Yeni Üyelik
5.
Bölüm

4.Bölüm:Bodrum Katı

@mahvolmusbiri

Belki de evrendeki en sıradan çiçek, gül.

Kırmızılığı beni her baktığımda büyülerdi. Kalbimin derinliklerinde bu çiçeği önceden de sevdiğimi biliyordum. Şimdi bana karşı uzatılmış bu çiçek karşısında kalp ritimlerimin hızlandığını hissediyordum. Titreyen ellerimle gülü kavradım. Her şeyin bittiğini düşünmüştüm. Sanırım hayatımdan ölüme en çok yaklaştığım ikinci andı. Yanaklarımda nemli bir doku kalmıştı. Yaşlar gözümden süzülmeyi bırakmıştı. Gülü aldığımı gören Kara Kuzgun ayağa kalktı. Ellerini benim de kalkmak için uzattığında ona tutunup ayağa kalktım. Diğer cebinden bir anahtar çıkardı ve aramızda ki mesafeyi kapatıp kulağıma fısıldadı.

"Bu anahtarı al. Merdivenlerin bitiminde seni uzun bir koridor karşılayacak. Orası bodrum katı. Kimse oraya gitmez daha doğrusu bunu akıl edemezler. Koridorun sonunda ki odada sabah olana kadar kal."

Kısık sesi kulağımın dibinde yankılandı. Mantıklı düşünecek durumda değildim, dediğini yapıp anahtarları kapıp fırladım. Bana neden gül verdiğini ya da neden bana yardım ettiğini bilmiyordum. Her şeyin oyun olma ihtimali beni daha çok korkutuyordu. O da bir siyah bileklik, bunu unutma Kadeh. Merdivenlerden inerken etrafın fazla tenha olması dikkatimden kaçmamıştı. Kimsenin olmaması rahat hareket etmemi gerektirmiyor. Bir hayalet edasıyla hızlı ama sessizce merdivenlerden indim. Karanlıklar için karşımda uzun koridor belirmişti. Koridorun sonuna kadar tüm gücümle koştum. Arkamdan gelen birini hissetmediğim için bir nebze rahat nefes almıştım. Kara Kuzgun'un verdiği anahtarı hızlıca anahtar deliğine yerleştirdim. Kapıyı aralarken ellerimin titremesinin durmadığını fark ettim. Böyle anlarda ellerimin titremesini durdurmak için antidepresan kullanırdım.

Kapıyı sertçe kapatıp içinde bulunduğum karanlık odaya baktım. Boyuna daha geniş olan bir odaydı. Bulunan tek aydınlanma kaynağı, tavana yakın bir yerde bulunan tek gözlü pencereydi. Odadaki tek eşya tahtaları dökülen eski bir yataktı. Kapıyı kilitledikten sonra anahtarı avuçlayıp sakladım. Yatağın rahat olduğu söylenemezdi ama şu an bahçede siyah bilekliler tarafından kovalanıyor olmaktan iyiydi. Bu hastane tahmin ettiğimden daha eskiydi. Yatakta yastık ve battaniye olmamasıyla ilgilenmedim nasıl olsa hiç uyumayacaktım. Dışarıda vahşet olarak adlandırabileceğim bir oyun oynanırken gözlerimi bile kırpamazdım. Kendimi duvara yasladım ve az önce yaşanılanları düşündüm.

Maskenin ardında kişiye borçlanmıştım. O olmasaydı benimde odama gelecektiler. Ölüm, kara saklambaç oyunun en iyi sonlarından biri. Kafamın içinde düşünceler gondol edasıyla gidip geliyordu. İçimden ona kadar sayarak kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum. Sıradan ama etkili bir yöntemdi. En azından ellerimin titremesini bitirmek için. Anahtarı yatağın üzerine bırakıp beklemeye başladım.

Beklemek aslında sevdiğim bir duyguydu. Beklerken kalbiniz heyecanla çarpardı. O hissiyat yüreğimde belirince istemsizce mutlu olurdum. Beklemek bazen ıstırapta olabilirdi ama olumlu tarafından düşünmek her zaman için en iyi seçenekti. Hala ellerimde duran kırmızı gülü de hırpalamak istemedim. Evimdeki ve kiniğimdeki güllerimden ayrı kalmak artık daha az zor olacaktı. Gülü tutan ellerimi gevşetip derin bir şekilde kokuyu içime çektim. Mayhoş kokusu kanımın durulmasını ve sakinleşmeme neden oldu. Yatakta kendimi daha rahat bir biçime getirdikten sonra şafak vaktini ve Ceyda Hanım’a soracağım hesabı bekledim.

*

Tek gözlü penceren yayılan ışık artık odayı rahatlıkla aydınlatıyordu. Sabahın erken saatlerine ulaşmış olmalıydık. Oyunun kuralına göre saklambaç bitmişti. Yastığın arkasına gizlediğim anahtarı alıp odadan çıktım. Dün gece karanlıktan gözükmeyen koridor şimdi tüm şeffaflığıyla karşımdaydı. Merdivenlerden çıktığımda ayak bastığım ilk yer yemekhaneydi. Kahvaltı saati olduğu için hastalar yavaş yavaş gelmeye başlamıştı. Aralına karışıp fark edilmeden bende yemekhaneye ulaştım. Petek, köşede ki masaya geçmiş yanında da bir kişilik boş yer bırakmıştı.

Boş bıraktığı yere otururken beni incelediğini biliyordum. Kahvaltı için çok az kişi toplanmıştı. Gözüm teşekkür etmek için Kara Kuzgun’u aramıştı. O da birçok kişi gibi etrafta yoktu.

“Kadeh.” Petek’in seslenişiyle ona döndüm. “Çoğu kişi dün gece siyah bileklilerin kovaladığı beyaz bilekliye bakmaya gitti. O kişinin sen olmadığına sevindim.” dedi ince bir gülümsemeyle.

"Evet, ben değildim ama kurtarılabilir bir hastaydı. Ya ölmüşse? Bu saçmalıkla siz nasıl yaşıyorsunuz? Ne zamandır var bu?" Ardı ardına sıraladığım sorulara Petek tek tek cevap vermeye çalıştı. "Birkaç yıldır ben buradayım, ben geldiğimden beri var. Sana ölüm olduğunu söyledim ama nadirdir. Genelde kurbanlarını sobeleyince onunla eğlenirler. Dün gece ki adam öldü mü bilmiyorum." Çatalını tabağında ki birkaç tane zeytinle oyalıyordu. Kahvaltı yapacak iştahım yoktu ama Petek için beyaz bileklik kahvaltısı aldım. Aslında kahvaltılar arasında çok fazla fark yoktu. Bir kibrit kutusu kadar peynir ,birkaç tane siyah zeytin ve ekmek ile çay veriliyordu. Ekmeğin taze olduğunu kokusunda anlamıştım. Gri bilekliler bir seviye daha düşüktü. Ekmekler bayatlamış, peynirler biraz küflenmeye başlamıştı. Bununla geçinmek zorundaydılar. Son grubun yaptıkları kahvaltıya bakacak midem yoktu.

Taze kahvaltıyı Petek'in önüne koyduğumda gözleri ışıldadı. Dün daha önemli işlerim olduğu için akşam yemeğine inmemiştim. Petek aç kalmış olmalıydı. Bu taze kahvaltı az da olsa ona yardımcı olacaktı. Önüne gelen tepsiyle büyüye kapılar Petek'i incelemek hoştu.

Onu yemekhanede bırakıp bahçeye çıktım. Asuman, yanında daha önce görmediğim bir kadınla fısıldaşıyordu. Müdür Ceyda Hanım ortalıklarda gözükmüyordu. Onlarına yanında belirdim.

"Ceyda Hanım ile konuşmak istiyorum." dedim net ve soğuk bir sesle. Konuşmalarını bıçak gibi kesmiştim. Asuman, yeşil gözlerini bana dikmişti, yanındaki kadın ise alt dudağını ısırmıştı. Gergin ortamın bozulması an meselesiydi.

"Odasında." dedi sadece Asuman.

Aradığım cevabı aldığım için yanlarından ışık hızıyla uzaklaştım. Odasının yolunu tutarken ellerimi yumruk yapmış, kafamda konuşma yapacağım cümleleri sıralıyordum. Kafasını çalma gereği bile duymadım, derin bir nefes alıp içeri girdim. Odaya girdiğim anda kızıl saçlı kadının bakışları bana döndü.

"Bende seni bekliyordum, Kadeh."

Ses tonunda ne bir korku nede bir endişe hissettim. Hoş, geleceğimi tahmin etmesi işime gelirdi. Yüz ifademden ödün vermeden sandalye çekip karşısına oturdum. Uzun süre keskin bakışlarımı yüzünde oyaladım. Gözlerim utanç aradı, pişmanlık aradı ama hiçbirini bulamadı. Bu vahşete izin veren ve bunu bir oyun gibi gösteren kadından iyi bir yanıt almak zaten bir ahmaklıktı. Kollarımı göğsümde birleştirdim ve gözlerimi onda kilitledim. Ağır hareketlerle oturduğu koltuğundan kalktı ve pencerenin önüne yürüdü. Geniş penceresi sayesinde ön bahçenin neredeyse tamamını görebiliyordu. Bakışlarını bana çevirip konuşmaya başladı.

"Dört yıl önce beni bu hastaneye atadılar. Selçuk Bey'in bu konuda emeği büyük, hakkını asla ödeyemem. Şehrin kalabalığından ırak bu sessiz, sakin hastane bana çok iyi gelecekti. Sanırım burada eskiden Turgut'un Bey'in yani annen kalıyormuş. Babanın annen için herkesten uzak bir hastanesi olması gerçekten etkileyici. Selçuk Bey zamanla burayı geliştirdi, yeni hastalar gelmeye başladı. Gelen her hasta sütten çıkmış ak kaşık değildi. Tehlikeli hastaları durdurmak çok zordu. Katı kurallar onları engellemek için yeterli değildi. "Gözlerinden bir anlığa karanlık bir gölge geçti. "Bir yöntem bulduk, hastaları üç gruba ayırdık. Geçici süre buraya gelen, zayıf hastalara beyaz bileklik takıldı. Orta seviye gri bileklilerdi. Ve siyahlar. Onları anlatmaya kelime yok."

Ceyda Hanım'ın konuşması ciddileşmeye başlamıştı. "Onlara sınıfsal ayrımcılık yapmamız, hoşlarına gitti. Bir süre hastane sessizliğini korumaya devam etti ama bu onları durdurmak için yeterli olmadı. Sınıfsal ayrımcılık yapmamız bazı gruplaşmalar için zemin hazırlanmıştı. Siyah bilekliklilerin bireysel tehlikeli olduğunu biliyorsun, birde grup olarak düşün." Beklentili gözlerle bana baktı.

Cevapsızlığımı devam ettirdim ve konuşmasını bitirmesini bekledim. "Onlarla bir anlaşma yaptık. Kulağa ilk başta değişik geliyor, deli ile anlaşma mı yapılır diye. Ama bu gerçekten işe yaradı. Geceleri saat on ikiden sonra odalarından çıkıp dilediklerini yapabilirler. Ölüm sonuçlanan vakalar oldu ama bu sistemi yapmasaydım hastanenin yarısından çoğu ölecekti. Kapını kilitle ve sessizliğini koru, Kadeh. Emin ol, şu anda senin dışında kimse durumdan şikayetçi değil. Onların normal olmadığını gözünden kaçırma. Uyum sağla ve buradan çıktığında amcana hiçbir şey söyleme."

Bu bir tehdit miydi yoksa ileti miydi, çözemedim. Bu açıklama beni tatmin etmek için yeterli değildi. Kontrolü sağlayamamış olmalarını böyle basit bahanelerin arkasına gizleyerek saklayamazlardı. Buradan çıkana kadar sorun çıkarmayabilirim ama sonrasında bu saçmalığa son verecektim. Gerekirse profesyonel ekiplerle bu hastane devam edecekti. Ardı ardına binlerce kelime sıralamak varken odadan çıkmayı seçtim.

Bahçeye giderken üstümde siyah bileklilerin bakışlarını seziyordum. Sıradaki hedef sanırsam, bendim. Bahçeye çıktığımda arka bahçe bile çok kalabalık değildi. Herkesin merak konusu dün geceki adam olmalıydı.

Umarım yaşıyordur, diye içimden geçirdim.

Petek taşların üzerine oturmuş elindeki kuru dal parçasıyla uğraşıyordu. Saçları önüne düşmüş, yüzünü kapatmıştı. Onun yanına oturduğumda kafasını yerden kaldırmadı. "Merak etme, zamanla alışırsın." dedi.

"Beynim olanları idrak edemiyor. Bu sınıfsal ayrımcılığı yaptıklarında böyle bir şeyin tedbirini almaları gerekirdi. Zaten çok az sayıda çalışan var. Ceyda Hanım, Asuman ve adını bilmediğim bir kadın." dediğimde sesimde ki sinirli tonu gizleme gereği duymadım.

"O kadın hastanenin doktoru. Sanırım adı Müge idi. İkinci katta bir revir bile var. Canımızı çok önemsiyorlar." Son cümlesini alaylı bir tavırla söylemişti. "Bir çalışan daha var, haftasonları gelir. Orta yaşlarda olmasına rağmen saçları ağırmış bir erkek. Cumartesi günü odaları boşaltmak zorundayız, daha rahat davranabilirsin." Onu dinlediğime dair işaretler versem de aklım tamamen başka bir konudaydı. Asuman, yemekhaneye geldiğinde herkes ayaklanıp gitmeye başladı .Asuman’ın bağırmaya "Odalarınıza dönün ya da bahçeye çıkın!" demesine gerek kalmıyordu. Gecenin aksine gündüzü iyi idare ediyorlardı. Ucra bir yerdeki bu ıssız hastaneyi yönetmek küçümsenecek bir iş değildi. Yine de bir oyunun, insan hayatına bile mal olması savunulamazdı. İnsanlar, birbirlerinden ayrılırlardı ama bu zihinsel ve fiziksel engellerden dolayı olmazdı. Akıl hastaları özünde hepimiz gibi insandı.

Odama çıkıp sessiz bir ortamda kafa dinlemek istesem de kaybedeceğim vakit yoktu. Bu hastaneye üzerime atılan bir iftira sonucu gelmiştim. Yaygara çıkarıp, itiraz etseydim hiçbir güç beni buraya getiremezdi. Buradaki hastaları yakından tanımak için bu teklifi kabul etmiştim. Bir aylık süre sonunda ise mesleğim için deneyim elde etmiş olacaktım. İşler yolunda gitseydi aynı bu şekilde olacaktı.

Petek'in kolumdan çekiştirmeleri sonucunda yine kendimi bahçede buldum. Bahçeye her çıktığımda yüreğimde bulanık, sisli bir hava yaşanıyordu. Yıllar öncesinde burası akıl hastanesi değilken belki de annem bu bahçeyi gezmişti. Arka bahçedeki taşlara oturmuş, etrafı seyretmişti. Acaba nasıl biriydi? Beş yıl önce hafızamı kaybetmiştim ama aklımda babam ile yaşadığım çocukluk anılarımın yeri vardı. Ayrıca babam ile birçok fotoğrafımızda vardı ama annem, o hiç yoktu. Çok önemli bir kitabın sonunu anlatan silik sayfalar gibiydi. Benimki gibi kahverengi saçlarımı mı vardı? Gözleri kahve miydi? Yoksa mavi mi? Babama benziyordum ama hangisine daha çok benziyordum?

Binlerce soru vardı ama onlara cevap verecek ne biri vardı nede anı.

Dün gördüğüm yaşlı kadını ön bahçede yine örgü örerken buldum. Son bıraktığım haline göre oldukça değişmişti. Buğulu gözleri, karamsar halinden eser kalmamıştı. Kızını hatırladığında en başa dönebilirdi ama bunu yapmaya niyetim yoktu. Onu kendi haline bırakacaktım. Bana bakmak bir kenara dursun, başını örgüsünden kaldırmadı. Petek'in ısrarları üzerine yine arka bahçeye gittik. Çözmeyi an kolladığım vakam, hedefim Petek'i izlemem şarttı. Eskimiş taşlarda otururken buldum kendimi. Petek'te yanıma yerleşmişti.

"Hala merak ediyorsan dün geceki adam yaşıyormuş. Şu an revirde Müge'nin gözlemi altında. Siyah bilekliler onu biraz hırpalamak dışında zarar vermemiş. Kim bilir belki başka hedefleri vardı. Revirin önünde uzun bir kuyruk var o yüzden arka bahçe bu kadar boş." Onun sözleri sayesinde bahçenin boş olduğunun farkına varmıştım. Birkaç kişinin dışında tek ses kaynağı rüzgar yüzünden oluşan yaprak hışırtılarıydı. Bu birkaç kişinin arasında taşların bittiği noktada oturan Kara Kuzgun'u gördüm. Maskesi yüzünden nereye baktığı anlaşılmıyordu ama yeri izliyor gibiydi. Siyah kapüşonu yine sonuna kadar kapanmıştı.

"Bizimkilerle bugün konuşurum, yarında onlarla tanışırsın." dedi Petek dikkatimi yeniden kendi üzerine alarak.

"Bizimkiler derken?"

"Bizimkiler işte. Arkadaş grubu demek saçma olur. Birbirleriyle anlaşan deliler grubu demek daha doğru. Benimle beraber dört kişiyiz zaten. "Yeni fırsatlar kapımı çalmıştı ama yine de kendimi şaşırmaktan alıkoyamadım." Arkadaşın olmadığını sanıyordum." Nedenini henüz çözemediğim ve sahte mi gerçek mi olduğunu anlayamadığım kahkahalarından birini attı. "İnan bende o gruba nasıl girdim, bilmiyorum. Ama onlar sana kendini yalnız hissettirmeyecektir.” diye devam etti. Yeni insanlarla konuşmak gerçekten iyi gelecekti. Petek'e olan ilgimi yeniden kaybettim çünkü Kara Kuzgun çok dikkatimi çekiyordu.

"Haklısın. Sosyalleşmek bana iyi gelecek. Mesela şu köşedeki maskeli, Kara kuzgun. Onunla biraz sohbet edebilirim, değil mi?" Petek, beni iyice süzdükten sonra kuşkulu bir şekilde sordu. "Kara Kuzgun ile sohbet etmek mi? Emin misin?"

"Eminim. Hem sana daha önce söyledim, ben bir psikoloğum. İnsanlarla sohbet etmek benim işim. Davranışlarıyla çok fazla ilgimi çekiyor, onu tanımak istiyorum."

"Sen bilirsin ama yine de ben uyarımı yapacağım. O bir siyah bileklik, ona göre hareket et." dedi Petek. Beni gerçekten önemsiyor muydu? Bunu henüz tam olarak bilemezdim lakin beni arkadaşı olarak görmesi hoşuma gitmişti. Oturduğum yerden kalktım ve yavaş adımlarla Kara Kuzgun'un oturduğu taşa doğru yürüdüm. Benim geldiğimi fark etmiş olmalı ki başını yerden kaldırdı. Maskeden dolayı yüzümü seçebiliyor muydu, anlamamıştım. Bu maskeye birçok yerde rastlamıştım. Ayrıca V for Vendetta çok sevdiğim bir filmdi. Bu maskeyi daha önce takmadığım için görme yetisini çözemiyordum.

"Merhaba. Ben Kadeh, konuşabilir miyiz?" Dün gece duyduğum kısık ve boğuk sesini kullanmayı tercih etmedi. Cevapsız kalmasını "evet" olarak kabul edip yanına oturdum. "Dün gece için teşekkür etmek istiyorum, senin sayende kurtuldum. "Beni yanıtsız bırakmaya devam ediyordu. Hızımı kesmeden açıklamama devam ettim. "Bir siyah bileklik olarak bu yaptığın için gerçekten sağ ol." Bakışları bana dönüktü ama kendisinde hala ses gelmiyordu. "Ayrıca şey içinde teşekkür ederim," dediğimde uzun süren sessizliğini bozdu. "Ne için?"

Sesi dün gece nasılsa öyleydi. Erkek sesiydi ama tonu çok belirsizdi. Fazla gizli bir ses.

"Gül için. Onun için de teşekkür etmek istiyorum."

“Teşekkür etmen gereken bir durum yok. Gül işine gelirsek, içimden geldi.”

"Hayır, teşekkür etmek şart. Bugün o revirde bende olabilirdim ya da hiç olmayabilirdim." Konuşma hakkı bu kadarmış gibi sustu. Teşekkür yağmurum karşısında suskunluğun şemsiyesini tutuyordu. Kafasını sallamak dışında tepki de vermiyordu. Yanında kalkarken birkez daha mırıldandım.

"Anahtarlar bende kalabilir değil mi? Ben zaten geçiciyim ama burada kaldığım süre zarfında," Cümlemi devam ettirmekten zorlanmıştım. Boğazımı sert bir yumru oturmuştu. "Ölmek istemiyorum." Zorlukla nefesimi verdiğimde tek dileğim bunu kabul etmesiydi. Diğer siyah bileklilere kıyasla bir nebze daha iyi olması tesellimdi:

"İstediğin zamana kadar anahtarlar sende kalabilir. Gidene kadarda bodrumda kalabilirsin. Deliler orayı akıl edemez, bende söylemem." dediğinde içim ferahladı. Sırf bunun içinde teşekkür edecektim ama bundan çok hoşlanmıyordu .Sadece gülümsemekle yetinmek yerine onunla konuşmak istedim. Farklıydı ama en önemlisi iyileşme ihtimali vardı. En tehlikeliler grubunda diye umutsuz vaka denilip, kestirilip atılamazdı. Gitmek yerine konuyu değiştirdim.

"Sen ne zamandır bu hastanedesin?" Merakla cevap beklerken bulanık sesi tekrar ortaya çıktı. "Çok oldu."

"Gerçek adını kullanmıyorsun. Herhangi bir sebebi var mı?” İşte bunu gerçekten merak ediyordum. Kara Kuzgun lakabı nereden geliyordu? Arka bahçeden bulunan birkaç kişi de burayı terk etmişti. Gözlerim Petek'i de bulamayınca yalnızca ikimizin kaldığını anladım. Kendimi seansta gibi hissetmiştim ve bu ruhuma çok iyi geliyordu.

"Belki adım Kara Kuzgun, olamaz mı?" Olamaz. Bir insanın neden adı böyle olsun ki? Yine de sorgulayamazdım. O sağlıklı değil ve ben hastalarımla konuşurken onlar gibi davranırım. Bazılarının kafasındaki resmi psikolog algısını yıkmaya çalışırım bazılarının ise rahat olmasını isterim. Onlarla hasta-doktor gibi değil, iki yakın arkadaş gibi olmak isterdim. Bu sadece benim işim değil, hayatımdı. Belki de daha çocukken psikolog olmak istiyordum. O yaşlarda insanlarının zihinlerindeki yaraları örtmek istiyordum. Aklımı kurcalayan sorularımda arınmak için Kara Kuzgun'u cevapladım.

"Tabii ki olabilir ama içimden bir ses gerçek adının farklı olduğunu fısıldıyor."

"İnsanın içinde ses mi fısıldar? Sen deli misin, kızım?" Söylediği cümleyi bir süre sonra kendisi de sorguladı. Herhalde akıl hastanesinde konuştuğumuzu unutmuştu. Maskesi yüzünü kapasa da sanki mimikleri hissetmiştim. Buna sevindim çünkü onunla sohbetlerimiz devam ederse duygularını gizleyemeyecekti. Ne o yüzüne kapanan siyah beyaz maske ne de gizemli ses tonu hislerini örtecekti. Gerçek duyguları ortaya sermek ise senin görevin, Kadeh. Ben aklımı koyduğum şeyi başarırdım. Karşımdaki kişi kim olursa olsun ya da bu hastanenin diline göre ne kadar tehlikeli olursa olsun, onu iyileştirmeyi düşünecek kadar dik başlıydım. Petek ve Kara Kuzgun yakından izleyeceğim, gözde hastalarımdı. Keşke Petek beni bahçeye çekiştirdiği sırada defterimi alsaydım. Kara Kuzgunla yaptığım bu sohbetin her bir harfini aklıma kazımak zorundaydım.

“Neden maske takıyorsun?” Arka arkaya sıraladığım sorular umarım onu şüphelendirmezdi. Gerçek adını, hikayesini elbette öğrenmek isterdim ama karşılaştıracak olursa maske takması beni kendine çekmişti. Bu soruyu cevaplamayacağını adım gibi biliyordum. Beklentili tavrımdan ödün vermedim.

"Yüzümü gizlemek istiyorum. İnsanlar yüzümü görürse korkup kaçarlar. Sende dahil." Yalan söylüyordu. Bunu anlamak için gözlerine bakmam zorunlu değildi. Söylediği şeyin doğruluk payı çok azdı. Bir akıl hastası kendisinden korkulmasını ister, özellikle en tehlikeliler grubunun üyesiyse. Maskenin ardında nasıl bir yüz vardı, bilmiyordum ama asla korkup kaçmazdım.

"Yanılıyorsun, bir insanın yüzü ne kadar korkunç olursa olsun, ben kaçmam. İnsanların yüzlerine değil, kalplerine bakıyorum." Sözlerimle düşüncelerini tüm berraklığıyla ona aktardım. Hayatımın hiçbir döneminde insanları, yüzlerine ve görünüşlerine göre yargılamamıştım. Beş yıldır böyle biriydim ama eminim ki bu görüşüm daha öncesinde de aynıydı. Çünkü babam öyle söylemişti. Hafıza sağlıklı hatırlayamasa da birkaç anı oldukça netti. Küçük bir çocukken -daha okula gitmediğim yaşlardayım- babam bana uyumadan önce masal okurdu. Güzel ve çirkin masalını okuduğu gece bana bir söz söylemişti. Güzellik için bir sokağa çıkma güzel kızım, orası sadece çıkmaz bir sokaktan ibarettir. O sokağa kalbinle çık ki kapalı tüm kapılar temiz yüreğinle açılsın. Güzel ve çirkin masalındaki güzeli hep kendime benzetirdim. O kitapları ve gülleri çok severdi, aynı benim gibi. Ortak yönümüz oldukça fazlaydı. Ortak yönümüz oldukça fazlaydı. Kara Kuzgun, odağını tamamen bana vermiş durumdaydı. İyi haber, yanımda benimle sohbet etmesi, iletişimimizi geliştirir. Kötü haber, bu durum kötü sonuçlar doğurabilir.

"Ya bir insanın kalbide korkunçsa?" Ansızın bana yönelttiği soru afallama sebep verdi. Korkunç kalbi insanlar, işte en büyük korkularımdan birisi. Böyle insanlar hayatımın her yerinde mevcuttu. Başta kendi oğlunun ölümünü yüzüme vuran dedem, Arzu halam ve kızı Sahra'nın umursamazlıkları ve bana iftira atıp şu anda bu hastanede olmama sebebiyet veren Gülden. Düşününce Ceyda ve Asuman'da insanların canlarını yok sayarak korkunç kalplerini belli ediyorlardı. Zihinler iyileşir peki ya, kalpler? Kara Kuzgun'un sorusuna gönül rahatlığıyla cevap verdim.

"İşte o zaman, yandığımızın resmidir." Yüzünü göremedim, herhangi bir seste duymadım ama hissettim. Gülmüştü. Çok kısık bir sesle. Acaba kendi kalbini korkunç mu görüyordu? Neden ona siyah bileklik verilmişti? Benim hayatımı kurtarıp üstüne gül veren biri korkunç bir kalbe sahip olabilir miydi? Belki de benimle arkadaş olmak istiyordu. Bu teklifi asla geri çevirmezdim. Benimle konuşmasını kendi içinde sonlandırmış gibi görünüyordu. Taştan kalıp yavaş adımlarla bahçeden gitti. Arka bahçede yalnız kaldığımı fark edince bende hastanenin içine doğru yürüdüm. Herkes yaşananları unutmuştu. Revirin önüne göz gezdirdiğimde kimse kalmamıştı. Muhtemelen, bu döngü her gün tekrarlanıyordu. Bende zihnimi arıtmadan önce odama çıkıp her şeyi not almak istedim. Defterim birinci haftadan dolmasa iyiydi. Dün geceden beri odama ilk kez çıkıyordum. Bulunduğumuz katta dolaşma izini olduğu için koridorlarda insanlar dolaşıyordu. Bazıları birbirleriyle kaynaşmış, arkadaş olmuşlardı. Bazıları koridorda karşılaşınca nefret birbirlerine bakıyorlardı. Çok nadirde olsa birkaç kez sevgili olanları bile görmüştüm. Herkes düzene uyuyor, burada bir hayat yaşıyorlardı.

Cebimden çıkardığım anahtarları komodinimin üzerine koydum ve not alma işime başladım. Akşama kadar zamanımı böyle geçirecektim sonra bodrum katı. Saatin on iki olmasına saatler olmasına rağmen anahtarla odamdan çıktım. Şu anlık bir sorun gözükmese de Kara Kuzgun'a güvenemezdim. Bahçeden gelirken topladığım ağaç dallarını da yanıma aldım. Ters bir söz konusu olduğunda kendimi korumaya çalışacaktım. Elimden gelen tek şey buydu. Kalemimi, defteri ve dal parçalarımla aşağı kata indim. Bu gece, dün geceye göre daha parlaktı. Önümde uzun koridoru daha iyi görebiliyordum. Bodrum katıma girip kapıyı kilitledikten sonra kimseye bir şey olmamasını diledim.

Saat henüz gece olmadığı için kulağıma insan sesleri doluyordu. Güvenli bir ortamda çalışmak için defterimi önüme açtım ve çözüm yolları aradım. Bir şekilde Selçuk amcama ulaşmalıydım. Bu hastanede yaşanılanlardan haberdar olmalıydı. Yarın ise yeni ufuklara yelken açacaktım. Petek bana bir arkadaş grubunda bahsetmişti.

Yeni insanlar, yeni umutlar. Hepsi ile bir an önce tanışmak istiyordum. Petek hala kapalı bir kutu gibiydi ama burada kaldığım süre boyunca o kutuyu açmaya çalışacaktım. O gece insanları iyileştirme heyecanıyla her şeyi unutup uyudum. İnsanların zihinlerinde bir keşif yolculuğuna çıkacaktım. Petek ve arkadaş grubunu şimdiden merakla bekliyordum.

Düşüncelerim arasında kafamı defterimin üzerine koyup, derin bir uykuya dalmışım. Oysa yarın benim için daha yorucu bir gün olacaktı. Ondan sonraki günse daha yorucu.

Sen sonuna bak, Kadeh. Bir şeyin sonu güzelse yaşadıklarını unut. Önemli olan, insanları iyileştirmek, sen bir doktorsun. Nasıl iyileştireceğin geri planda olsun.

 

Loading...
0%