Yeni Üyelik
2.
Bölüm

yeniden.

@madslice

 

Korkmadan değer vermek istiyorum
Sevilecek miyim diye düşünmeden
Güvenmek istiyorum
Kelebeklerim ölecek mi diye endişelenmeden
Sadece sevmek...


Sabah uyandığımda korkunç bir baş ağrısı sarmalamıştı bütün bedenimi. Doğrulmaya çalıştığımda kafam daha da zonkluyordu. Dün içtiğim içkilerin bedelini bugün ödüyordum.
Ülgen ile sonrasında hiçbir şey olmamıştı. Şarkı bittikten sonra üzülmüştüm bir şekilde. Sonrasında iki şişe daha içtiğimi biliyordum ancak o sırada neler olduğunu hatırlamıyordum. Sabah uyandığım yer yatağım olduğuna göre çok bir sıkıntı olmamıştı.
Yataktan yavaşça kalktım ve Mira'nın odasına ilerledim. Kapıyı tıklatıp içeri girdiğimde Mira hala uyuyordu. Lavaboya girip dünden kalan makyajımı sildim. Maskaram göz altlarımı simsiyah yapmıştı, göz kalemimde aynı şekilde yapışmıştı gözaltlarıma. Ağlamış gibi duruyordum. Umarım yastığıma bulaşmamıştır. Bir kez daha elimi yüzümü yıkadım ve yeniden odama geçtim.
Dün bir nevi reddedilmiştim. Ne bir nevisi ya? Basbayağı reddedildim. Eğer bir erkek gelip size 'sana birini ayarlayacağım' derse sizden hoşlanmıyordur; ancak gelip 'bana birini ayarlasana' diyorsa sizden hoşlanıyordur. En azından bu şekilde öğrenmiştim ve kafamda bu şekilde kayıtlı kalacaktı.
Ülgen ile o sarışın çocuğun tanışık olması da ayrı bir trajediydi. Gerçi onunla Mira olursa, ben de Ülgen ile olursam dörtlü bir şekilde takılabilirdik. Güzel olabilirdi. Ama bu hikayede eksik olan çok şey vardı. Ülgen gibi.
Cilt bakımımı yaptıktan sonra saate baktım. Öğlene doğru geliyordu ve Mira hala uyanmamıştı. Uykusu derindi ve de uykuyu çok sevdiği için uyandırmak da istemiyordum. Bir kez daha odasına girdim ve yatağının ucuna oturdum. "Mira," diye dürttüm. "Mira." Sesimi yükselttiğimde Mira'dan aldığım cevap 'hı' olmuştu. "Saat 12'ye geliyor." "Gelsin, uyuyacağım ben." Dediğinde odasından sessizce çıktım. Dün gece yorulmuş olmalıydı, büyük ihtimalle bayağı uğraştırmıştım onu.
Mutfağa geçip krep yapmaya karar verdim sonrasında odama geçip biraz çizim yapacaktım. Moda tasarım her ne kadar eğlenceli olsa da biraz zordu çünkü çizdiklerimi modele dökmek zor oluyordu. Çizimi yaparken hayal ettiğin kumaş bir anda çok kötü durabiliyordu ve hayal ettiğin birçok şey sekteye uğrayabiliyordu. Bir nevi hayat gibiydi. Hayaller ve hayatlar.
Yumurta, süt, tuz ve unu hazır ettiğimde sırayla eklemeye ve çırpmaya başladım. Aklıma şu anda gelen en hızlı kahvaltı buydu. Ocağa koydum ve olmasını bekledim. Hafif yanmış halini daha çok seviyordum.
Krebi yapıp yediğimde odama geçtim. Üstümü değiştirdim, sabah pijamamla uyanmıştım; Üstümü değiştiren de Mira olmalıydı.
BARAN DENİZ.
Murat'ın uzattığı bagetleri alıp oturdum sandalyeye. "Klasik ritim, biliyorsun zaten ne yapacağını. Ben biraz oturayım şurada, gideceğim sonrasında." Dedi ve piyano koltuğuna oturdu. Bagetleri incelemem uzun sürmüştü, dalgındım. Ve başladım bateriye vurmaya. Ritmi bilince bir şekilde hıncını çıkarıyordu insan. Müzik, ruhun gıdasıydı neticesinde; iyi gelmeliydi.
Ama gelmedi.
Bagetler bir anda elimden fırladığında neden olduğunu anlamam zor olmamıştı. Yorgundum. Her ne kadar sekiz saat uykumu almış olsam da uyumadan önce bir şeyleri uzun uzun düşünmek uykunun verimliliğini katbekat düşürüyordu. Neyi düşündüğümde o kadar saçmaydı ki. Sadece bir bakışma. Sadece bir çift göz. Sadece renkli renkli bir sürü kelebekli tokalar...
Bagetleri elime aldım yeniden ve ritmi tutturmaya başladım. Bu sefer gözlerimi kapattım ama geçmedi. Oradaydı, oradaydılar. "N'oldu?" Murat'ın sesiyle bagetlerin elimde öylece durduğunu fark ettim. "Dün gece de döndüğümüzde bir gariptin. Bugün de sahne var. Söyle de bilelim ne olduğunu." Kapı açıldığında sarı gömleği ve dağılmış saçlarıyla Sinan'ı gördük. "Bir şey yok ya. Kafam dalgın biraz."
"Dünkü kız mı?" Sinan hemen konuya dahil olarak atıldı. "Hadi lan, yeme bizi. Birine bakıyordun." Dedi devam ederek. Gözlerimi büyüttüm. "Oğlum büyütme öyle mavi mavi gözlerini. Mavişim." Gözlerimi kapattım. Şu an Sinan'ın yüzüne yapıştırmamam için hiçbir sebep yoktu. "Yok öyle bir şey. Ülgen'e bakıyordum ben." Yalana sığındım. Pek de yalan sayılmazdı ya, dans etmişlerdi. Ayağa kalktım. "Ülgen? Babanın arkadaşının oğlu olan mı? Geçen yaz tanıştırdığın?" Başımı evet olarak aşağı yukarı salladım.
"Evet o, kızıl olan hani. Almıştı yanına minnoş bir kızı bizimki de masum masum kızı izliyor." Yalan sayılmazdı, çünkü izliyordum ancak o kızla Ülgen'in arasında bir şeyin olup olmadığını öğrenene kadar bunu itiraf etmeyecektim. Hem belliydi zaten; unutup geçerdim.
"E Ülgen erkeklerden hoşlanmıyor muydu? Niye dert ettin ki bunu bu kadar?" "Kız sevgilileri de olmuştu." Dedim ve başımı önüme eğdim. Bagetlerle oynuyordum elimle. "Ha, izlediğini de kabul ettin yani, Fıstık." Sinan yanağımdan makas aldı. Fıstık neydi ya? Maviş tamamdı ama Fıstık?
"Yok öyle bir şey. Kız zaten arkadaşına bakıyorum sanmıştır." Bunu fark etmiştim. Her ne kadar doğru mu değil mi bilmesem de ona baktığım her an yanına dönüp kıza bakıyor, kulağına bir şey söylüyordu. Emin değildim, sadece seçenek arasındaydı. Ancak eski sevgililerimi, arkadaşlarımı düşündüğümde ve onların bana öğrettiklerini işin içine katarsak öyle zannetmişti.
"Ülgen'in arkadaşıysa söylesene, tanıştırsın sizi." Dedi Murat ağabey. "Yok, ben bir şekilde konuşurum." Elimle önüme gelen sarı saçlarımı düzelttim. Uzamışlardı, kestirmem gerekiyordu. "O zaman bugün bara gelsinler. Sen de ilk adımı at Fıstık."
"Öncelikle Sinan, Fıstık değilim. İkincisiyse, daha çok erken." Piyanoya yaslandım. "O zaman arkadaş olun, arkadaş grubu olarak takılırız. Karşılığında Ülgen ne ister acaba?" Murat konuştuğunda aklımda bin bir soru vardı. Ülgen'e bu konuda ne kadar güvenebilirdim? "O zaman ben yazıyorum Ülgen'e. Buraya gelsin burada konuşalım." Başlarını salladılar. "Tamam, olur."
Salondan çıkarken Sinan bir anda sırtıma atladı ve "Benim küçük kardeşim, saman sarı'm, mavişim, fıstıkım aşık olmuş!" diye bağırdı. Sırtımdan indirip, "Henüz değil, abartma." Dedim. Net olmayan konular hakkında net konuşmak beni sinirlendirirdi.
Odalarımıza geçtikten sonra Sinan bu haberi herkese duyurdu. Bir şekilde harabe çıktı ve kendimi dört kişinin arasında, herkes bana sarılırken buldum. "Temas sevmiyorum." Şeklinde hatırlatma yapmamdan sonra çekildiler. Bora saçlarımı okşadı ve "Saçlarını kestirecek misin?" dedi.
"Bilmiyorum, kestirmeli miyim?" dedim buzdolabından içecek ararken. En sonunda aradığımı bulamamış ve kapağı kapatmıştım. Bora ellerini saçlarıma atmış, "Hep ortadan ayırıyorsun, her ne kadar düz olsalar da yana ayırınca ayrı bir hoş duruyor." Yandan ayırmaya başlamıştı. "Bir süre bu şekilde kullan, farklılık olsun." Dedi ve yanımdan ayrıldı.
Telefonumu elime alıp Ülgen'e yazdım.
Siz: Ülgen, buraya gelmen mümkün mü?
Ülgen: Oooo, Baran Bey. Ne oldu?
Siz: Hiçbir şey. Konuşuruz diye çağırıyorum.
Ülgen: Tamam, geliyorum.
"Ülgen'i çağırdım. Haberiniz olsun." Dedikten sonra yeniden salona geçtim. Arka odadan kağıtlarımı aldıktan sonra gitarımı da elime aldım. Yeniden salona geçtiğimde Ülgen hala gelmemişti, bu sürede biraz çalışabilirdim.
Kendi bestelerimi yazabiliyordum, bunda bir sorunum yoktu ancak sözleri yazamıyordum. Kafam çok karışıktı ve bu karışıklığı sözlere dökemiyordum. Kağıda yazılamayacak, ifade edilmeyecek kadar karışıktı. İstemez miydim yoksa ben de söz yazabilmeyi? Sadece beceremiyordum işte. Günlük de yazamıyordum. Hislerimi anlatmak benim için çok zordu. Sinan ile bu konuda da birbirimizi tamamlıyorduk.
"Ben geldim! Bize hamburger aldım!" Neşeli bir şekilde giren Ülgen'i görünce gitarımı yana bıraktım. "Diğerlerine de getirdim, merak etme. Ayıp olmadı." Sahneden atlayarak indim ve Ülgen ile beraber koltuklara oturduk. "Merak etmedim." Kaşlarını çattı. "Peki, neyi merak ettin de ben buradayım acaba?" Beni bu kadar tanıması korkutucuydu, tamam, belki biraz onu kullanıyor gibiydim şu vaziyette ancak bu ondan ilk bir şey isteyişimdi. "Senden her zaman bir şey istemedim." Dedim en sonunda içimdekileri dışarı dökerek. "Doğru, ama ben de her zaman burada değilim; biliyorsun ki."
"Dün, bir şey takıldı da gözüme," Olayı çarpıtacaktım. "Bir kızla dans ettiğini gördüm. Uzun zaman sonra yanında bir kız görünce garip geldi." Hemence nasıl söyleyebilirdim: yanında dans eden, sen ne dersen de 'evet' diyecekmiş gibi bakan, renkli kelebek tokalarıyla çok şirin görünen kız ilgimi çekti, diye?
"Ha sen Şimal'i merak ettin." Dedi 'i'sini uzatarak. "O arkadaşım ya, kaç senedir arkadaşız." Parmaklarıyla saymaya başladığında bu haline gülümsedim. "Ona karşı bir şeyler mi hissediyorsun?" dedim en sonunda. "Şimal'e mi? Yok, uzun zamandır bir kıza karşı bir şeyler hissetmedim. Ama dün sen Mira'ya bakarken biraz senden bahsetmiştim." Ben Mira'ya bakarken? Mira büyük ihtimalle o arkadaşıydı. "Ben Mira'ya bakmıyordum ki?" dedim büyük bir yanlış anlaşılmayı düzeltmek adına. Ağzından 'ao' sesi çıkardı ve gözlerini büyüterek bana bakmaya devam etti. Şaşırmış olduğu belliydi. Ağzındaki lokmayı bitirdikten sonra bana döndü yeniden.
"Şimal'e mi bakıyordun?" İnkâr etmedim bu sefer. "Evet." Elini sırtıma koydu ve 'pat pat' vurdu. "O zaman kötü haber. O, sen Mira'ya bakıyorsun zannetti. Hatta ben senin ona baktığını düşünüp imalar yaptım ama bir tersledi beni." Ne? "Sen daha benim tanımadığım bir kıza 'şu çocuk iki saattir seni kesiyor' iması mı yaptın?" Kaşlarım çatılmıştı, yemeyi de bırakmıştım.
"Hayır tabii ki, o şiirdir şarkı sözüdür falan yazabiliyor ben de dedim ki 'Baran da söz yazamıyor. Belki ilhamı olursun.' Dedim. Zaten sonrasında dans bitti yani. Çok bir şey söylemedim. İstersen bugün onları bara çağırayım." "Bilemiyorum, olur belki." Çekinmiştim bir kere. Yanına gidip ne diyebilirdim? Onu sadece bir kere görmüştüm ve sırf hoş biri diye ona çıkma teklifi etmek de istemezdim.
"Şimal iyi kızdır ya, ben seviyorum. Bir kere çocuksudur mesela. Modadan anlar, moda tasarım okudu. Şimdi bir tekstil şirketinde eğitim görecek. Olgun bir kızdır ama çocuk gibidir aynı zamanda." Evet, bunu anlamıştım.
"Bugün ben ararım onları, bara davet ederim. Sonrasında siz sahneden inince yanıma çağırırım seni. Bu şekilde tanışırsınız." Son lokmasını ağzına attıktan sonra yine konuştu. "Yalnız seninle Mira'nın arasını yapmaya çalışabilir. Kafasına koyduğunu yapan biri."
Ülgen ile biraz daha oturup konuştuktan sonra onu uğurladım. Saat 16.00'ya gelirken bizimkilerle beraber yemek yedik. Ardından biraz söz çalışmaya çalıştım, ancak ne bir sözcük yazabildim ne de cümle. Sonrasında duşa girdim ve üstümü giyip akşam için hazırlandım. Siyah bir gömlek giyip kol ucunu katladım. Dövmelerim ucundan da olsa gözüküyordu. Altıma da siyah keten bir pantolon giydim ve hazırdım akşam için. Saçlarımı Bora ağabeyin yaptığı gibi yandan ayırdım ve hazır hissettim kendimi. Aynı zamanda da garip. Çünkü, bilirsiniz, ilk defa böyle bir şey yapacaktım.
Murat ağabey son prova için bizi çağırdığında salona gittim.
Umarım Ülgen halledebilmiştir.
ŞİMAL KESKİN
Ülgen'in mesaj attığını gördüğümde şaşırmıştım. Bizi bara davet ediyordu. Mesajı gördükten sonra koşa koşa masadan kalkmış ve Mira'yı uyandırmaya gitmiştim. On saati aşkın uyuyordu ve uyandığında da 'her yerim şişmiş' diye ağlıyordu.
"Neyse ki yüzümdeki şişkinliği azalttım. Yaşasın buzlar, yaşasın kaşıklar." Dedi Mira dolabını karıştırırken. "Neden Ülgen çağırmış ki bizi?" acelece davranıyordu. "Bilmiyorum, eğlenelim diyedir. Hem, güzel çalmışlardı dün. İyiydiler yani." Sona doğru biraz yüzüm asılsa da akşama bunu belli etmemem gerekiyordu. Yani, kim 'arkadaşının' bir söylediğine bu kadar takılırdı ki?
"Bu arada dün akşam için teşekkür ederim ya. Uyansaydın zaten söyleyecektim de, şimdiye nasipmiş." Dedim. "Rica ederim canım Şimal'im benim. Her zaman." Sarıldı bana.
Temas çok severdim. Lise hayatım boyunca da öyle anıldım zaten. Tabii, temas sevmeyenlere yapmadım ama bunu sorun etmeyen arkadaşlarımın gözünde temas bağımlısı bir bireydim. Ki bunu ben de inkar etmiyordum.
"E sen de git hazırlan. Geçen gün aldığımız siyah elbiseyi giysene." O, omzumu sıvazladıktan sonra kafamı aşağı yukarı salladım. "Gidip hazırlanayım ben de o zaman." Odama geçtim ve Mira'nın bahsettiği siyah elbiseyi çıkardım valizden. Daha tam olarak yerleşememiştik.
Siyah elbise, düz bir siyah elbiseydi aslında. İnce bağlamalı askılı, saten, saten olmasından kaynaklı parlak bir elbiseydi. Giyindiğimde belimi ön plana çıkarıyordu ama kilolu göstermiyordu. Dizimin yaklaşık bir buçuk karış üstündeydi ama rahatsız etmiyordu.
Bu elbisenin altına spor ayakkabım uymayacağı için yanımda ne olur ne olmaz diye getirdiğim siyah topuklularımı giyecektim. Mezuniyetimde giymiştim bu ayakkabıları. Bilekten bağlamalı siyah kalem topuklulardandı. Bağlaması bilekte olduğu için bu elbiseye uyardı.
Masaya oturup takılarımı çıkardım. Toka takmayı gerçekten sevdiğim için bu sefer inci tokalara karar vermiştim, çünkü diğer tokalarım uymayabilirdi. Perçemlerimi, bigudi ile biraz düzeltmeye çalıştım, fakat olmadı. Düzleştiricimi fişe taktım ve Mira'nın yanına gittim. "Hazır mısın?" dedim kapıdan kafamı uzatarak. "Evet, makyajımı yapacağım ve hazır olacağım. Sen nasıl oldun, gelsene."
O, bir crop ve şort giymeyi tercih etmişti. İnci beyazı, cropu –daha doğrusu straplez olacaktı- ve kot şortu vardı. Bu kombini olduğundan üst seviyeye taşıyan şey giydiği siyah kalın topuklularıydı. Saçını olduğu gibi bırakmıştı, sonunda sözümü dinlediğini düşünmüştüm.
İçeri girdim yavaşça. Aynaya baktığımda gördüğüm Şimal, dünkü Şimal değildi sanki. Normalde bara gidecek olsam böyle giyinir miydim? Sanmam. Sadece o davet edince, bir garip olmuştu her şey. "Vay be. İşte budur!" Mira ellerini ağzına götürdü. 'Bayıldım' dedi ve eliyle 'tamamdır' işareti yaptı. "Bak sen bugün ona itiraf et, hayır derse şeyim..." kaşlarımı çattım. "Nesin?" dedim. "Hiçbir şey." İkimiz de güldük. "Şaka bir yana öyle bir hedefim yok. Zaten dün de beni sevmediğini öğrenmiş oldum bir şekilde." "Hııı, içerken konuşmuştuk bu konuyu." Aklımda olan görüntülerle tebessüm ettim. Neyse ki çok sarhoş olmamıştım ve aklım hala yerindeydi.
Makyajlarımızı yapmak için odalarımıza çekildik. Isınmış düzleştiriciyle perçemlerime şekil verdim. Masaya baktığımda bugün için daha şık şeyler yapmam gerekiyordu. Kombinime baktığımda en iyi kırmızı rujun yakışacağını düşündüm. Ama nude tonlar da yakışabilirdi. Emin olamamıştım, bu yüzden ruj işini Mira'ya bırakacaktım. Maskara ve eyeliner da sürdüğümde son olarak ruj kalmıştı. "Kırmızı ruj mu, nude tonlar mı?" diye seslendim Mira'ya. "Tabii ki kırmızı." Dedi. Kırmızı kalemle dudağımı çerçeveledikten sonra kırmızı mat rujumla da doldurdum. İçimde nude tonlu ruj ukte kalınca onu da siyah el çantama attım ve hazırdım.
"Ben hazırım." Dedim koridorda. "Ben de hazırım." Toplu ayakkabılarımızın sesi tik tak yaparken evden çıktık.
"Bayanlar!" Ülgen'in sesiyle kafamı yerden kaldırıp onun yüzüne baktım. "Ülgen?" Mira konuşmuştu. "Sizi ben davet etmiştim, ben götürmeliyim. Ne şık olmuşsunuz siz böyle." Dedi ve eliyle geçmemiz için işaret etti. Arabası bizim evin, biraz daha yukarısında ve karşısında kalıyordu. Aynı sitede oturduğumuzu hatırladım, belki burayı tutmuştur, diye düşündüm.
"Uygun giyinmemiş miyiz?" dedim sessizliğimi bozarak. "Yok, yok, uygun giyinmişsiniz." Arabanın kapılarını açtı bizim için. Kimin öne geçeceği hakkında konuşmamıştık ama Mira ben öne geçeyim diye hemence arkaya geçmişti. Canım arkadaşım, çok seviyordum onu.
Bara vardığımızda içeri girmeden önce kimlik kontrolü yapıldı. İçeri girince kırmızı ışıklar gözümüzü biraz alsa da hoş duruyordu. Kırmızı ışıklar sadece belli bir kısımda vardı. Tezgaha yaklaştığınızda normal ışıkları görüyordunuz ama, dans edilirken kırmızı ışıklar ön plandaydı.
Sahneye yakın bir yere geçtiğimizde Ülgen bir şey içip içmeyeceğimizi sordu. Çok dağıtmak istemiyordum, o yüzden hafif bir şeyler söyledim. "Şarap alabilirsin, kombinine yakışır." Dediğinde gülümsedim. O nasıl isterse öyle olsundu. 'Sen bilirsin' anlamında dudaklarımı büzdüm ve kafamı salladım. "Vay be." Dedi Mira. Yüzünde imalı bir gülümseme vardı.
Ülgen içkilerimizi bardakla getirmişti. "Burası genelde 20.15'te tam olarak açılmış oluyor. Daha on beş dakika var. Dans etmek isterseniz geçebilirsiniz." Mira'ya baktım, o da belli ki bana bırakmıştı kararı. Ülgen ile kalmak için oturmaya karar vereceğim çok barizdi. Mira saçlarını geriye attı ve bizi yalnız bırakmak için kalktı oturduğu yerden.
Ülgen yanıma oturmuştu. "Sen bu yıl tekstile mi geçeceksin?" diye sordu. Aslında o işler biraz karışıktı, biraz değil, bayağı. "Moda tasarımı iki yıl okuduğum için evet, yani ama tasarımcı olarak değil. Orada da öğreneceğim bir şeyler." Dedim gülümseyerek. Benim için getirdiği şaraptan ilk yudumumu aldım. Tadı alkollüydü, ama şarap çok ağır oranlarda alkol içermediği için en fazla çakırkeyif olurdum. "Antalya'da mı olacaksın?" "Evet, hem üniversite orada, hem de ikametgâhım orası." Bu konu çok canımı sıkıyordu. Keşke üniversitede aile evinden uzaklaşsaydım.
"Neden sordun?" diye sordum. "Hiç, öylesine." Dedikten sonra içkisinden bir yudum daha aldı. Yüzünü buruşturuyordu her bir yudumdan sonra. Tadını sevmemesinden dolayı mıydı, yoksa daha alışmamış mıydı? O yudum aldıktan sonra ben de bir yudum aldım. İçimi ısıtıyordu, kanım kaynıyordu sanki.
Arkama dönüp Mira'nın nerede olduğuna baktım. Tezgâha gitmişti ve bir erkekle konuşuyordu. Simsiyah giyindiğini görüyordum bir tek. Yüzümde bir tebessüm oluştu. Liseden beri, iki buçuk yıl oluyor, sevgilisi olmamıştı. Sevgilisiyle de dokuzuncu sınıftan beri sevgiliydi ancak on ikinci sınıfta bitip mezun olduğumuzda ayrılmışlardı. Komik bir durumdu, aşırı saçmaydı.
Gözlerimi Mira'dan çektiğimde ışıklar kapandı, alkış sesleri yükseldi –biz de alkışladık - ve sahne aydınlandı. Üyeler yavaştan sahneye çıktığında Baran, sarışın olan, dikkatimi çekmişti. Bir arkama baktım, bir de önüme. Mira orayla ilgilenmiyordu, hala o kişiyle konuşmaya devam ediyordu.
Ülgen'e baktığımda o da sahneye bakıyordu. Elini sahneye salladığında Baran selamına karşılık kafasını eğdi ve selam verdi. Ülgen zaten yakın olduklarını söylemişti ama çok da aldırmamıştım. Ardından Baran ile göz göze geldiğimde elim ayağım titremişti. Mavi gözleri ile çok derin bakıyordu.
Mavi, hüzün, derin, yoğun. Aynıydı. Aynılardı.
Genelde hislerim beni yanıltmazlardı, bir insana on dakika baktığımda nasıl bir insan olduğunun reçetesini dökebilirdim. Ama bu, anlamlandırılamayan bir şeydi. Anlamamıştım, bir şeyler fazla kaçıyordu. Tanımadığımdan diye kestirip atacaktım ama aslında atmayacağımı gayet de iyi biliyordum.
"Gözlerini alamadın bakıyorum." Dedi Ülgen kulağıma yaklaşarak. İnkâr ettim, hala ona karşı duygularım vardı. Bu eskisi kadar güçlü değildi bu hisler, bilmiyordum ama hoşlantı olsa bile bu his; başkasından hoşlanmam ne kadar doğru olurdu? "Yok, şaraptan sanırım. Sıcakladım, dalmışım." Dedim ve elimi enseme götürdüm. Cidden sıcaklamaya başlıyordum. "Eh, öyle olsun bakalım." Dedi ve imalı bir bakış ve gülüş attı.
Utanmıştım ama bir o kadar da sinirle dolmuştum. Yumruk atmak istedim o an. Dövmek istedim. Ama yapmayacağımı da bir o kadar iyi biliyordum. Uzun süredir istemeyerek içtiğim şaraptan büyük bir yudum aldım ve şarabın bittiğini gördüm. Sıcaklık daha da artmıştı. Sahneye baktığımda da bütün üyeler çıkmıştı.
Ayağa kalkıp şarabı yeniden doldurmaya götürdüğümde Sinan teşekkür konuşmasına başlamıştı. Barmenin yanına, tezgâha gittim. Mira ve arkadaşı da oradaydı. Mira arkadaşına kafasıyla beni işaret ettikten sonra beni yanına çağırmıştı. Onların yanına gittim. "Bu Çağrı, bu da Şimal." Bizi tanıştırmıştı. Ona 'bu kim?' bakışı attığımda açıkladı. "Ortaokuldan bir arkadaşım. Şimal de liseden beri en yakın arkadaşım." Gülümsedikten sonra elini sırtımda gezdirdi.
"Ben sizi yalnız bırakayım. Memnun oldum tanıştığıma." Elimi uzatıp elini sıktım. Şarabı aldıktan sonra yerime geçtim yeniden. Şarkı başlamıştı. Başlangıç olarak geçen gün de söyledikleri Sözlerimi Geri Alamam ile başlamışlardı. Grubun enerjisi çok hoştu. Küçük bir gruptu ve henüz kendi single*larını çıkarmamışlardı.
Yerime geçtikten sonra bir anda sıkıldığımı düşünmeye başladım, gerçekten sıkılmıştım sanırım. Dudaklarımı büzüp ayağa kalktım yeniden. Ülgen'e el uzattım. Nereden çıkmıştı bilmiyordum, bir anda cesur olmuştum.
Ayakta onca kişi vardı zaten, biz niye oturuyor olalım ki? "Dans mı edeceğiz?" dedi. "Etmesek bile ayakta kalalım, sıkılmaya başladım." Biraz mırın kırın etse de teklifimi kabul etmişti. Tek elimle elbisemi düzelttim. Biz ayağa kalktıktan sonra kısa süre sonrasında şarkı da bitmişti.
Yeniden çalmaya başlayan ritimle gülümsedim. Yabancı bir şarkıydı ve sevdiğim de bir şarkıydı. Ağlarsam ağlardım ve bunu şu an hiç istemiyordum.
I Guess You Really Did It This Time
Left Yourself In Your Warpath
Lost Your Balance On A Tightrope
Lost Your Mind Tryin' To Get It Back (Taylor Swift – Innocent)
Şarkıya Baran başladığında şaşırmıştım, ses tonu, güzeldi. Dün de söylemişti şarkı ama bunu tamamen kendi söylediğinde gözlerimi fark ettirmeden büyütmüştüm.
Şarkıya eşlik etmeye başladığımda kendimi sadece ağız oynattığımı düşünüyordum ancak sahneden bazı bakışlar üzerime düştüğünde tahmin ettiğimden daha sesli söylediğimi fark edip susmuştum. Neyse ki sadece gülümsemişlerdi.
Bakışlarımı yere indirdikten sonra yeniden kaldırdığımda bu sefer Baran ile göz göze geldim. Utanmıştım ancak gözlerimi çekmek de istemiyordum. İkimiz de gözlerimizi ayırmak adına bir hareket yapmadığımıza göre ilk ben yapmalıydım.
Bakışlarımı ondan çekip Ülgen'e kaçırdığımda Baran'a bakıyordu sadece. Yüzünde de o, nasıl denir, 'seninle gurur duyuyorum' bakışı vardı.
Ülgen tezgâhların o tarafa gittiğinde ben hala şarkıya eşlik etmeye devam ediyordum. Hayır, Baran'a bakmayacaktım, bakarsam yine göz göze gelecektik, bakmayacaktım.
'Demek ki dün gece baktığı kişi Mira değil, bendim' diye düşünmeden edemedim. Şu an Mira ile mesafe vardı aramızda ve ona değil bana bakıyordu. Bu her ne kadar beni utandırsa da...
Tamam, yeter. Bari bu gece utanma Şimal. Bırak, her şey oluruna varsın. O bakıyor mu? Sen de bak. Bunda utanılacak ne var ki!
Bakışlarını üzerimden çekmişti. Hissediyordum, şarkı bittiğinde büyük bir alkış koptu. Sahnede de bir başka mutluluk vardı. Ülgen koşa koşa gelip yeni yenilenen içkisini oturduğumuz masaya bıraktıktan sonra sahneye çıktı. Oğuz'a sarılan bütün üyelerin arkasında o da vardı, o da sarılıyordu. Sahnedekiler dağıldıktan sonra Ülgen bir daha sarıldı. Yerimize geçtiğimizde Ülgen'in el kol hareketi yaptığını gördüm. Bana olduğunu düşünmediğim için arkama baktım, kime diye. Ülgen gülmeye başladığında beni çağırdığını anladım. Ayağa kalktım, elbisemi düzelttim ve sahneye doğru adımlamaya başladım. Heyecanlıydım, herkesin içinde sahneye çıkmak gerici oluyordu.
"Bu Baran, bu da Şimal." Dedi ve bizi tanıştırdı. Adını her ne kadar bilsem de o benimkini bilmiyordu nihayetinde. "Memnun oldum." Dedim ve elimi uzattım. "Ben de memnun oldum." Elimi sıktıktan sonra hemen bırakmamıştı, ben de bırakmamıştım. Tebessüm ederek elimi bıraktı ve aklımda sadece gülümsemesinin güzelliği kaldı.

Sahneden indikten sonra ayakta durdum, diğer şarkılar da çalmaya başladı. Ülgen yine yanımda duruyor, arada sırada bir şeyler konuşuyorduk. Sohbetlerimiz genellikle saniyelik oluyordu.
Şarabın etkisi kendini göstermeye başladığında bıraktım. Sarhoş olmazdım, en fazla çakırkeyif olurdum.
Arkamda bir el hissettiğimde sonunda Mira yanıma gelmişti. "Hayret? Yanımıza gelir miydiniz siz?" gülerek söylediğim cümleye gülerek karşılık verdiğinde koltuğuma oturduk. "Ya bir anda adımı duydum baktım, Çağrı bana sesleniyor. Bayağı da değişmiş. Eskileri yâd ettik." Bu Çağrı'dan bir ara bahsetmiştik diye hatırlıyordum. "Ortaokulundan utanmadığın insan olması çok iyi. Ben gördüğüm yerde yönümü değiştiriyorum." Ellerim yanaklarımı sıkıca sarmıştı. Ve o da gülümsemişti.
"Küçük bir mola veriyoruz. Arkadaşlar hepinize çok ama çok teşekkür ederiz." Sahneden yavaş yavaş inmeye başladıklarında Ülgen yanımıza gelmişti, "Şurada oturacağız hep beraber, gelin burada ne yapacaksınız bir başınıza." Dediğinde Mira ile birbirimize bakıp düşündük. İyi olabilirdi. Hem biraz da sosyalleşmiş olurduk.
Ayağa kalkıp seçtikleri yere oturduk. Bizim seçtiğimiz yerden daha büyük ve daha köşede kalan bir kısımdaydı. Koltuklar bordo renkteydi ve masa da ahşaptı. Mira da bütün üyelerle tanıştıktan sonra oturduk koltuklarımıza. Koltuk demek çok doğru olmazdı sahi, sandalye gibiydi ama plastik de değildi.
Ne konuşacağımızı bilmediğimizden ilk başta bir sessizlik oluştu. Sonrasında Mira bu sessizlikten sıkılmış olacak ki bir sohbet konusu bulabilmişti. "Siz ne zaman tanıştınız? Ne zaman başladınız müzik yapmaya?" duruşunu dikleştirdi. Soruya Murat olduğunu öğrendiğim çocuk yanıt verdi.
"Baran ve Sinan küçüklükten arkadaşlardı. Ben ortaokuldan Sinan'ın arkadaşıyım, sonra lisede de Bora ve Emre ile tanıştık. Okul grubuna girdik o şekilde kaynaştık aslında. Ama o zaman Leyla diye bir solistimiz vardı. Bu işi yapmak istemedi, yollarımız ayrıldı." Diye açıkladı. Leyla'dan bahsederken Emre'nin yüzü düşmüş ve kızgın bir hal almıştı. Gönül işleriyle alakalıydı sanırsam.
"Güzel yani, bu kadar yıldır küsmemiş olmanız." Diye devam ettirdim. "Yani, üç yıldır birlikteyiz aslında. Baran 20 yaşında, onun liseden mezun olmasını bekledik biraz." Dedi Sinan lafımı tamamlarken. Demek ki Baran ile aynı yaştaydım. Acaba ne okuyordu şu an?
"Ah! Aynı yaştaymışsınız, konuşsanıza." Dedi Ülgen. Tepkisi çok komikti. Dördümüz de aynı yaştaydık zaten, ve o da bunu biliyordu neden böyle bir işe kalkışıyordu ki? Aklı sıra çöpçatanlık yapacaktı... Herkes gülmeye başladığında Baran'a baktım, o da kaşlarını çatmış, elleriyle oynuyordu.
Elleri demişken ellerine baktım. Güzeldi elleri, kemikliydi ve damarları belirgindi. Gitar çaldığından ötürü tırnakları uzundu, çok uzun da değildi gerçi. Orta boyuttalardı.
Önceden çalgı aleti çaldığımda tırnaklarım her zaman bir mesele olurdu. Çünkü tırnak uzatmayı seven biriydim ve piyano çalarken her zaman tırnaklarımı kırardım. Bu da ister istemez beni üzüyordu çünkü uzatmak işlemi gerçekten zaman alıyordu.
Odağımı ellerinden çekip yeniden Ülgen'e çevirdiğimde oturduğu yerden kalkıp barmenin olduğu kısma geçti. Elinde bir şişeyle döndüğünde bazılarımızın yüzünde 'ciddi mi bu' bakışı oluşmuştu. Benim de aynı şekilde.
"Ne? Madem bir sohbet konusu bulamadık. Biz de bu şekilde konuşuruz." Dedi yaklaşınca. Bir yerde haklıydı.
En son şişe çevirmece oynadığımda büyük ihtimalle lisedeydim ve bazı saçmalıklar yaşamayı, ergenmiş gibi davranmayı özlemiş olabilirdim.
Oyun boyunca grup olarak biraz rezil olmuş olabilirdik, biraz kelimesini açacak olursak bayağı da diyebilirdik ama Meras grubunun yeniden sahneye çıkması gerektiğinden aşırı uzun süren bir oyun olmamıştı ve neyse ki bu süre zarfında bana yalnızca iki kere denk gelmişti şişenin cevaplama kısmı.
Grup yeniden sahneye çıktığında Mira ile eşyalarımızı topladık, bar kısmına geçip hesaplarımızı ödeyecekken Ülgen gelip bizi durdurdu. “Arkadaşlar ne yapıyorsunuz? Sizi çağıran bendim.” Dedi ve cebinden kartlığını çıkarıp hesabımızı bizim için ödedi. “Ben bırakayım mı sizi?” dediğinde Mira ile kapının ağzında bizi bekleyen Çağrı’ya baktık.
“Aslında ben çok yorgunum beni Çağrı götürecekti de, Şimal deniz kenarına gidelim diye tutturuyordu.” İşte en yakın arkadaşım. Ülgen ile baş başa kalalım diye her tuşa basıyordu, umarım bu hislerin nihayetinde ikimiz de pişman olmazdık çünkü olursak, zor olurdu. Yaşam zor olurdu, arkadaşlık kurmak zor olurdu, onun güvenini sağlamam zor olurdu…
“Şimal istersen biz gidebiliriz sahile.” Dedi Ülgen, bir sahneye bir de Mira’ya baktıktan sonra kulağıma yanaştı. “Belki Çağrı ve Mira yalnız kalmalıdır.” Dedi ve uzaklaştı. Aradaki imayı anlamıştım ancak Mira öyle bir kız değildi ve de onlar yakın arkadaşlardı. Mira filmlerdeki aşk üçgenlerinde bile ana kızın en yakın erkek arkadaşıyla aşk yaşamasına dayanamayan biriydi, böyle bir şeyin yaşanacağını düşünmüyordum. Ülgen’in söylediğine karşılık hemen kasılan kaşlarımı gevşetme gereği duydum. Gülümsedim yalnızca.
Mira arkasına dönüp kapıda bekleyen Çağrı’ya gittiğinde arkalarından biz geliyorduk. Ülgen, bir anda gülmeye başladı. “Neye gülüyorsun?” diye sordum merakla, gözlerimi büyüterek. Başını çevirmiş, “Aklıma Çağrı’nın adıyla ilgili espriler geldi.” Dedikten sonra ben de gülümsedim. Ülgen hep espritüel bir insan olmuştu. Hani derler ya “bir dizi karakteri olsam şu olurdum!” Ülgen de Friends dizisindeki Chandler olurdu.
Başımı eğip ben de gülümsemeye başladığımda o da bana baktı. “Senin de mi aklına geldi?” dedi. Onu, “Evet Üçgen Bey.” Diye yanıtladım. Bozulsa da, bozulduğunu sanmıyordum, gülmeye devam etmişti.
“O zaman görüşürüz.” Çağrı arabasını açtıktan sonra Mira’nın da kapısını açmıştı. Bu Mira’ya imalı bakışlar atmama sebep olsa da çok bozuntuya vermedim, bir süre sonra da biz de Ülgen’in arabasına geçmiştik.
“Başım ağrımış.” Dedim fark edince. “Normal, alışkın değilsin pek.” Diye yanıt verdi. “Nasıldı peki, sevdin mi arkadaşlarımı, Meras’ı daha doğrusu.” Dedi. “Sevdim sevdim. Hepsi çok samimiler, uzun senelerdir birlikte olduklarından bir aile ortamı gibilerdi.” Tebessüm ederek söylediğim sözden sonra nedensiz bir duraksama gelmişti. “Öyleler zaten. Yedikleri birbirinden ayrı gayrı gitmez.” Dedi.
Arabayı sahilde bırakınca indik. Kumlara inmek istememiştim, elbisem de pek uygun değildi buna zaten. Banklara geçtiğimizde dalgaların çıkardığı sesleri ne kadar sevdiğimi bir kez daha anladım. Gözlerimi kapatarak dinlemeye başladım.
Mavi dalgalar, mavi gökyüzü, mavi gözler…
Mavi gözler.
İşte burası duraksama noktası olmuştu. Zira gözlerimi kapattığımda aklıma gelen gözlerin Ülgen’in gözleri olması gerekiyordu, Baran’ın değil.
"Üşüyor musun?" diye soran sesle gözlerimi açtım. Ülgen'e bakıp 'evet' anlamında kafamı baş aşağı salladım. Arabadan battaniye getirip yanıma oturdu, battaniyeyi ikimizin de üstüne örttüm.
Bir anda arkamızdan yüksek bir korna sesi duyduğumuzda kafamızı çevirip arkamıza baktık. Beyaz farlar gözlerimi kamaştırıyordu. Arabadan inen mavi gözleri gördüğümde yine gözlerimi kapattığımı sandım.
Çünkü mavi huzurdu, dalgaların sesiydi, gökyüzünde birbirine benzetmeye çalıştığımız bulutlardı, mavi denizdi.

 

 

 

 

 

 

kısa bir kurgu, 10. bölüm final olacak. sevdiyseniz oy vermeyi ve profilimden diğer kurgularımı incelemeyi unutmayııınn

Loading...
0%