Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1.Bölüm:Bitmeyen Kâbuslar

@mahvolmusbiri

 

1.BÖLÜM:BİTMEYEN KABUSLAR

“Yalnızlık seni hiç bırakmayacak bir kara buluttur. Güneşe çıkıp çıkmamayı sen seçersin.”

Artık kabus görmek istemiyorum.

Her gece aynı döngüye girmekten çok yoruldum. Her gece aynı umutla uyuyup yine hayal kırıklığıyla uyanmaktan yoruldum. Neden bu kabuslar peşimi bırakmıyordu? Ayları geride bırakmıştım ama bu kabuslardan kurtulamamıştım. Bir insan nasıl her uyuduğunda kabus görebiliyordu?

Gözlerimi yavaşça açarken yine kalbim çok hızlı atıyordu. Gördüğüm kabus yine öncekilere benziyordu. Hayatımda yüzünü hiç görmediğim bir katil tüm sevdiklerimi öldürüyordu. Bense onları sadece ağlayarak izliyordum. Çığlık bile atamıyordum çünkü sesim çıkmıyordu. Kimseye anlatamıyordum çünkü insanların benin saçma dertlerimle uğraşmasını istemiyordum. Eskiden kabus gördüğümde de korkardım ama artık hiç normal rüya göremiyordum. Beni en çok yakan annemin ölümüydü. Kabusta onun öldüğünü gördüğümde paramparça oluyordum.


Yatakta yavaşça doğrulup baş ucumdaki dijital saate baktım.04.12.Saat oldukça erkendi ama uyandım. Havanın daha aydınlanmamış olduğunu görünce dudaklarım kıvrıldı. Geceyi her zaman gündüzden daha çok sevmiştim. Pufidik gri terliklerimi giyip mutfağa indim. Kahve yapmak dışında başka çarem yoktu. Gözlerim uyumak için yalvarıyordu ama berbat kabuslara dönmemek için direniyordum. Kahvemi alıp mutfaktan balkona geçtim. Kahvemi yudumlarken gökyüzünü izliyordum. Etraf zifiri karanlık olsa da ay yine ışıl ışıldı. Ayı ve yıldızları izlemekten kendimi alıkoyamadım. Gök yüzündeki binlerce yıldız birer inci tanesi gibi eşsiz duruyordu. Evrenin bu mükemmel düzeni beni hep büyülerdi. Güneşin doğumu ve batımı, ay ve yıldızlar. Onlarca canlı ve doğa. Hepsi bir uyum içindeydi. Bu düzende en hayran olduğum şeyse zamandı. Zaman, insan için paradan daha kıymetli olmalıydı. Uyum içinde geçen her saniye,her dakika,her saat…

Bu düzen bozulsaydı neler olurdu hiç düşünmek dahi istemiyordum.
Bugün okulun ilk günüydü ve aynı zamanda dokuz eylül yani benim doğum günüm. Doğum günlerini kutlamayı çok sevmezdim ama bu sefer ki farklıydı. Bugünden itibaren on sekiz yaşına ayak basmıştım. On sekiz yaşında olmak ehliyet almak demekti. Mutlu olmanın nedeni buydu. Annem ise kesin bugünü haftalardır planlıyordu. Annem her zaman doğum günümü benden daha çok önemserdi. Bir yandan yarın on ikinci sınıfa geçiyordum. Son senem olduğu için içimde bir baskı hissediyordum. Hava yavaş yavaş aydınlanırken rüzgar sertçe yüzüme çarpıyordu. Bu sene için emin olduğum tek şey annemin benden daha heyecanlı olmasıydı.

Birden açılan kapı sesiyle irkildim. Annem uyanmıştı ve muhtemelen beni uyandırmaya gidiyordu. Odada olmadığımı görünce zaten aşağıya inerdi. Annemin merdivenlerden inen sert adımlarını duyunca kendimi işiteceğim azara hazırladım. Annem kaşlarını çatmış bir şekilde durdu .İki kolunu da göğsünde bağlamıştı. Onun gözlerinde ne düşündüğünü anlamıştım ki bunu seslide dile getirdi.

“Kızım, sen erken uyanmaktan nefret edersin. Bu saatte neden uyanıksın?” dedi sitemli bir ses tonuyla. Ne diyecektim? Anne, ben aylardır her uyuduğumda kabus görüyorum ve uyumaya korkuyorum mu diyecektim? Annem hemen beni anlamaya çalışırdı ama onca işinin içinde bununla uğraşmasını istemiyordum.

“Sen yine gece telefona baktın değil mi? Gözlerinin kızarıklığı her şeyi ele veriyor.” dedi bilmiş bir tavırla. İnkar etmek bir şey kazandırmayacağı için başımla onayladım. Annem, elini yüzüne çarpıp ofladı ama sonra kahvaltıyı hazırlamaya başladı. Azar işitmediğim içim mutluydum bunun nedenini bugünün doğum günüm olmasına yorumluyordum. Annem, kahvaltıyı hazırlarken onu izlemeye başladım. Sabahın erken saatinde bile güzeldi. Sarı saçları hafif dağınık olsa da düzlüğünü koruyordu. Ela gözleri şu an buğulu gözükse de hala güzeldi. Annemle hiç benzemiyorduk ve bu beni çok üzüyordu. Benim siyaha yakın koyu kahve saçlarım vardı ve kahverengi gözlerim. Ten rengimizin beyaz olması dışında görünüş olarak annemle tamamen zıttık.

Bu o adama benzediğim anlamına geliyordu. Bu yüzden yıllarca saçlarımdan ve gözlerimden nefret etmiştim. Babama benzediğim apaçık ortadaydı ama ben bunu bile kendime itiraf edemiyordum. Düşüncelerimden sıyrılıp tekrar annemi seyretmeye başladım. O, vardı işte. Yeterdi.

Annem ,tezgahta ki boş kahve bardağını görünce yine kaşlarını çatmıştı ama bir şey dememişti. Galiba doğum günlerini sevmeye başlıyordum. Annem, kahvaltıyı hazırladığında beraber masaya oturduk. Tam tahmin ettiğim gibi annem bugün için benden daha mutluydu. Yüzünde güller açıyordu. Bu anı bozmamak için bende güldüm.
“Kızım, bugün okula dolmuşla gidebilir misin? Benim acilen dava için çıkmam gerekiyor.” dedi annem masadan kalkarken.
“Şu hala uğraştığın boşanma davası mı?” diye sordum. Annem,o davayı alalı aylar olmuştu ama dava bir türlü bitmiyordu. Annem dalgın gözlerle kafasını salladı.
“Her seferinde yaklaşıyorum ama başaramıyorum. Adam, boşanmak istemiyorum deyip duruyor ama bu sefer kanıtlarla onu mahvedeceğim.” Kendini bu davaya iyice kaptırmıştı.

Annem askıdan ceketini alıp çıkmıştı. Tabii bana öpücük vermeyi de ihmal etmemişti. Bende annemden kısa bir süre sonra siyah kot ceketimi alıp evden çıktım. Annemin davalarına alıştığım için okula çoğunlukla dolmuşla gidiyordum. Evin önünde ki durakta beklerken havanın soğuk olduğunu gerçekten hissediyordum. Dolmuşun geldiğini görünce hızlı adımla yürüdüm. Dolmuşa girer girmez elimdeki kartı okuttum.

YETERSİZ BAKİYE. LÜTFEN TEKRAR DENEYİNİZ.
Kartı tekrar okuttuğumda yine aynı cevabı almıştım.

Dolmuştaki yolculara yalvarır gözlerle bakmaya başladım. Birinin benim yerime kartı okutması gerekiyordu böylece ona parayı nakit olarak verebilirdim. Yolcular ve şoför bana boş gözlerle bakınca geriye çekildim. Bu soğuk havada okula yürüyerek gidecek olarak üzücüydü ama daha üzücü olan insanların bu ufacık yardımı bile çok görmesiydi. Tam kapıdan çıkacakken bir kol beni durdurdu.

“Lütfen, benim kartımdan alın.” dedi yumuşak bir ses. Sesin sahibine dönünce bana gülümseyerek bakan kadını gördüm. Orta yaşlarda olmasına rağmen çok güzeldi. Benim ki gibi kahverengi saçları ve gözleri vardı ama boyu benden daha uzundu. Ona minnettarca baktım ve teşekkür ettim. Onun koltuğunun yanını baş olduğunu görünce oraya yerleştim.
“Gerçekten çok teşekkür ederim, siz olmasaydınız bu soğukta yürüyecektim.” dedim.
Kadın bana bakıp gülümsemeye devam etti.
“Ne demek hem biz öğretmenlerin görevi öğrencilere yardım etmektir.” dedi tebessümle. Öğretmen olduğunu duyunca sevinmiştim. Keşke tüm öğretmenler böyle olsaydı. Ona cebimden çıkarttığım parayı uzatınca elimi geriye ittirdi.
“Sen öğrencisin. Boş ver bu sefer ki yolculuğun benden olsun.” dedi. Parayı zorla cebime koydurmuştu. Onun yüzüne daha yakından bakınca kusursuz bir güzelliğinin olduğunu iyice anladım. Kadına yol boyunca onlarca kez teşekkür etmiştim. Teşekkür etmemle geçen vakit dışında ise sadece adının Banu olduğunu ve edebiyat öğretmeni olduğunu öğrenmiştim. Dolmuş okulun önünde durduğunda ise Banu öğretmen benimle beraber inmişti. Bu bende bir şok etkisi aratmıştı. Az önce hayran olduğum öğretmen bizim okuldaydı. Bu beni mutlu etse de biraz üzülmüştüm çünkü bizim bir edebiyat öğrenimiz vardı. Banu Hoca okulun girişinde bana göz kırpıp gitmişti bense sınıfıma geçmiştim.

Okulu fazla özlemesem de bizim kızları gerçekten özlemiştim. Bunu onlara hiçbir zaman açık açık söylemeyecektim ama onları seviyordum.
Sınıfa girdiğimde hepsi çoktan gelmişti. Hanzade, yine benim yokluğumu fırsat bilip sıraya uzanmıştı. Tatil boyunca görüşmeyi kesmemiştik ama fazlada yüz yüze gelmemiştik.

Hanzade, imajını biraz olsun değiştirmişti. Koyu kahve saçlarını omuzlarından kestirmişti. Üzerine kırmızı bir kazak ve altına siyah bir pantalon giymişti. Her zamanki gibi güzeldi. Onun önünde Azra, sıraya başını yaslamıştı. Beni görünce kafasını kaldırdı ve dağınık sarı saçlarını gördüm. Gözlüğü de sol yana doğru düşmüştü. Azra’da hiç değişiklik yoktu. En son görüştüğümüzde olduğu gibiydi. Azra’nın yanında ise Damla vardı. Sırasını düzenlemekle meşguldü. Yeşil gözleri kısık bir şekilde odaklanmıştı. Dikkatini oraya verdiği için beni fark etmedi. Azra, gözlüğünü düzeltip bana baktı. Hanzade’de yattığı yerden doğrulmuştu.

“Ooo! Doğum günü kızı da aramıza katılmış.” dedi Hanzade sırıtarak. Hanzade’nin oturduğu yerin yanına oturdum. Onlara gülmek dışında bir şey yapmadım. Keşke arkadaşlarıma sarılabilseydim ama yapım buna izin vermiyordu. Ben soğuktum. İnsanları ne kadar sevsem de seviyorum diyemezdim. Onlara sarılamazdım. İnsanlara yanlışlıkla bile temas etme fikri beni korkutuyordu. Maalesef yalnızlığı seven biriydim. Kızlar, bunu bildiği için pek üstelemezlerdi. Onlara gülümsemem sarılma değerindeydi.

“Canan, doğum günü kutlamayı sevmez ki,”dedi Azra. Benim ismimi duyan Damla, sonunda beni fark etmişti. Aynı şekilde ona da gülümsedim.
“Bu sefer ki farklı. Hanımefendi on sekiz yaşına girdi,ehliyet alacak.”dedi Hanzade. Damla hınzırca gülmeye başladı.
“Canan, ehliyet alınca Hanzade’nin arabasını çalarız.” diye gülmeye devam etti Damla. Hanzade, sahte bir hayal kırıklığıyla “Benim arkamdan böyle haince planlar yapıldığını biliyordum.”dedi. Onlar kendi aralarında gülerken bende onlara katıldım. Böylece sabah yaşanan olayı ve yeni gelen öğretmeni de unuttum.Taa ki bu konuyu Damla açıncaya kadar.

“Duydunuz mu? Bizim edebiyat hocası emekli olmuş. Yeni edebiyat hocası gelir herhalde.”dedi ciddiyetle. Yoksa sabah tanıştığım Banu hoca…
“Galiba ben onunla tanıştım.” dedim tereddütle. Kızlar büyümüş gözlerle bana döndü. Bende açıklamaya başladım.”Sabah bir kadınla dolmuşta karşılaştık. Edebiyat öğretmeni olduğunu söyledi ve aynı okulun önünde indik. İyi birine benziyordu.” Damla yine gözlerini kısıp düşünmeye başladı.

“Bugün üçüncü dersimiz edebiyat.”dedi net bir sesle Damla.Hanzade korkulu gözlerle Damla’ya döndü.”Peki ya ilk iki dersimiz?”
Aramıza akademik başarısı en yüksek olan Damla sırıtınca cevabı çok iyi anlamıştım.
“Matematik!”dedi neşeyle. Hanzade ile aynı anda bayılma numarası yaptık. Azra’nın ise bir küfür savurduğunu ve başını sıraya yasladığını görmüştüm.
İkinci ders başlayalı daha on dakika olmamıştı. Sınıfın çoğu ilk günden uykuya dalmıştı. Bu sene sınav senesi olduğu için çalışmak zorunda olduğumu biliyordum. Neyse ki Duygu hoca dersi güzel anlatıyordu. Azra ve Hanzade’de çoktan uykuya dalmıştı. Damla ise Duygu hoca ile beraber ders işliyordu. Ön sıramda oturan Damla’nın notlarını kendi defterime geçirmeye çalışıyordum.

“Odaklanın!” Duygu hocanın gür sesiyle kendime geldim. Tüm sınıf söylenerek uyanmaya başladı. Hanzade’de söylenerek uyanmıştı. Azra ise hala uyuyordu. Azra aralarında ki en eski arkadaşımdı. İlkokul hayatım boyunca hiç arkadaşım olmamıştı. Ortaokulda ise sadece iki arkadaşım vardı. Lise hayatımı da yalnız geçirmeyi umuyordun taa ki Azra ile tanışana kadar. Azra, Hanzade ve Damla ile arkadaştı ve sonra biz dördümüz bir araya geldik. Onları gerçekten seviyordum.
Teneffüs zilinin çalmasıyla Azra kafasını sıradan kaldrırdı.

“Günaydın, uykucu şirine.”dedi Damla.Azra kaşlarını çattı ve ona cevap verdi.”Sensin şirine. Ayrıca senin saçın daha sarı.”dedi Damlaya. Onlar aralarında atışırken Banu hocayı düşünüyordum. Onun öğretmenimiz olduğunu anladığımda nedensizce mutlu olmuştum. Tüm sınıf Banu hocayı konuşuyordu. Onu benim dışımda gören olmamıştı. Edebiyat aslında sevdiğim bir dersti. Kitap okumayı seviyordum. Genelde psikolojik gerilim ve ya polisiye okurdum. Çünkü romantik kitapları hissedemezdim. Nadirde olsa arada çizgi roman okurdum.

Ders zilinin çalmasıyla herkes yerine koşmuştu. Bu kadar meraklı oldukları konu tabii ki Banu hocaydı. Herkes sırasına geçmiş Banu hocayı beklerken sınıfa daha önce yüzlerini hiç görmediğim iki kız girdi. Kızlardan ilk giren biraz bana benziyordu. Benim gibi siyah giyinmişti ve suratında ruhsuz bir ifade vardı. Arkasından giren kız ise yüz olarak onun aynısıydı. İkiz gibiydiler ama ikinci giren kız daha neşeli gözüküyordu. Aynı yüze sahip iki farklı ruh gibiydiler. Bu dışardan karmaşık görünüyordu ama nedensizce onlara sıcaklık hissetmiştim. Ben ve sıcaklık. Değişik.
İki kızda tüm dikkatleri üstlerine çektikten sonra tahtanın önüne geçtiler. Tüm sınıfta sessizlik hakim olmuştu. Bazılarının kızlara nasıl gözlerle baktığını görünce midem bulanmıştı. Yine de kendimi toparlayıp önüme dönmüştüm. İkiz olduklarını tahmin ettiğim kızlardan sonra içeriye Banu hoca girmişti. Gerçekten güzel bir kadındı. Bu sefer arka sıralardan fısıltı dahi duymamıştım. Galiba Banu hocaya hayran kalan bir ben değildim. Banu hoca, kızların önünden geçip kendi masasının yanında durdu.

“Hepinize merhaba çocuklar, ben yeni edebiyat öğretmeniniz Banu Serin. Sizinle güzel bir dönem geçireceğimize eminim.”dedi.
“Ayrıca tahtada gördüğünüz arkadaşlarınız son dakika sizin sınıfınıza verilen nakil öğrencilerimiz. Onlarında bu dönem bizimle eşlik etmesinden onur duyarım.”
Bakışlarımı kızlara çevirdiğimde neşeli olan öne atıldı. Onunda saçları yine kahverengiydi ama nedensizce diğerine göre daha ışıltılı bir enerji veriyordu.
“Hepinize merhaba, benim adım Naz ama bu ismi kullanmayı pek sevmiyorum. Bana Renkli diyebilirsiniz.” Diğer kızda bir adım öne attı.
“Bende Nazlı ama kısaca Solgun deyin.”dedi ve geriye çekildiler. Bu saçmalığa anlam verememiştim. Kendi isimleri yerine lakap kullanıyorlardı. Banu hocada anlamsız bakışlarla onları izliyordu. İkiz olduklarına artık emindim. Tüm sınıf fısıldaşmaya başlayınca konuştukları şeyin kızların isimleri olmadığına emindim. Gözlerimi Banu hocaya kilitlediğimde oda bana baktı ve gülümsedi.
“İlk günden derse başlayan öğretmen gibi gözükmek istemiyorum ama aynı zamanda sizinde edebiyatı sadece bir ders olarak görmenizi istemiyorum. Edebiyat bazılarınız için bir hayat bile olabilir. Sizinle bugün derste bir oyun oynayacağız. “dedi samimi bir gülüş ile. Gerçekten derste oyun mu oynayacaktık? Banu hoca konuşmaya devam etti.

“Birazdan size küçük katlanmış kağıtlar dağıtacağım. Her kağıtta bir kitap yazıyor. Size çıkan kitaptan bir cümle seçmenizi istiyorum. Mümkünse sizi en çok etkileyen cümleyi seçin. Haftaya bir sonra ki dersimizde bana o cümlelere vereceksiniz.” dedi ve elindeki kağıdı küçük kare parçalar olacak şekilde kesmeye başladı. Hangi kitabı seçeceğimi tahmin etmeye başladım. Umarım bir polisiye kitabı olurdu. Aşk kitabı olmasından deli gibi korkuyordum. Banu hoca, hazırladığı kartları ilk sıradan dağıtmaya başladı. Kağıtları kendisinin dağıtması adilceydi. Sıra bana geldiğinde bana gülümseyerek önüme bir kağıt koydu. Kağıdı açtığımda gördüğüm kitap ismiyle buz kestim.

William Shakespeare-Romeo ve Juliet

Dünya tarihine altın harflerle yazılmış bir aşk romanı. Bu benim için zorlu bir okuma süreci olacaktı. Ben insanlara sevgisini gösteremeyen biriydim. Anneme bile hiçbir zaman doğru düzgün seni seviyorum diyememiştim. Ben sert ve soğuk biriydim. Yalnızlık her zaman seçeceğim tercihti. Keşke böyle biri olmasaydım diye bazen içimden geçiriyordum. Kitap okumayı severdim ama aşk inanmadığım bir duyguydu.

Hayır. Kendine kandırma.

Aşk, inandığım bir duyguydu sadece o duyguyu ben yaşayamazdım.

Kızların elindeki kağıtlara bakmaya başladım. Hanzade kağıdı açma zahmentine bile girmediği için onunkine de ben açmıştım. Hanzade’ye felsefe kitabının çıktığını görünce sırıtmadım edemedim. Bu sanırım benimkinden daha kötüydü. O zaten kitap okumadığı için internetten bakardı. Azra’ya baktığımda ona da aşk kitabı çıktığını gördüm. Oda internetten bakacağı için pek sorun Etmiyordu. Damla’ya baktığımda gözlerinde derin ve hüzünlü bir gölge geçtiğini gördüm. Dudağını dişlerinin arasına almış elindeki kağıda bakıyordu. Öne uzanıp onun kağıdına baktım. Polisiye bir kitap çıkmıştı. Buna neden bu kadar tedirgin oluyordu? Onun yerinde olmayı çok isterdim. Kaşlarımı çatıp merakla ona baktım.

“Damla, sorun ne?”diye sormadan edemedim.
“Bu sene kitap okumak istemiyorum sonuçta hayatımızı belirleyecek bir sınav var.”diye somurttu. Damla,kitap okumayı benden daha çok severdi. Akademik başarısı yüksek olsa da bunu sorun etmezdi.Tabii ya! Kesin yine üstünde babası tarafından baskı kurulmuştu. Yine babası onun ders çalışmak dışında bir şey yapmasını izin vermiyordu. Ona ne kadar konuşsam ikna edemezdim. Bu yüzden sadece Damla’yı izledim. Neyse ki benim ve Hanzade’nin üstünde bir baskı yoktu. Azra ise zaten tek yaşıyordu. Azra’nın annesi ve babası daha o küçükken ayrılmışlardı ve başkalarıyla evlenmişlerdi. Azra’ya ise sadece ayda bir kere para gönderiyorlardı. Bazen annemden izin alıp Azra’nın yanına gidiyordum. Hanzade ise son derece zengin bir aileye sahipti. Özel bir okul yerine devlet okulunda okumayı kendisi istemişti. Arada gülerdik ama Hanzade asla parasıyla hava atmazdı.

Ben ise biraz farklıyım. Kendimi ben bile tanımlayamıyordum.

Banu hocanın kağıt verdiği herkes oflayıp duruyordu. Bu listeye bende dahildim ama Banu hocayı sevmiştim. İnternetten bakma fikri cazip gelse de bunu yapmayacaktım. Elimdeki kağıdı buruşturup kalemliğime attım. Kafamı kaldırdığım da mahlası Solgun olan kızın sert bakışlarıyla karşılaştım. Bende aynı şekilde sert bakışlarla ona baktım. Gözlerini kaçıran ilk o olmuştu sonra bende önüme döndüm.
Banu hoca dersin geri kalanında edebiyatın hayatımızında ki öneminde bahsetmişti. Uyku için direnmemin iki nedeni vardı. Birincisi, Banu hocayla iyi anlaşmıştık ve ona saygısızlık yapmak istemiyordum. İkinci neden ise aylardır bitmeyen kabuslarımdı. İlk güne göre başarılı bir performans sergilemiştim. Tüm derslerde not alabilmiştim. Azra okulun sonuna kadar uyumuştu. Hanzade arada başını kaldırıp hangi derste olduğumuzu kontrol etmişti. Kızlarla okul çıkışında vedalaştıktan sonra her zaman ki kitapçıya gelmiştim. Bu kitapçı Süleyman Amca’ya aitti. Pek fazla müşterisi yoktu. Sık sık gelen tek müşteri ise bendim. Kapıyı açıp içeriye girdiğim de Süleyman Amca beni yine sıcak bir tebessümle karşıladı. Ona aynı şekilde gülümseyip kitapların arasından Romeo ve Juliet’i aldım.Süleyman Amca,elimde ki kitabı görünce şaşkın gözlerle bana baktı.
“Ödev.”dedim sadece. Süleyman Amca kafasını sallayıp elimdeki parayı aldı.
“Uzun zamandır beklediğin çizgi roman serisinin devamı geldi. Eğer aşk kitaplarını ilgin hala aynıysa sana ondan verebilirim.”dedi Süleyman Amca alay edercesine.
“Daha sonra onun içinde geleceğim ayrıca hala aşk kitaplarına görüşüm aynı.”dedim bende alay ederek ve kitapçıdan çıktım. En yakındaki durağa geçtim ve gelecek dolmuşu beklemeye başladım.
*

Annemin sabah bana verdiği anahtar ile kapıyı açtım. Aslında dava sonlanmışsa şu an evde olabilirdi. Umarım evde olurdu ve bana yemek yapma yükünü bırakmazdı. Kapıyı açtığım anda yüzüme patlayan konfeti ile beynimden vurulmuşa döndüm. İçimden annemin plan yapmamasını ummuştum ama yine plan yapmıştı. Yüzüme gelen konfetilerden kurtulunca karşımda elinde pastayla bana bakan annemi gördüm. Ben kendimden nefret ettiğim kadar doğum günümden de nefret ediyordum. Neden annem bu kadar mutluydu anlam veremiyordum. Annemden sonra onun tam yanında duran kızları fark ettim. Bu sürprize onlarda dahil olmuştu. Derin bir nefes aldım anneme doğru yürüdüm. Her zaman olduğu gibi güneş gibi parlıyordu. Ona ve kızlara gülümseyerek yaklaştım. Pastanın üstündeki mumları görünce iç çekmeden edemedim. Annem ne düşündüğümü anlamış olacak ki “Dilek tutmayı unutma.”diye uyarısını yaptı. Pastada ki mumları tek nefeste söndürdüm ve dileğimi tuttum.

Diğer insanlar gibi rüya görmek istiyorum artık kabuslardan çok yoruldum.

Hanzade hemen öne atıldı ve elinde ki kutuyu bana uzattı. Ona ne gerek vardı der gibi baktım ama o sadece sırıtıyordu. Onun hevesini kırmamak için elindeki kutuyu aldım ve açtım. Ünlü bir markanın bordo rujunu almıştı. Sırıttım çünkü ne renk ruj sürdüğümü iyi biliyordu.
“Bunu üçümüz beraber aldık.”deyince Damla ve Azra’ya da teşekkür ettim. Ben onlara teşekkür ederken annemde imalı bir bakışla bana baktı ve elinde ki kutuyu uzattı. Annemin de aynı şekilde hevesini kırmamak için elindeki kutuyu aldım ve açtım. Süleyman Amcanın bahsettiği serinin devam çizgi romanı olduğunu görünce anneme neşeli gözlerle baktım. Bu keyfimi yerine getirmişti.

“Hepinize teşekkür ederim. Hepinizi çok seviyorum.”diye onlara gülümsedim. Çok nadir sevgi sözcükleri söylediğim için hepsi bana şaşkın gözlerle baktı. Bu şaşkınlık birkaç saniye sürdü çünkü kızlar bir anda üstüme atladı. Temastan nefret ederdim ama yine de onlara sarıldım çünkü onları gerçekten önemsiyordum. Annemse sessizce kenardan bizi izliyordu.
Kızlarla benim odama geçtik ve geri kalan zamanı benim odamda geçirdik. Damla,kısa süre sonra aramızdan ders çalışmak için ayrılmıştı ama Hanzade ve Azra ile akşama kadar konuşmuştuk. Hava kararınca onlarda kendi evlerine gitmişti. Azra’ya kalmasını teklif etmiştim çünkü zaten yalnız yaşıyordu ama kabul etmemişti. Odamdan aşağıya indiğim de annem kanepede oturmuş her zamanki dizisini izliyordu.

Sessizce yanına kıvrıldım ve onunla beraber izlemeye başladım. Annemin dizilerinden hiçbir şey anlamasam da onunla vakit geçirmek güzeldi. O anda aklıma annemin bugün olan davası geldi ve doğruldum.

“Avukat Sibel Pevin dava da istediği sonuca ulaştı mı?” diye sordum merakla. Annem keskin bakışlar bana baktı ve “Şüphen mi vardı?” dedi. Aklına koyduğu her işte başarılı oluyordu. Ona gülümsedim ve hiçbir olayını anlamadığım diziyi izlemeye devam ettim.

Sıradan bir hayatım vardı ama mutluydum. Arkadaşlarım ve annem vardı. Onları kendimden bile daha çok seviyordum. Evrenin bir düzeni olduğu gibi benim hayatımda düzenliydi. Bu gece uyumayı düşünmüyordum çünkü kendimi yine kabus cehenneminde bulacaktım. Artık eskisi gibi korkmuyordum sadece yorulmuştum. Annem erkenden uyumaya gidince kanepede uzanıp sabahı beklemeye başladım. Kendimi uykuya teslim etmemek için dirensem de gözlerim kapandı. Belki de dilek hurafesi gerçek olurdu.
Yanılmıştım.

Bir önceki gecelerde olduğu gibi kendimi yine kabusun içinde buldum. Kan, vahşet ve sevdiklerimin ölümü. Bir önceki gecelerde olduğu gibi…Kabuslar peşimi bırakmıyordu,bırakmayacaktı.

1.Bölümün sonu.

Loading...
0%