Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1.Bölüm : Topraktaki Acı

@mahidevrannn

 

 

 

Canevimde bir telaş yangın

Beni sarmalasan durmaz

Sel olur da cayamam, yalnız

Beni masum ele koyman'

Emre Fel - Sana El Pençe Durmam

 

6 yıl önce...

Hayat, insanı acılarla sınardı. Her türden, her çeşitten acılarla. Kimi zaman katlanılabilir, kimi zaman katlanılamaz acılarla. İmtihan dünyasıydı burası sonuçta. Bazen yoklukla, bazen ana-baba acısıyla, geçim sıkıntısıyla, ölümle...

Ama en acısı ölümdü.

Hem de bu ölüm bir ananın, bir babanın evladıysa...

Hülya Hanım, kendisini yerlere vurarak kendinden geçmiş bir şekilde ağlıyordu. Gözyaşları kurumuştu artık, akmıyordu. Çenesi titriyordu arık, hissetmiyordu. Elleri buz tutmuştu artık, üşümüyordu. Zordu tabii. Bugün, çok değil, biraz sonra evladını toprağa verecekti. Daha kokusuna doyamadığı, gül kokulu evladını...

Bir yanında kızlarından Zehra, elini yüzüne kapatmış ağlıyordu. Dayanamamıştı abisinin bu habersiz gidişine. Hoş, haberi olsa da bir şey değişmeyecekti. Zira gideni kimse geri döndüremezdi. Çok severdi Zehra abisini. Diğer kardeşlerinden daha çok... En küçük bir sorun, bir sıkıntı yaşadığı zamn abisine anlatırdı.Onun dizlerinde yatar, her şeyini onunla yapardı.

Diğer tarafına baktı. Zehra'nın ikiz kardeşi olan Beyza ise uzak deryalara dalmıştı. Arada bir akan gözyaşlarını elindeki peçeteyle siliyordu. Dimdik durmaya çalışıyordu ama gözleri onu ele veriyordu. Çünkü gözleri yanan bir mumun ışığı gibi tir tir titriyordu. Zehra kadar olmasa da o da çok severdi abisini.

Sessizce gözyaşı dökmeye devam etti Hülya Hanım. Odada okunan Yasin Suresi kulaklarına doldu. Akan bir damla gözyaşını elindeki hafif nemli peçetesiyle sildi. Kimbilir kaç defa silmişti o peçeteye gözyaşlarını. Durmak bilmeyen, her defasında gözünü daha fazla acıtan, kelimeleri kifayetsiz bıraktıran acı damlaları...

Gözyaşları, gül kokulu evladı Miraç için akmıştı. Ve hiçbir zaman dinmeyecekti o acı damlalar...

 

*****

 

Cenaze namazı kılınmış, mezar için toprak kazılmaktaydı. Bir tarafta ölen oğlu Miraç için toprağı kazmaya uğraşan Tarık Bey, diğer tarafta ise sanki kardeşini öldüren toprakmış gibi hıncını topraktan almaya çalışan Gökhan.

Zaten toprakta öldürmez miydi insanı? Acıları unutturan da hatırlatan da toprak değil miydi?

Oydu, topraktı. Belki de bütün acıların, bütün kederlerin, bütün dertlerin sorumlusu topraktı.

Daha fazla kazamadı Tarık Bey. Ağır gelmişti ona bu yük. Kaldıramayacağı kadar büyük yük... Orada duranlardan biri aldı küreği. Bir başkası Tarık Bey'i alıp banka oturttu.

Ve zamanı gelmişti...

Gözyaşları gözlerden daha çok aktı. Feryatlar, iniltiler daha çok döküldü ağızlardan. Çünkü Miraç bugün toprağa verildi. Babası başını öne eğdi. Kardeşleri bir bir yere çöktü. Annesinden bir feryat döküldü.

''Oğlum! Sana kimler kıydı, oğlum!'' Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı Hülya Hanım.

Oğlunun üzerinde cübbe görmek istiyordu. Kefen değil...

Cenaze koyulduktan sonra üstü toprakla kapatılmaya başlandı. Bir toprak, iki toprak, üç toprak...

Ölen bir kişi değildi. O mezara konulan bir kişi değildi. O mezara bütün anılar konulmuştu. Miraç ile birlikte bütün anılar ölmüş; sessiz, soğuk toprağa verilmişti.

O sıralarda, mezarın birkaç metre ötesinde iki kişi oraya bakmaktaydı. Şain Atasoy ve Ebubekir Atasoy...

''Şimdi ne olacak biliyor musun?'' dedi Şahin Atasoy.

''Evet, bunu yapan alçakları bulup hesabını soracağım.'' dedi Ebubekir hırsla.

''Yine çok fevri davranıyorsun,'' çenesiyle mezarı işaret etti, ''Eğer sen fevri davranmasaydın o çocuk ne hapse girecekti, ne de öldürülecekti.''

İfadesizce karşıya bakmaya devam etti Ebubekir. Umursamadı. Abisi bildiği adamın intikamını er ya da geç alacaktı. Çünkü ona göre Miraç'ın yaşadıklarından kendisi sorumluydu.

İnsanlar yavaş yavaş dağılmaya başlıyorlardı. On beş, yirmi kişi ya kalmıştı, ya kalmamıştı. İçlerinden biri değişik bir şekilde dikkatini çekti. Abisi bildiği adama benzeyen bir kadın vardı karşısında. Simsiyah başörtünün içinde parlayan beyazlıkları ağlamaktan kızarmış, içinde büyük bir hüznü barındıran kömür gözlerindeki ateşle mezara bakıyordu. Üzerine giymiş olduğu siyah elbise onun bu halini çok iyi anlatıyordu. Kasveti, acıyı, özlemi...

''Neyse, yapacak bir şey kalmadı artık. Sonuçta olmuşla ölmüşe çare yoktur.'' dedi Şahin. ''Gidelim.''

O kadını iyice kafasına kazıdı Ebubekir. Hem de yıllar sonra ona işinin düşeceğini bilmeden...

 

Bölüm Sonu...

 

Loading...
0%