alıp ipleri kesmeye başladım. Kalbim hızlı bir şekilde çarparken, her bir hareketimde dikkatli olmaya çalışıyordum. Ellerimdeki ipleri tamamen çözmeyi başardım ve bir an için rahatladım; fakat dışarıdan köpeklerin havlamaları daha da belirgin hale gelmeye başlamıştı. Aklımda bir soru belirdi: Eğer kaçmaya karar verirsem, bu köpeklerin beni yakalaması işten bile olmazdı. Bıçaklardan birini saklamak için yanıma aldım. Ardından çekmeceyi kapattım ve sessizce yerime doğru gittim. Ne yapacağımı düşünürken, yanımda duran kutulardan birini inceledim. Kutu oldukça ağırdı ama açmaya çalıştım fakat kilitli olduğunu fark edince vazgeçtim. Etrafı iyice dinledim; dışarıda hâlâ sessizlik hakimdi ama benim için her ses bir tehlike olabilirdi. Tam o anda dışarıda bir kapı gıcırtısı duyduğumu zannettim. Korkum tavan yaptı. Katil geri dönecekti. Çok az zamanım kalmıştı, hemen planımı devreye sokmalıyım. Etrafı hızlıca taradım ve bir pencereden kaçmanın en iyi yol olduğunu düşündüm. Pencereyi açmaya çalışırken, kapının sesi daha da yaklaşmaya başlamıştı. İçimde bir korku vardı. Gece boyunca yağmurun duraksızca yağması, işimi hayli zorlaştırıyordu. Birden, köpeklerin havlamaları patlak verince irkildim. Küçüklüğümden beri köpeklerden korkuyordum; türleri ne olursa olsun, her birinin varlığı endişe vericiydi. Onların havlaması, çocuğumun saklı kalmış travmalarını tekrar yaşamama neden oluyordu. En kötüsü de katilin, bu korkumu bildiğiydi. Mira, sonunda ellerindeki ipleri kesmeyi başarmıştı ama hâlâ tehlikede olduğunu biliyor, kaçması gerektiğinin farkındaydı. Hızla bir pencereye doğru ilerledi, dışarıyı gözlemlemek için dikkatlice ilerliyordu. Yağmur hâlâ yağıyor ve görüş alanı oldukça sınırlıydı. Etraf karanlıktı, ama bu fırsatı değerlendirmek zorundaydı. Pencereyi açmak için elinden geleni yaparak, adeta sessizliğin içinde kaybolmasını sağlamaya çalıştı. Pencereyi sonunda açmayı başardı ve dışarıyı dikkatlice inceledi. Ama köpeklerin sesleri giderek artıyordu. Dışarı çıkmak için sağlam bir plan yapması gerekiyordu. Birden, yağmurun şiddeti arttı ve köpeklerin havlamaları azalmaya başladı. Bu, bir fırsattı; hemen harekete geçmeli ve bu şansı değerlendirmeliydi. Mira, odadaki bir masa örtüsünü hızla alarak pencereye gerdi. Bu örtüyü dikkatlice dışarıya sarkıttı ve onu hafifçe sallayarak, sağlam bir ip gibi kullanabileceği bir halata dönüştürdü. Ardından cesurca pencerenin kenarına oturdu ve dikkatlice aşağıya kaymaya başladı. Yere iner inmez, masa örtüsünü topladı ve ormanın derinliklerine doğru hızlı adımlarla ilerlemeye başladı. Ormanda saklanabileceği ve köpeklerden uzaklaşabileceği umuduyla cesaret buldu. Ancak köpekler hâlâ peşinde koşuyordu. Mira, onlardan kurtulmak için elinden geleni yapıyor, ağaçların arasında saklanarak ve sessizce ilerleyerek izlerini kaybettirmeye çalışıyordu. Uzun bir süre boyunca koştu, nefesi kesilmişti ama kendini hâlâ güvende hissetmiyordu. Yağmur altında, ağaçların arasında ilerlerken köpeklerin havlamalarının giderek uzaklaştığını duydu. Fakat yine de tehlikeden emin olamayacak kadar temkinliydi. Ormanda ilerledikçe, ağaçların arasında gizlenebileceği bir yer buldu. Sessizce çalılıklara saklanıp, nefesini tutarak etrafını dinledi. Kulak kesildiği sırada, köpeklerin havlamalarının giderek uzakta olduğunu fark etti. Bir süre bekledikten sonra, Mira cesaretini toplayarak daha da ilerledi. Nihayet, havlamaların tamamen kesildiğini duydu ve tehlikeden uzaklaştığını düşündü; en azından şimdilik güvendeydi. Derin bir nefes alarak, ormanda yoluna devam etti. Özgürlüğün tadını çıkarmak için hâlâ önünde uzun bir yol vardı. Mira yolda ilerlerken sürekli arkasına bakmak zorundaydı. Köpeklerin izini kaybettirmiş olsa da, tehlikeden tamamen uzaklaşmadığını biliyordu. Her an yakalanma korkusuyla hareket etmek zorundaydı. Uzun bir süre boyunca sessizce ilerledi, her adımını dikkatlice seçerek. Ormanda yabani hayvanların sesleri ve yağmurun şiddeti arasında kaybolmuştu. Bu ıssız ormanda ne kadar zamandır yürüyorum, hiçbir fikrim yok. Bir süre önce bulduğum telefonumu yanıma almamın pek faydası olmadı çünkü şarjı bitmişti. Burası, sonu olmayan bir yer gibiydi; ya da kaybolmuştum, ama umutsuzluğa kapılmadan yoluma devam ettim. Ormanda olmak, bir katilin elinde olmaktan her zaman daha iyidir diye teselli ediyordum kendimi. Bir süre sonra, ormanın derinliklerinden bir ışık parladı. Merakla yaklaştım ve bir kulübe olduğunu fark ettim. Belki de buradan bir yardım bulabilirdim. Kulübenin kapısına yaklaştığımda, içeriden bir ses duydum. Kapıyı çalmadan önce tereddüt ettim, fakat umutsuzluğum beni harekete geçirdi. Kapıyı çaldığımda, içeriden bir adam çıktı. Adam, beni şaşkınlıkla süzdü ve yardım etmek istediğini söyledi. Onun samimiyetine güvenerek içeri gittim. Adam, bana bir battaniye ve sıcak bir içecek sundu. Bu küçük jest, bana verdiği güvenle rahatlamamı sağladı. Adam, bana başımdan geçenleri sordu ve ona kaçış hikayemi anlattım. Bana yardım etmek için bir plan yaptığından bahsetti. Bir araç sağlayacak ve güvenli bir yere götürecekti. Bu teklifi sevinçle kabul ettim. Kulübeden çıktığımızda, kalbim hâlâ hızla çarpıyordu. Mira ve adam, kulübeden çıkarak hızla bir araca doğru ilerlediler. Adam, Mira'yı güvenli bir yere götürmek için elinden geleni yapacaktı. Araca bindiklerinde, Mira'nın kalbi yerinden çıkacak gibi atıyordu. Adamın sakin ve güven veren tavrı ona biraz olsun rahatlık sağlıyordu. Yol boyunca, adam Mira'yı dinleyerek ona destek olacağını ve güvende olacağını söyledi. Bu sözlerle Mira biraz olsun rahatladı. Bir süre sonra, adam Mira’yı güvenli bir sığınak olarak gördüğü bir yere götürdü. Burası, uzak bir köyde bulunan bir aile dostunun evi, katilden çok uzaktaydı artık. Bu sıcak ve güvenli ortamda kendimi daha iyi hissetmeye başladım. Önce güvenmekte tereddüt etsem de, yanıldığımı çabuk anladım. Aile dostu, bana yardım etmek için ellerinden geleni yapacaklarını söyledi. Yeni bir kimlik sağlayacaklar ve güvenli bir şekilde başka bir şehre gitmeme yardımcı olacaklardı. Yola çıkmadan önce kapanmayacak kadar da olsa telefonumu şarj ettim. Her ihtimali düşünerek hareket edersem kurtulabilirdim. Bu yardım teklifini hiç düşünmeden kabul ettim. Artık geçmişte yaşadığım korku ve tehlikeden uzaklaşma şansım vardı. Yeni bir hayata başlamak için bir fırsata sahip olmuştum. Hâlâ daha buradan kurtulduğuma inanamıyordum. Bunu başarmıştım. O gün yola çıkacaktık ve radyoda çalan müzikle yaşadıklarımı unutmaya çalışıyordum. Birden telefonumdan bir bildirim sesi geldi. Kilidi açmadan ekrandaki mesajı görünce şok oldum. Bilinmeyen numara: Benden kurtulamazsın! Mesajı okuduktan sonra içimde bir korku dalgası yükseldi. Adamın güvenliğini düşünürken, bu mesajın gelmesi her şeyi altüst etti. O an, geçmişin peşimi bırakmadığını, karanlık bir gölge gibi üzerimde dolaştığını fark ettim. Mira, korkuyla telefonu yere bıraktı. Adam, bu durumu fark etti ve hemen Mira'ya bakıp "Ne oldu?" diye sordu. Gözlerimle telefonu işaret ettim. Adam mesajı okuyunca, yüz ifadesi ciddi bir hâl aldı. Mira, gözlerindeki endişeyle içindeki korkuyu gizlemekte zorlanıyordu. "Onun burada olduğuna dair bir kanıt yok, değil mi?" diye sordu. Adam, "Hayır ama dikkatli olmamız gerekiyor," dedi. Hızlıca bir plan yapmaya karar verdiler. Adam, Mira'yı hemen dışarıya çıkarmak istemedi, öncelikle ne yapacaklarına karar vermeleri gerekiyordu. “Belki de en iyisi, yerimizi değiştirmek.” dedi adam, düşündüğü sıradışı çözümle. Gözlerimi telefonun ekranından ayırmadan duraksadım. O mesajı okumak, geçmişte yaşadığım anların canlanmasına sebep olmuştu. Nefesimin daraldığını ve kalbimin hızla attığını hissettim. "Bir sorun mu var?" dedi, adamın sesiyle irkilerek ona döndüm. Tekrar "Ne oldu, yüzün bembeyaz?" diye sordu. Beni bulmayı başarmıştı. Ama iyi de nasıl bulmuştu beni? İçimde bir ses, bu adamın güvenilir olmadığına dair endişelere kapılmama sebep oldu. Ben konuşmayınca tekrar "Ondan mı mesaj geldi?" diye sordu. Düşünmekten adama cevap veremiyorum. O da sormaya devam ediyor: "İyi misin Mira? Arkadaşlarına mı bir şey yaptılar?" Söylediği kelimelerle, tüm içim bir anda irkildi. Adımı ona söylemediğimi düşünmeye başladım. Söylemiş miydim yoksa? Hiçbir şeyden emin değildim. "Adımı söylediğimi hatırlamıyorum!" dedim, sesimdeki tereddütü gizlemeye çalışarak. Gözlerini kaçırıp ses tonunu düşürerek "İlk tanıştığımızda söylemiştin, hatırlamıyor musun?" Dedi. "Hayır, hatırlamıyorum," dedim, kendimden emin bir sesle. "Nasıl hatırlamıyorsun, Mira?" Bu adam benimle dalga mı geçiyordu? Hatırlamıyorum diyorum, anlamıyor mu? Bir an sessiz kaldım ve yeni bir düşünceyle tekrar konuştum: "Biz nereye gidiyoruz?" "Güvenli bir yere, tabii ki!" dedi, ses tonu yükselmişti. Şüphe ederek sordum: "Güvenli yer derken, nereyi kastediyorsun tam olarak?" Adam cevap vermedi ve bu durum sinirlerimi daha çok yıprattı. Tekrar "Neden sustun?" diye sordum, cevap beklercesine. Sinirle çıkıştı: "Gidince görürsün nereye gittiğimizi!" İçimde tarif edilemez bir korku yayıldı. Ama beni katilden o kurtarmıştı. Madem kötü biri o zaman bana neden yardım ettin ki? Gittiğimiz yerin şehirden uzak olması içimdeki şüpheyi daha da artırdı. Yoldan başımı çevirip "Şehir dışına geldik, nereye gidiyoruz?" diye sordum. "Kaçmak için uğraştığın yere! Çok az kaldı, birazdan oraya varacağız ve seni ona teslim edip tonla para kazanacağım. Daha önce de bu işin içindeydim. Senden önceki de bir adamdı. Yaşı senden büyüktür eminim," dedi ve yüzünde pis bir gülümseme belirdi. Ardından kahkahalarla güldü. Hayır! Olmaz, bunu bana yapamazdı! Sinirden adama saldırmaya başladım. Adam, diksiyonu titreyerek bir yandan da elleriyle kendini korumaya çalışıyordu. Araba kontrolden çıkmıştı ve karşımızdaki ağaca çarptığını hatırlıyorum. Ne kadar böyle kalmıştım bilmiyorum ama tek düşündüğüm, bir an önce buradan kaçmaktı. Bu sefer kimseye güvenmemeliydim. Araba, ağaçla çarpışmanın etkisiyle darmadağın olmuştu. Açık havada uyanınca, etrafımda bir kaos manzarası gördüm. Arabadan yükselen siyah dumanlar gökyüzüne doğru yükseliyor, içimdeki korku tırmanıyordu. Yanımda oturan adamın durumu daha kötüydü. Arabanın ön tarafı ağaç tarafından ezilmişti, bu da onun üzerindeki baskıyı artırmıştı. Benim yaralarım, onun yanındakine göre daha önemsiz görünüyordu ama kaşımdan sızan sıvıyı hissedebiliyordum. Elimi ıslaklığa değdirince, kan olduğunu anladım. Taktığım kemer beni hayatta tutmuştu. Dışarı çıkmak için çabalamaya başladım. Kemerimi çözmeye çalışırken zorlandım. Etrafımda yanan arabanın tuhaf sesi ve dumanı, panik yapmama neden oluyordu. Yanımdaki adam ağır yaralı gözüküyordu. Kafasından akan kanlar direksiyona ve oradan da bacağının arasından yere damlıyordu. Bedeni buz gibiydi. Yarı açık ağzıyla nefes almakta zorlanıyordu. Ona yardım etmekte bir ân tereddüt ettim. Yaralı birini öylece bırakıp gitmeli miydim? Benim yerimde bir başkası olsa belki de bu adama yardım ederdi. Vicdanımın sesini dinlemenin vakti değildi ve şu an kanlar içinde olan bu adam, beni tekrar katile geri göndermeyi planlıyordu. Kazayı yapmasaydık ve ben tekrar o katilin yanına geri dönseydim muhtemelen ölecektim ve bunda birazda bu adamın payı olacaktı. Bunları düşünmeye çalıştım. Zor da olsa karar vermiştim. Ona yardım etmeyecektim ve buradan kaçmanın bir yolunu bulacaktım. Arabanın kapısını açmayı denedim fakat açılmadı. Camı kırıp dışarı çıkmayı denedim. Hızla etrafa bakınıp duruken camı kırmaya yarayacak bir şeyler aramaya başladım. Torpido gözünü karıştırınca içinde bir tornavida buldum ve camı kırmayı başardım. Dışarı çıkıp polisi aramaya başladım. Telefonum çekmiyordu. Arabadaki yaralı adam için yardım çağırsaydım bile ben yardım getirinceye kadar kesin ölecekti. Bunları düşünerek olmayan vicdanıma biraz olsun rahatlatıyordum. İnsanlıktan çıkmış, yaşam mücadelesi uğruna ölmeyi ve öldürmeyi göze alıyor oluşum, ben de ağlamama neden olmuştu. Birkaç adım attıktan sonra geriye baktım; arabanın yandığını, yanımdaki adamın orada sıkışıp kaldığını gördüm. İçimde bir şey boğuluyordu; özgürlük ve korkunun çatışmasıydı bu. Yağmur yağmaya başlamıştı. Önceleri damlalar halinde yağmaya başladıysa da dakikalar içerisinde, sağınak halini aldı. Nerede olduğumu bilmediğim yerde yürüyordum. Kaza yerinin ters istikametine doğru yol aldım. Göğsümde bir daralma hissediyordum. İç kanama geçirip ben de arabadan birkaç metre sonra yere yığılacaktım. Yağmurun etkisiyle gözlerim görüş alanımı kısıtlıyordu. Adımlarımı sıklaştırıp bir ağacın altında yağmurun dinmesini bekledim. Akşam olmak üzereydi. Bu da beraberinde türlü tehlikeleri getiriyordu. Bir süre oturduğum yere kafamda sorular döndü, ama sonunda katilin gölgesinden kaçmayı başarmıştım. Ormanın derinliklerine doğru yöneldim. Artık geçmişimdeki korkuları ardımda bırakmalıydım. Eğer hayatta kalmak istiyorsam, yeni bir hayata başlayacak ve geçmişimin üzerime gelen karanlığından tamamen kurtulacaktım. Yalnızlığın soğuk rüzgarı vücudumu sararken, içimde yaşayacağım sonuca dair bir umudu hissedebiliyordum. Cesaretimi topladım ve ormanın derinliklerine doğru adım attım ve bir daha asla geriye bakmayacaktım. "Adam belki de çoktan ölmüştür," diye düşündüm. Ölmeden önce oraya çok yaklaştığımızı söylediğini hatırladım. Demek yine aynı yere gelmiştim! Bu sıkıntılı günlerin bitmesi için Allah’a yalvarıyordum. Gözlerimden akan yaşlar, yağmur damlalarıyla birleşiyor; tüm acılarımı da beraberinde götürüyordu. Çaresizce yürümeye devam ettim. Tekrar yakalanma korkusuyla sık sık hızlanıyor; hatta koşuyordum. O gün kaçtığım ormandan bir türlü çıkamamıştım. Gece olunca, bütün yerler birbirine benziyordu. Akşam olmadan bu ormandan çıkmalıydım; aksi halde tekrar kaybolacak ve sürekli geçtiğin yolları tekrar geçmek zorunda kalacaktım. Bana yardım edecek biri karşıma çıkarsa, onlara güvenip güvenemeyeceğimi bile bilmiyordum. Birden köpek sesleri duydum. Uzak mesafede olduklarını düşündüm, ama yine de kendimi riske atmadan koşmaya başladım. O sırada telefonuma göz attım, çekebileceğim bir yer arıyordum. Durduğum yerde sinyal az da olsa vardı. Hemen polisi aradım. Her çaldığında, ömrümden bir dakika daha gidiyormuş gibi hissediyordum. Bir an, telefonun diğer ucunun asla açılmayacağını düşündüm ama sonunda bir ses duydum. X: Polis çağrı merkezi, size nasıl yardımcı olabilirim? "LÜTFEN YARDIM EDİN! BİR KATİL VAR PEŞİMDE, YAKALARSA BENİ ÖLDÜRECEK!" X: Bir katilin peşinizde olduğunu söylüyorsunuz, doğru mu? Yok şaka yapıyorum! Bu duruma sinirlenmekten kendimi alamıyordum; içimden küfür edecektim ki zor tuttum kendimi. Bu sefer daha sakin olmaya karar verdim ve tane tane söylemeye çalıştım. "Katil peşimde, yardım edin. Ormanlık bir yerdeyim." X: Tamam, lütfen sakin olun ve bulunduğunuz yeri tarif edin! "Nerede olduğumu tam olarak bilmiyorum. En son şehir dışının tabelasını gördüm. Lütfen, yardım edin!" dedim, sesimdeki umutsuzluk artıyordu. X: Anladım. Hatta kalmaya devam edin lütfen. Ve bana katilin eşkalini tanıtın! Katili oturup inceleme fırsatım olmamıştı. O sıra kendi can derdime düşmüştüm ve bunlara dikkat etmemiştim. Yüzüne taktığı maske onu tanınmaz kılıyordu. "Yüzüne maske takıyor ve bu yüzden sesi oldukça boğuk çıkıyor. Saçları siyah, uzun boylu ve yeşil gözlü biri! Ama bu bilgilerden emin değilm, yüzüne bakmaya korktuğum için pek dikkat etmedim." X: Anlıyorum. Şu anda bulunduğunuz orman hakkında herhangi bir bilgiye sahip misiniz? Yakınınızda görünen bir yapı, ağaç ya da görünür bir işaret var mı? "Henüz herhangi bir yapı göremiyorum. Etrafımda sadece ağaçlar var ve köpek sesleri de daha da yaklaşıyor,” dedim. X: Tamam. Lütfen telaşlanmayın. Köpek sesleri hala arka planda yankılanıyordu. "Köpek sesleri duyuyorum. Muhtemelen bana yaklaşmış olalılar," dedim. X: Çok dikkatli olun. Şu anda acil bir destek ekibi ile iletişime geçiyorum. Lütfen bulunduğunuz yerde kalmaya çalışın. Onlar size ulaşana kadar yer değiştirmeyin. Yardım elinin önümde belirdiği düşüncesi içimde bir umut kıvılcımladı. Ancak ardında saklanan karanlık düşüncelere teslim olmayı reddettim. X: Saklanacak güvenli bir yer bulun ve oradan ayrılmayın! Polis ekibi 30 dakika sonra alınan sinyal noktasına ulaşacaklardır. "30 dakika mı? Köpek sesleri yakınlaşmaya başladı ve beni bulması ân meselesi, şuan bulunan sinyal noktasından ayrılmam gerekecek." dedim. Hayatımın son derece kritik bir anındayken birilerine ulaşabilmek içimdeki boşluğa bir kıvılcım olmuştu X: Güvende hissettiğiniz yere gidip oraya saklanın ve sesinizi çıkarmayın! Sürekli duyduğum köpek sesleri, artık çok yakındı. Gittikçe daha fazla panik içinde düşünmeye başladım: Eğer yakalanırsam, işim bitmiş olacaktı. Geçmişin yükü artık daha ağır geliyordu; geçmişimdeki karanlık gölgeleri geride bırakmanın bir yolunu bulmalıyım. Koşmaya başlayınca telefon tekrar çekmemeye başladı. Kaza yaptığımız yerden uzaklamayı başarmıştım. Gördüğüm tabelayla şehrin içinde olduğumu anladım. Yardım ekibinin gelmesini beklerken, etrafıma dikkatle bakmaya başladım. Tüm gücümü kaybetmek üzereydim. Midem bulanıyor, kalbim çarpıyordu. Etrafın karardığını ve ağaçların döndüğünü hatırlıyorum sadece. ... Uyandığımda, başımda korkunç bir köpek gördüm. Hayvan, dilini dışarı çıkararak derin nefesler alıyordu. Kuyruğunu sürekli sallıyor, ama beni bulmuş olduğunun bilincindeydi. Korkudan geriye doğru attım kendimi. Derin bir nefes alıp havlamaya başladığında, anladım ki bu katilin köpeğiydi. Uzaktan, iki köpek daha geliyordu ve onlarla birlikte daha da karanlık bir yüz ortaya çıkıyordu: katil! En azından bu hayvanların iradeleri yoktu, ama karşımdaki manyak, insanların canına kasdetmekten zevk alıyordu. Kaçmayı denedim ama çalınan ıslıkla köpeğin, bana doğru koştuğunu ve hırladığını görünce korkudan vazgeçtim. Yanıma geldiler, ellerimi bağlandı ve yürümemi emretti. İçimdeki küfürler çığlık gibi patlıyordu ama o, her şeyden habersizdi. Köpekler, eve geldiğimizde dışarıdaki kulübelerine geri döndüler; biz de inimize doğru götürüldük. Oturttuğu koltukta bu sefer ayaklarımı da bağlamayı ihmal etmedi. Ateşi yakıp karşısındaki koltuğa kurulmuştu. "Kendini kurtarmak için kaçmaya çalışacağını biliyordum. Ama bana olan korkun, köpeklere olan korkuna ağır bastı demek!" dedi alaycı bir gülümsemeyle. He, salak, zaten gel beni öldür diye bekleyecektim ben de, kurbanlık bir koyun gibi diye düşünürken ona cevap vermedim. "Korkudan dilini yuttun sanırım. Hiç konuşmuyorsun!" dedi kahkahalar içinde. Seni anne babana müjdeleyen ebenin ağzına tüküreyim! İçimden küfretmeye devam ederken sessizliğimi sürdürdüm. "Hâlâ hayatta olman senin için büyük bir mucize! Demek arabadaki adama yardım etmedin ve kaçmaya çalıştın; senin sayende adam öldü! Kendi hayatını düşünürken onunkini hiçe saydın, işte bencillikte büyük bir adım!" diyerek tebrik eder gibi sesi neşeliydi. Bu sözlerden sonra adama yardım etmediğim için pişman olmuştum ama hiç ilgilenmemiş gibi konuştum: "Beni sana teslim edeceğini söyledikten sonra neden o adama yardım edecektim ki? Yaptığım gurur duyulacak bir şey değil, biliyorum! Ben senin gibi biri olamam!" "Bir katili en çok cesaretlendiren şey nedir biliyor musun?" diye sordu, gözlerimin içine bakarak. "Nedir?" demeyecektim elbette! Yanıtını aldıktan sonra cümlesini tamamladı. "Bir katile en çok cesaret veren şey yakalanmamaktır!" Kahkaha atıyordu. Aman, ne komik! "Yüzüne neden maske takıyorsun?" dedim. Gözlerimin içine bakarak bir süre durdu, sonra cevap vermeden dışarı çıktı. Neden maske taktığını bilmemekle birlikte, kurbanları üzerindeki gücünden ve kontrolünden zevk aldığı açıktı. Korkumdan ve çaresizliğimden zevk alarak benimle oynarken, gözlerindeki sadist zevki görebiliyordum. Saatler geçtikçe benimle alay etmeye devam etti. Ara sıra odadan çıkar, daha uğursuz bir planla geri dönüyordu. Hayatta kalma şansımın zayıf olduğunu biliyordum ama pes etmeyi asla istemiyorum. Kaçmak ya da karşılık vermek için herhangi bir fırsat arıyorum, ancak o hep bir adım öndeydi. Kapıda duran köpekler bunun bir örneğiydi. Bunu titizlikle planlamıştı ve çıkış yolu yok gibiydi. Oturduğum yerden kalkamıyordum. Denemeye çalıştım fakat başarılı olamadım. Yere düştüm; canımın acısı umurumda değildi ama düştüğümde çıkardığım sesin katilin dikkatini çekeceğinden korkuyordum. Günler geçiyor, ama zamanın nasıl geçtiğini anlamıyordum. Sabahın erken saatleri olduğunu, gökyüzünün aydınlanmaya başladığını gördüm. Rüzgar etkisini artırmış, ağaçlar hırçın bir şekilde sallanıyordu. Sanırım yine yağmur yağacaktı. Kısa sürede tekrar kaçmanın bir yolunu bulamazsam, onun çarpık oyununda başka bir kurban ve başka bir istatistik olacaktım. Katil, elinde bir şırınga ile geri dönmüştü. Ellerim bağlıyken ona karşı hiçbir şey yapamıyordum. İçinde ne olduğu bilmediğim şeyi koluma sapladığında, içimde bir korku dalgası yükseldi. Ardından evden çıkıp gitti. Her geçen saniye, bu korkunç yeri daha da dayanılmaz hale getiriyordu. Şırınganın içindeki madde neydi? Zihin oyunları mı, fiziksel bir tehdit mi? Bu sorular zihnimi kemirirken, aklımdan kurtulma planları geçirmeye devam ettim. Ellerim bağlı olduğu için düşünmek zorundaydım; fakat katilin sürekli tetikte olduğunu biliyordum. Her an, her fırsatta dikkatli olmalıydım. Geçen günlerdeki beyaz ipler, benim için bir korkunun sembolü haline gelmişti. Onların olduğu yerde, özgürleşmem imkânsızdı. Gözlerim dış kapıdaki köpeklere kaydı. Onlar, katilin psikopatlığından dolayı ağızlarını açarak bana baklıyorlardı; çeneleri oynamak için gergin bir bekleyişteydi. Belki ben de bu durumdan bir çıkar yol bulabilirdim. Kapıyı kitlememişti. Bu, benim için bir fırsattı. Dikkatsiz davranmış ve kitlemeyi unutmuştu. Küçük bir fırsat penceresiydi ama onu kullanmamam gerektiğini biliyordum. Doğru anı bekleyecektim ve o an geldiğinde kaçacaktım. Yerimden dahi kıpırdayamıyordum. Gözlerim kapıya odaklanmıştı fakat kaç kapı olduğunu bilemiyordum. Gözlerimi açıp kapadım, başımı salladım; çift görüyordum ve uykum geliyordu. Bir şey yapacak gücüm yoktu. Daha fazla dayanamadı ve derin bir uykuya daldı. Rüyasında kendisini ormanda koşarken buldu. Peşinden hızla koşan köpeklerin ona doğru yaklaştığını fark etti. Korkuyla dolan kalbi, hızla çarpmaya başladı ve nefes almakta zorlanıyordu. Ormanda yabancı bir yerde olduğunu anladı. Ağaçlar arasında kaybolmuştu ve karanlık her yanı sarmıştı. Köpeklerin havlamaları kulaklarını dolduruyor, ona yaklaştıkça yüreği daha da hızlanıyordu. Panik içinde koşmaya devam etti ama köpeklerin nefeslerini ensesinde hissediyordu. Köpekler etrafını sarmış, korkunç bir şekilde havlıyorlardı. Katil ona doğru yaklaşıyordu. Dışarıdan gelen havlama sesi, Mira'nın uyanmasına sebep oldu. Kabus gördüğünü anladıysa da uzun süre etkisinden çıkamadı. Yağmur dinmiş ve öğle vakti gelmekteydi; hava güneş açmaya başlamıştı. Ancak hâlâ soğuktu ve üşüyordu. İçeri elinde odunlarla katil girdi. Taşıdığı odunları ateşin yanına bıraktı, sönmekte olan ateşi harlamak için birkaç odun daha ekledi. Ardından içindeki közü karıştırmaya başladı. "Bundan sonraki günlerinin tadını çıkarmaya bak. Çok az bir vaktin kaldı. Bakalım, bu oyuna sen ne kadar dayanacaksın?" dedi. Yüzüme bakmadan, sırtı dönük koltuğa oturdu. "Üşüyorum, çok soğuk!" dedim. Dişlerim birbirine değmesine engel olamıyordum. "Burası otel değil! Yaşadığına dua et!" diye çıkıştı. Sonra bir defter çıkarıp incelemeye başladı. "Haftaya salı gidiyorsun," diye ekledi. Nereye gideceğimi sorgularken korkum arttı. Ahirete mi gidiyordum? Düşünmeyi bırakıp sordum: "Nereye gidiyorum?" Sinirle soluyarak ters ters baktı: "Maldivlerde tatile! Nereye olacak, ölüme!" Tekrar işine döndü. "Polat senden hemen sonra ölecek. Ardından da Nehir. Üçünüzün çok iyi anlaştığınızı biliyorum. Derya'yı sizden ayrı bir yere gömeceğim!" dedi. Ses çıkarmadan onu dinliyordum. Yerinden kalkıp bir sandık getirdi. Bu sandık benim açmaya çalışıp da kilitli olduğu için açamadığım sandıktı. Kucağındaki sandığı yere koyup üstündeki tozları temizledi, boynundaki anahtarla içini açtı. Demek anahtarı boynunda taşıyor. Dikkatle sandığın içine bir süre baktıktan sonra bana doğru yürüyünce ne yaptığına anlam veremedim. Elimi tutup bilekliğimi kopardı. Acıdan yüzümü buruşturdum. Bilekliğimin bir değeri olmadığını biliyorum ama onu öylesine takıyor olmama rağmen, önceki hayatımı ne kadar özlediğimi anladım. Elimi bileğime götürdüm; boşluk hissi içimde bir acı oluşturdu. Sımsıkı bağlanmış iplerden sonra üstüne bir de bilekliğimi koparınca yere birkaç damla kan düşmüştü. Ellerim morarmak üzereydi. Parmak uçlarım buz gibiydi. Kangren olmadan iplerden kurtulmalıyım. O sırada kutunun ağzı, hem değerli hem de değersiz mücevher ve eşyalarla doluydu. Katil sandığın içinden bir yüzük çıkardı; üzerinde kurumuş kan lekeleri vardı. Yüzüğü bıraktıktan sonra, altın bir kolye çıkardı. Detaylarına dikkat ederek inceledi ve onu da yerine koydu. Acaba içindekilerin hepsini mi inceleyecekti? Şimdi sırada ne vardı? Bir alyans çıkardı, ışığa doğru tuttu. Katilin yüzüne bakınca tuhaf hissetim. Gülüyor muydu, ağlıyor muydu belli olmuyordu. Maske yüzünden hiçbir şey göremedim. Alyansa dikkatle baktığına göre bir şeyi hatırlamış gibi sustuğunu görünce “Nişanlının mıydı?” dedim, zayıf bir ânını kovalarken. O, maskesinin ardında bile alaycı bir gülümsemeyi hissedebildiğim bir ifadeyle yanıtladı: “Bir kadınındı. Onu ben öldürmedim ama parmağındaki yüzük çok dikkatimi çekmişti. Şişmiş vücudundan çıkaramamıştım ilk başta, son çare olarak ben de parmağını kestim!” Bir mezar hırsızlığı eksikti, o da oldu tamam oldu! Derin bir nefes alarak ona baktım. Gözlerimde, “Bunu niye yapıyorsun?” der gibi sormak istediğimi hissettirdim. Aniden ayağa kalktı ve kapıya doğru baktı: “Buldular bizi!” dedi. Yine şizofrene bağladı bu. Olmadık sesler duyuyor herhalde, diye düşünürken dışarıdan gelen seslerden bir şey anlamaya çalıştım. “Kim buldu, polisler mi?” diye sordum. “Sessiz ol, sakın ses çıkarma!” Kelimeleri vurgularken konuştu. Kapıyı üstüme kilitledi ve hızla gitti. |
0% |