@mahvolmusbiri
|
1.BÖLÜM:BİTMEYEN KABUSLAR Artık kabus görmek istemiyorum. Gözlerimi yavaşça açarken yine kalbim çok hızlı atıyordu. Gördüğüm kabus yine öncekilere benziyordu. Hayatımda yüzünü hiç görmediğim bir katil tüm sevdiklerimi öldürüyordu. Bense onları sadece ağlayarak izliyordum. Çığlık bile atamıyordum çünkü sesim çıkmıyordu. Kimseye anlatamıyordum çünkü insanların benin saçma dertlerimle uğraşmasını istemiyordum. Eskiden kabus gördüğümde de korkardım ama artık hiç normal rüya göremiyordum. Beni en çok yakan annemin ölümüydü. Kabusta onun öldüğünü gördüğümde paramparça oluyordum.
Birden açılan kapı sesiyle irkildim. Annem uyanmıştı ve muhtemelen beni uyandırmaya gidiyordu. Odada olmadığımı görünce zaten aşağıya inerdi. Annemin merdivenlerden inen sert adımlarını duyunca kendimi işiteceğim azara hazırladım. Annem kaşlarını çatmış bir şekilde durdu .İki kolunu da göğsünde bağlamıştı. Onun gözlerinde ne düşündüğünü anlamıştım ki bunu seslide dile getirdi. “Kızım, sen erken uyanmaktan nefret edersin. Bu saatte neden uyanıksın?” dedi sitemli bir ses tonuyla. Ne diyecektim? Anne, ben aylardır her uyuduğumda kabus görüyorum ve uyumaya korkuyorum mu diyecektim? Annem hemen beni anlamaya çalışırdı ama onca işinin içinde bununla uğraşmasını istemiyordum. “Sen yine gece telefona baktın değil mi? Gözlerinin kızarıklığı her şeyi ele veriyor.” dedi bilmiş bir tavırla. İnkar etmek bir şey kazandırmayacağı için başımla onayladım. Annem, elini yüzüne çarpıp ofladı ama sonra kahvaltıyı hazırlamaya başladı. Azar işitmediğim içim mutluydum bunun nedenini bugünün doğum günüm olmasına yorumluyordum. Annem, kahvaltıyı hazırlarken onu izlemeye başladım. Sabahın erken saatinde bile güzeldi. Sarı saçları hafif dağınık olsa da düzlüğünü koruyordu. Ela gözleri şu an buğulu gözükse de hala güzeldi. Annemle hiç benzemiyorduk ve bu beni çok üzüyordu. Benim siyaha yakın koyu kahve saçlarım vardı ve kahverengi gözlerim. Ten rengimizin beyaz olması dışında görünüş olarak annemle tamamen zıttık. Bu o adama benzediğim anlamına geliyordu. Bu yüzden yıllarca saçlarımdan ve gözlerimden nefret etmiştim. Babama benzediğim apaçık ortadaydı ama ben bunu bile kendime itiraf edemiyordum. Düşüncelerimden sıyrılıp tekrar annemi seyretmeye başladım. O, vardı işte. Yeterdi. Annem ,tezgahta ki boş kahve bardağını görünce yine kaşlarını çatmıştı ama bir şey dememişti. Galiba doğum günlerini sevmeye başlıyordum. Annem, kahvaltıyı hazırladığında beraber masaya oturduk. Tam tahmin ettiğim gibi annem bugün için benden daha mutluydu. Yüzünde güller açıyordu. Bu anı bozmamak için bende güldüm. Annem askıdan ceketini alıp çıkmıştı. Tabii bana öpücük vermeyi de ihmal etmemişti. Bende annemden kısa bir süre sonra siyah kot ceketimi alıp evden çıktım. Annemin davalarına alıştığım için okula çoğunlukla dolmuşla gidiyordum. Evin önünde ki durakta beklerken havanın soğuk olduğunu gerçekten hissediyordum. Dolmuşun geldiğini görünce hızlı adımla yürüdüm. Dolmuşa girer girmez elimdeki kartı okuttum. YETERSİZ BAKİYE. LÜTFEN TEKRAR DENEYİNİZ. Dolmuştaki yolculara yalvarır gözlerle bakmaya başladım. Birinin benim yerime kartı okutması gerekiyordu böylece ona parayı nakit olarak verebilirdim. Yolcular ve şoför bana boş gözlerle bakınca geriye çekildim. Bu soğuk havada okula yürüyerek gidecek olarak üzücüydü ama daha üzücü olan insanların bu ufacık yardımı bile çok görmesiydi. Tam kapıdan çıkacakken bir kol beni durdurdu. “Lütfen, benim kartımdan alın.” dedi yumuşak bir ses. Sesin sahibine dönünce bana gülümseyerek bakan kadını gördüm. Orta yaşlarda olmasına rağmen çok güzeldi. Benim ki gibi kahverengi saçları ve gözleri vardı ama boyu benden daha uzundu. Ona minnettarca baktım ve teşekkür ettim. Onun koltuğunun yanını baş olduğunu görünce oraya yerleştim. Okulu fazla özlemesem de bizim kızları gerçekten özlemiştim. Bunu onlara hiçbir zaman açık açık söylemeyecektim ama onları seviyordum. Hanzade, imajını biraz olsun değiştirmişti. Koyu kahve saçlarını omuzlarından kestirmişti. Üzerine kırmızı bir kazak ve altına siyah bir pantalon giymişti. Her zamanki gibi güzeldi. Onun önünde Azra, sıraya başını yaslamıştı. Beni görünce kafasını kaldırdı ve dağınık sarı saçlarını gördüm. Gözlüğü de sol yana doğru düşmüştü. Azra’da hiç değişiklik yoktu. En son görüştüğümüzde olduğu gibiydi. Azra’nın yanında ise Damla vardı. Sırasını düzenlemekle meşguldü. Yeşil gözleri kısık bir şekilde odaklanmıştı. Dikkatini oraya verdiği için beni fark etmedi. Azra, gözlüğünü düzeltip bana baktı. Hanzade’de yattığı yerden doğrulmuştu. “Ooo! Doğum günü kızı da aramıza katılmış.” dedi Hanzade sırıtarak. Hanzade’nin oturduğu yerin yanına oturdum. Onlara gülmek dışında bir şey yapmadım. Keşke arkadaşlarıma sarılabilseydim ama yapım buna izin vermiyordu. Ben soğuktum. İnsanları ne kadar sevsem de seviyorum diyemezdim. Onlara sarılamazdım. İnsanlara yanlışlıkla bile temas etme fikri beni korkutuyordu. Maalesef yalnızlığı seven biriydim. Kızlar, bunu bildiği için pek üstelemezlerdi. Onlara gülümsemem sarılma değerindeydi. “Canan, doğum günü kutlamayı sevmez ki,”dedi Azra. Benim ismimi duyan Damla, sonunda beni fark etmişti. Aynı şekilde ona da gülümsedim. “Duydunuz mu? Bizim edebiyat hocası emekli olmuş. Yeni edebiyat hocası gelir herhalde.”dedi ciddiyetle. Yoksa sabah tanıştığım Banu hoca… “Bugün üçüncü dersimiz edebiyat.”dedi net bir sesle Damla.Hanzade korkulu gözlerle Damla’ya döndü.”Peki ya ilk iki dersimiz?” “Odaklanın!” Duygu hocanın gür sesiyle kendime geldim. Tüm sınıf söylenerek uyanmaya başladı. Hanzade’de söylenerek uyanmıştı. Azra ise hala uyuyordu. Azra aralarında ki en eski arkadaşımdı. İlkokul hayatım boyunca hiç arkadaşım olmamıştı. Ortaokulda ise sadece iki arkadaşım vardı. Lise hayatımı da yalnız geçirmeyi umuyordun taa ki Azra ile tanışana kadar. Azra, Hanzade ve Damla ile arkadaştı ve sonra biz dördümüz bir araya geldik. Onları gerçekten seviyordum. “Günaydın, uykucu şirine.”dedi Damla.Azra kaşlarını çattı ve ona cevap verdi.”Sensin şirine. Ayrıca senin saçın daha sarı.”dedi Damlaya. Onlar aralarında atışırken Banu hocayı düşünüyordum. Onun öğretmenimiz olduğunu anladığımda nedensizce mutlu olmuştum. Tüm sınıf Banu hocayı konuşuyordu. Onu benim dışımda gören olmamıştı. Edebiyat aslında sevdiğim bir dersti. Kitap okumayı seviyordum. Genelde psikolojik gerilim ve ya polisiye okurdum. Çünkü romantik kitapları hissedemezdim. Nadirde olsa arada çizgi roman okurdum. Ders zilinin çalmasıyla herkes yerine koşmuştu. Bu kadar meraklı oldukları konu tabii ki Banu hocaydı. Herkes sırasına geçmiş Banu hocayı beklerken sınıfa daha önce yüzlerini hiç görmediğim iki kız girdi. Kızlardan ilk giren biraz bana benziyordu. Benim gibi siyah giyinmişti ve suratında ruhsuz bir ifade vardı. Arkasından giren kız ise yüz olarak onun aynısıydı. İkiz gibiydiler ama ikinci giren kız daha neşeli gözüküyordu. Aynı yüze sahip iki farklı ruh gibiydiler. Bu dışardan karmaşık görünüyordu ama nedensizce onlara sıcaklık hissetmiştim. Ben ve sıcaklık. Değişik. “Hepinize merhaba çocuklar, ben yeni edebiyat öğretmeniniz Banu Serin. Sizinle güzel bir dönem geçireceğimize eminim.”dedi. “Birazdan size küçük katlanmış kağıtlar dağıtacağım. Her kağıtta bir kitap yazıyor. Size çıkan kitaptan bir cümle seçmenizi istiyorum. Mümkünse sizi en çok etkileyen cümleyi seçin. Haftaya bir sonra ki dersimizde bana o cümlelere vereceksiniz.” dedi ve elindeki kağıdı küçük kare parçalar olacak şekilde kesmeye başladı. Hangi kitabı seçeceğimi tahmin etmeye başladım. Umarım bir polisiye kitabı olurdu. Aşk kitabı olmasından deli gibi korkuyordum. Banu hoca, hazırladığı kartları ilk sıradan dağıtmaya başladı. Kağıtları kendisinin dağıtması adilceydi. Sıra bana geldiğinde bana gülümseyerek önüme bir kağıt koydu. Kağıdı açtığımda gördüğüm kitap ismiyle buz kestim. William Shakespeare-Romeo ve Juliet Dünya tarihine altın harflerle yazılmış bir aşk romanı. Bu benim için zorlu bir okuma süreci olacaktı. Ben insanlara sevgisini gösteremeyen biriydim. Anneme bile hiçbir zaman doğru düzgün seni seviyorum diyememiştim. Ben sert ve soğuk biriydim. Yalnızlık her zaman seçeceğim tercihti. Keşke böyle biri olmasaydım diye bazen içimden geçiriyordum. Kitap okumayı severdim ama aşk inanmadığım bir duyguydu. Hayır. Kendine kandırma. Aşk, inandığım bir duyguydu sadece o duyguyu ben yaşayamazdım. Kızların elindeki kağıtlara bakmaya başladım. Hanzade kağıdı açma zahmentine bile girmediği için onunkine de ben açmıştım. Hanzade’ye felsefe kitabının çıktığını görünce sırıtmadım edemedim. Bu sanırım benimkinden daha kötüydü. O zaten kitap okumadığı için internetten bakardı. Azra’ya baktığımda ona da aşk kitabı çıktığını gördüm. Oda internetten bakacağı için pek sorun Etmiyordu. Damla’ya baktığımda gözlerinde derin ve hüzünlü bir gölge geçtiğini gördüm. Dudağını dişlerinin arasına almış elindeki kağıda bakıyordu. Öne uzanıp onun kağıdına baktım. Polisiye bir kitap çıkmıştı. Buna neden bu kadar tedirgin oluyordu? Onun yerinde olmayı çok isterdim. Kaşlarımı çatıp merakla ona baktım. “Damla, sorun ne?”diye sormadan edemedim. Ben ise biraz farklıyım. Kendimi ben bile tanımlayamıyordum. Banu hocanın kağıt verdiği herkes oflayıp duruyordu. Bu listeye bende dahildim ama Banu hocayı sevmiştim. İnternetten bakma fikri cazip gelse de bunu yapmayacaktım. Elimdeki kağıdı buruşturup kalemliğime attım. Kafamı kaldırdığım da mahlası Solgun olan kızın sert bakışlarıyla karşılaştım. Bende aynı şekilde sert bakışlarla ona baktım. Gözlerini kaçıran ilk o olmuştu sonra bende önüme döndüm. Annemin sabah bana verdiği anahtar ile kapıyı açtım. Aslında dava sonlanmışsa şu an evde olabilirdi. Umarım evde olurdu ve bana yemek yapma yükünü bırakmazdı. Kapıyı açtığım anda yüzüme patlayan konfeti ile beynimden vurulmuşa döndüm. İçimden annemin plan yapmamasını ummuştum ama yine plan yapmıştı. Yüzüme gelen konfetilerden kurtulunca karşımda elinde pastayla bana bakan annemi gördüm. Ben kendimden nefret ettiğim kadar doğum günümden de nefret ediyordum. Neden annem bu kadar mutluydu anlam veremiyordum. Annemden sonra onun tam yanında duran kızları fark ettim. Bu sürprize onlarda dahil olmuştu. Derin bir nefes aldım anneme doğru yürüdüm. Her zaman olduğu gibi güneş gibi parlıyordu. Ona ve kızlara gülümseyerek yaklaştım. Pastanın üstündeki mumları görünce iç çekmeden edemedim. Annem ne düşündüğümü anlamış olacak ki “Dilek tutmayı unutma.”diye uyarısını yaptı. Pastada ki mumları tek nefeste söndürdüm ve dileğimi tuttum. Diğer insanlar gibi rüya görmek istiyorum artık kabuslardan çok yoruldum. Hanzade hemen öne atıldı ve elinde ki kutuyu bana uzattı. Ona ne gerek vardı der gibi baktım ama o sadece sırıtıyordu. Onun hevesini kırmamak için elindeki kutuyu aldım ve açtım. Ünlü bir markanın bordo rujunu almıştı. Sırıttım çünkü ne renk ruj sürdüğümü iyi biliyordu. “Hepinize teşekkür ederim. Hepinizi çok seviyorum.”diye onlara gülümsedim. Çok nadir sevgi sözcükleri söylediğim için hepsi bana şaşkın gözlerle baktı. Bu şaşkınlık birkaç saniye sürdü çünkü kızlar bir anda üstüme atladı. Temastan nefret ederdim ama yine de onlara sarıldım çünkü onları gerçekten önemsiyordum. Annemse sessizce kenardan bizi izliyordu. Sessizce yanına kıvrıldım ve onunla beraber izlemeye başladım. Annemin dizilerinden hiçbir şey anlamasam da onunla vakit geçirmek güzeldi. O anda aklıma annemin bugün olan davası geldi ve doğruldum. “Avukat Sibel Pevin dava da istediği sonuca ulaştı mı?” diye sordum merakla. Annem keskin bakışlar bana baktı ve “Şüphen mi vardı?” dedi. Aklına koyduğu her işte başarılı oluyordu. Ona gülümsedim ve hiçbir olayını anlamadığım diziyi izlemeye devam ettim. Sıradan bir hayatım vardı ama mutluydum. Arkadaşlarım ve annem vardı. Onları kendimden bile daha çok seviyordum. Evrenin bir düzeni olduğu gibi benim hayatımda düzenliydi. Bu gece uyumayı düşünmüyordum çünkü kendimi yine kabus cehenneminde bulacaktım. Artık eskisi gibi korkmuyordum sadece yorulmuştum. Annem erkenden uyumaya gidince kanepede uzanıp sabahı beklemeye başladım. Kendimi uykuya teslim etmemek için dirensem de gözlerim kapandı. Belki de dilek hurafesi gerçek olurdu. Bir önceki gecelerde olduğu gibi kendimi yine kabusun içinde buldum. Kan, vahşet ve sevdiklerimin ölümü. Bir önceki gecelerde olduğu gibi…Kabuslar peşimi bırakmıyordu,bırakmayacaktı. 1.Bölümün sonu. |
0% |