@madslice
|
Belki de can acıtan şey,
hislerin ölmesi değil de
kelebeklerin öksüz kalmasıdır.
—
ŞİMAL KESKİN. Yeni insanlarla tanışmak, yeni şarkılar keşfetmek gibiydi. Kulağa güzel gelen ancak tekrarlandığında aşırı sıkıcı olan bir his. 'Nasıl yani?' Diye sorgulanması muhtemel. Çünkü tekrarlanmayan şarkılar, tekrarlandığında uzun uzun duvara baktıran şarkılar olmaz mı hayatta? İşte bu yüzden her şarkıyı dinlemek de sürekli yeni insanlarla tanışmak da saçmalık geliyordu. Geçen gecenin üstünden üç gün daha geçmişti. Evden çıkmamıştım, canım istememişti. Her gün neden bara gidecektim ki? Aynı yerler, aynı insanlar... Ev iyi gelmişti bu süre boyunca. Mayomu giydikten sonra üstüme de elbisemi geçirdim, plaja gidecektim. Mira'ya haber verdim evden çıkarken. Odasına girmeden kapısını tıklattım, gir dedi. O da hazırlanıyordu. Çağrı ile bulaşacaklarını söylemişti. Mutlu görünüyordu son zamanlarda, görünmemesi imkansızdı. "Hmm, havada bir aşk kokusu mu var?" diye imalarda bulundum. Bana döndü. "Yok yok, Baran'ın kokusudur o." Dedi benim gibi ima yaparak. Üç gün önce bizi görmüştü, ben o uyuyor sanıyorken. Yanlış anlamıştı, inkar etsem de pek anlatamamıştım. "Tamam tamam, büzme dudaklarını." Ellerini dudaklarıma koydu, büzdüğüm dudaklarımı serbest bıraktım. "Ben çıkıyorum." Dedim ve arkamı dönüp çıktım odasından. Evden çıktığımda karşımda sarışın birini gördüğümde Baran geçiyor sandım. Her sarışın Baran değildi. Biraz hoşlanmıştım ondan, bunu görmek zor değildi. Üç gün evden çıkmamamın sebebi de oydu. Ama olmazdı, bir zamanlar sevdiğim birinin, her ne kadar onun haberi olmasa da, en yakınlarından biriyle çıkmam doğru olmazdı. Saksıların arasında kalan bisikletimi aldım ve binip pedalları çevirmeye başladım. Uzun zamandır sürmüyordum ve rüzgarı hissetmek iyi gelmişti. Plaja geldiğimde yer bulamamıştım, paralı kısımlar her zaman daha boş olurdu, tek kişiydim ve halka açık yerlerde yer bulamazdım o yüzden paralı kısıma geçtim. Normalde olsa girmezdim ama insan arada sırada kendini şımartmalıydı, ne de olsa hayata bir kere geliyorduk. Şezlonga yerleştiğimde etrafıma bakındım. Arka çaprazımda Ülgen ve arkadaşlarını, Baran, Sinan vb., gördüğümde kaybolmak istedim. Lise ortamına geri dönmüştük sanki. Yine birilerinden kaçıyordum, o zamanlarda sınıftaki sevmediğim erkek grubunu kantinde gördüğüm zamanlar kaçıyordum. Eh, lisede değildim artık. Kaçacağım insanlara benzemiyorlardı aynı zamanda. Ayağa kalkıp bar kısmına doğru yürürken onlara da selam verdim. Bir adet patates tabağı söyledim ancak ilk önce denize girecektim. Uzun siyah saçlarımı topuz yaptığım kıskaçlı tokamı çıkardım, saçlarımı açık bıraktım. Üstümdeki beyaz elbiseyi çıkarttığımda siyah, sırtı bağlamalı mayomla kalmıştım. Kâküllerimden geçirdim ellerimi, siyah yarım çerçeveli güneş gözlüklerimi çıkardım. Son olarak altın sarısı yüzüklerimi de çıkartıp denize girdim. Su buz gibiydi, çabucak derinleştiğinden aşırı ilerleyemedim. Sudan çıkmadan biraz daha kulaç attım ve öyle geriye doğru ilerledim. Sudan çıktığımda yerime doğru ilerlerken Ülgen selam verdi. Ben de onlara gülümseyip selam verdim. Kurulanıp saçlarımı topladım yine. Patatesi getirdiklerinde teşekkür ettim ve telefonumu elime aldım. Annem aramıştı ancak duymamıştım tabii. "Şimal!" adımı duyduğumda arkama baktım. Sinan seslenmişti, "Efendim?" diye yanıt verdim onlara. Beni yanlarına çağırdıklarında gittim. "Yalnız oturma diye çağırmıştım aslında, istersen gidebilirsin." Dedi Sinan hemen. "Yok, sorun değil benim için." Diye yanıt verdim ona. Baran ile göz göze geldik o an. Masmavi gözleri hemen telefonuna dönmüştü. Ülgen elinde iki birayla dönüp yanıbaşımda durmuştu. "Görmedim seni üç gündür." Dedi ve elini saçlarıma attı. Ona baktığımda eski şeyleri hissetmedim. "Evdeydim ya, canım hiç çıkmak istemedi." Dedim. "Saçlarını taramak zor oluyor mu ya?" diye sordu, ellerini tokamdan çıkan saç uçlarına doğru getirdi. "Yok, düz ya benim saçlarım. Bir de boya yok o yüzden rahat oluyor." Diye yanıt vererek kafamı çevirdim. "Bu akşam merkezdeki lunaparka gideceğiz. Siz de gelsenize."dedi Ülgen yine. O sırada Baran'a baktım onda bir sırrım vardı ne de olsa, o da Ülgen'e bakmıştı. Gözleri fıldır fıldır açılmıştı sanki, beni istemiyorlardı. İstenmediğimi düşündüm ve bu yüzden bu teklifi reddettim. Sonra Sinan ve Murat da teklif edince bu sefer hayır diyemedim. Kaç gündür bir deniz, ev, bir de konsere gidiyorduk. Başka gittiğim yer de yoktu. Yerimden patates tabağını aldım ve ortaya koydum, hep beraber yemeye başladık.
Saat 18'e yaklaştığında bir kez daha girdik hep beraber ve yüzme yarışı yaptık. Dalgalar çoğalsa da bu bize pek engel olamamıştı. Birinci Murat ağabey olmuştu, su kirlenmeye başladığında da beraber çıkıvermiştik. "Bugün için teşekkür ederim. Keyifli zaman geçirdim." Doğruyu söylüyordum. Meras grubu ve Ülgen çok iyi bir ekip olmuştu. Çenem gülümsemekten ve de gülmekten ağrımaya başlamıştı. "Biz de teşekkür ederiz." Dedi Sinan. Sinan aralarında en sıcakkanlı ve sosyal olanıydı. Bugün bu izlenimim kanıtlanmış hissetmiştim. Böyle, bazı insanlar vardır, az arkadaşları vardır ancak öz arkadaşlıklardır onlar. Ben kendimi o kişilerden sanıyordum ancak bugün kendimin biraz daha sosyal kümesine yakın olduğunu hissettim. Dediğim gibi, az arkadaş öz arkadaş durumunu Baran da gözlemledim. Öyle çok konuşkan biri değildi, ya da bugün pek gününde de olmayabilirdi. Günden güne değişen bir durumdu neticesinde. Grubun büyüğü, annesi kesinlikle Murattı. Soğukkanlısı ve kimseye pas vermeyeni Emre, Bora ise daha çok kendi halinde takılanıydı. Yani aşırı konuşkan değildi ama suspus oturan biri de değildi. Saçlarımı da kuruladıktan sonra giysilerimi giydim. Plajın yanında bıraktığım bisikletime doğru döndüm önüme. "Beraber gidebiliriz." Baran'ın sesini duyduğumda yüzümü ona doğru çevirdim. "Bu gece onda kalacağım." Dediğinde şaşırmıştım. Tebessüm edip elimle önümü işaret ettim. O da incelik yapıp bana öncelik verdi. "Ülgen gelmiyor mu?" onda kalacaksa beraber kalacaklar şeklinde düşünmüştüm. "Yok o arkadaşında kalacak." Arkadaşı, Emir. Barın oradan elinde bir kaykay ile çıkageldi Baran. Ben de bisikletime oturmuş onu bekliyordum. O kaykayına bastığında yola koyulduk, Ülgen ile aynı sitede olduğumuzdan aynı yere gidecektik. Sahilin etrafından çıkana kadar hiç konuşmadık. "Akşam, siz konum atarsınız öyle geliriz biz." Dedim lunapark konusu geldiğinde aklıma. "Tabii, isterseniz beraber gidebiliriz." Dalga geçtiğini düşünmüştüm ancak sonra dalga geçmediğini anladım. Bir şey demedim teklifine. "Sende numaram var mı?" diye sordu. Kafamı sağa sola reddeder biçimde salladım. O kaykayını durdurunca ben de bisikletimi durdurdum. Cebinden siyah kaplı telefonunu çıkardı, ona telefon numaramı verdim. Beni çaldırdı ve ben de böylece onun numarasını kaydettim. Arkadan gelen korna sesiyle yolun ortasında durduğumuzu fark edip kenardan sürmeye devam ettik. Sitenin olduğu sokağa girdiğimizde begonvillerin kokusu sarmalamıştı bizi. Çocukken bildiğim tek çiçek gül, papatya ve begonvildi. Her gördüğüm uzun yapraklara papatya demeseydim, daha fazla çiçek türünden haberdar olurdum. "Görüşürüz." "Görüşürüz." Sarı saçlarını eliyle birbirine karıştırdıktan sonra kapısını açtı ve ben de içeri geçtim. "Mira?" diye bakındıktan sonra bunu boşu boşuna yaptığımı fark ettim. Çağrı ile buluşacakları aklımdan çıkmıştı. Telefonumu plaj çantasından çıkarıp Mira'yı arayacaktım ki mesaj atmak daha doğruymuş gibi geldi. Siz: Mira, akşam merkezin oradaki lunaparka davet etti erkekler. Yani Ülgen ve Meras grubu oluyor. Gider miyiz? Görünce yaz. Ona haber verdikten sonra kuveti hazırlamaya başladım. Antalya'dan belki denerim diye aldığım banyo bombasını attım. İçine girdim ve kokusunu içime çektim. Çok güzel kokuyordu, hiç içine koklamayan birine anlatacak olsam: pembe çiçekler gibi derdim. Pembe pembe pembe. Su da pembe olmuştu. Keyifin ardından, duştan çıktım ve bu akşam giyeceğim kıyafetleri çıkardım. Beyaz bir kot üstüne de bol beyaz bir gömlek geçirdim. Gömlek yarı transparan olduğundan içine beyaz bir straplez de giymiştim. Saçlarımı taradıktan sonra kurumasını bekledim. Mutfağa geçtikten sonra telefonumu elime alıp Mira’nın cevabını okudum. Mira <3: Çağrı da gelse olur mu? Büyük ihtimalle ben onunla takılırım. Siz: Çağrı Bey geldi pabucumuz dama atıldı bakıyorum da… Mira<3: Yok canım öyle şey olur mu? Gülümseyerek telefonumu kapattım ve dün gece canımın çektiği kurabiyelerden birini yapmaya başladım. BARAN DENİZ. "Kardeşim senin neyin var? Kız bugün tüm gün yanımızdaydı bir sövmediğin kaldı kıza." Duşumu alıp çıktığımda Sinan aramıştı. Beş dakikadır Şimal'e bugün çok ters baktığımı ve de hiç konuşmadığımı söylüyordu. Yalan olmadığını söyleyemezdim ama bu işi başbaşayken halletmek isterdim. Herkesin içinde yapsam hemen anlamasından endişe ediyordum. "Ya tamam haklısın ama daha arkadaş bile olmadık." Dedim kendimi savunurcasına. Buzdolabını açtım ve hazır soğuk kahveyi aldım elime. "Canım mavişim benim, ha fıstıkım, bizden utanmana ne gerek var ya?" Haklıydı. Kahretsin fazlasıyla haklıydı. Onu neden arkadaşlarımdan sakınacaktım ki? Bugün aslında onun içinde Ülgen'e karşı bir şeyler kalmadığına ikna olmuştum. Normal iki arkadaş gibilerdi. "Bence ne yap biliyor musun? Kıza açık açık söyle. De ki, ben senden hoşlandım. Ne kaybedebilirsin ki? Henüz o kadar yakın bile değilsiniz. Kız seni tanımıyor bile." Söylediği mantık şki taraftan sadece birinin birini tanıdığına göre uygundu. Bir yandan ne kadar doğru gelse de bir yandan da kaybedebileceğiniz şey umutlarınızdı, onunla yaşamak istediğiniz zamanlar veya yaşadığınız zamanlar bir zaman kaybıymış gibiydi. Henüz kaybedecek bir şeyim yoktu. "Deneyeceğim." Ve telefonları kapattık. Ülgen'in odasına gittim ve gardırobundan giyebileceğim bir şeyler bakındım. Ülgen'i az çok tanıyordum. Renk renk gömlekler, hemen hemen her kumaştan şortlar, her modelden siyah jeanler... Telefonumdan bir şarkı açtım ve onu söyleyerek kendime uygun bir şeyler buldum. Üstüme beyaz yarım kol bir gömlek ve altıma da kiremit rengi bir şort tercih ettim. Kapı zilinin çaldığını duyduğumda aşağıya indim. Kapıyı açtığımda siyah saçlı beyaz gömlek giymiş Şimal karşımda duruyordu. Çok tatlıydı. Siyah upuzun saçları vardı, kurumuşlardı belli ki, onu ilk gördüğümde kelebekli renkli renkli tokalar vardı saçlarında, bu sefer siyah saçlarını inci tokayla toplamıştı. "Selam." Dedi, hafiften sol eli yukarı kalktı. "Selam." Dedim aynı şekilde. "Kurabiye yapmıştım, canım çekti diye. Mira evde yokmuş benim de aklıma sen geldin." Dedi ve gözlerini kaçırdı. Elinden tabağı aldım ve teşekkür ettim ona. "Geçmek ister misin?" diye sordum. Biraz çekinse de belli etmedi. İçeri geçti ve teşekkür etti. Kurabiyeleri mutfağa götürdüm ve tabağından çıkarıp kendi tabaklarımızdan birine koydum. Tabağı boş bırakmak doğru olmazdı bu yüzden evde ne var ne yok diye buzdolabına baktım. Pek bir şey yoktu bu yüzden şimdilik tabağı başka bir yere koydum. Bir ara ablamı aramalı ve meyveli muffinlarının tarifini almalıydım. "Ah, istediğin bir şey var mı?" diye sordum. Her ne kadar bir şey olmasa da evde istediği şey her neyse yapardım ona. 'Tanrım' dedim içimden, ben cidden ilk görüşte aşık olmuştum Şimal'e. "Yok." Ayağa kalkıp mutfağa yanıma geldi. "Kurabiyelerin tadına bakabilir misin? Tarifte birkaç şeyi değiştirdim merak ediyorum." Dedikten sonra tabaktan bir kurabiyeyi aldım. Biraz kokladım önce güzel kokuyordu, fıstık ezmesi de vardı sanki, çikolatalar vardı erimişlerdi güzelce. Bir ısırık aldığımda ağzımda çok güzel parçalandı. "Güzel olmuş mu?" güzel kelimesi yanında o kadar hafif kalırdı ki... "Çok." Dedim ve yuttuğumda fıstık ezmesinin tadı geldi. Fıstık ezmesine alerjim vardı. Öksürdüm. "İyi misin?" diye sordu Şimal. Kızarıyor olmalıydım. Kafamı sallayarak onayladım. Su aradım ancak başım dönmeye başlamıştı. Yaklaşık beş bardak su içmiştim sanırsam. "Hava sıcak ondan mı böyle oldun?" dediğinde "Sanırım." Diye yanıt verdim. Yarım bıraktığım kurabiyeyi eline aldı ve kokladı. "Bir sorun yok gibi aslında ama, neyse." Diyerek elinden bıraktı, yanıma geldi. Eliyle sırtımı sıvazladı. "İyi misin?" diye sordu yeniden. Yalan söylemedim bu sefer. "Alerjim var da, fıstık ezmesine." Şaşırmıştı. "Ya. Ben özür dilerim. Kokusundan belli olurdu. Keşke yemeseydin." Sorun değil dercesine gülümsedim. Özür dilemeye devam etti. İki kolunu iki elimle tutarak onun boyuna yaklaşarak eğildim. "Sorun yok, nerden bilecektin ki?" dedim. Yakındım ona. Gülümsedi en sonunda ve gözlerime baktı. Onun gözlerinden kendimi görebiliyordum. Koyu kahverengi büsbüyük gözleri vardı. Göz bebekleri büyümüştü. Benim için endişelenmişti büyük ihtimalle. Gözlerime bakan gözleri dudaklarıma kaydığında ne yapacağımı bilemedim. "Çikolata kalmış dudağının yanında." Dedi ve kollarını elimden kurtardı. Havlu kağıdın yarısını kestim ve dudağımı sildim. "Geçti mi?" diye sordum. "Evet." Dedi, salona geçti. Mutfak tezgahına tutundum ve nefes almaya çalıştım. Dün buraya çantamı bırakmıştım, çantamda alerji ilacım vardı ne olur ne olmaz diye. Onu aldım ve içtim. Şimal'in yanına gittim sonrasında. İkimiz de beyaz gömlek giymiştik, bu güzel bir tesadüftü. "Utancımdan nasıl bakacağımı bilmiyorum." Dedi. "Utanmana gerek yok, gerçekten. Bir keresinde ablam fıstık ezmesi koyarak bir tatlı yapmıştı. Adını falan da hatırlamıyorum ama alerjim olduğunu bile bile tadına baktırmıştı. Unutmuştu aslında da, neyse." Bu anımdan çok fazla kişiye bahsetmezdim aslında, utanç verici gelirdi. "Ablan olduğundan bahsetmiştin." Dedi. Unutmamıştı demek ki. "Evet." Dedim. "Senin var mı kardeşin falan?" diye sordum. "Yok, ama eğer erkek kardeşim olsaydı adını Kuzey koyacaktık." Dedi hevesle. "Neden?" diye sordum. "Şimal, kuzey demek. Anlamlı olur diye düşünmüştük küçükken." Evet, anlamlı olurdu sahi. "Senin var mı böyle bir hikayen?" "Yani, pek sayılmaz. Benim de adımı Oğuz koyacaklarmış ama babam adımı kaydettirmeye gittiğinde Baran demiş." Dedim gülümseyerek. "Annen ne demiş sonrasında?" Şaşırmıştı. "Hiçbir şey, benim annem saf biraz." Dedim üzülerek. "Keşke Oğuz Baran yapsalardı." Dedi. "Yok, ablamın iki ismi var. Beni tek isimli yapmak istemişler. Zaten soyadım da isim gibi." Diye yanıt verdim. "Ablanın adı ne?" "Dersu Vera." "Güzel isim." Dedi ve bu sohbet de burada bitti. "Moda tasarım okumuşsun." Yeni sohbet konusu açmaya çalıştım. "Evet. Bu yıl staj yapacağım." Dedi. "Bazı üniversitelerde dört yıl moda tasarım." Ellerimle oynuyordum. "Evet. Benimki iki yıllıktı." O da elleriyle oynamaya başladı. İnce, küçük elleri vardı. Benim ellerimle kıyaslasak, yanyana koysak ellerimizi; küçücük kalırdı elleri ellerimin yanında. Parmaklarında altın rengi yüzükler vardı. "Mesela sana bir tavsiye vereyim mi?" dedikten sonra ayağa kalktı ve mutfak kısmına geçti. Peşinden gittim. Buzdolabını açtı ve soğuk suyu aldı. Bardakların olduğu dolabı bilmediği için bardağı ona kendim verdim. Elleri ellerime değdi. Tanrım neden ergen gibi davranıyorum? "Teşekkürler." Dedikten sonra suyu bardağa boşalttı ve içti. "Üstündeki beyaz gömleğin altına sıcak tonlar giyersen daha güzel durur. En azından yaz mevsimi için böyledir bu. Veya, dokulu bir şort giyeceksen üstüne nötr bir kıyafet giyersen daha çekici durursun." "Hm, şortu değiştirmem gerektiğini mi söylüyorsun?" dedim alay edercesine. Güldü. "Hayır tabii ki, ama krem rengi bir şort emin ol daha iyi olurdu." Dedi gülümseyerek. "E gel birlikte seçelim." merdivenlere yöneldim. Bardağı elinden tezgaha bıraktı ve benimle beraber yukarı çıktı. Ülgen'in odasına girip kapıyı kapattım. Gardırobu Şimal açtı ve elinde krem rengi bir şortla bana dönüp gülümsedi. "Hadi giy ben bekliyorum." Odadan çıktı. Onun bu hallerine gülümsedim. Yatağa atladım ve saçma sapan hareketler yaptım. Ah, cidden... Ben böyle biri değilim ki! Elbette önceden kız arkadaşım olmuştu ama bu sefer hissettiklerim daha üst boyuttaydı. Bana daha garip hissettiriyordu bir kere. Mideme ve kalbime yaptığı etki bambaşkaydı. Kapıyı açıp ona gösterdiğimde eliyle 'mükemmel' işareti yaptı. "Gördün mü? Böyle daha güzel." Dedi. "Evet, öyle." Dedim. Aşağıya indik. "Saat kaç?" diye sordu, telefonumdan baktım ve saat yediyi on beş geçiyordu. "Aç mısın?" diye sordum. "Biraz acıktım aslında. Evde yemek var, gelebilirsin. Tabii acıktıysan eğer." "Mira rahatsız olmasın." Dedim. "Yok o evde, Çağrı'nın yanında." Çağrı geçen bardaki çocuktu. "Olur o zaman. Rahatsız etmeyeceksem." "Gel gel." Dedi ve kapıyı açtı. Anahtarı alıp peşinden gittim. Şimal kapıyı açtıktan sonra eve girdim. Evin içi diğer evin tam tersiydi. Şimal mutfağa girdiğinde ben bakınmaya devam ediyordum. Yazlık bir yerdi ve yazlık bir yer havasını oldukça veriyordu burası. "Bu sefer temkinli davranacağım. Kabak seviyorsun değil mi?" diye seslendi. Mutfağa, yanına geçtim. "Evet evet." Dedim. Buzdolabından kabağı ve pirinç pilavını çıkardı. Ona yardım etmek için tezgahın arkasına geçtim. "Sen geç otur salonda." Diyerek beni yanından, mutfaktan kovmaya çalıştı. Birlikte vakit geçirmek istiyordum ve seviyordum da bunu. "Hayır, sana yardım etmek istiyorum." Dedim. Bana baktı ve elindekileri elektrikli ocağın üstüne koydu. "Peki, zaten sadece ısıtacağız." Tebessüm etti ve saçının bir tutamını kulağının arkasına sıkıştırdı. Ocakta onlar ısınırken biz de sandalyede oturduk. Küçük yuvarlak bir sehpa, iki tane de mavi ahşap sandalye vardı. Şimal bir şey söyleyecekken ağzını kapattı. Başta fark etmemiş gibi yapsam da tekrarlayınca dayanamayıp sordum. "Bir sorun mu var?" "Şey, biraz garip ama." Dedi. "Söyleyebilirsin." Dedim rahatlatmak isteyerek. "Ben seni ilk gördüğümde Mira'ya bakıyorsun sanmıştım." ben zaten bunu biliyordum. Ülgen de söylemişti bunu. "Ona değil, sana bakıyordum." İtiraf ettim ve belki de bu birçok şeyi belli kıldı, bilmiyorum belki anlamıştı belki de anlamamıştı. "Bana mı bakıyordun?" diye yeniledi sorusunu. "Evet, ilgimi çekmiştin." Cevabımı yeniledim. "Hislerim yanılmazdı." Dediğinde şu an en büyük yenilgisini yaşadığını fark ettim. Daha ne yenilgiler yaşayaksın Şimal, sana bakışımı anlayamadıysan; seni sevişimi nasıl anlayacaksın? Ona kaç dakika baktığımı bilmiyordum, en son gözlerini kaçırmış ve saçlarıyla oynamaya başlamıştı. Pilavdan ses gelmeye başladığında ayağa kalktı, ben de ardından gidip kabağa baktım. Karıştırdıktan sonra tabakları çıkarıp yemeğimizi koyduk ve yemeye başladık. Bu sefer ikimiz de susuyorduk. "İçecek bir şey ister misin?" ayağa kalkıp buzdolabının yanına gitti. "Yok, su alırım." Dedim ve ben de peşinden ayağa kalktım. O kendine limonata çıkarırken bana da su çıkardı. Ben de bardakların olduğu dolabı bulmaya çalıştım. "O dolabın yanında." Yanındaki dolabı açtım ve ikimize de birer bardak çıkardım. O kendine limonata doldururken ben de su doldurdum. Gözü bir yere takıldığında arkasına geçip nereye baktığını anlamaya çalıştım. Bir anda arkasına dönüp yanında beni görünce şaşırdı. Çok, çok yanlış anlaşılacaktım. "Nereye baktığını anlamaya çalışıyordum." Diye açıkladım kendimi. "Ah, şey. Sorun değil." Dedi kekeledi, fark ettim. "Kurabiyelere takıldı da gözlerim. Bugün yaşadığım o anı hiç unutamam büyük ihtimalle." Ben de Şimal, ben de unutamam. Hiç merak etme. "Ben de unutmam." Dedim ona karşı da. Az önce onun arkasına eğildiğim pozisyonda olduğum için boyu boyuma yakındı. Bu durumu ikimiz de bozmuyorduk. Bakışlarım dudaklarına kayınca onun da bakışları dudaklarıma kaydı. Baran, yapmamalısın bunu. Yapma yapma yapma. Çok erken. Ama o da istiyor olabilir. Ya istiyorsa? Kalbim ve beynim o kadar çelişiyordu ki. Ama yapmayacaktım, henüz çok erkendi ve onun duygularını bilmeden bunu yapmam kendime yaptığım en büyük hata ve bencillik olurdu. Yavaşça çekildim ve suyumu aldım, o da limonatasını alıp sandalyesine oturdu. “Dizi izlemek ister misin?” diye sordu ve sandalyesinden kalkıp odasına gitti. Elinde tabletle döndüğünde sorusunu tekrardan sordu. “Fark etmez sen ne izliyorsan onu izlerim.” Dedim. “Friends sever misin?” diye sorduğunda gözlerim kocaman açıldı. “En sevdiğim dizi desem?” “Neden daha önce tanışmadık diye sorardım.” Ve ikimiz de güldük. Bir ortak nokta daha. O açtığında dizinin dördüncü sezonunun sonlarındaydı. Ross’un ikinci evlenmesinin olduğu bölümdeydik. “Daha önce izledin mi? Yoksa ilk defa mı izliyorsun?” diye sordum intro başladığında. “En az yüz defa izlemişimdir. Bir sürü sitcom izledim ama asla hiçbiri Friends’in yerini tutamadı.” “Katılıyorum.” Dedim ve yemeğim bitmişti, Onunki de bittiğinde ikimizinkisini de alıp tezgaha koydum. “Ross’un ne yapmaya çalıştığını hiçbir zaman anlayamadım.” Rachel ile de vedalaşmış ve evden çıkmışlardı bu sırada. Durdurdu. “Chandler’ı çok seviyorum. Küçükken izlemiştim ben ilk olarak Friends’i. Ya sekizinci ya da dokuzuncu sınıftaydım ve izledikten sonra odama Matthew Perry’nin Chandler rolündeki hallerinin posterleri asılıydı duvarımda. En büyük hayalim Chandler gibi biriyle tanışmaktı.” Dedikten sonra kafasını duvara yaslamıştı. Cidden büyük bir hayranı olmalıydı. “Senin favori karakterin kim?” diye sordu ve kafasını duvardan kaldırdı. “Chandler galiba benim de.” Yeniden oynattı. “Rachel’ın duyguları çok karmaşıktı.” Dedim, birkaç dakika sonra çıkmalıydık, bu bölümü de bitirir öyle çıkarız diye anlaşmıştık. “Aşırı toxic bir çifttiler.” Dedi o da kafamı sallayarak ona katıldım. Bölümün sonuna kadar daha konuşmadık. Bölümü bitirdikten sonra ikimiz de kalkmak adına bir hareket yapmayınca sezonun son bölümüne de başladık. “Ross’a inanamıyorum ya cidden.” Dedi. Son bölümün de sonuna gelmiştik. Düğünde Emily’nin adını değil, Rachel’ın adını söylemişti. “Bu bölümün tek güzel yanı Monica ve Chandler’ın beraber olmaya başlaması.” Dedim. “En sevdiğim çift.” Dedi o da. Bu bölümü de bitirdiğimizde artık ikimiz de kalktık. Murat arabayla gelip alacaktı bizi. Dışarıda korna sesi duyduğumuzda kapıyı açıp çıktık. Sinan ön koltuğa oturmuştu ve arkası boştu. “Bora ve Emre nerede?” diye sordum. “Onları Ülgen götürdü.” Dedi Murat ve biz de yerimize geçtik. “Bu çocuğun da adını asla anlamıyorum ya, üçgen gibi.” Dedi Sinan şaka yaparak. Her adını duyduğunda aklından bu geçiyordu. “Şarkı açsana.” Dedim Sinan’a ve o da radyonun düğmesine bastı. Radyo çekmediği için kendi telefonumuzdan açtık. İstek şarkı sırası Şimal’e geçtiğinde açık camın saçlarını uçuşturduğunda ne kadar masum ve ışıl ışıl göründüğünü fark ettim. Normalde de öyleydi ama bazı fark edişlerin hissiyatı farklıydı. Cigarettes After Sex grubunun Starry Eyes şarkısını seçmişti. Ben de Şimal’in neye benzediğini buldum. Gerçekten öyleydi, Cigarettes After Sex şarkılarını gerçekten ruhunda taşıyor gibiydi. “Baran çok güzel çalar Cigarettes After Sex şarkılarını.” Dedi Murat. Bu her ne kadar beni utandırsa da bence Şimal de ortak yönlerimizden memnun oluyordu. “Öyle mi?” bana baktığında ben de ona baktım. Büyük gözlere sahip kızın gözlerinde yıldızlar vardı sanki. Kafamı salladım, “Öyle diyorlar. Sadece üç dört şarkılarını biliyorum.” “Ben diğer şarkılarını öğretebilirim.” Dediğinde o anda kalakalmış gibi hissettim. Birlikte takılmak, bir şeyler yapmak güzeldi. Olur dedim. O kafasını yeniden pencereye çevirdiğinde ben de kafamı çevirdim. Şarkının bitimine yaklaştığımızda dönme dolabın ışıkları ve lunaparkın sesleri şarkının sesini bastırıyordu. “Ülgen’in arabası şurada.” Şimal, Ülgen’in arabasını gösterdiğinde Murat, arabasının yanına park etti. “Ben Ülgen’i arayayım.” Aradıktan sonra korku treninin önünde olduklarını öğrendik. “Ben bir Mira’yı arayayım.” Dedi ve kenarda durdu. Kısa bir süre sonra yanımıza geldi ve beraber korku trenine doğru ilerledik. Yanlarına geldiğimizde ilk nereye binsek tartışması oldu aramızda, her lunaparka gittiğimizde yaşanan klasik durumlardan biriydi. İlk olarak gondola binmeye karar verdik. Korkunç bir ilk olacaktı. “Baran.” Dedi bir ses ve arkama döndüm. Şimal bizden biraz daha arkada durmuş bir şekilde arkamızdan geliyordu. “Başka bir alete binsek olur mu?” dedi ve bunu teklif ettiği kişinin ben olması hoşuma gitmişti. Zaten başka kime teklif edebilirdi ki? Ülgen’den sonra tanıdığı bir ben vardım.
— bölümü beğendiyseniz oy vermeyi ve profilimdeki diğer kurgularımı incelemeyi unutmayıınn |
0% |