@madslice
|
Bir gülüşün var, insan güzellikleri hatırlar
Baktığın yere ayrı, bastığın yere ayrı hayran
İki çizgi var, insan güldüğünü hatırlar
Ve bak nasıl durdu her şeyi yıkan rüzgar*
(nilipek – koşuyolu)
- ŞİMAL KESKİN. Sabah uyandığımda boynuma bir ağrı vardı. Ellerim uyuşmuş, belim açıkta kalmıştı. Gözlerimi iyice araladığımda ellerimin uyuşma nedeni gayet açıktı. Baran ile el ele tutuşmuştuk. Tüm gece böyle durmamızın mümkünatı yoktu. Ben çok deli yatardım, kanepeler her ne kadar birleşik gibi olsa da bu durum pek olası değildi. Elimi çektiğimde o da gözünü avuşturdu. Uyanıyordu. "Günaydın." Kanepede doğruldum, o hâla tam olarak uyanamamıştı. Merdivenden gelen seslerle başımı yukarı kaldırdım. "Oo çifte kumrular," Ülgen vücuduna yapışmış atleti ve kırmızı kareli eşofman altıyla aşağı inmeye başladı. Baran da onun sesini duyduğunda benim gibi doğruldu. "Tüm gece el eleydiniz." Dediğinde ikimiz de birbirimize baktık. Aramızda bir çekim olduğu inkar edilemezdi. Yalan da değildi, etkileyici bir insandı ve benim yerime kim olsa etkilenirdi. Çekim konusu bir anda nasıl oluştuğu hakkında pek bir fikrim yoktu. Büyük ihtimalle arkadaşım olması hoşuma gitmişti. Tabii, o bana arkadaş gözüyle bakmıyordu. Ve ben bu konuda hala bir karar verememiştim. İkimiz de bakışlarımızı aynı anda çektik. "Saat kaçta geldin?" Baran'ın sorusuyla bakışlarımı Ülgen'e çevirdim. Biz yattığımızda vakit oldukça geç olmuştu. "Sabaha karşı geldim." Dedi. "Bu kurabiyeler çok iyi olmuş yalnız." Kurabiyelerimden bir tanesini ağzına attığında bir tebessüm geçti dudaklarımdan. Baran'ın bana baktığını gördüğümde geri ona bakmadım. Bu kurabiye artık Baran'ı getirecekti aklıma. "Teşekkür ederim, ben yaptım." Dedim. Ülgen başta şaşırdı, kaşları kalktı ve çiğnemesi yavaşladı. "Eline sağlık. Umarım Baran yememiştir." Bu konu aramızda bir dalga konusu olacaktı sanırım. Baran üstünü değiştirmek için odasına gittiğinde Ülgen ve ben kaldık. Ben de lavaboya girip bir elimi yüzümü yıkamaya gittim. Çıktığımda Baran hala inmemişti. "Dün gece neler yaşadınız? Baş başa?" diyordu Ülgen gülerek. Bunu kıskançlıkla bağdaştırmadım. Zira o kadar samimi bir soruydu ki çöpçatanmış gibiydi. "Öyle eğlendik sonra buraya gelip Friends izledik." Dedim ona. "Sevgili misiniz artık?" dediğinde kaşlarımı çattım. Henüz, çok erkendi. "Tamam ben aldım cevabımı." Kurabiyeden bir ısırık daha aldı ve onu da yuttuktan sonra yeniden konuşmaya başladı. "Bu söylediğim aramızda kalsın ve asla belli etme." İşte geliyor. "Baran senden hoşlanıyor." Bunu duymak, hoşuma gitmişti. Ancak bunu Ülgen'den duyduğumda hoşuma gideceği aklıma gelmezdi. "Niye şaşırmadın?" dediğinde arkamı dönüp oturma odasından eşyalarımı aldım ve veda edip çıktım oradan. Biliyordum, dün öğrenmiştim ve bu rahatsız etmemişti. Şimdi Ülgen bir anda böyle söyleyince daha da idrak eder olmuştum. Ama kaçmış gibi de olmuştum. Kendi evimize girdiğimde Mira’ya seslendim. Seslendim ve seslendim. Demek ki dün gece eve gelmemişti. Bu tatil ikimizin olmalıydı. Onunla Çağrı’nın veya benimle Baran’ın değil. Gerçi onu böyle görmek, güzeldi. Mutluydu en önemlisi. Ben de mutluydum, sadece hayatında bir erkek arkadaş, sevgili olsun istemişti ve oluyordu. Olmuştu belki de. Sadece ayrı düşmemiştik daha önce birbirimizden bu kadar. Odama geçip resim dosyamdan bir resim kâğıdı çıkardım. Boya kalemlerimi de masaya serdiğimde kafamdakileri boşaltmaya hazırdım. Kulaklığımı da telefonuma bağlayıp oynatma listemden bir şarkı seçip işime baktım.
İşim bittiğinde, masanın başında bir buçuk saati aşkın zaman geçirdiğimi gördüm. Resme fark ederek baktığımda tüm yüz hatlarıyla bu resmin Baran olduğunu fark ettim. Affedersiniz ama burası küfürleri yağdırdığım kısımdı. Her cümlem onunla sonlanıyordu. Kafamda kurduğum her bir şeyin içinde o olmaya başlamıştı. Kafam çok karışıktı ve onun yüzündendi. İplerim Ülgen’den ona geçmişti ve onun bunları çözmesi gerekiyordu. Hoşlandığın apaçık ortada Şimal. Bir haftada vazgeçtin Ülgen’den. Ne yapabilirdim? Çok çabalamıştım beni sevsin diye, liseden beri ve ezik durumuna düşmüştüm kendi gözümde bile. Artık ezik olmak yoktu. Ezik değilsin Şimal. Şaşkınlığımı artık yitirdiğimde kulaklığımı çıkardım. Odanın dışından tıkırtılar geldiğinde gelenin Mira olduğunu anladım. Mira’nın odasına girdiğimde Mira’yı elbise denerken gördüm. “Şimal.” Adeta çığlık gibi söylemişti adımı. Gerçekten özledim. Elindeki elbiseyi yatağa fırlattı ve omuzlarımdan tutarak beni odanın içine sürükledi. “Ne yaptınız dün? Her şeyi anlat.” Dedi ve beni yatağa oturttu. Enerjisine her zaman hayrandım ama şu an ayrı bir hayran oldum. “Şimdi söyleyeceğim şeye çok şaşıracaksın,” Nefesini tutmuştu. “Baran benden hoşlanıyormuş.” “Ne!” şaşırdığında ben de başımı salladım. Elimi tutup biraz daha yaklaştı. “Peki, sen ne hissediyorsun?” Bu soruyu duyduğumda odamdan çizdiğim portreyi almaya gittim. Resmi açıkça gösterdim. “Bunu.” Portrede Baran gülüyordu. Yukarı doğru çizilmiş dudaklarının üst çaprazında iki belirgin gamzeleri vardı. Gözleri kocaman gülümsemesiyle tezat düşerek küçülmüştü. Ahenkli bir görünüşü vardı Baran’ın. Mira resme karşılık küfrettiğinde başımı sallamaktan başka bir şey yapamadım. “Nasıl söyledi sana? Seni sevdiğini yani.” Ona her şeyi anlattım, dün yaşananları, bugün uyandığımızda ellerimizin birbirine kenetlenmiş oluşunu… Söylediği tek şey ise “Sen ondan hoşlanmış olabilir misin?” idi. Benim aklıma takılan şey ise ‘Ya ben ondan sadece etkilendiysem’ ya da ‘Ben onun ilgisini seviyor olabilir miydim?’ idi. Bunu nasıl öğrenecektim bilmiyordum, sadece onunla vakit geçirmeyi seviyordum ve bu vakit hiç ölü vakitmiş gibi hissettirmiyordu. “Akşam Canozan’ın konseri var. Geçen gittiğimiz barda. Baran’ı çağırsana.” Dedi Mira. Başta biraz utansam da, çekinsem de çekinip bir yere varamayacağımı biliyordum. Siz: Selam Baran, ben Şimal. Siz: Akşam Canozan konseri varmış. Siz: Acaba benimle gelmek ister misin? Siz: Ben de ekstradan bilet var. Baran: Olur, gelirim :) Teşekkür ederim. Siz: Güzel, görüşürüz :) Baran: Görüşürüz, iyi bak kendine.
“Evet, sıra geldi kıyafete.” Kıyafet konusu açıldığında koşa koşa odama gittik. Bir elime siyah, mini, sol bacağında minik bir yırtmaç detayı vardı; Diğer elime de kırmızı, saten, sırt dekoltesi olan elbise almıştım. Mira eliyle kırmızı olanı işaret ettiğinde bavuldan çıkarmadığım diğer elbiselere baktım. Bu kadar elbise aldığımı fark etmemiştim. Yine bir elime siyah, ultra mini elbiseyi; diğer elime de beyaz, kolları yana atılan kısa bir elbise aldım. Bu sefer kazanan beyaz olmuştu. Bu böyle beş tura yakın sürdü. Final aşamasına geldiğimizde ilk gösterdiğim kırmızı elbiseyi giydim. Elbise dizimin bir, bir buçuk karış üstünde bitiyordu. Köprücük kemiklerim, ince belim ortaya çıkmıştı. Sırt dekoltesindeki ipler de çok güzel gözüküyordu. “Çok abartmadık mı?” dedim tereddütte. Çok güzeldi, çok yakışmıştı. Diğer elbiseyi de denedim. Yavruağzı normal bir elbiseydi bu, üstünde çiçek detayları da vardı. Çiçekli bir elbiseydi. Omuzdan bağlamalı olan elbisenin bağları iptendi. Belimi sarıyordu. Ve yine bir, bir buçuk karış gerisindeydi dizimin. Kırmızı olanın içinde cesurdum. Çiçekli olanın içinde tatlıydım. Konsere daha birkaç saat vardı. O yüzden kıyafet seçme işine ara verdik. Mayolarımızı giyip sahile doğru yola çıktık. Yoldayken de Mira bana Çağrı ile arasında geçenleri anlattı.
OĞUZ BARAN DENİZ.
“Ne giyeceksin?” Ülgen kendi evime geldiğimden beri peşimi bırakmıyordu. Şimal beni konsere davet etmişti. Mesajını görünce ne yapacağımı bilememiştim. Karnımda ne olduğu belirsiz kelebekler kıpır kıpır hareket etmeye başlamışlardı. “Bilmem, siyah gömlek siyah pantolon iyi midir?” yatağıma bıraktığımda gardırobumu açtı. “Şimal çok şık biri, böyle ne giydiğine dikkat eden bir insan.” Yatağımda doğruldum ve elinde gezdirdiği tişörtlere bakındım. “Konser kıyafetlerinden bulurum.” Konser kıyafetlerini ayrı bir dolapta tutardık, günlük kıyafetlerimizle karışmasın diye. O dolabı açtığımda siyah gömlek ve siyah pantolonu bulmak zor olmamıştı. Onları üstümde denediğimde beğenmiştim kendimi. “Mafyalar gibi oldun he.” Dedi Ülgen ve elini saçlarıma karıştırdı. Kirlenmesinler diye çıkardım üstümden ve diğer kıyafetlerimi giydim. “Denize gidelim hadi.” Hazırlanması için Ülgen’i ve Sinan’ı bekledim. Hazırlandıklarında kapıma tıklatıp odama geldiler. “Neden daha erken gidiyoruz, bir saat sonra gitseydik.” Saat 16.38’di. Normalde saat on yedi gibi gider, yer de bulurduk. “Denize bıraksam kendimi, kumlara uzatsam gölgeni…*” (Göksel – Denize Bıraksam) Sinan şarkı söylemeye başladığında Ülgen yan gözle Sinan’a baktı. Plaja geldiğimizde yer bulabilmiştik. Eşyalarımızı bıraktıktan sonra Sinan’ın getirdiği frizbiyi de alıp denize girdik. Ben diğerlerinden ayrılarak yüzmeye başladım, onlar da kıyıya daha yakında, frizbi oynuyorlardı. Yüzmediğim zamanlarda üşüyordum, ısındığımı hissettiğimde geri yanlarına dönüp ben de oynamaya başladım. “Demek Şimal seni konsere davet etti.” Diye konuşmaya başladı Sinan. Başımı salladım. Nerden esmişti anlamamıştım ama birbirimize yakınlaşmaya başlamıştık. Yakın arkadaşlar gibiydik şu anlık ama ilerde ne olacağı belli olmazdı. “Canozan’ı da çok severim,” başını hafif yana eğdi, azıcık kıskanmış gibi duruyordu. Beni değil, konsere gitmeyi. “Keşke ben de gelebilsem.” Diye bitirdi cümlesini Sinan. “Bilet vardır, bakayım mı?” diye sordum. Mekan her ne kadar tanıdık olsa da biletsiz girmemiz doğru değildi. “Çıkınca bakarız.” Dedikten sonra yeniden oyuna odaklandık. “Emirle nasıl gidiyor?” diye soru yönelttim Ülgen’e. “Yurt dışına çıkacağız birlikte.” Bu kadar ilerlediklerini bilmiyordum. Flörtler sanıyordum ama flörtten daha ilerlemişlerdi. Yanlarından yüzmek için ayrıldım. Biraz daha yüzüp öyle çıkacak, kurulanıp gidecektim. Güneşte durmayı pek sevmiyordum, cildim açık tonlu olduğundan ve de sarışın olmamdan ötürü çabucak kızarıyordum. Çıkıp kurulandıktan sonra eve gitmek için yürümeye başladım. Diğerleri gelmemişti benimle. Konser saatlerine baktığımda saat 21.00’de başladığını gördüm. O zamana kadar üç saatim vardı. Eve gelip telefonumu önce şarja taktım. Banyoya girdim, çıktığımda hemen giymek istemedim giyeceklerimi. O yüzden bir şort ve bol tişört geçirdim üstüme. Akşam için birkaç takı da hazırladım. Gümüş yüzüğümü zaten çok çıkarmazdım, o klasiğimdi. Bir de gümüş zincir taktım, kalın zincirler pek hoşuma gitmezdi. Orta boyutta bir zincirdi. Bir bakınca giydiklerimin mafya hissiyatı verdiğini fark ettim. Hava çok sıcaktı ve simsiyah giyinmek çok da iyi bir fikir değildi. Acaba o ne giyecekti? Konser zamanı… Şimal ile telefonda konuşmuştuk, gelmesine bir beş dakika olduğunu söylemişti. Daha konser alanına girişler de başlamamıştı, biz erken geliyorduk. Kıyafet olayından sonra bizimkilerle biraz konuşmuştuk ve onlar da benimle aynı fikirdeydi. Pantolonu değiştirmesem de üstümdeki gömleği beyaz, kısa kollu gömlekle değiştirmiştim. Ayakkabı olarak da siyah ayakkabılarımı tercih etmiştim. Saçlarımı dağıtmış ve Bora’nın isteği üzerine tek kulağıma gümüş bir piercing takmıştım. Şimal’i taksiden inerken gördüğümde yanına gittim. Keşke onu ben alsaydım ama kendisi gelmek istediği için bir şey diyememiştim. Dümdüz olan saçlarını dalgalandırmıştı. Dalga dalga olsa da bu ona yakışmıştı. Pembe, çiçekli bir elbise giymişti o da. İyi ki siyah takımımı giymemiştim çünkü onun yanında cidden garip dururdum. Böyle birbirimize uyuyorduk. Elinde bir tane resim kağıdı tutuyordu. Beni görüp gülümsediğinde ben de ona gülümseyerek cevap verdim. Yanına gittim v e beraber yürümeye başladık. “Çok bekletmedim, değil mi?” kocaman gözleri bana dönmüştü. “Hayır, seni aradığımda gelmiştim zaten. “ dedim. Konser kapalı alandaydı, etrafta da açık kafeler vardı. Barın önünde de çimlik alan vardı. Şu an oraya doğru gidiyorduk. “Canozan sever misin?” diye sordu. “Evet.” Dedim. Gitar çalıyorken, her zaman birkaç tane Canozan şarkısı eklerdim oynatma listeme. Hem akustikleri çalmayı öğrenmek isteyenler için uygundu hem de sadece güzeldi. Çimlik alana oturmadan önce çantasından bir örtü çıkardı. Büyük bir çanta değildi, beyaza yakın böyle bej bir çanta takmıştı omzuna, inci detayları vardı askısında. Oturduğumuzda bana ailemi, nereli olduğumu ve benzeri gibi sorular sordu. Ailelerimizden bahsettik. Antalyalılardı. İkimiz de denize kıyısı olan şehirlerden geliyorduk. Ben ise doğma büyüme Muğlalıydım. Bu sefer cidden ikimiz de konuşabiliyorduk. Onun yanındayken dilim lal olur tutulurdu. İlk defa derince konuşabiliyormuşuz gibi hissettim. “Ah, şey vardı.” Çıkmadan önce Emre’nin unutmamam için yüz kere uyardığı, yaptığım keklere baktım. Ablamdan almıştım tarifi, bana biraz bağırmıştı ama buna değmişti. Güzel olmuştu. Ben ona kap kekleri uzattığımda mutlu olduğunu gözlerinden anlamıştım. Teşekkür etti ve bir tane aldı. Lezzetli olduğunu söyledi ve bana da bir tane uzattı. “Friends’e yeniden başlayacağım.” Dedi. Ne kadar hızlıydı. “Çok hızlısın.” Dedim. “Başka dizi izlemek istiyorum, ama nerdeyse hepsini izledim ama Friends’deki o ev hissiyatını hiçbiri vermedi.” Dedi. Haklıydı. Sanki bu konuşmayı bir kere daha yapmıştık. Konserin başlamasına on beş dakikaya yakın zaman kalmıştı. O zamana kadar biraz daha konuştuk. “Haftaya Antalya’ya dönüyorum.” Dediğinde ne kadar az zamanı kalmış diye düşündüm. Ama sadece onun değil, benim de az zamanım kalmıştı. Bir haftada onu kendimden hoşlandırmam mümkün müydü ki? Neyse. İçeri almaya başladıklarında biz de sıraya geçtik. Biletler Şimal’deydi. Biletlerimizi gösterdiğimizde içeri girdik. “Miralar orada.” Dedi, Mira ve Çağrı’nın sevgili olduklarını söylemişti Şimal. … Konserin bitmesine son bir şarkı kalmıştı. ‘Bir sebepsiz aşık oldum ben’ şarkısını da söylemeye başladığında biz de eşlik ediyorduk. Zaman nasıl geçti anlamamıştım. Bi rüya mıydı? Masum, naif, bakakaldım Yolu var mıydı? Benim olsun, imkansız mı? İzledim onu sabahtan akşama kadar Karşılıksız her bakışta çoğaldı bulutlar Bir bilseydi Her gün başka şarkımdaydı... Başımı Şimal’e doğru çevirdiğimde onun da bana baktığını gördüm. Nereden geldiğini anlamadığım bir cesaretle ellerimi beline koydum. Şimal de şaşırmıştı, o da kollarını boynuma koydu. Ayaklarımızla düzenli bir ritme tutunmuştuk, dans ediyorduk. İkimiz de gözlerimizin içine bakarak şarkıyı söylüyorduk. Vardı, gözlerinde bir şey vardı. Belki ufak bir duygu kırıntısı. Sol elimi saçlarının altından boynuna değdirdim. Elimin altındaki teni titredi ve bakışları benim gözlerimi buldu. Yavaşça kaydı gözlerimden gözleri, dudaklarımda durdu bakışları. Onun yaptıklarını ben de yaptım. İkimiz de birbirimizin dudaklarına bakıyorduk. Boynunda duran elimi eline aldı ve üstüne bir öpücük kondurdu. Dans eden pozisyonumuza geri döndürdü bizi. Boynumda duran elleri saç uçlarımı okşuyordu. Uykumu getirmişti. Bir anda parmak uçlarına kalkıp dudaklarını yanağıma değdirdi. "Konuşmamız gereken bir şey var sanırım." dedi ve uzaklaştı yeniden. Canozan'a döndüğünde ben de döndüm ve konuşacağımız şeyi düşündüm. Son şarkı da çalmaya başladığında artık saat geç olmuştu. Bu şarkıyı hiç açıp dinlememiştim ama radyoda birkaç kez çaldığını hatırlıyordum. "Boş boş dünyamız Şimal bu şarkıyı biliyor olacak ki bağıra bağıra eşlik ediyordu. Ona bakıp kafamı çevirdim yeniden, ben de biraz eşlik etmeye çalıştım. Kapanış konuşmasını yaptıktan sonra sahneden indi ve bazı insanlar kulise gitmeye çalıştılar, güvenlik araya girdiğinde Şimal Mira'yı aradı ve hep beraber bardan çıktık. "Ben Çağrı'ya gideceğim." dedi Mira Şimal'e ve vedalaştıktan sonra arabaya atlayıp gittiler bardan. Şimal ile baş başa kalmıştık. Yapalım şu konuşmayı. "Konuşmak istediğimiz bir şey vardı." diye açtım konuyu. "Evet." kısaca cevapladı. Lafı uzatmadan yapıştırdım, "Benimle çıkar mısın?"
ŞİMAL KESKİN Sorusu karşısında şaşıp kalmıştım. Birbirimizden hoşlandığımız barizdi ama geçici bir his olarak düşünmüştüm, sevgili olacak kadar benden hoşlanıyor muydu gerçekten? Bir kere de doğru olanı yap Şimal, doğru olanı yap. Doğru olanı yapacaktım. Hiçbir zaman olmayıp buna üzüleceksem, olsun ve o zaman üzülüp üzülmeyeceğimi bakayım. “Olur.” Dedikten sonra büyük bir gülümseme yerleştirmişti yüzüne. Yüzüme yaklaştığında derin bir nefes aldım. Dudakları dudağıma değdirdiğinde bunu tescillendirmiş olduk. Baran ve ben, sevgili olmuştuk. — sevgili oldulaaarr, tatlışlarım benim bölümü beğendiyseniz oy vermeyi ve profilimdeki kurgulara bakmayı unutmayıınn |
0% |