@madrabazbiryazar
|
Nehir’i uyandırmak istemedim. Derin bir uykudaydı. Mesajlara dalarken yüklediğim uygulamanın aklımdan çıktığını fark etmemiştim. Ekranı kapattığımda uygulamanın varlığını hatırladım. Giriş işlemini tamamladıktan sonra gelen aramalar kısmındaki son aranan numarayı kontrol ettim. Telefonda gördüğüm manzara beni şok etti. Uygulama işe yaramıştı; arayan kişinin bilgilerini okumaya başladım. Bu numara A** M**** aittir. Doğum tarihi: 04.11.1996 Telefon numarası: 05*******03 Vücudumda soğuk terler boşanmaya başladı. Bu kişinin adı Ali olabilirdi. Bir sürü Ali tanıyordum ama soyadı M ile başlayan her hangi birini tanımıyordum. Bir anda telefonuma gelen bir arama ile irkildim ve korkuyla telefonu elimden fırlattım. Hızla Nehir’e doğru yürüdüm. Koluna dokunup uyandırmaya çalıştım: “Nehir, kalk, Nehir!” Gözlerini zor açarak cevap verdi: “Ne oluyor ya, gece gece, uyutmadın!” Bir türlü uyanmamak isteyen Nehir’e, daha etkili bir şekilde uyandırması için olayın ne olduğunu söyledim: “Biri bizi ısrarla arıyor. Yine katil izimizi buldu.” Yüzünü buruşturarak “Saçmalama...” dedi, homurdanarak. Şaka yapmadığımı anlayınca kafasını diğer yöne çevirdi ve telefonuna baktı. Yerinden doğrulup kendi telefonunu eline aldı. Kilidini açtı ve ekranında 05*******03 +4 fotoğraf gönderildiği yazılı bildirim belirdi. Gözleri genişledi ve korkuyla parladı. Bildirimi okuyunca birbirimize baktık. Ne yapacağımızı bilmiyorduk. “Sakın açma!” diye uyardım, sesimdeki titremeyi gizlemeye çalışarak. Nehir, yataktan kalkıp odadan çıktı. Bana bir şey söylemeden gittiğini görünce “Nereye?” diye sordum. Kolidorda ardından bir hayalet gibi peşine takıldım çünkü tek başıma odada kalmak içimi ürpertiyordu. “Beni bekle, nereye gidiyorsun Nehir?” Otelin telefonunu aldı ve polis numarasını tuşladı. “Alo, lütfen yardım edin... Evet, tekrar buldu bizi... Tamam, bekliyoruz.” Merak içinde Nehire dönüp “Ne dediler?” diye sordum, içimdeki endişe giderek büyüyordu. Yüzümün rengini fark edince “Buraya geliyorlar. Katile telefonundan ulaşacaklarmış. Seni de aradı mı?” diye sorunca onay verir gibi başımı salladım. “Onların gelmesi uzun sürecek. Hadi birlikte karakola gidelim!” dedi. Dışarının güvenli olmadığını ikimizde biliyorduk. Otelden çıkmak fikri ürkütücü geldiği için itiraz ederek konuştum:“Biz mi gideceğiz? Ya bizi bulduysa, şu an bile bizi görebiliyor olabilir Nehir! Bence polislerin gelmesini bekleyelim.” O da söylediğimi mantıklı bulmuş olacak ki “Tamam,” dedi. Telefonun olduğu taraftan uzaklaşıp otelin girişinde bir aşağı bir yukarı dolaşmaya başladık. Kalbim hızla çarpıyordu, her gölgede bir tehdit arıyordum. Sürekli kol saatine bakarak polislerin ne kadar zaman geleceğini merak ediyordu. "Şu başımıza gelenlere bak, Allah'ım yardım et bize ne olur!" Nehir’in sesi, kaygıyla dolmuştu. Onu sakinleştirmeye çalışarak "Sakin ol, Nehir, otur şuraya, dolaşma!" dedim. Verdiğim tavsiyeden mutlu olmamış gibi söylendi: "Sen de dolaşıyorsun! Oturunca ne olacak sanki?" İkimiz de otelin ortasında birbirimize bağırıyorduk, saat oldukça geçti ve gece vakti insanları rahatsız etmek gibi bir lüksümüz yoktu. "Tamam, sessiz olalım. İnsanlar uyuyor!" diyerek, sesimi biraz yumuşattım. Bu söylediklerimden sonra onun da sakinleştiğini görebiliyordum. Koltuğa oturup gözlerimizi otelin giriş kısmına dikmiştik. İçimdeki stres ve korku iç içe geçmişti. Farkında olmadan ayağımı salladığım için Nehir beni uyardı. Yapacak bir şey olmayıp öylece beklemek sıkıcı bir hâl almıştı. Nehir'e dönerek odaya gidip telefonlarımızı almaya gideceğimi söyleyince heyecanla "Çabuk gel," diye yanıtladı, gözlerinde biraz panik hâkimdi. Odaya girerken öcü varmış gibi hissetmiştim. Hızla telefonları kaptığım gibi tekrar aşağı indim. "Az önce çıktın kız!" Nehir’in bu kadar hızlı gelmeme şaşırdığını yüz ifadesinden anlıyordum.Korkudan ne rekorlara imza atmıştım belki de; adeta bir maraton koşucusu gibi nefes nefese kalmıştım. Yerime oturunca derin bir nefes aldım. Elime telefonumu alınca Nehir'in aklına gelen ihtimalle beni uyardı: "Telefonlara dokunmayalım, polisler ilgilensin." Başımla onayladım onu. Aklıma gelenleri Nehir’e açmak istedim. "Sen Ali isminde birilerini tanıyor musun? " Kaşları çatıldı. Merakla sordu: "Ali mi, o kim?" "Kim olacak, peşimizdeki sapık katil işte!" Sinirle söylediğim sözlerden sonra, dikkatimi yeni çekmeye başladığı için tekrar "Adı Ali’miş, soyadı M harfiyle başlıyor. " "Ne bu, bulmaca mı? Kim olduğunu nereden bileyim?" dedi, yüzünde belirsizlik vardı. "Tamam, sordum yalnızca..." Sesimi alçaltmıştım; içimdeki korkuyu daha fazla hissettirmek istemiyordum. Sessiz kalmaya devam edince Nehir’in bir anda aklına bir şey geldi. Yüzüme merakla bakarak sordu: "İsmi Ali mi demiştin?" Başımı sallayarak cevap verdim. Gözleri düşünür gibi otelin tavanında gezdirerek "Bu eski sevgilim olmasın sakın!" dedi, endişeyle. Yok canım, daha neler! O saf salak çocuğun böyle bir şey yapma ihtimali yoktu. Eskiden Nehir'e sırılsıklam aşıktı. Hem o kötü biri değildi. Yıllar önceki halini bir kez daha göz önüne getirdim. Hayır o çocuk kesinlikle kimseye zarar veremez. Nehir şüpheyle bakmaya devam edince "O çocuk senden izinsiz su bile içmiyordu!" dedim, hatırlatmak istercesine. İnanmamış gibi yüzüme baktı. Umursamıyormuş gibi yapmaya çalışıyordu ama ses tonu sinirliydi: "Erkekler ayrılınca kendini bir şey sanmaya başlıyorlar. Hatırlasana, gidip hemen birini bulmuştu!" Yıllar geçmesine rağmen ona karışı öfke duymaya devam ediyordu. "Sen istemiştin ayrılmayı; o değil!" diye yanıt verdim. Sözlerime kaşlarını çatarak kendini haklı çıkarmaya çalıştı: "Olsun, belki ayrıldık diye kinlendi bana!" dedi, sesi hafifçe titreyerek. Bu ihtimali göz ardı etmemek zorundaydım. Söylediklerinde haksız sayılmazdı. "Benden ne istiyor peki?" İşte bu soruyu sormak beni daha da geriyordu. "Belki amacı başından beri sendi. Benimle öylesine sevgili oldu. Belki sana ulaşmak için beni kullanmıştır." Nehir’in ses tonunda bir korku vardı. Ali gibi masum bir çocuğu böyle psikopatça hareketlerde bulunması anlamsızdı. Yine de Nehir'in sözlerinden etkilenerek "Sus, korkutma beni. Allah korusun!" dedim, sonrasında kulağımı çekip tahtaya vurdum. "Manyak mı yok sanki, dolu önünde sürüyle!" Cevabım onu sakinleştirmekten çok daha fazla stres yaratıyordu. "Nerede kaldılar?" diye sordum, sinirle. "Geldiler," dedi Nehir, ayağa kalkarak polise doğru yürüdü. Ben de peşinden gittim. "Bizi yine buldu, polis bey!" diye haykırdı. Polis bey mi? İçimden buna gülesim gelse de, ciddiyetimi koruyarak söylediklerini tasdik ettim. "Galiba katilin numarasını buldum." Telefon kilidimi açıp numarayı gösterdim. Ben elimdeki telefonu polise gösterirken Nehir de adama bakıyordu. Hoşlanmıştı, onun bu bakışını çok iyi biliyordum. Genç polise biraz daha yaklaştı. Nehir aradaki mesafeyi kapattı. Genç polislerden biri dikkatini dağıtan Nehir'e baktı. Bizimki, polisin gözlerinin içine bakıyordu. Dondurma reklamındaki aşıklar gibi bakışmanın zamanı mıydı? Onların bu hali içimdeki gülme isteğini zor tutmama sebep oluyordu. Gözlerini ilk ayıran genç polis oldu. "Tamam, bundan sonrasını biz halledeceğiz. Siz endişelenmeyin!" dedi. Nehir, endişeyle "Lütfen bizi bırakmayın!" dediğinde, gülmemi engelleyemedim. İkisi de bana ters ters baktı; gözleri sorgulayıcı bir ifadeyle dolmuştu. "Tamam, özür dilerim, sinirlerim bozuldu," dedim. Bu bahane her zaman aynıydı. Olmadık zamanlarda gülünce bu cümleyi kullanıyordum, bayağı işe yarıyordu. "Karakola kadar gelmeniz gerekiyor..." dedi genç polis, sözlerine devam ederek. Vakit kaybetmeden dışarı çıkıp polis arabasına bindik. Nehir’in, neredeyse oğlanın koluna gireceğini görmek en çok beni güldürüyordu. İnsan bu kadar da belli etmemeliydi. Yan yana oturduğumuzda, sanki dertlerimizden bir anda kurtulmuşuz gibi kendimizi güvende hissettik. Polisler duymasın diye söyleyeceklerimi Nehir'in kulağına yaklaşarak anlattım: "Az kaldı, birazdan adamın kolundan tutup nikah dairesine götüreceksin." Sözlerimi akıl süzgeçinden geçirince hızla kafasını çevirip yüzüme bakarak "Ne alakası var? Tamam hoşlanmış olabilirim, ama yakışıklı diye evlenecek değilim." Dedi. Kendinden emin bir ses tonuyla Önce tanışalım, gerisi gelir elbet!" Diye ekledi. Söylediği şey, aslında ikisini de gülümsetmişti. Kısa bir süre sonra karakola vardık. Gerekli işlemler yapıldıktan sonra, zihinlerimizdeki tüm kaygılar biraz olsun hafiflemişti. Nehir ve polis, önden gitmeye başladığında aradaki mesafeyi kapatmak için neredeyse koşacaktım! İşlemler tamamlandıktan sonra bizi birkaç polisle otele gönderdiler. Bunlardan birinde genç polis olan çocukta vardı. Otele vardığımızda, kendimi hemen yatağa attım. Omuzlarımda hissedilen ağırlık ve gerginlik, yavaş yavaş yerini bir huzura bırakmaya başlamıştı. "Bu sefer kesin olarak huzur içinde uyuyabilirim." diye düşündüm ve gözlerimi kapattım. Bir süre sonra uykuya daldım. Rüyalarımda, Nehir ve polisle birlikte gülüştüğümüz sahneler dolaşıyordu, her şeyin sonunda iyi olacağına dair bir şeyler hissettim. .. Sabah olduğunda, sanki biri beni dövmüş gibi yorgun bir şekilde uyanmıştım. Dışarıda ayının biri ısrarla korna çalıyordu, pencere açıktı ve ses oldukça rahatsız ediciydi. Gözlerimi zorla açarak yataktan kalktım ve soluğu banyoda aldım. Döndüğümde, Nehir hâlâ derin bir uyku içindeydi. "Oh, hanımefendi, siz uyumaya devam edin! Dışarıda polis bey sizin için gözünü bile kırpmasın!" diyerek alayla seslendim. Böyle söyleyince, o da sahte bir sinirle mırıldanarak, "Ne polis beyi salak! O rüyaydı!" dedi.Rüya ile gerçeği ayırt edemeyen Nehir'e gülümsedim. "Hadi canım, demek ki aynı rüyayı gördük seninle!" "Off, Mira, ne zırvalıyorsun!" kafasını kaldırıp komodinin üzerindeki saate göz attı. Uyanmak için henüz çok erken olduğu düşüncesiyle yine başını yastığa gömdü. "Günaydın, Nehir! Kalk hadi artık sabah oldu!" dedim, isteksizce. Hiçbir tepki gelmeyince tekrar denedim, bu sefer daha nazik bir tonla yaklaştım. "Nehirciğim, uyanır mısın tatlım? Hadi canım!" dedim sevecen bir sesle. Oflayarak "GİT BAŞIMDAN!" diye bağırınca içimdeki çirkef yönü uyandırmıştı. Belli ki nezaketten hiç anlamayacaktı. "KALK KIZ YATAKTAN! AKŞAM YATMAK BİLMEZ, SABAH KALMAZ BİLMEZ!" dedim, sesimi yükselterek. Ben böyle bağırınca o da yastığıyla kulaklarını tıkadı. Pek işe yaramadığı belliydi, gözlerini kısıp yüzünü sıklaştırmıştı. Yataktan kalmadığını görünce "TÜM GECE SENİN SAYIKLAMALARINI DİNLEDİM ZATEN, KALKIYORSUN ÇABUK!" Sonunda Nehir, mışıl mışıl uykuya dalmış olduğu yerden kalktı. "Tamam, tamam, anladım!" diyerek rüzgâr gibi yatağından fırladı. Gözlerini ovuştururken, "Bu sabahı hiç sevmiyorum." dedi, somurtarak ama yüzü hâlâ uykulu görünüyordu Yataktan kalkış hızı beni şaşırttı, ben uykumu en mükemmel şekilde alsam bile böyle uyanamazdım. Gıpta ile bakmayı sürdürdüm. "En son vizeye geç kaldığın gün böyle kalkmıştın Nehir. Onlar bizim için gece boyunca hiç uyumamışlar." dedim. Nehir inanmamış gibi konuştu: "Ne polisi ya dalga geçme, iyi ki bir sayıkladım, sana da gün doğdu!" "Sen rüya ile gerçeği ayırt edemiyor musun Nehir? Dün yaşadıklarımızı gerçekten hatırlamıyor musun?" Nehir, dünkü olayların gerçek olduğunu kafasında yeni yeni canlandırınca, gözleri fal taşı gibi açıldı. Ne düşünüyor bilmiyorum ama heyecanlanmış gibi üzerindekileri inceliyordu. Ben de o sırada aynada saçlarımı düzeltmekle meşguldüm. Sesi heyecanla titreyerek "Kapıda mı hâlâ?" diye sordu. Yüzümü Nehir’e çevirip isteksizce yanıt verdim: "Hıı." Mutluluğuna düşürdüğüm gölgeye kızarak "Hıı ne kızım!" Diye isyan etti. Sabrım tükenme noktasına gelmişti. Sakin olmaya çalışıp cevap verdim: "He orada Nehir, bir yere kaybolmadılar!" Aynanın karşısındaki yansımasına inanamaz bir haldeydi. Aynaya bakarak söylendi: "Görmüyor musun? Gözlerimin altı şişmiş! Şimdi ben ne yapacağım?" Başımıza gelenlerden sonra, göz altındaki şişkinliğe bu kadar takılmasına şaşırmıştım. "Tüh bak görüyor musun, gözlerinin altı şişmiş, o zaman polis bey, seninle evlenmekten vazgeçecek!" diye şaka yaptım, ama bu Nehir’in moral bulmasına yetmedi. Ellerini gözlerinin altında dolaştırırken sordu: "Güneş gözlüğün yanındaydı değil mi?" "İki parça kıyafet alıp çıktım evden, ne güneşi, ne gözlüğü bacım! Sen iyi misin?" Dedim. "Tamam canım kızma hemen, sormadım say. Hadi ben gidiyorum sonra görüşürüz." diyerek oldukça telaşlı bir şekilde odadan çıktı. Aradan fazla bir zaman geçmeden tekrar kapı açılma sesi duyuldu ve aniden içeri biri girdi. Olduğum yerde öylece kalakalmıştım. Adam sanki kendi odasına girmiş gibiydi. "Ne oluyor beyfendi, dingonun ahırı mı burası?" demeden, adamın bakışlarıyla karşılaştım. O da zaten hızla özür dileyip odadan geri çıktı. Hızla işimi halledip dışarı çıkınca, adamı fark etmemiştim bile. Meğer sırtım dönük olduğu için görememişim. Yanıma yaklaşmadan önce yüksek sesle tekrar özür diledi. Elimle havaya kaldırıp sinirle ona doğru yürüdüm. "Aklımı aldın be, sen kimsin?" Adam hiç tepki vermeyip sakince beni dinliyordu. Söylenmelerim bitince kendine özgü bir saygılı tarzla "Amacım sizi korkutmak değildi, hanımefendi. Az önceki saygısızlığım için özür dilemek istedim. Oda numaralarımız çok benziyor, dalgınlığıma gelerek sizinkiyle karıştırmışım." diye cevapladı. Adam sanki karşısında İngiliz kraliyet ailesinden biri varmış gibi konuşuyordu. Ona karşı olan tavrımdan pişman oldum. O an karşımdaki adamın yazılı kurallara sıkı sıkıya bağlı biri olduğunu anlamış oldum. Ama ben de aşırı kabaydım ya! Ne olurdu ki zamanı geriye alabilseydim de karşımdaki bu saygılı adama öyle davranmasaydım? Adam nezaketini bana da bulaştırmıştı. Sanki az önce adama elimi kaldırarak bağıran ben değilmişim gibi yumuşak bir ses tonuyla "Ben de özür dilerim beyfendi! Siz bir an öyle şey edince, ben de panik şeysi var, o yüzden biraz şey oldum!" Dedim heyecanlanarak. Ne kadar tuhaf bir durumdu! Ne saçmalıyorum ben? Şey ne Mira! Türkçemi sorgulamaya başladım; kendimi YKS'de edebiyat dersinden sıfır alan talihsiz bir öğrenci gibi hissettim. Adam, boş bakışlarla beni izliyordu. Cümlemi tamamlayınca birden gülmeye başladı. Odaya girdiğinde dikkat etmemiştim ama oldukça çekici biriydi. Belki saçmalamasaydım adam özrünü dileyip gidecekti ve bir daha hiç karşılaşmayacaktık ama bu durum aramızda bir sohbetin başlamasına neden oldu. Adama bakarak az önceki saçma sözlerimi açıklamaya çalıştım: "Heyecanlı olunca mantıklı konuşmayı unutuyorum, hemen düzeltiyorum!" dedim, eliyle selam durup, benim dediklerimi ciddiye almadı. Adam durmuş benim salaklığımı seyrediyordu. Yüzüne tatlı bir gülümseme yerleştirmişken ben de saniyeler içinde tekrar konuştum: "Özür dilerim, beyefendi. Sizin odaya birden girdiğinizi görünce çok korktum. Ben de panik atak var, bu yüzden telaşlandım!" dememle sonunda konuşabildiğim için içimdeki gerginlik biraz olsun azaldı. Bir oh çektim. "Sanırım bu sefer oldu." Dedi adam büyük bir iş başarmışım gibi "Evet, oldu sanırım. Görüşmek üzere." dedim, bu kelimeler üzerimden kayarken aniden sözlerim kafamda yankılandı: Bir daha nerede görüşeceksiniz? Bu ne durgunluk Mira! Yersiz heyecanlarımın benden alınmasını diledim ancak bu çağrım, havada kayboldu. Adamın yanından ayrılıp otelin aşağı katına indim. Etrafta onu arıyordum. Üzerine beyaz bir elbise giyinmiş olan Nehir'i fark etmem zor olmamıştı. Adımlarımı sıklaştırıp onu gördüğüm tarafa doğru ilerledim. O sırada Nehir yanındaki polislerle kahvaltı ediyordu. Yüzümdeki ifadeyi gizleyerek oturdum. Gülmekten beni bile fark etmeyen arkadaşım, polislerin bana “Günaydın Mira” demesiyle sonunda dikkatini bana çekebilmişti. Neşeyle bana dönüp “Aa, Mira sen ne zaman geldin?” diye sordu. İsteksizce “Az önce geldim.” dedim. Gülümsemeyi bırakıp ciddiyetle sordu: “Ne oldu Mira, suratın çarşamba pazarına dönmüş yine kötü bir şey yok ya?” “Kötü bir şey yok. Hava çok sıcak ondan biraz halsizim.” dedim ama bu onu tatmin etmedi. Hava sıcak falan değildi ve halsiz görünmüyordum. Canımın sıkıldığını fark etti: “Ne oldu, anlatacak mısın?” diye ısrar edince, olan biteni anlatmak zorunda kaldım. Nereden başlayacağımı bilemeyince direkt konuya girdim: “Bir adam odama daldı!” Polisler hemen yerlerinden kalktılar, ben de onlara sakin olup oturmalarını işaret ettim: “Oturun lütfen, adam katil değildi. Yanlışlıkla odama girdi. Özür dileyip hemen geri çıktı zaten.” Bu açıklamam üzerine polislerden biri alay ederek söz aldı: “Peki neden mutsuzsun, gerçekten buna mı canın sıkıldı?” “Hayır, adama rezil oldum. Ona canım sıkıldı!” Nehir anlamadığı için hemen devreye girdi: “Mira, akıllı anlat şu durumu, ne oldu?” Olayı tekrar anlattıktan sonra, polisler kahkahalara boğuldular. Nehir gülmüyor ama kendini zor tuttuğu belli oluyordu. Anlatacaklarımın sonuna gelerek “Adama rezil olduğumla kaldım. Nihayetinde ise adama dalgınlıkla ‘görüşürüz’ dedim. ” Nehir başını çevirince kaşlarımı çatarak konuştum: "Nehir! Güldüğünü görmediğimi sanma, ayrıca bu komik değil, utanç verici…" “Hayır canım, sana öyle geliyor. Ortada rezil olacak bir durum yok!” dedi. Niye gülüyorsun o zaman, diyemedim. Gelen çaydan bir yudum içtim. Bugün kahvaltı yapmak bile istemiyordum. Diğerlerinin sohbetine geri dönmüşlerdi. Ama benim aklım, hâlâ odaya dalan adamdaydı. Düşünmek istemiyordum ama yüzü aklımdan bir türlü çıkmıyordu. Gözlerim açıkken bile rüya görüyor gibiydim; içimi tarifsiz bir mutluluk ve heyecan kapladı. Her düşünceyle dalıp gidiyordum çok uzaklara. Nehir de benimle dalga geçiyordu ama benim hislerim dalgaya alınacak kadar basit değildi. Nehir en azından, sevdiği çocuğa karşı rezil olmamıştı. Aklıma adamın odaya girdiği andan itibaren beliren keskin gözlerini görür gibi oldukça daha çok heyecanlanıyordum. Nehir dikkatimi çekmek için çay kaşığını bardağa vururken, aklımın karanlık köşelerinden çekip aldı beni. Adamın hayali hızla aklımdan silinirken Nehir'e dönerek “Niye ses çıkarıyorsun?” dedim sinirle. “Çünkü az önce hayallere dalmış gibisin! Kızım, olay bu kadar abartılacak bir şey değil." dedi Nehir gülümseyerek. Ne dediğini anlamayacak kadar dalgındım. Durgun hâlime şaşırmıştı. Baktığım yöne bakınca yüzünü tekrar bana dönüp karşılık verdi: "Adama sapık gibi bakmasana! Seni yanlış anlayacak." Diye uyardı. Etrafıma bakınarak "Ne adamı, nerde hani?" Nehir durgunluğuma sinirlenmişti. Kaşlarını ileriye doğru kaldırarak konuştu: "Karşıdaki oturan adamı diyorum!" Gösterdiği yere bakınca tanımadığım birinin, bizden biraz uzak bir mesafede yalnız başına oturduğunu olduğunu gördüm. Nehir'e sorarak "O kim ya?" Onun bana soracağı soruyu ben ona sorunca "Ne bileyim Mira, ama az daha baksan elin adamıyla yakında akraba çıkacaksın!" Dedi. Bundan sonra daha dikkatli olmalıyım. Hayale dalarken baktığım yerdekiler canlı olmamalıydı. Nehir'in dediği gibi yanlış anlaşılabilirdi. Kahvaltıyı bitirdik. Tam odama gidiyordum ki onunla tekrar karşılaştık. Tekrar sohbet etmek isterdim ama meşgul gibi görüyordu. Yanına gidemem çünkü biriyle konuşuyor. Yanlarından yavaşça geçip giderken birine seslendiğini fark ettim. Umursamayıp odama doğru gidecekken adamın sesi giderek yaklaştığını anladım. Yüzümü ona doğru döndüğümde gülümseyerek bana yaklaştığını gördüm. Sabırla ne söyleyeceğini bekledim. "Pardon hanımefendi, yanlış anlamazsanız eğer beraber birer kahve içer miyiz?" Deyince kısa süreliğine sessizliğimi korudum. Tekrar onunla karşılaşmak istediğim anda onum gelip böyle bir teklifte bulunmasına çok sevindim. Gülümseyerek "Neden olmasın." dedim. "Beni kırmadığınız için teşekkürler. Buyurun gidelim." Yan yana yürümeye başlarken verdiğim karardan pişman değildim. Nehir bizi fark edince gülümseyerek yanımıza geldi. "Merhaba, ben Nehir. Mira'nın arkadaşıyım." Diyerek kendini tanıttı. Adam elini uzatarak memnun olduğunu söyledi. "Ben odadayım Mira sonra görüşürüz." Deyip bizi yalnız bıraktı ve tekrar polislerin yanına döndü. Anlaşılan Nehir, onlardan birini gerçekten sevmeye başlamıştı. O sırada biz de otelin kafesine gittik. Kendimize cam kenarı bir yer seçtik ve oraya oturduk. Adam dirseğini masaya koyarak gülümseyince bir şey söyleyecek zannettim. Çok geçmeden konuşmaya başladı: "Daha senin adını öğrenmeden, arkadaşının adını öğrendim. Bence tanışma zamanımız geldi de geçiyor bile." Benimle gerçekten tanışmak istediğine hâlâ inanamıyorum. O benimle konuşurken susmuş onu dinliyordum: "Adım Emir, seni tanıdığıma memnun oldum ama, sen henüz bana adını bile söylemedin." O konuşurken can kulağıyla dinliyordum. Söyleyecekleri bittinde kendimi tanıttım: "Ben de Mira. Seni tanıdığıma ben de çok memnun oldum, Emir. " dedim heyecanımı belli etmemeye çalışarak. Karşımdaki adamda çok farklı bir şey vardı; her bakışında içimde tuhaf bir his dolaşıyordu. Garson masaya geldiğinde Emir, bana dönerek ne içmek istediğimi sorunca garsona bakarak gülümsedim. “Ben bir tane soğuk kahve alayım, lütfen.” dedim. O da kendine filtre kahve istedi. Siparişlerimizin gelmesini beklerken muhabbetimizi sürdürmeye devam ettik. “Okuyor musun?” diye sordu Emir, gözleri parlayarak. “Hayır, mezunum ama şu an çalışmıyorum." dedim, hafif bir belirsizlikle. “Mezunsun demek, çok güzel! Ne okudun, hangi bölüm?” “Arkeoloji.” dedim bir çırpıda. Başta bu bölümü çok severek okumuştum ama mezun olmaya yaklaşınca tüm hevesim kaçmıştı. Emir'e dönerek aynı soruyu kendisine yönelttim: "Peki ya sen?” Konu kendisine dönünce mutsuz olmuştu ama cevap vermeyi ihmal etmedi: “Mühendislik.” “Hangisi?” “Elektrik!” Bunu öyle bir tonla ifade etti ki sanki aklına sadece bu fikir gelmiş gibiydi. O sırada pencereden bir çift gözümüze takıldı. O kadar mutluydular ki, kadının elindeki kalpli balonun gökyüzüne yükselişini hayranlıkla izledim. Bakışlarını çeviren ilk Emir oldu. Onları izlemeyi bırakıp “Aşka inanır mısın?” diye sordum, ona yönelttiğim bu soru aniden aramızdaki havayı değiştirmişti. İlgisiz ve soğuk bir ses tonuyla “Hayır!” dedi, cevabının yüzümdeki ifadesiyle çeliştiğini biliyordum; aslında bu durumun beni neden üzmüş olduğunu kendime itiraf edemiyordum. "Neden?" diye sordum. "Aşk diye bir şey yok. Olsa bile varlığını sevmiyorum. Benim için öyle bir şey yok!" diye yanıtladı, daha sert bir tonla. "Benim için var. Aşkı sadece ilişki de değil yaptığım her işte seviyorum. Çünkü aşk çok güçlü bir şey." Biraz alaycı bir tavırla "Herkese dert olmaktan başka neyi var ki?" Dedi. "Aşk niye iki kişilik yaşanır biliyor musun?" "Daha güçlü olmak için mi?" Diye söyledi ilgisizce. "Hayır sevgilerini artırmak için." dedim. "Tamam bırakalım artık şu konuyu.." Kahvelerimizi bitirip dışarıda yürümeye çıktık. Aylak bir serinlik varken “Deniz çok güzel, masmavi!” dedim, hayatın içinde gizli bir mutluluk bulmuştu ruhum. Gözlerini denizin üzerinde gezdirdikten sonra bana dönüp “İçindekilere rağmen güzel.” dedi. Gözlerinin içine bakarken, sanki bana daha fazlasını paylaşmak istiyormuş gibi hissettim. “Sence benim en sevdiğim renk ne?” dedim, başka bir konuya geçerek. Yüzüme dikkatle baktı. Bu sefer gülümsemiyordu. "Mor!" Dedi. "Evet doğru!" Tek seferde bunu nasıl bildiğine şaşırdım. O sırada Emir'in gözlerinin içi gülümsedi. "Dur, ben de senin en sevdiğin rengi tahmin edeyim. Evet, buldum kesin siyah!" Aslında bu rengi üzerindekilerden ilham alarak söylemiştim. Başını hafifçe sallayarak "Hayır en sevdiğim renk, kırmızı!" dedi. Tuhafıma gitmişti. "Kırmızı mı, erkekler de kırmızı rengini seviyorlar mıydı ya?" Gülümseyerek "Tamam o zaman tuttuğun takım kesin Galatasaray'dır." Dedim bir tahminde bulunarak. "Ben maç izlemem. Takım tutmuyorum ayrıca." Dedi biraz da aldırmaz bir tavırla. "Ne güzel!" Diyerek mırıldandım. "Tahminlerimin hiçbiri tutmadı ne değişik birisin." "Yeni tanımaya başladığın için tutturamamış olabilirsin." Dedi. Sohbet etmeye devam ederken birden gözlerimin içine bakarak “Yarın bir partiye gideceğim ve yanımda senin gibi güzel birini götürmek istiyorum.” dedi sesindeki tatlı tonda bir cesaret vardı. Aslında bunu bana neden söylediğini anlamıştım ama tahmin ettiğim gibi benimle partiye gitmek istemiyorsa o zaman bir kez daha rezil olacaktım. Gülümseyerek, sanki umursamıyormuşum gibi bir ses tonuyla yanıt verdim: “Bulursun, bulur hiç merak etme! Etrafta çok güzel kızlar var.” Oysaki içimde bir kıskançlık kıvılcımı yanıyordu. Belki benimle gitmek istiyordu, ama karar vermede acele etmemeliydim. Bir an sessizlik oldu; bu an da aslında birçok kelimeden daha fazla şey anlatıyordu. Gözleriyle bana dikkatle bakarken, aramızdaki bu boşluk hissettiğim için gerginliği arttı. Kalbim hızlıca çarparken, masaya eğilerek “Belki de seninle gitmek isteyen birini bulman hiç zor olmaz.” dedim, küçük bir gülümsemeyle. O, biraz düşündü ve başını iki yana sallayıp sanki kendini ikna etmeye çalışıyormuş gibi göründü. “Ama yanımda olmak isteyeceğini düşündüm. Birlikte vakit geçireceğim kişi sen ol istemiştim.” dedi, sesindeki samimiyet gözlerimden kaçmadı. Bir an aklımda o partiye gitme düşüncesi belirdi; gülüşlerinin arasında kaybolmak, hareketli müzikte dans etmek. Ama hemen kendimi toparlandım. Sözlerine bir şey söylemedim ama kalkıp sevinçten adama sarılacaktım ki zor tuttum kendimi. Kendini kendinden koruyan tek bendim sanırım! |
0% |